Sadık Erkekler ve Kadınlar – 2

Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

Bir önceki yazımızda Kur’ân’ın sıdk kelimesine yüklediği anlamları işlemiştik. Buna göre Kur’ân sıdk kelimesini kavramlaştırmış, yirmi üç yıllık nüzul sürecinde ona net bir çerçeve çizmiştir. Bu ayki yazımızda ise sıdk kavramının detaylarını Allah Resûlü’nün (sav) sünnetinden takip edecek, sıdkın faydalarını ve onu kolaylaştıran etkenleri ele alacağız. Allah Resûlü’nün sünnetine baktığımızda sıdkı tanımlamaktan ziyade onun dünya ve ahiret kazançlarına, sıdkın kulluğumuzu hangi yönlerden güzelleştirdiğine ve ne yaptığımız takdirde sıdka ulaşacağımıza vurgu yaptığını göreceğiz.

Allah Resûlü’nün Sünnetinde Sıdk

Sadakat Eğitimi Evde/Çocuklukta Başlar[1]

Abdullah ibni Âmir’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir gün Allah Resûlü (sav) evimizde otururken annem beni çağırıp, ‘Gel, sana vereceğim şu şeyi al.’ dedi.

Allah Resûlü (sav), ‘Ona ne vermek istiyorsun?’ diye sordu.

Annem, ‘Ona bir kuru hurma vereceğim.’ dedi.

Bunun üzerine Allah Resûlü (sav) ona şöyle buyurdu: ‘Eğer ona bir şey vermeseydin şüphesiz (bu), senin hakkında bir yalan olarak yazılacaktı.’ ”[2]

Çocuk, hayatının en önemli dönemini; şahsiyet ve kulluk temellerinin atıldığı ilk yedi yılını sürekli annesiyle ve ona bağımlı olarak geçirir. Sütüyle çocuğun bedenini beslerken davranışlarıyla onun karakter ve şahsiyetini inşa eder. Rivayeti bir daha, bu gözle okuyalım. Allah Resûlü’nün (sav) birçoğumuza basit gibi görünen bir olayda gösterdiği hassasiyeti daha iyi anlayacağız. Çünkü böyle bir davranış yalnızca anneye zarar vermeyecek, çocuğun gözünde yalanı basitleştirecek ve gündelik hayatının parçası hâline getirecektir. İleride göreceğimiz gibi, söylenen her yalan kişinin kalbini zehirleyecek, zehirlenen kalp de yeni yalanların kaynağı olacaktır. Öyleyse ebeveynler olarak çocuklarımızla ilişkilerimizi bir daha gözden geçirmeli, gündelik pratiklerimizle çocuklara doğruluk mu, yoksa yalan mı aşıladığımıza bakmalıyız. Unutmamalıyız: Sözlü veya amelî yalanlarımız, amel defterimizi kirletmekle kalmaz; çocuğumuzun şahsiyet ve kulluk zeminini de kirletir. Biz istiğfarla amel defterimizi temizleyebiliriz. Oysa çocuğumuz, bir ömür, üstüne sıçrattığımız yalanla boğuşmak zorunda kalacaktır.[3]

Niyetler Sıdk Üzere Eğitilmelidir

Allah Resûlü (sav) niyetlerin sadık olması için ashabını eğitmiş, farklı örnekler üzerinden sadık niyetin önemine dikkat çekmiştir.

Ebû Kebşe El-Enmârî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Dünyada dört sınıf insan vardır: Allah’ın kendisine mal, rızık ve ilim verdiği bir kul, ki o kul nimet içerisindedir; yolunu Rabbi vasıtasıyla bulur, Müslimlerle ve akrabalarıyla irtibatını kesmez. Verilen nimette Allah’ın hakkı ne ise onu da bilir ve gereğini yerine getirir. Bu kul, Allah katında en üstün derecededir.

Yine bir kul ki Allah ona ilim vermiş, ama mal vermemiştir. Bu kul niyetinde sadıktır ve şöyle der: ‘Eğer malım olsaydı falanın yaptığı gibi yapardım.’ İşte o kul da niyetine göre karşılık görür. Önceki kimseyle ecirde eşitlerdir.

Yine bir kul ki Allah kendisine rızık vermiş, fakat ilim vermemiştir. İlim ve bilgisizlik yüzünden malını dengesiz biçimde harcar; Rabbine karşı sorumluluk bilinci duymaz, akrabası ve Müslimlerle alakasını keser ve Allah’ın o maldaki hakkını da yerine getirmez. Bu kimse en kötü durumdadır.

Yine bir kul daha vardır ki Allah kendisine ne mal ne de ilim vermiştir. Bu kimse de şöyle der: ‘Eğer malım olsaydı ben de falan kimse gibi o malı kötü yollarda harcardım.’ O da niyetine göre karşılık görür, her ikisinin de günahı eşittir.”[4]

Niyet, kalbin programlanmasıdır. Şöyle ki; her insanda umut, arzu, beklenti… gibi fıtri duygular vardır. Şayet insan güzel niyetle kalbini programlarsa o fıtri duygular istikamet kazanır, bir hedefe yönelir. Sadık niyetlerle programlanmamış bir kalp ise yatağı olmayan akarsu gibidir, yaka yıka ilerler. İnsan güzel şeylere niyet ederek fıtri duygularına hedef belirlemeli, her duygusunu bir salih amele iliştirmelidir. Madem insan fıtri olarak bir beklenti içindedir; öyleyse Rabbinin (cc) yardımını beklemeli, güzel günler düşlemeli, Mekke’de Medine’nin hayalini kurmalıdır. Madem insan umut eden bir varlıktır; salih bir kul olmayı, güzel ahlakı, cenneti ummalı, bunlara niyet etmelidir… Sonra insan, Allah Resûlü’nün (sav) ifadesiyle “sâdiku’n niyye/sadık niyetli” olmalı, niyet ettiklerini samimiyet ve içtenlikle istemelidir.

Enes ibni Mâlik’ten (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Her kim sadık bir şekilde şehit olmayı isterse kendisine verilir. Şehitlik isabet etmemiş dahi olsa.”[5]

Sehl ibni Huneyf’ten (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Her kim sıdk üzere Allah’tan şehitlik dilerse Allah onu şehitlerin menzilesine ulaştırır. Velev ki yatağında ölmüş olsun.”[6]

Sadık niyet (yani samimi ve içten talep), Allah katında dua yerine geçer. İnsan, ameliyle ulaşamadığı kulluk ufkuna ve yüce derecelere sadık niyetiyle ulaşır. Bu, bazı insanlara tuhaf gelebilir! Nasıl olur da bir insan yalnızca niyet etmekle şehitlik mertebesine ulaşabilir ki? Cevap şöyledir: Güzel bir niyet oluşturmak, sonra o niyette sadık/samimi olmak, sonra o niyeti muhafaza etmek zordur, hem de çok zor… Niyetine, yani kalbine sahip çıkan insan büyük bir direnç gösterir. Nefsine, dünyanın oyalayıcılığına ve şeytanın vesveselerine direnir. İşte bu direnci gösterebilenler, niyetin bazen amele denk olmasının bazen de amelden üstün tutulmasının hikmetini anlayabilir.

Dil, Sıdk Üzere Eğitilmelidir

Enes ibni Mâlik’ten (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kulun imanı istikamet üzere olmaz, kalbi istikamet üzere olmadıkça. Kulun kalbi istikamet üzere olmaz, dili istikamet üzere olmadıkça. Bir kişi, komşusu onun şerrinden emin olmadıkça cennete giremez.”[7]

Kulluğun istikameti kalbin istikametine/sıdkına, kalbin istikameti/sıdkı da dilin doğruluğuna bağlıdır. Dil ile kalp arasında zahir bâtın etkileşimi vardır. Dilde ortaya çıkan her hayır, kalpte olumlu bir iz bırakır. Kalpte oluşan olumlu iz, organlara salih amel olarak yansır.

Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Âdemoğlu sabahladığında bütün organlar dile yalvarır ve şöyle derler: ‘Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Bizim durumumuz sana bağlıdır. Eğer sen doğru olursan biz de doğru oluruz, sen eğrilirsen biz de eğriliriz.’ ”[8]

Yüce Allah’ın biz kullarından insanlara güzel söz söyleyeceğimize dair söz alması,[9] en güzel olanı söyleyerek şeytanın kalplere sızdığı çatlakları onarmamızı istemesi,[10] sedîd/dosdoğru[11] ve adil söz söylememizi emretmesi[12] bundandır. Zira dilin kalbe yönelik iki işlevi vardır; her hareket ettiğinde ya kalbi imar eder veya harap eder. Dilini ıslah eden hakikatte kalbini, dolayısıyla bütün bir kulluğunu ıslah eder. Dil ıslahında en önemli ve öncelikli konu, dili sıdk üzere ıslah etmektir. Çünkü sıdk ve yalan müessir hasletlerdendir, dönüştürücü bir etkisi vardır.

Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz sıdk/doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleyip durdukça sonunda sıddık olur. Muhakkak yalan da günaha götürür. Günah da ateşe götürür. Kişi yalan söyleyip durdukça sonunda Allah’ın katında kezzâb/çok yalancı diye yazılır.”[13]

Sıdkın Kazandırdıkları

Sıdk, İnsanı Yüce Makamlara Ulaştırır

“Kitap’ta İdris’i de an! Şüphesiz ki o, özü sözü bir/sıddık olan bir nebiydi. Onu yüce bir makama yükseltmiştik.”[14]

İdrîs (as) sıddık bir nebidir. Sıddıkiyet onu yüce makamlara yükseltmiştir. Bu, yalnızca enbiyaya has bir durum değildir. Örneğin Meryem Annemiz de sıddıka bir kadındır; Yüce Allah onun derecesini yüceltmiş, onu insanlık tarihinin merkezine oturtmuştur. Bugün dünyanın büyük bir bölümü, onun yaptığı doğumu milat kabul etmiştir:

“Onun annesi (Meryem) sıddıka/dosdoğru bir kadındı.”[15]

“(Hatırlayın!) Hani melekler (Meryem’e) demişti ki: ‘Meryem! Şüphesiz ki Allah seni seçti, temizledi ve âlemlerin kadınlarına üstün kıldı. Ey Meryem! (Bu nimete şükür olması için) Rabbine gönülden itaat et, secde et. Rükû edenlerle beraber (cemaat hâlinde) rükû et.’ ”[16]

Ahdine sadık olan Enes ibni Nadr da (ra) yüce bir makama eriştirilmiştir. Allah (cc) onun adını bir ayetin tefsirine iliştirmiş; sahabenin, dolayısıyla ümmetin ortak hafızasına kaydetmiştir. Kıyamete değin adı her anıldığında, mümin kalplerde ona dair sevgi ve gıpta peyda olur.

Enes ibni Mâlik’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Amcam Enes ibni Nadr, Bedir Savaşı’nda bulunmamıştı. ‘Ey Allah’ın Resûlü! Müşriklerle savaştığın ilk savaşta bulunamadım. Allah, müşriklerle bir savaşta karşılaşmamı nasip ederse yapacağım işleri elbette görecektir.’ dedi.

(Enes) Uhud Savaşı’nda Müslimlerin dağıldığı sırada, ‘Allah’ım! (Müslimleri kastederek), bunların yaptığından dolayı senden özür diliyorum. (Müşrikleri kastederek), öbürlerinin yaptığından da sana sığınıyorum.’ dedi.

Sonra ilerledi. Yolda Sa’d ibni Muâz ile karşılaştı ve ona şöyle dedi: ‘Ey Sa’d! Nadr’ın Rabbine andolsun ki, cennet (yakın)! Ben Uhud’un ötesinden cennetin kokusunu alıyorum.’

