Sahabenin Fazileti ve Adaletine Dair Deliller

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Bir önceki sayımızda sahabenin adaletine dair bazı bilgiler vermiştik. Bu ay, Kur’ân ve Sünnetten bazı delillerle sahabenin adaletli oluşunun üzerinde durmaya gayret edeceğiz, inşallah.

Sahabenin Adaleti ve Faziletine Dair Deliller

“Şüphesiz ki zikri/Kur’ân’ı biz indirdik. Onu koruyacak olan da hiç kuşkusuz yine biziz.”[1]

Allah (cc) ayette Kur’ân’ı indirdiğini ve koruyacağını bildirmiştir. Kur’ân’ın muhafazası; hatadan, tahriften, değişimden, eksiltmeden, arttırmadan ve unutulmaya yüz tutmasından korunması demektir.

Kur’ân’ın ilk muhatapları ve inananları sahabe neslidir. Onlar Kur’ân’ı dinlediler, ezberlediler, yazdılar, yazdırdılar, okudular, okuttular, bir mushafta topladılar ve sonra çoğalttılar.

Yüce Allah şöyle buyurur:

“Sen, bundan önce kitap okuyor değildin. Hem onu sağ elinle de yazmıyordun. (Öyle olsaydı) işte o zaman batıl ehli şüpheye düşerdi. (Hayır, öyle değil!) Bilakis o (Kur’ân), kendilerine ilim verilenlerin göğsünde apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez.”[2]

İyâd ibni Himâr El-Mucâşiî’nin, Allah Resûlü’nden (sav) rivayet ettiği kudsi hadiste Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Ben sana suyun, kendisini yıkayıp (kâğıttan silerek yok edemeyeceği) bir kitap indirdim.”[3]

Böylece Kur’ân ilk nesilden günümüze korunmuş bir şekilde ulaştı. Allah (cc) sahabeyi Kur’ân’a hizmet etmeye muvaffak kılarak Kitab’ını korudu. Bu işe sahabe neslinin muvaffak kılınması büyük bir fazilettir ve adaletlerinin belgesidir. Kur’ân’a ve onun tahrif olmadığına iman eden herkesin, sahabenin adaletli olduğuna da inanması gerekir. Çünkü Kur’ân’ın tahrif olmadığına inanıp, günümüze bozulmadan ulaşmasına vesile olan sahabenin adaletsiz olduğunu düşünmek büyük bir çelişkidir.

Yüce Allah, halis dinini tebliğ ve tebyin etmesi için Allah Resûlü’nü (sav) seçtiği gibi onun (sav) destekçisi ve yardımcısı olsunlar diye ashabını da seçmiştir. Resûl’ün (sav) destekçisi ve yardımcısı olmak hem bir fazilet hem de bir tezkiyedir. Bununla ilgili birçok ayet vardır:

“Şayet seni aldatmak isterlerse, hiç şüphesiz Allah sana yeter. Seni, yardımıyla ve müminlerle destekleyen O’dur.”[4]

“Muhammed, Allah’ın Resûlü’dür. Onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlilerdir. Onları; rükû edenler, secde edenler ve Allah’ın lütfunu ve rızasını elde etmek isterken görürsün. Alametleri, yüzlerinde secdeden oluşan izdir. Bu, onların Tevrat’taki sıfatıdır. İncil’deki sıfatlarıysa filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşıp gövdesi üzerine doğrulmuş bir ekin gibidir ki bu, çiftçilerin hoşuna gider. (Onların bir ekin gibi güçlenip çoğalması örneği) kâfirleri öfkelendirmek için verilmiştir. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere, bağışlanma ve büyük bir mükâfat vadetmiştir.”[5]

“Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan ve Allah yolunda (malı ve canıyla) cihad edenlerin (ameliyle) bir mi tuttunuz? Allah katında bir olmazlar. Allah, zalimler topluluğunu hidayet etmez. İman eden, hicret eden, Allah yolunda malları ve canlarıyla savaşan kimseler, Allah katında en büyük dereceye sahiplerdir. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Rableri onları kendinden bir rahmet, rıza ve içinde onlar için sürekli nimetlerin olduğu cennetlerle müjdeler.”[6]

“Fakat Resûl ve onunla beraber iman edenler, Allah yolunda malları ve canlarıyla savaştılar. İşte bunlara çokça hayırlar vardır. Ve bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Allah, onlar için altından nehirler akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. En büyük kurtuluş budur.”[7]

