Önceki yazılarımızda Bilal’in (ra) cesaret dolu hayatından bahsettik. Her türlü zorluklara nasıl göğüs gerip sebat ettiğini, Allah Resûlü’nün (sav) yanında mukdim duruşunu anlattık. Ebu Bekir’le (ra) olan dostluğundan diğerkâmlığı öğrendik. Elbette onun hayatından daha birçok şey öğrenilebilir. Ancak bizler en bariz özelliği olan müezzinliğinden bahsedecek ve hayatının son kısmını anlatarak yazımızı noktalayacağız.
Bilal ve Ezan
Ezan, Bilal’in (ra) hayatının simgesiydi. Zor günde de kolay günde de bu simgeyi bariz bir şekilde yansıtmıştı. Mekke sokaklarını “Ehadun Ehad” sesiyle doldurduğu gibi Medine sokaklarını da ezan sesiyle doldurmuştu. Tevhidin en büyük şiarlarından biri olan ezanla ayrı bir ilişkisi vardı. Allah Resûlü (sav), “Ey Bilal! Namaza (çağırmak ve ezan okumak) için kalk ve onunla rahatlat bizi”[1] derdi. O da kalkar ezan okur, insanları namaza çağırır, hem Allah Resûlü’nü (sav) hem de Müminleri rahatlatırdı. Bu yüzden kendisine “Resûlullah’ın Müezzini” lakabı verildi.
İslam’ın ilk yıllarında bugünkü şekliyle okunan ezan yoktu. İnsanlar namaz vakitlerinde mescide gelir, Allah Resûlü’nü (sav) bekler, daha sonra birlikte namaza dururlardı. Ancak Müslimlerin sayısı her geçen gün daha da artıyor, insanları toparlamak zorlaşıyordu. Birçok meselede olduğu gibi bu mesele de çözümü için bazı dertli yiğitleri, hayrın anahtarlarını arıyordu.
İbni Ömer (ra) anlatıyor:
“Müslimler Medine’ye geldikleri zaman, bir araya gelip namaz vakitlerini beklerlerdi. Namaz için bir çağrıda bulunulmazdı. Bir gün bu konu üzerinde konuşmaya başladılar.
Biri, ‘Hristiyanların çanı gibi bir çan edinin.’ diye önerdi.
Diğer biri, ‘Aslında Yahudilerin borazanı gibi bir borazan edinin.’ diye teklifte bulundu.
Nihayet Ömer (ra), ‘Namaza çağıracak bir adam niye göndermiyorsunuz?’ dedi.
Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ‘Ey Bilal! Kalk ve namaz için seslen.’ buyurdu.”[2]
Bilal (ra), faziletinden dolayı kura çekmek zorunda kalınacak kadar kıymetli bir göreve muvaffak olmuştur.[3] Hem sesçe daha gür hem de dilce daha fasih olan onca sahabe varken müezzinliğin Habeşli birine nasip olması, üzerine düşünülmesi gereken bir durumdur. Allah (cc); derdi dava olanları, hizmetinde samimi olanları, daha önemlisi o amelin kıymetini bilenleri işte böyle seçer. O seçilmiş kimseler bu amelleri ifa ederken öyle tat alır ki onunla sevinip mutlu olur, onunla huzur duyar, onunla hüzünleri gider ve onu bırakamazlar:
Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“ ‘Allah (cc), bir kulu için hayır dilediğinde onu tatlandırır.’
Sahabe, ‘Nedir, bu işin tatlandırması?’