Sa’d ibni Muâz (Nebi’ye bu olayı anlatırken), ‘Ey Allah’ın Resûlü! Ben onun yaptığına cesaret edemedim.’ demişti.

O gün amcamda seksen küsur kılıç, mızrak ve ok yarası bulduk. Öldürülmüş ve müşrikler onun burnunu, kulağını kesmişti. Onu yalnızca kız kardeşi, parmak uçlarından tanıyabildi. Biz öyle tahmin ediyoruz ki bu ayet, o ve onun gibiler hakkında indi:

‘Müminlerden öyle yiğitler vardır ki; Allah’la yaptıkları sözleşmeye sadık kaldılar. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi (şehit oldu), kimisi beklemektedir. Kesinlikle (sözlerini) değiştirmemişlerdir.’[17][18]

Yüce makamlara ulaşmak, hayırla yâdedilmek, sevilmek… insanın fıtri ihtiyaçlarındandır. Karnını doyurup başını sokacak dam bulan her insan, toplumda yer edinmek ve toplumdan saygı görmek ister. İnsanı (manevi olarak) aziz eden de zelil eden de bu beklentisidir. Yüce Allah, insanın içinde kaynayıp duran bu arzuya yön vermiş, onu nefsinin ve şeytanın elinde oyuncak olmaktan kurtarmıştır. Gerçek ve kalıcı saygınlığın yolunu göstermiş, listenin başına sıdk ahlakını yerleştirmiştir. Aksi hâlde insan saygınlığı parada, diplomada, statüde, estetikte, takipçi sayısında… arayacak, dünyasını ve ahiretini harap edecektir.

O hâlde sıdkı üç kısma ayırabiliriz: Allah’a (cc) karşı sıdk, öz nefse karşı sıdk ve insanlara karşı sıdk! Sıdkın üç kısmı arasında en zor olanları, kişinin Allah’a (cc) ve nefsine karşı sıdkıdır. Zira her ikisi de Rabbi ile kendisi arasındadır, özeldir, dolayısıyla zordur. İnsan nefsi için en zor olan, gözlerden ırakken, yani Rabbiyle ve nefsiyle başbaşayken dürüst olmaktır. İşte bu zorluğu başaranlar, Allah (cc) katında yüce bir makam elde ederler. O’nun indinde elde edilen o yüce makam, yeryüzüne de yüce makam olarak yansır.

Dedik ki; insanı Allah katında yücelten hasletlerin liste başı sıdktır. Bu önermeyi doğrulamak için sahabe hayatlarına bakabiliriz. Allah Resûlü’nden (sav) sonra bu ümmetin en faziletlisi Ebû Bekir’dir (ra). Onun en belirgin özelliği ve onu Ebû Bekir yapan nedir? Hiç şüphesiz sıddık olmasıdır… Bu dün de böyleydi bugün de böyledir. Kulluk yürüyüşünün en etkili azığı sıdktır.

Sıdk, İnsanı Mutmain Kılar

Ebu’l Havrâ Es-Sa’dî’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Hasan ibni Alî’ye (ra), ‘Allah Resûlü’nden (sav) ezberlediğin bir şey var mı?’ diye sordum.

Dedi ki: ‘Allah Resûlü’nden şunu ezberledim: ‘Seni şüphelendiren şeyleri bırak, şüphelendirmeyenlere yönel. Sıdk, kalbin mutmainliğidir. Yalan ise kuşkudan ibarettir.’ ’ ”[19]

Sıdk, insanı mutmain kılar. Peki, nedir mutmainlik? Mutmainlik, bir kalp hâlidir. Kalbin yakine ulaşması ve bu yakinden ötürü huzura/dinginliğe ermesidir. Şöyle ki; Yüce Allah’ın kalp mutmainliğini zikrettiği ayetler, genelde kalplerin yatışması ve huzura ermesiyle ilgilidir. Vereceğimiz ayetler dikkatle incelendiğinde mutmainlik öncesinde bir tereddüt, kuşku veya delil talebi olduğu; Allah’ın (cc) yardımıyla kalplerin mutmainlik düzeyine eriştiği görülür:

“Kâfirler der ki: ‘Ona Rabbinden bir ayet/mucize indirilmesi gerekmez miydi?’ De ki: ‘Allah dilediğini saptırır, kendisine yönelenleri de hidayet eder. Onlar ki; iman edip, kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain/huzur ve güven içinde olanlardır. Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.’ ”[20]

Kâfirlerin ayet/mucize talebi karşısında Yüce Allah iman edenlerin Kur’ân okuyarak, Allah’ı (cc) anarak veya namaz kılarak yaptıkları zikirlerle mutmain olacaklarını; kâfirlere arız olan kuşku, tereddüt ve ayet/mucize talebinden arınacaklarını haber vermiştir.

“(Hatırlayın!) Hani siz Rabbinizden yardım istemiştiniz. O da: ‘Şüphesiz ki peş peşe inen bin melekle sizi destekleyeceğim.’ diye duanıza icabet etmişti. Allah bunu ancak bir müjde ve kalplerinizin mutmain olması için yapmıştı. Yardım/zafer yalnızca Allah katındandır. Şüphesiz ki Allah, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir. Hani Allah’tan bir güven içinde olasınız diye sizi bir uyku hâli bürümüştü. Ve (Allah) sizi onunla temizlemek, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalplerinizi (yakin ve kararlılık ile) pekiştirmek ve ayaklarınızı sabit kılmak amacıyla gökten sizin için yağmur indirmişti.”[21]

Allah (cc) Bedir Günü indirdiği yardımla müminlerin kalplerini mutmain kılmıştır. Zira onlar şeytanın vesveselerine maruz kalmış,[22] kalpleri daralmıştır.