“(Ayrıca fey,) yurtlarından çıkarılan ve malları (ellerinden alınan), Rablerinin lütuf ve rızasını arayan, Allah’a ve Resûl’üne yardım eden fakir muhacirlere aittir. İşte onlar sadık olanların ta kendileridir. Kendilerinden önce (Medine) yurdunu hazırlayan ve iman ehli olan (Ensar), onlara hicret edenleri severler ve (Muhacirlere) verilenlerden dolayı içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Şiddetle ihtiyaç duymalarına rağmen (kardeşlerini) kendilerine tercih ederler. Kim de nefsinin bencilliğinden korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Muhacir ve Ensar’dan) sonra gelenler derler ki: ‘Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz ki sen, (şefkatli olan) Raûf ve (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’sin.’ ”[8]

“İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler ve (onları yurtlarında) barındırıp yardım edenler (var ya)! İşte bunlar hakiki müminlerdir. Onlar için bağışlanma ve pek değerli bir rızık vardır.”[9]

“Andolsun ki Allah, Peygamber’i ve içlerinde bir grubun kalbi kaymak üzereyken, zorluk saatinde Nebi’ye uyan Ensar ve Muhacir’i tevbeye muvaffak kıldı. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Şüphesiz ki O, onlara karşı (şefkatli olan) Raûf, (merhametli olan) Rahîm’dir.”[10]

İbni Mes’ûd (ra) şöyle der:

“Allah (cc) kulların kalplerine baktı ve Muhammed’in (sav) kalbini kulların en iyisi bulunca onu kendisine seçti, risaletiyle peygamber gönderdi. Ardından diğer kulların kalplerine baktı ve sahabilerinin kalplerini kulların kalplerinin en üstünü bulunca onları, dini için savaşan peygamber yardımcıları kıldı. Dolayısıyla Müslimlerin iyi gördükleri Allah katında da iyidir, kötü gördükleri Allah katında da kötüdür.”[11]

Allah Resûlü’ne (sav) destekçi olma çeşitlerinden biri, kuşkusuz Kur’ân ve Sünneti güzelce telakki etmek ve başkalarına ulaştırmaktır. Bunu da ancak adalet sahibi kimseler hakkıyla yapabilir. Sahabe, dini sonraki nesillere ulaştırma misyonunu üstlenmiş, daha doğrusu bunun için seçilmiş bir nesildir. Bu seçkin neslin adalet sahibi olmaması mümkün olabilir mi? Tüm eksikliklerden münezzeh olan Allah (cc); Resûl’üne destekçi olsunlar diye bir nesli seçecek, ona sahabe kılacak, sonraki nesiller dinlerini onlardan öğrenecek; ama bu insanlar adalet sıfatına sahip olmayacak, din hususunda insanları aldatan insanlar olacaklar! Böyle bir şey mümkün müdür?

“Bu ilmi, her bir haleften (sonra gelen kuşak arasından) onun adaletli olanları yüklenir. Onlar, bu ilimden aşırıya kaçanların tahriflerini, bâtılcıların intihallerini ve cahillerin tevilini uzaklaştırırlar.”[12]

Bu rivayet, kıyamete kadar sürecek bir hakikatten bahseder. İbni Kayyim (rh) şöyle der:

“Rasûlullah (sav), getirmiş olduğu ilmi sonradan gelen her bir halef (kuşak) arasından ümmetinin adaletli olanlarının taşıyacağını haber vermektedir. Böylelikle bu ilmin kaybolup gitmesi de önlenmiş olacaktır. Bu da Rasûlullah’ın (sav) kendisi ile gönderilen ilmi taşıyanların adaletli olduğunu ifade ettiği manasını da ihtiva etmektedir. Bu da onun ‘bu ilmi’ ifadesinde işaret edilen bir husustur. İşaret edilen bu ilmi taşıyan herkesin adaletli bir kişi olması da kaçınılmazdır. Bundan dolayı ümmet nezdinde bu ilmi nakledip taşıyanların adaletli olduğu ve herhangi bir şüphe, tartışma ve tereddüdü kabul etmeyecek şekilde Rasûlullah’ın (sav) adaletli olduğunu söylediği kimseler hakkında cerh edici ifadelerin kabul edilmeyeceği büyük bir ün kazanmıştır.”[13]

İşte sahabe hadiste bahsedilen kişilerin ilk halkasıdır. Kur’ân ve Sünneti haleflerine/sonraki nesillere ulaştırma konusunda adalet sahibi kimselerdir. Bunda hiçbir kuşku yoktur.