Peygamber (sav), ‘Allah, ölmeden önce ona bir taat kapısı açar ve onun üzerine de canını alır.’ ”[4]
Bugün Bilal (ra) gibi muvaffak olduğu amelin tadına doyamayan muhsinler olduğu gibi bu bilincin uzağında olan insanlar da çoktur. Dertleri dünya ya da dünyayla ilgili değersiz şeylerdir. Fasid amellerden öyle tat alırlar ki tavşanın burnunun ucundaki havuç misali durmadan o cezbedici görüntüye doğru son sürat koşarken hem dünyasını hem de ahiretlerini ziyan ederler. Korunmuş kişi, Allah’ın koruduğu kişidir…
Kâbe’nin Üzerinde İlk Ezan
Bilal (ra) Allah Resûlü’nden (sav) ölünceye dek ayrılmadı. Kalbi onun sevgisiyle dolup taştığından, o nerede Bilal oradaydı. Mekke’de Daru’l Erkam’da, Medine’de Mescid-i Nebevi’de, Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te… gölgesi gibi takip ediyor, imamının ezanını okuyor, hizmetini yapıyordu:
“Bilal ezanı bitirince Peygamber’in (sav) ezan okunduğunu bilmesini istediğinde kapıda durur, ‘Haydi namaza, haydi kurtuluşa. Namaz, Ey Allah’ın Resûlü (sav) derdi.”[5]
Yıllar böyle birbirini kovalarken Fetih günü gelip çatmıştı. Dün öz yurdundan kovulan Peygamber (sav) bugün beldesine izzet ve tevazuyla giriyordu. Başını siyah sarığıyla, sakalı bineğine değecek kadar Allah’ın huzurunda eğiyor, Rabbinin kendisine bahşettiği bu nimetten dolayı şükrediyor ve Rabbini tesbih ediyordu:
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman. İnsanların, topluluklar hâlinde Allah’ın dinine girdiğini görürsün. (O zaman,) Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O, (tevbeye muvaffak kılan ve tevbeleri çokça kabul eden) Tevvâb’tır.”[6]
Yirmi yıllık mücadele başarıyla sonuçlanmıştı. Tevhid İmamı İbrahim’in (as) temellerini yükselttiği Kâbe artık ilk günkü gibi İbrahim’in Hanif milleti üzere ibadete hazırdı. Bu mukaddes görev için ilk iş Kâbe’yi şirkten/putlardan temizlemekti:
“Allah Resûlü (sav) Fetih günü Mescid-i Haram’a girdi. Haceru’l Esved’e doğru yöneldi, onu selamladı. Sonra Kâbe’yi tavaf etti. Elinde bir yay vardı. Kâbe’nin etrafında ve üzerinde üç yüz altmış put bulunuyordu.
Elindeki yayla putları itiyor ve şöyle diyordu: ‘Hak geldi. Batıl zail oldu. Şüphesiz ki batıl, yok olmaya mahkûmdur.’[7] ‘Hak geldi. Batıl, ne bir şeyi başlatıp var edebilir ne de geri getirebilir.’[8]
Putlar yüzleri üstü birbiri üzerine devriliyordu.”[9]
Ve şimdi ezan vakti…
“Resûlullah (sav) Bilal’e, Kâbe’ye çıkarak ezan okumasını emretti.”[10]
Mekke’de huzur veren ezan sesinin dalga dalga yayılmasıyla birlikte kalplere sekinet iniyor, bir bahar esintisi gibi manevi duygular doluyordu. Müminlerin yüzleri gülümsüyordu.
Tabii bu manzara karşısında herkes mutlu değildi. Henüz iman etmeyen bazı Mekkeliler bu durumu gördüklerinde perişan olmuşlardı. Tevhidin en büyük şiarlarından biri olan ezan onlara iç acısı olmuştu. Dudaklarından şu cümlelerin dökülmesine mâni olamadılar:
“Allah Resûlü (sav), Mekke’nin fethedildiği gün Bilâl’e Kâbe’nin üstünde (damında) ezan okumasını emretti. O da Kâbe’nin üstünde ezan okudu. (O sırada) El-Haris ibni Hişam ile Safvan ibni Ümeyye oturuyorlardı.
Biri diğerine, ‘Şu Habeşliye bak!’ dedi.
Bunun üzerine öteki de, ‘Şayet Allah onu çirkin görseydi değiştirirdi.’ dedi.”[11]
“Attab ibni Useyd şöyle dedi: ‘Allah (babam) Useyd’e ihsanda bulundu da kendisini öfkelendirecek olan şu sesi işitmedi.’ ”[12]
Dün taşların altında ezilen Bilal (ra), bugün Kâbe’nin üzerinde. Vaktiyle kayaların altında ezilirken de Fetih Günü’nde Kâbe’nin üzerindeyken de tevhidin sesi oldu. İşte budur “sırat-ı müstakim”. Zaman, mekân, şartlar… ne değişirse değişsin ilk günkü gibi yaşamak ve yaşatmaktır İslam’ı. İlahi bir kanunun neticesidir bu durum. Müminler zorlukta ve kolaylıkta sabrederlerse er ya da geç, muhakkak Allah (cc) vaadini yerine getirecek, onları yeryüzüne vâris kılacaktır. Yapılması gereken tek şey istikamet üzere sabretmektir:
“Sabret! Şüphesiz ki Allah, muhsinlerin/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanların ecrini zayi etmez.”[13]
Vakit Dolunca
Hani Resûlullah’ın müezzini dedik ya onun için. Öyleydi ve öyle kaldı. Başka kimsenin müezzini olmadı. O (sav) vefat ettikten sonra ismi anılınca kelimeler boğazında düğümlenip kaldı. Peygamber sevgisiyle dolup taşan kalbi, ondan (sav) sonra ezan okumaya izin vermedi:
“Allah Resûlü (sav) vefat etmiş, ancak henüz kabre konmamışken Bilal ezan okudu. ‘Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah (Ben şehadet ederim ki Muhammed, Allah’ın Resûlü’dür).’ dediği zaman insanlar mescidde hıçkırarak ağladı.”[14]
“Allah Resûlü (sav) defnedildiğinde Ebu Bekir Bilal’e, ‘Ezan oku!’ dedi.
Bilal, ‘Sen beni sadece seninle beraber olmam için azat ettiysen buna yol vardır (bunu benden istemeye hakkın vardır, o zaman ezan okurum). Ama beni Allah için azat ettiysen o zaman beni, kendisi için azat ettiğin (Allah) ile baş başa bırak!’ dedi.
Ebu Bekir, ‘Seni sadece Allah için azat ettim.’ dedi.
Bilal, ‘Öyleyse ben de (bundan böyle) Allah Resûlü’nden (sav) başka hiçbir kimse için ezan okumuyorum.’ dedi.
Ebu Bekir, ‘Bu senin bileceğin bir iştir.’ dedi…”[15]
Resûlullah’ın (sav) vefatıyla çok sarsılmıştı. Artık Medine onun için eski Medine değildi. Bu yüzden gitmek istiyordu oradan. Halife Ebu Bekir’e (ra) geldi ve Şam’a gidip cihada katılmak için izin istedi:
“Allah Resûlü (sav) vefat ettiği zaman Bilal, Ebu Bekir Sıddık’a geldi ve şöyle dedi: ‘Ey Allah Resûlü’nün halifesi! Ben Allah Resûlü’nü şöyle derken duydum: ‘Müminin en faziletli ameli, Allah yolunda cihat etmektir.’ ’
Ebu Bekir, ‘Ne istiyorsun, ey Bilal?’ diye sordu.
Bilal, ‘Düşmanın saldırma tehlikesi olan yerde (hazır kıta gibi), ölünceye kadar nöbet tutmak istiyorum.’ dedi.
Ebu Bekir, ‘Ey Bilal! Sana Allah’ı hatırlatırım. (Allah’tan kork!) Benim hatırım ve (senin üzerindeki) hakkım için (beni bırakıp gitme!) Yaşlandım, düşkün oldum ve ecelim yaklaştı.’ dedi…”[16]
Ebu Bekir Bilal’i çok seviyor, Medine’de onun gibi birini kaybetmeyi hiç istemiyordu. Bu yüzden izin vermeye yanaşmıyordu.[17] Bilal ısrar ederek Ebu Bekir’e diyordu ki:
“Şayet beni kendin için satın alıp azat ettiysen yanında tut, yok eğer beni Allah için satın alıp azat ettiysen Allah yolunda amel etmem için bırak.”[18]
“Ebu Bekir cuma günü minbere oturunca Bilal ona, ‘Ey Ebu Bekir!’ dedi.
Ebu Bekir, ‘Efendim, buyur.’ dedi.
Bilal, ‘Beni Allah için mi yoksa kendi nefsin için mi azat ettin?’ diye sordu.
Ebu Bekir, ‘Allah için.’ dedi.
Bilal, ‘Öyleyse bana izin ver ki Allah yolunda savaşayım.’ dedi.
Bunun üzerine Ebu Bekir ona izin verdi. O da Şam’a gitti ve orada öldü.”[19]
Bilal (ra) artık hayatının geri kalanını Allah yolunda cihad etmeye adamıştır. Uhud’da yankılanan Enes ibni Nadr’ın (ra) sesi, hayatının geri kalan dönemi için esas olmuştur: “Ondan sonra hayatı ne yapacaksınız? Kalkın, siz de onun üzerine öldüğü şey uğruna ölün…”[20] Bilal de bu uğurda canını Rabbine teslim etmiştir. Yaşamını Şam’da noktalamıştır. Ölüm döşeğinde sevinç içerisinde ahirete intikal etmiş, gözlerini hayata yummuştur:
“Bilal ölüm döşeğindeyken, ‘Yarın sevdiklerime, Muhammed’e (sav) ve arkadaşlarıma kavuşuyorum.’ dedi.
Bunu duyan karısı, ‘Âh, ne üzücü!’ derken, o ‘Âh, ne mutlu!’ diyordu.”[21]
Ardında Bıraktığı Dersler
Bilal (ra), hayatıyla nice değerli dersler bırakmıştır. Hepsine değinmek tabii ki mümkün değil. Ancak bir kavram var ki onun hayatı bu kavramın gramerini öğretir; o da tevazudur. Yıllar Bilal’i değiştirememiştir. İlk gün ne ise son günde odur. Allah ve Resûlü (sav) yanında çok kıymetli olmasına rağmen, kendisini hiçbir zaman ayrıcalıklı addetmemiştir:
“Bilal ve kardeşi, Yemenli bir aileden kız istediler.
Bilal onlara şöyle dedi: ‘Ben Bilal’im ve bu da benim kardeşimdir. Biz Habeşli iki köleyiz. Yolumuzu sapıtmıştık, Allah bize hidayet nasip etti. Köleydik, Allah bizi azat etti. Şayet bizi evlendirirseniz Allah’a hamdolsun! Şayet bize (bu konuda) engel çıkarırsanız, Allah büyüktür, (kısmetimizi başka yerde ararız).’ ”[22]
İşte onun tevazusu buradan anlaşılabilir. Bilal (ra), “Ben Allah Resûlü’nün (sav) sahabesi, onun müezziniyim, ona ilk iman eden, onunla hicret edenlerdenim, Bedir’de müjdelenen Uhud’da sabredenlerdenim…” ve daha nice sözler sarf edebilecekken sadece, “Ben Bilal’im ve bu da benim kardeşimdir. Biz Habeşli iki köleyiz.” diyerek bir imtiyaz beklememiştir.[23] Hatta insanlar kendisine faziletlerinden bahsettiğinde bile benzer cümlelerle normal bir Müslim olduğunu ifade etmiştir:
“İnsanlar Bilal’e gelip onun faziletlerini ve Allah’ın ona nasip ettiği hayırları anlatırlardı.
O ise şöyle derdi: ‘Ben sadece bir Habeşliyim, (daha) dün bir köleydim.’ ”[24]
Selam olsun Bilal’e. Allah (cc) kendisinden razı olsun…
[1]. Ebu Davud, 4985; Taberi, 6215
[2]. Buhari, 604; Bir başka rivayette ezan Abdullah ibni Zeyd’in (ra) ve Ömer’in (ra) rüyasında görmesiyle meşru kılınmıştır. (bk. Ebu Davud, 498)
[3]. “İnsanlar, eğer ezan okumak ile namazın ilk safında yer almada ne (gibi bir hayır ve bereket) olduğunu bilselerdi, sonra da bunu elde etmek için kura çekmekten başka çare kalmasaydı, mutlaka kuraya başvururlardı.” (Buhari, 615)
[4]. Ahmed, 17784; Bu hadisin altına Halis Hoca’mızın şu güzel tespitini paylaşmak istiyorum: “Hadiste, tatlandırmak manasında “عسل/bal” kelimesi geçer. Yani kişi o ameli yaptığında Allah (cc), -deyim yerindeyse- kulun ağzına bir parmak bal çalar, kulun ağzı tatlandırılır. Kul, o ameli yaptıkça amelden manevi bir lezzet duyar, yüreği genişler, sıkıntılarını unutur…” (El-Esmau’l Husna, Tevhid Basım Yayın, 1/408)
[5]. Kitabü’t-Tabakati’l-Kebir, İbni Sa’d, Siyer Yayınları, 3/266
[6]. 110/Nasr, 1-3
[7]. 17/İsrâ, 81
[8]. 34/Sebe’, 49
[9]. Buhari, 17; Müslim, 1781
[10]. Zâdü’l Meâd, Resûlullah’ın Yaşadığı İslam, İbni Kayyım el-Cevziyye, Gerçek Hayat Yayınevi, 2/330; Peygamberimizin Hayatı ve Daveti, Safiyyürrahman Mübarek Furi, Risale Yayınları, s. 414
[11]. Kitabü’t-Tabakati’l-Kebir, İbni Sa’d, Siyer Yayınları, 3/266
[12]. Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbn Hişâm, Mektebetu ve Matbuatu Mustafa el-Babî el-Halebî ve Evladûh, 2/413
[13]. 11/Hûd, 115
[14]. Kitabü‘t-Tabakati‘l-Kebir, İbni Sa’d, Siyer Yayınları, 3/269
[15]. Kitabü‘t-Tabakati‘l-Kebir, İbni Sa’d, Siyer Yayınları, 3/269
[16]. Kitabü‘t-Tabakati‘l-Kebir, İbni Sa’d, Siyer Yayınları, 3/268
[17]. Hayatu‘s-Sahabe, Yüzden Fazla Sahabinin Gerçek Yaşam Öyküleri, Mahmud el-Mısri Ebu Ammar, Polen Yayınları, s. 366
[18]. Buhari, 3755
[19]. Kitabü’t-Tabakati’l-Kebir, İbni Sa’d, Siyer Yayınları, 3/269; İbni Kesir şöyle der: “Allah Resûlü (sav) vefat edince Bilal savaşmak için Şam’a gidenlerin arasına katıldı. Kendisinin Ebu Bekir’in hilafeti boyunca müezzinlik yaptığı söylense de ilk, doğru ve meşhur olan bu görüştür.” (El-Bidâye ve’n-Nihâye, İbni Kesir, Daru’l Fikri, 5/333-334)
[20]. Zâdü’l Meâd Rasûlullah’ın Yaşadığı İslam, İbni Kayyım el-Cevziyye, Gerçek Hayat Yayınevi, 2/167
[21]. El-Muhtedarin, İbni Ebi’d Dünya, Daru ibni Hazm, s.207 (Hadis No. 294); Siyeru A’lamin Nubela, Zehebi, Müessesetü’r-Risale, 1/359
[22]. Kitabü‘t-Tabakati’l-Kebir, İbni Sa’d, Siyer Yayınları, 3/269
[23]. İslami çalışmalarda bulunan Müslimler Bilal’in bu özelliğini unutmamalı ve daima üzerinde bulundurmalıdır. Allah için yaptıkları amellerin karşılığını yalnız ahirette Allah’tan beklemelidir. Yaptıkları fedakarlıklardan dolayı bir imtiyaz beklentisi içerisine girmemelidir.
[24]. Kitabü’t-Tabakati’l-Kebir, İbni Sa’d, Siyer Yayınları, 3/271
İlk Yorumu Sen Yap