“(Hatırlayın!) Hani İbrahim: ‘Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster.’ demişti. (Allah) demişti ki: ‘İnanmadın mı?’ Demişti ki: ‘Hayır! Elbette inanıyorum. Fakat kalbimin mutmain olmasını (istiyorum).’ Demişti ki: ‘Dört tane kuş al. Onları kendine alıştır. Sonra onlardan her bir parçayı bir dağın üzerine koy. Daha sonra onları çağır, sana koşarak gelirler. Bil ki Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.’ ”[23]

Yüce Allah İbrâhîm’e (as) gösterdiği ayetle kalbini mutmain kılmış, imanında yakinini arttırmıştır.

Mutmainlikle ilgili bu kısa açıklamadan sonra diyebiliriz ki kalp itminanı İlahi bir lütuftur; insanı kuşku, tereddüt ve belirsizlik gibi afetlerden korur. Bu afetlerin her biri birer kalp hastalığı ve engelleyicidir. Kalp, kararlılığını/yakinini yitirince yalpalar, insanın imtihanı olan sarp yokuşa atılamaz.[24] Ola ki atıldı, istenilen kalitede (ihsan) amel yapamaz. Bunun içindir ki şeytan sürekli insanı kuşkuya ve tereddüde düşürmeye çalışır. Onun verdiği vesveselerin büyük kısmı kişiyi inancında, metodunda, yürüdüğü yolda, yol arkadaşlığında, ailesi ve arkadaşları hakkında… tereddüde düşürmek içindir. İşte sıdk ahlakı, şeytanın bu projesini boşa çıkarır. Kişiyi İlahi bir lütuf olan mutmainlik mertebesine ulaştırır.

Sıdk, İlahi Müjdenin (Salih Rüya) Kapısını Açar

Enes ibni Mâlik’ten (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Salih bir kişi tarafından görülen güzel rüya, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür.”[25]

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Nübüvvetten geriye mübeşşirattan/sadık rüyadan başka bir şey kalmadı.”[26]

Salih rüya Allah’tandır (cc), nübüvvetin cüzlerinden bir cüzdür. Yüce Allah, kullarını salih rüyalarla müjdeler. Aslında rüya; melekût âlemindeki hakikatlerin kalbe yansıması, sembollerle insana gösterilmesidir. Kalp aynasının cilası da doğruluktur. Kalbe, sıdktaki nasibi oranında İlahi müjde yansır.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Rüyası en doğru olanınız, en doğru sözlülerinizdir.”[27]

Âlimler, “Sıdkı çok olanın kalbi nurlanır, idraki kuvvetlenir ve manalar onun kalbine, doğru şekilde nakşedilir.”[28] demiştir. Uyanıklıkta sıdkını koruyanın hâli rüyasına sirayet eder, salih rüyalar görür.[29] Bu gerçekliği hepimiz tecrübe etmişizdir. Rabbimize yakın olduğumuz zamanlarda dingin ve iç ferahlatan rüyalar görürüz. Rabbimizden uzaklaştığımızda ise rüyalarımız karışık, anlamsız ve rahatsız edici olmaya başlar. Demek ki zahir ile bâtın arasında etkileşim olduğu gibi uyanıklık hâlimiz ile rüyalarımız arasında da bağ vardır.

Sıdk, Sıkıntıları Giderir[30]

İbni Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Sizden önceki ümmetlerden birinde üç kişi aniden bir yağmura tutuldular. Bu nedenle bir mağaraya sığındılar. Mağaranın ağzı üzerlerine kapandı. İçlerinden biri dedi ki: ‘Allah’a yemin ederim ki sizi ancak sıdk kurtarabilir. Her biriniz gerçekten sıdk ile yaptığına inandığı bir işi söyleyerek dua etsin.’

Onlardan biri dedi ki: ‘Allah’ım, biliyorsun ki benim ücretle çalıştırdığım birisi vardı. O bana bir farak pirinç karşılığında bir iş yaptı. Fakat onu almayıp gitti. Ben de o pirinci alıp ektim. Sonunda öyle bir hâle geldi ki onun karşılığında bir miktar inek aldım. Daha sonra gelip benden ücretini istedi. Ben de ona, ‘Şu inekleri al, önüne kat git.’ dedim. Bana, ‘Benim sendeki alacağım bir farak pirinçtir.’ dedi. Ben de ona, ‘Sen o inekleri al, onlar bu bir faraktan oldu.’ dedim. O da inekleri önüne katıp gitti. Eğer bunu sana olan haşyetimden ötürü yaptıysam bizi bu hâlden kurtar.’

Kaya üzerlerinden bir parça açıldı.

Diğeri dedi ki: ‘Allah’ım, biliyorsun ki benim oldukça yaşlı anne babam vardı. Her gece onlara koyunlarımın sütünü getiriyordum. Bir gece yanlarına gelmekte geciktim. Geldiğimde ikisi de uyumuştu. Çocuklarım ise açlıktan sızlanıp ağlıyorlardı. Fakat ben anne babama içirmeden önce onlara içirmiyordum. Anne babamı da uyandırmak hoşuma gitmedi. Bununla birlikte sütlerini içmeden onları bırakmaktan da zayıf düşecekleri korkusuyla kaçındım. Nihayet tan yeri ağarıncaya kadar onları beklemeye devam ettim. Eğer ben bu işi senin haşyetinden dolayı yapmışsam bizi bu sıkıntıdan kurtar.’

Kaya bir parça daha açıldı ve nihayet göğü görebildiler.

Diğer arkadaşları da dedi ki: ‘Allah’ım, biliyorsun ki benim bir amca kızım vardı. İnsanlar arasında en sevdiğim kişiydi. Benden 100 dinar borç istedi. Kendisini bana teslim etmesi karşılığında vereceğimi söyledim. Kabul etti. Nihayet parayı ona verdim. O da kendisini teslim etmek için bana geldi. Ona yaklaşınca, ‘Allah’tan kork ve hak ile olmadıkça mührümü bozma.’ dedi. Ben de ayağa kalktım ve yüz dinarı da almadım. Ben bu işi senin haşyetinden dolayı yapmışsam bizi kurtar.’

Allah da onların üzerlerini açtı ve (oradan) çıktılar.”[31] [32]

Sıdk ile yapılan ameller, kapanan mağaranın kapısını aralamış, zorda olanların sıkıntısını gidermiştir. Her birimizin hayatında mutlaka böyle ânlar vardır; kendimizi sıkışmış, çaresiz hissederiz. Çaresizlik mağarasının kapısını aralayacak olan sıdktır. Sıdk ile yapılan her amel, kul ile Allah (cc) arasında zımni bir sözleşmedir. Kişi o ameliyle Allah’a (cc) tevessül ettiğinde Allah (cc) ona rahmet edip sıkıntısını giderecektir.

Örnek olsun; Tebuk Gazvesi sonrasında Medine’de gergin bir hava vardır. Savaştan geri kalan münafıkları kınayan çok sert ayetler inmiş, Allah Resûlü (sav) sahabeden üç kişiye tavır alınmasını istemiştir. Üç sahabi daha ilk günden Allah Resûlü’ne (sav) doğruyu söylemiş, hiçbir mazeretleri olmadığını beyan etmiştir. Toplumsal tavır süresi uzadıkça sahabe iyice bunalmış, Kur’ân’ın ifadesiyle yeryüzü tüm genişliğine rağmen onlara dar gelmiştir.[33] Peki, onları bu çaresizlik ve sıkışmışlık hâlinden ne kurtarmıştır? O süreci yaşayan, aynı zamanda bize aktaran ravi Ka’b ibni Mâlik’e (ra) göre sıdk. Evet, yalnızca sıdktır üç sahabiyi kurtaran:

“Dedim ki: Ey Allah’ın Resûlü, şüphesiz ki Allah beni ancak doğruluk sebebiyle kurtardı. Ben de tevbemin gereği olarak yaşadığım müddetçe doğru sözden başkasını konuşmayacağım.”[34]

Sıdk, Berekettir[35]

Hakîm ibni Hizâm’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Alıcı ve satıcı birbirinden ayrılmadıkça -veya ayrılıncaya dek- muhayyerdir. Satım akdinde sadık olurlarsa, (açıklamaları gereken şeyleri) açıklarlarsa yaptıkları satım bereketli olur. Şayet (açıklamaları gereken şeyleri) gizlerler ve yalan söylerlerse yaptıkları satımın bereketi gider.”[36]

Ticarette doğruluk ve şeffaflık bereket; yalan ve gizlilik/kapalılık ise bereketsizlik nedenidir. Aslında bu, hayatın her alanında geçerli bir kaidedir. Sıdk, insanın yaptığı işe Allah’ın yardımını celbetmesi, yürüdüğü yolu Allah (cc) ile beraber yürümesidir. Çünkü Allah (cc) sadıklarla beraberdir ve onları sever.

Allah Resûlü’nün (sav) sözünü bir daha, şu gözle okuyalım: Sıdk; kârı arttırmaz, bereketi artırır. Kâr, cepteki paranın çok olmasıdır. Bereket ise o alışverişin kalbe huzur, taraflara güven vermesidir. Çokça kâr ettiği hâlde rızık endişesinden kurtulmayan nice insan varken bereket ehlinin rızka ve yarına dair bir endişesi olmaz.

Sıdk, İnsanın Yüzüne Yansır[37]

Bir önceki maddeyle ilintili olarak diyebiliriz ki sıdkın bir bereketi de insanın yüzüne yansıması, bakanlara güven vermesidir.

Abdullah ibni Selâm’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) Medîne’ye geldiklerinde insanlar ona doğru koşuştular. ‘Allah Resûlü (sav) geldi.’ denildi. Ben de O’nu görmek için halkın arasına katıldım. 

Allah Resûlü’nün yüzünü gördüğüm zaman ‘O’nun yüzünün, yalancı birinin yüzü olmadığını bildim.’

Ve O (sav), insanlara şöyle diyordu: ‘Ey insanlar, kendi aranızda selamı yayın, insanlara yemek yedirin, insanlar geceleri uyurken siz namaz kılın, selametle cennete girin!’ ”[38]

Bazı hasletlerin yüze yansıma özelliği vardır. Çokça secde etmek, bunlardan biridir:

“Alametleri, yüzlerinde secdeden oluşan izdir.”[39]

Yaygın inanışın aksine secde izi, alında oluşan siyah leke değildir. Bilakis o, çokça secde ederek kalbe düşen nurun yüze aksetmesi, o yüze bakanların Allah’ı (cc) hatırlamasıdır. Sıdk da bu hasletlerden biridir, yüze yansır ve görenlere Allah’ı, güzel ahlakı, samimiyeti… hatırlatır. Normaldir; zira sıdk, Allah’ı (cc) çokça hatırlamakla mümkündür. Allah’ı (cc) çokça hatırlayanların insanlara Allah’ı hatırlatması, mükâfatın amelin cinsinden olmasındandır. Ayrıca sıdk; düşünce, söz ve eylemde bütünlük ve uyumla mümkündür. Sıdk, insanı mutmainlik ve dinginliğe ulaştıran bir haslettir. Sıdk sahiplerinin mutmainliği/dinginliği yüzlerine yansır, başkalarına etki eder.

Sıdk, Ebedî Kurtuluşun Vesilelerindendir

“Allah diyecek ki: ‘Bugün, doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan, onlar da (Allah’tan) razı olmuşlardır. Bu, büyük bir kurtuluştur/kazançtır.’ ”[40]

Sıdk için yalnızca bu ayet indirilmiş olsaydı bile başka hiçbir söze hacet kalmazdı. O gün insana fayda verecek tek haslet, sadakattir. İman, amel ve ahlak mücadelesinde sadık olanlar; o imanı ve ameli var eden sadakatten faydalanacaklardır. Sadakat ehli, Yüce Allah’ın konuklarıdır, cennette ağırlanacaklardır. Sadık olma çabası nedeniyle Allah (cc) onlardan razı olacak, onlar da Rabblerinden razı olacaklardır…

“İman edenler, Rabbleri katında değerli bir konumda (kadem-i sıdk) olmakla müjdelenir.”[41]

“Şüphesiz ki muttakiler, cennetlerde ve nehirlerdelerdir. İktidar/Kudret sahibi bir Melik’in yanında, sıdk/doğruluk makamındalardır.”[42]

Yüce Allah o gün müminlere bahşedeceği konumu kadem-i sıdk ve mak’ad-ı sıdk diye isimlendirmiştir. Araplar bir şeyi övmek istediklerinde onu sıdk kelimesine izafe eder, sıdk ile o ismi tamlama yaparlar.[43] Zira sıdk; Arapların yanındaki en kâmil ahlaktır, en değerli ve kâmil şeyleri sıdk ile birlikte anarlar.

Sıdk Ahlakını Elde Etme Yolları

Allah katındaki değeri ve kulluğumuza kattığı güzellik nedeniyle her Müslim sıdk çabası içinde olmalıdır. Modern cahiliyeyi yaşayan biz Müslimler ise sıdk çabasında çok daha titiz olmak zorundadır. Zira modern cahiliye bir şirk düzenidir ve şirk ile yalan yapışık ikizler gibidir. Yüce Allah; şirk ve yalandan sakınmamızı aynı cümlede emretmiştir: “Pislik olan putlardan uzak durun! Yalan sözden de uzak durun.”[44]

İçinde yaşadığımız modern cahiliye de bir şirk düzenidir. Bütün kurum ve kuruluşlarıyla yalan ve ikiyüzlülük üretir. Örneğin birçoğumuzun yıllarını geçirdiği okullar! Muhafazakâr ailelerin değerleri ile okulda aşılanan değerler taban tabana zıttır. Çocuklar bu zıtlığı iki ayrı karakter geliştirerek aşmaya çalışmakta, sıdkın zıddı olan ikiyüzlülük çok küçük yaşlardan itibaren zihinlere işlenmektedir. Uzun süren eğitim hayatının bilince aşıladığı en tehlikeli bilgi; çalışan ile iyi kopya çekenin aynı sonuca farklı yollardan ulaşabildiğidir. Ayrıca bu cahiliyede yalan, bir profesyonellik belirtisidir. En iyi pazarlamacı, en iyi reklamcı, en iyi siyasetçi… en iyi yalan söyleyebilen kimsedir. Yalan, kanunlarla korunmakta; İslami veya insani bir düzende tahayyül dahi edilemeyecek “mevcut” reklamcılık anlayışı meşru kabul edilmektedir. Cahiliye toplumlarında yalanın beyazı, pembesi ve karası vardır. İsteyen istediği yalanı söyleyebilmekte, sonra da yalanına renk uydurarak normalleştirmektedir. “İmaj, her şeydir.” ilkesini slogan edinen; olmadığınız gibi görünmenin yollarını kitap ve seminerlerle belleten; bütün hayatınızı yalan üzere kurgulamanızı sağlayan imaj ve PR şirketlerine yol veren bir düzendir modern cahiliye… Milyonlarca insanı yönetmeye talip olan siyasetçilerin, seçim sürecinde istediği yalanı söyleme özgürlüğü vardır. Kısacası cahiliye itlerin salındığı, taşların bağlandığı necis bir düzendir. Hâliyle bugünün Müslim’i okuldan, evden, ekranlardan… yalan ve ikiyüzlülük kuşatması altındadır. Belli bir yaşa gelene dek, sıdkın zıddı olan yalan ve ikiyüzlülük hayatın normali olarak öğretilmektedir. Hâliyle bugünün Müslim’i önce kalbine ve ruhuna karışan yalan ve ikiyüzlülük virüsünden arınmalı, sonra kendini sıdk üzere inşa etmelidir.

Bu girişten sonra sıdk ahlakını elde etme yollarına geçelim:

Sıdk Çabası İçinde Olmak

Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz sıdk birrdir/iyiliktir. Birr de kişiyi cennete götürür. Kişi sıdkı araya araya nihayet Allah’ın katında sıddıklardan yazılır. Yalan ise fücurdur. Fücur da kişiyi cehenneme götürür. Kişi yalanı araya araya nihayet Allah’ın katında yalancılardan yazılır.”[45]

Hadiste geçen sıdkı/doğruluğu taharri etmek (aramak); doğruluğa itina göstermek ve onu gaye edinmektir.[46] Bu da insanı sıdk ahlakına götüren yollardan birinin sıdk çabası olduğunu gösterir. Zira çaba ve hedef, kalbin amellerindendir. Kalp amelleri de insanın düşünce, söz ve eylemlerinin belirleyicisidir. İnsanın Allah katındaki değeri ise kalbinde saklı olan niyet, çaba ve hedeflerle bağlantılıdır. Hiç şüphesiz içinde sıdk derdi taşıyan bir kalp, Allah indinde değerlidir ve Yüce Allah değer verdiği kullarının yardımcısıdır.

Kalbi Vahiyle İnşa Etmek

“Allah’a karşı yalan söyleyenden ve doğruluk kendisine geldiği hâlde onu yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirler için cehennemde kalacak yer mi yok? Doğru olanı getiren ve onu doğrulayan ise, bunlar muttakilerin ta kendileridir.”[47]

Yüce Allah vahyi sıdk/doğruluk diye isimlendirmiştir. Evet, vahiy sıdkın kaynaklarından biri, sıdkın bizzat kendisidir. Vahiyle inşa olan bir kalp ve zihin, dolayısıyla sıdkla inşa olmuş demektir. Kalp sıdka doyana kadar Kur’ân okunmalı, ayetleri üzerinde tedebbür edilmeli, bir “ruh” olan Kur’ân’ın ruhumuza karışması sağlanmalıdır. Kur’ân’ın ruhumuza karışması; günlük hayatta ayetlerin bize yol göstermesi, atacağımız adımlarda Kur’ân ayetlerinin bizi yönlendirmesi demektir. Kim Kur’ân ile ne kadar hemhâl olursa Kur’ân’ın ona rehberliği de o oranda olacaktır.

Sadıklarla Birlikte Olmak

“Ey iman edenler! Allah’tan korkup sakının ve sadıklarla beraber olun!”[48]

Yüce Allah takvayı emrettiği gibi sadıklarla birlikte olmayı da emretmiştir. Takva ile sadıklarla birlikteliğin aynı cümlede emredilmiş olması, önemli bir incelik ihtiva eder. Şöyle ki; istikamet üzere kulluk için takva yeterli değildir. Kalpteki takvanın aktifleşmesi, kalbin dışına yansıması ve sürekliliği için sadıklarla birlikte olma zorunluluğu vardır. Zira ortam ve çevre, insandaki takva ve fücur yönünü besleyen, dal budak salmasını sağlayan en önemli etkendir. Şöyle düşünebiliriz: Okuduğumuz ayetler Tebuk Gazvesi’nden geri kalan üç sahabi hakkında inmiştir. Üç sahabi de Bedir ashabındandır ve Yüce Allah’ın tezkiye ettiği takva ehlindendir. Ancak sadıklar topluluğundan uzak kaldıklarında kalplerindeki takva yeterli olmamış, Allah Resûlü (sav) ile cihada çıkmaktan geri kalmışlardır.

Çevre önemlidir! Çünkü hâl, sâridir. Yani insanların olumlu ve olumsuz hâlleri yakınlarına sirayet eder, geçişkendir. Allah Resûlü (sav) arkadaşın/çevrenin insan üzerindeki etkisine şu benzetmeyle dikkat çeker:

Ebû Mûsâ El-Eş’ârî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“İyi arkadaş ile kötü arkadaşın misali, misk taşıyan ile demirci körüğü üfleyen kimsenin misaline benzer. Misk taşıyan bir kimse ya sana bir miktar ikram eder ya sen ondan satın alırsın yahut ondan sana hoş bir koku gelir. Körük üfleyen kimse ise ya (saçtığı kıvılcımlarla) elbiselerini yakar ya da (ondan) kötü bir koku alırsın.”[49]

Çevre önemlidir! Çünkü insan izleyerek, taklit ederek öğrenir. Sadık insanların yöresinde olmak, insandaki bu fıtri eğilimin kulluğa dönüşmesini sağlar. Çoğumuz taklit ederek öğrendiğimizin farkında dahi değilizdir. Bunu hayatı öğrenen bir çocuk gibi düşünebiliriz. Çocuk izleyerek ve taklit ederek öğrendiğinin farkında değildir, ancak tüm temel davranışlarını bu yolla öğrendiği de bir gerçektir. Öyleyse herkes, yanında yöresinde olduğu insanlara dikkat etmeli, nasıl bir topluluk içinde yer aldığına bakmalıdır.

Şüpheleri Terk Etmek

Ebu’l Havrâ Es-Sa’dî’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Hasan ibni Alî’ye (ra), ‘Allah Resûlü’nden (sav) ezberlediğin bir şey var mı?’ diye sordum.

Dedi ki: ‘Allah Resûlü’nden şunu ezberledim: ‘Seni şüphelendiren şeyleri bırak, şüphelendirmeyenlere yönel. Sıdk, kalbin mutmainliğidir. Yalan ise kuşkudan ibarettir.’ ’ ”[50]

Allah Resûlü (sav) şüpheleri terk etmek ile sıdk arasında dolaylı bir ilişki kurmuştur. Önce şüpheli şeyleri terk etmeyi emretmiş, sonra “Sıdk, mutmainliktir.” diyerek şüpheyi terkin gerekçesini/illetini beyan etmiştir.[51] Öyleyse şüpheleri terk etmek ile sıdk arasında ilişki vardır. Bu ilişkinin mahiyetine dair kesin bir bilgiye sahip olmasak da aralarında manevi bir ilişki olduğunu anlayabiliyoruz. Hikmet ve inceliklerin tespiti açısından -bir yorum olarak- şunu söyleyebiliriz: Mümini rahatsız edip onu şüphelendiren güdü; aslında Allah’ın (cc), onun kalbine yerleştirdiği vaizinin sesi,[52] her müminin içindeki manevi uyarıcıdır. Mümin bu sese kulak verip şüpheleri terk ettiğinde hakikatte Rabbinin yönlendirmesine kulak vermiştir. Hiç şüphesiz manevi yönlendirmeler Allah’tandır (cc) ve Allah’tan olan; kulu yalnızca sıdka, adalete ve rahmete eriştirecektir.

Dua Etmek

Buraya kadar okuduklarımız sıdk ahlakını elde etmek için gerekli olan fiilî dua örnekleriydi. Bununla birlikte Allah (cc) ve Resûl’ü (sav) bizlere sıdk için yapılacak kavlî duaları da öğretmiştir.