“Muhacir ve Ensar’dan öncüler, ilkler ve onlara ihsan üzere tabi olanlar (var ya)! Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlar için altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. En büyük kurtuluş budur işte.”[14]

Allah Resûlü’nün (sav) vefatından sonra meydana gelen fitnelerde bazı kimseler sahabenin adaleti hakkında ileri geri konuşunca İslam âlimleri bu ayeti serlevha edinmiş, faziletleri ve adaletleri hususunda sahabeyi savunmuşlardır.

Humeyd ibni Ziyâd şöyle der:

“Muhammed ibni Ka’b el-Kurazi’ye fitnelerden dolayı, ‘Bana Resûlullah’ın (sav) ashabının durumunu anlat’ dedim. Muhammed, ‘Yüce Allah, Resûlullah’ın (sav) tüm ashabını bağışlamış, kitabında iyisi ve kötüsüyle onlara cenneti vacib kılmıştır.’ karşılığını verdi. Ona, ‘Yüce Allah, Kitabının neresinde onları cennetlik kılmıştır?’ diye sorduğumda da şöyle dedi: ‘Sen, ‘Muhacir ve Ensar’dan öncüler, ilkler ve onlara ihsan üzere tabi olanlar (var ya)! Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır…’ ayetini okumadın mı? Burada Yüce Allah, Peygamber’in (sav) tüm ashabına hem rızasını hem de cennetini vacib kılmıştır. Kendilerine koşmadığı şartı da onlara tabi olanlara koşmuştur.’ Ona, ‘Onlara tabi olanlara nasıl bir şart koşmuştur?’ diye sorduğumda, ‘Onlara güzellikle tabi olma şartını koşmuştur. Bu şartla Yüce Allah, onlara iyi amellerinde tabi olmalarını bundan başka amellerde ise onlara tabi olmamalarını söylemiştir’ karşılığını verdi. Vallahi sanki bu ayeti daha önce hiç okumamış gibiydim. Muhammed ibni Ka’b da ayeti bu şekilde bana anlatana kadar açıklamasını bilmiyordum.”[15]

Bu ayette dikkatimizi çeken en önemli hususlardan biri de Allah’ın rızasına ve cennete talip olan nesillere sahabeye ihsan üzere tabi olmanın bir kayıt olarak zikredilmesidir. Konuyla ilgili başka bir ayette Yüce Allah şöyle buyurur:

“Şayet onlar (misli misline), sizin iman ettiğiniz gibi inanırlarsa, hidayete ererler. Yüz çevirirlerse, onlar ancak bir ayrılık içinde olurlar. Onlara karşı Allah sana yetecektir. O (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.”[16]

Ayetlerden şunu anlıyoruz: İhsan üzere tabi olma ve onlar gibi iman etme açısından sonraki nesillere işaret edilen sahabe, en faziletli nesildir ve dini tebliğ konusunda adalet sahibidir.

Aksi hâlde din hususunda kendisine güven duyulmayan kişilere nasıl tabi olunabilir? Tabi olunsa bile bu tabi oluş nasıl ihsana iletebilir? Yine bu kimselere tabi olmak ve onlar gibi iman etmek nasıl olur da Yüce Allah tarafından emredilebilir? Evet, bunlar mümkün olmadığına göre şu ayeti okuyalım:

“Hani o kâfirler, kalplerine asabiyeti, cahiliye asabiyetini koymuştu. Allah da, Resûl’ünün ve müminlerin üzerine sekinetini indirmiş ve onları takva kelimesi (olan Lailaheillallah’a) bağlı kılmıştı. (İşin aslı) onlar da buna layık ve ehil kimselerdi. Allah, her şeyi bilendir.”[17]

Bir sonraki sayımızda buluşmak duasıyla,

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.


[1] 15/Hicr, 9

[2] 29/Ankebût, 48-49

[3] Müslim, 2865

[4] 8/Enfâl, 62

[5] 48/Fetih, 29

[6] 9/Tevbe, 19-21

[7] 9/Tevbe, 88-89

[8] 59/Haşr, 8-10

[9] 8/Enfâl, 74

[10] 9/Tevbe, 117

[11] Ahmed, 3600

[12] Es-Sunenu’l Kubrâ, Beyhaki, 20911

[13] Miftâhu Dâri’s Saâde, 1/388

[14] 9/Tevbe, 100

[15] Ed-Durru’l Mensûr, 7/470

[16] 2/Bakara, 137

[17] 48/Fetih, 26

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver