Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam O’nun Rasûlü’ne olsun.
Geçen yazımızda, şehitliğin faziletinden bahsettikten sonra, şehadetin mücahidler için birinci gaye olmaması gerektiğini söylemiştik. Çünkü böyle bir bilinç, cihad gibi dinin zirvesi olan bir amelle hemhâl olan bir kişiyi dahi yanlış yönlere çekebilir.
Mesela; sadece şehit olmayı, Allah yolunda savaşırken can vermeyi hedef hâline getiren bir Müslüman, omuz omuza verdiği grubun itikad ve menhecini umursamaz. Çünkü onun için önemli olan, Allah yolunda kanını akıtmaktır.
Hâlbuki bu Müslümanın, savaşının ‘Allah yolunda’ olabilmesi için beraber hareket ettiği topluluğun Allah’ın rızasına uygun bir itikad ve menhece sahip olması gerekirdi.
Böyle bir vakıanın en kötü sonucu ise şudur: İtikadı ve menheci düzgün olmamasına ragmen, konumuzda olduğu gibi hedeflerini yanlış belirleyen ve bu yüzden doğru yolda olmayan bir grupla hareket eden Müslüman, zaman geçtikçe inançlarından taviz verecektir. Bu, Sünnetullah’ın bir gereğidir. Aynı havayı tenefüs ettikleri insanların hatalarını görmezden gelen, düzeltme zahmetinde bulunmayan kişiler sonuç itibari ile kalplerinin onlara benzeme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. İnsanlık tarihi ve doğal olarak da günümüz vakıası, bu durumun en açık şahididir.
Şehadeti asıl amaç olarak görenler, yapacakları fiillerin İslam davasına maslahat veya mefsedet olarak dönüp dönmeyeceğinin hesabını da yapmazlar. Onlar şehadetle beraber bu dünyadan ayrılacaklardır. Geride bıraktıkları davanın karşılaşacağı zorluklarını yaşamayacaklardır. Şehadeti önceleyen bir bilinçle harekete geçmek ve bazı ameller ortaya koymak, Müslümanların aşama aşama birçok zorluğa göğüs gererek bir yerlere getirdikleri İslam davasının kazanımlarını feşele uğratabilir.
Bu ve benzeri ihtimallerin varlığı bizi şu sonuca götürüyor: Allah’ın rızasını kazanmak için dinin zirvesi olan cihada talip olan Müslüman, şehadet ile alakalı düşüncelerini sağlam bir temele oturtmalıdır.
Şehadetin bir mücahid için temel amaç olmaması gerektiğini söylemekle beraber bazı özel vakıalara vurgu yapmakta da fayda vardır. Cihad meydanlarında özellikle düşmanı korkutmak, onlara daha fazla zarar vermek, esir düşmemek vb. sebepler nedeni ile kişi şehadeti tercih edebilir ve bunun için öne atılabilir.
Bu tip vakıalar için, sahabelerin hayatından iki örnek verebiliriz.
İlki, Reci’ vakıasında düşmana esir düşmemek için çarpışan ve şehid olan Asım bin Sabit’in radıyallahu anh kıssasıdır:
“Adal ve Kara Kabilesine mensup altı kişilik bir heyet, Medine’ye geldiler. Müslüman olduklarını söyleyerek Peygamber Efendimizin huzuruna çıktılar. Ya Rasûlullah! Kabilemiz arasında İslamiyet yayılmış durumda. Sahabelerinden birkaçını, İslam’ın hükümlerini tebliğ etmek, Kur’an okuyup öğretmek üzere bizimle beraber gönder! diye ricada bulundular. Bunun üzerine Allah Rasûlü, Mersed b. Ebi Mersed başkanlığında on sahabeyi gelenlerle birlikte gönderdi. İrşad heyeti, Huzeylilere ait Reci’ adındaki su başına geldiklerinde, bir hıyanetle karşı karşıya bulunduklarını anladılar. Bir anda Beni Lihyan’dan yüz kadar okçunun hücumuna maruz kaldılar. Müslümanlar, kılıçlarını sıyırarak bir dağa iltica ettiler. Kendilerini kılıçlarıyla müdafaa etmeye kalktılarsa da, kısa zamanda mukavemetleri kırıldı. Hainler, Müslümanların sığındıkları dağın etrafını sardılar: Eğer yanımıza inip teslim olursanız sizi öldürmeyiz! diye seslendiler. Müslüman muallimler, müşriklerin bu sözlerine güvenmeyip teslim olmayı reddettiler. İçlerinden Asım b. Sabit: Ben, müşriklerin himayesini ömrüm boyunca kabul etmemek üzere yeminliyim! Vallahi, ben bu kâfirlere asla teslim olmam! dedi. Sonra da: Allah’ım, Rasûlünü durumumuzdan haberdar et! diye dua etti. Bir taraftan da müşriklere ok yağdırıyordu. Ok atarken de: Ben ne diye çarpışmayayım ki?.. Gücüm kuvvetim yerinde, oklarım yanımda, yayımın kirişi kalın, enli temrünler sebebiyle kayıp gitmekte. Ölüm hak, dünya boş ve geçicidir. Takdir edilen elbette başa gelecektir! İnsanlar er geç Allah’a dönecektir! Eğer ben sizinle çarpışmazsam annem evlatsız kalsın, diyordu. Bu kahraman sahabe, oku bitince, mızrağını kullanmaya başladı. O da kırılınca kılıcına sarıldı. Böylece birçok müşriği yere serdikten sonra son duası ise şu oldu: Allah’ım!.. Ben, senin dinini korumaya çalıştım; Sen de cesedimi müşriklerden koru! Diğer sahabeler de çarpıştılar. Sonunda, aralarında Asım b. Sâbit’in de bulunduğu yedi sahabe, müşriklerin oklarıyla şehid oldular. Geri kalan üç sahabe ise, müşriklerden kendilerini öldürmeyeceklerine dair kesin söz alınca teslim oldular. Müşrikler üçünü de yaylarının kirişiyle sıkıca bağladılar. Sonra Mekke’nin yolunu tuttular. Maksatları, onları götürüp Kureyş müşriklerine satmaktı! Yolda, Abdullah b. Tarik, bir fırsatını kollayıp kaçtı. Ancak bu kaçış hayata değil, şehadete idi. Müşriklerin attıkları taşlarla o da şehid oldu. Geriye iki kişi kaldı: Zeyd b. Desinne ve Hubeyb b. Adiyy… Bunları da götürüp Mekke’de sattılar.” (İbni Hişam, Sire)
İkinci kıssa ise düşmana korku salmak için safların arasına dalan sahabenin kıssassıdır:
Ebu İmran’dan radıyallahu anh rivayet ediliyor:
“Biz İstanbul’u kastederek Medine’den yola çıktık. Cemaatin başında Abdurrahman b. Halid b. El-Velid vardı. Rum askerleri, sırtlarını İstanbul şehrinin surlarına dayamışlardı. Bu sırada bizden bir adam, tek başına düşmana saldırıp düşman safları arasına daldı. Bunun üzerine halk:
— Vazgeç, vazgeç! La İlahe İllallah! Kendi elleriyle kendini tehlikeye atıyor! diye feryada başladı.
Bunu gören Ebu Eyyub El-Ensari dedi ki:
— Bu ayet, biz ensar topluluğu hakkında indi. Allah, Peygamberine yardım edince kendi kendimize: ‘Haydi gelin mallarımızın başında duralım, onları düzene koyalım’ demiştik. Bunun üzerine yüce Allah: ‘Allah yolunda sarf ediniz de kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayınız!’ mealindeki ayet-i kerimeyi indirdi. Kendi ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak demek; mallarımızın başında, onları düzene koymakla uğraşmamız ve cihadı terk etmemiz demektir.” (Tirmizi, Ebu Davud)
Duamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.
İlk Yorumu Sen Yap