Böylece yazımızı, okuduğumuz dualarla bitirmiş olalım:

“De ki: ‘Rabbim! Gireceğim yere doğrulukla girmemi, çıkacağım yerden doğrulukla çıkmamı sağla. Kendi katından bana (İslam’ı zafere taşıyacak) yardımcı bir kuvvet ihsan eyle.’ ”[53]

“Allah’ım, senden işlerim konusunda sebat istiyorum. Senden rüşd/olgunluk gerektiren konularda irade/azim istiyorum. Nimetine şükretmek istiyorum. Beni, sana güzel bir şekilde ibadet etmeye muvaffak kılmanı istiyorum. Senden, sadık bir dil, temiz bir kalp istiyorum. Senin bildiğin şerlerden sana sığınırım. Senin bildiğin hayırları senden isterim. Senin bildiğin her günahımdan sana istiğfar ederim. Şüphesiz ki sen, gaybı en iyi bilensin!”[54]

Selam ve dua ile…


[1]. bk. Es-Sıdk fî Terbiyeti’l İslâmiyye, Muhammed ibni Zuheyr, s. 149

[2]. Ebu Davud, 4991

[3]. İslam âlimleri; ağladıkları zaman/yaramazlık yaptıklarında çocuklara şaka yollu, avutma içerikli veya korkutma amacıyla söylenen yalanların masiyet olduğunu belirtmiştir. (bk. Avnu’l Ma’bûd, 4991 No.lu hadis şerhi)

[4]. Tirmizi, 2325; İbni Mace, 4228

[5]. Müslim, 1908

[6]. Müslim, 1909

[7]. Ahmed, 13048

[8]. Tirmizi, 2407; Ahmed, 11908

[9]. bk. 2/Bakara, 83

[10]. bk. 17/İsrâ, 53. En güzel olanı söylemek; düşünerek, cümleleri özenle seçerek konuşmayı gerektirir.

[11]. bk. 33/Ahzâb, 70

[12]. bk. 6/En’âm, 152

[13]. Buhari, 6094; Müslim, 2607

[14]. 19/Meryem, 56-57

[15]. bk. 5/Mâide 75

[16]. 3/Âl-i İmrân, 42-43

[17]. 33/Ahzâb, 23

[18]. Buhari, 2805; Müslim, 1903

[19]. Tirmizi, 2518

[20]. 13/Ra’d, 27-28

[21]. 8/Enfâl, 9-11

[22]. Abdullah ibni Abbâs’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

           “Müşrikler önce davranmış ve Müslimlere suyu kapma hususunda galip gelmişlerdi. Müslimler susamış, namazlarını cenabet ve abdestsiz olarak kılmışlardı. Abdest alabilecekleri sadece kum vardı. Şeytan onların kalplerine hüzün attı ve şöyle dedi: ‘Sizler Allah Resûlü’nün aranızda olduğunu ve Allah’ın dostları olduğunuzu mu sanıyorsunuz? Cenabet ve abdestsiz olarak kılıyorsunuz namazlarınızı!’ Allah gökten su indirdi ve vadi suyla taşıp üzerlerine aktı. Müslimler o sudan içtiler ve temizlendiler. Ayakları sabitleşti ve vesveseleri gitti.” (Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 9/667, 30292 No.lu rivayet)

[23]. 2/Bakara, 260

[24]. bk. 90/Beled, 11-17

[25]. Buhari, 6983; Müslim, 2264

[26]. Buhari, 6990

[27]. Müslim, 2263

[28]. bk. El-Mufhim, 6/10-11, 2175 No.lu hadis şerhi

[29]. Ayrıca bk. Fethu’l Bârî, 7017 No.lu hadis şerhi

[30]. bk. Es-Sıdku Meallah, Abdurezzâk ibni Abdulmuhsin El-Bedr, s. 10-11

[31]. Buhari, 3465

[32]. Okuduğumuz Nebevi kıssa, manayla rivayet edilmiştir. İlk nesillerin farklı lafızlarla rivayet ettiği metinler, ilk neslin sıdk anlayışına ışık tutar. Onlar olayı aktarırken sıdkı şu kelimelerle eş anlamlı olarak kullanmışlardır:

           – Salih amel (bk. Buhari, 5974)

           – Yalnızca Allah’ın rızası umularak yapılan amel (bk. Buhari, 5974)

           – Allah’a duyulan haşyet (saygının eşlik ettiği korku) ile yapılan amel (bk. Buhari, 3465)

           – En güvenilir amel (bk. Ahmed, 18417)

[33]. bk. 9/Tevbe, 118

[34]. Buhari, 4418; Müslim, 2769

[35]. bk. Es-Sıdku El-Fadîletu’l Câmia, Suleymân ibni Muhammed Es-Sağîr, s. 44-45

[36]. Buhari, 2079; Müslim, 1532

[37]. bk. Es-Sıdku Menca, Saîd Abdulazîm, s. 101

[38]. Tirmizi, 2485; İbni Mace, 1334

[39]. bk. 41/Fetih, 29

[40]. 5/Mâide, 119

[41]. bk. 10/Yûnus, 2

[42]. 54/Kamer, 54-55

[43]. bk. Zâdu’l Mesîr, 3/8, Yûnus Suresi, 2. ayetin tefsiri

[44]. bk. 22/Hac, 30

[45]. Müslim, 2607

[46]. bk. El-Minhâc, 2607 No.lu hadis şerhi

[47]. 39/Zumer, 32-33

[48]. 9/Tevbe, 119

[49]. Buhari, 5534; Müslim, 2628

[50]. Tirmizi, 2518

[51]. Emir ve nehiyden sonra gelen “inne” cümlesi, öncesinin gerekçesidir.

[52]. bk. Ahmed, 17634

[53]. 17/İsrâ, 80;

رَبِّ اَدْخِلْني مُدْخَلَ صِدْقٍ وَاَخْرِجْنِي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ لِي مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَانًا نَصِيرًا

[54]. Ahmed, 17114; Tirmizi, 3407

اللَّهُمَّ إِنِّي اَسْاَلُكَ الثَّبَاتَ فِي الْأَمْرِ، وَالْعَزِيمَةَ عَلَى الرُّشْدِ، وَاَسْاَلُكَ شُكْرَ نِعْمَتِكَ، وَاَسْاَلُكَ حُسْنَ عِبَادَتِكَ، وَاَسْاَلُكَ قَلْبًا سَلِيمًا، وَاَسْاَلُكَ لِسَانًا صَادِقًا، وَاَسْاَلُكَ مِنْ خَيْرِ مَا تَعْلَمُ، وَاَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا تَعْلَمُ، وَاَسْتَغْفِرُكَ لِمَا تَعْلَمُ، إِنَّكَ نْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver