Nimeti Korumak Onu Elde Etmekten Daha Çok Çaba Gerektirir

Hiç şüphe yok ki elde edilmiş bir nimeti, başarıyı veya kazanımı korumak, onu elde etmekten daha zordur. Bir kalpte yer edinebilmek, edinilen yeri korumaktan daha kolaydır. Herhangi bir kazanımı veya bir değeri elinde tutan kişi tabii olarak bunu kaybetme endişesiyle yaşar. Kaybetme endişesi onu sahip olduklarını koruma dürtüsüyle hareket etmeye yöneltir. Hiçbir şeye sahip olmayan bir kimsenin ise böyle bir endişesi yoktur. Bu kaide eşler arasındaki münasebetlerde de geçerlidir.

İslam, ideal aile tasavvurunu Müslimler için bir model olarak sunmuştur. Eşler eğer bu modeli benimser ve bu durum kalplerinde itminan olarak karşılık bulursa bunun aile içerisinde uygulanabilirliği daha kolay olacaktır. Daha çok diplomaside ve birbirleriyle ticaret yapan iş insanları arasında yaygın olan “kazan kazan” prensibinin asıl uygulanması gereken alanlardan biri de aile ve eşler arasındaki münasebetlerdir. Samimi ve doğru bir şekilde uygulanmaması hâlinde eşlerin birlikte kaybetmesi sonucu kaçınılmaz olacaktır.

Eşlerden her biri nefsini sorgulayarak, “Eşimin benim üzerimdeki haklarını yerine getirebiliyor muyum?” şeklinde mütemadiyen iç muhasebe yapmalıdır. Bu türden bir muhasebe sorumluluk şuurunu daimî olarak canlı tutacaktır. Bununla birlikte nefis hiçbir zaman kusur ve eksiklerini itiraf etmez. Ailedeki genel gidişat hakkında eşlerden her birinin diğeri hakkındaki ıslah amaçlı adil şahitliği, aile kurumunun çok daha sağlıklı bir yapıya kavuşmasına vesile olacaktır. Birbirlerinin sorun ve sıkıntılarını dert edindiklerini bilmeleri, karşılıklı sevgiyi arttıracak ve güven duygusunu da güçlendirecektir.

Ailesine, eşine ve çocuklarına büyük bir nimet gözüyle bakan bir Müslim bu nimeti en güzel şekilde koruyabilmek için elinden gelen her türlü gayreti gösterecektir. Allah’a (cc) kulluk çerçevesinde ve nimetin şükrünü ifa kabîlinden ailenin bütünlüğünü korumak başta olmak üzere her bir ferdinin sorun ve sıkıntılarını kendisine dert edinerek çözüm üreten bir baba veya bir anne, aile yuvasını gerçek anlamda huzur ve saadet yuvasına çevirmiş olur.

Ailesini, çocuklarını, aile bütünlüğünü, ailesinin istikbalini ve akıbetleriyle ilgili meseleleri düşünmeyen, dert edinmeyen ve doğru bir istikamet üzere sebat etmeleri gayesiyle çaba göstermeyen gamsız tasasız ebeveynlerin aile kurumundan yüksek düzeyde bir istifade beklentisine girmeleri abes olur. Bu karakterdeki eşler için aile bir yüktür.

Eşlerden her birinin ailede bütünlük ve mutluluk sağlanması maksadıyla Yüce Allah’ın yardımına ve kolaylaştırmasına nail olmak için ubudiyet hususuna da azami gayret göstermeleri gerekir. İnsan, yaradılışı itibarıyla zayıftır. Çabuk öfkelenebilen ve nankör bir varlıktır. Kul, Yüce Allah’ın nimetlerine karşı nankörlükte bulunabiliyorsa insanların hakkını hukukunu ihlal etmede daha pervasız davranabilecektir.

Kişiyi nankörlüğe yönelten sebeplerden biri de unutkanlıktır. “İnsan” kelimesi bazı dil bilimcilere göre نسيان /nisyan kökünden gelir. Nitekim “İnsan, nisyan ile maluldür.” denilmiştir. İnsanı gaflete sürükleyen etkenlerden biri de unutkanlıktır. Şu bir hakikattir ki insanların ekseriyeti gaflet içerisindedir.

Allah’ın (cc) görünen görünmeyen sayısız nimetleri üzerine tefekkür eden, düşünen ve bu şuuru sürekli olarak canlı tutan müminlerin sayısına nazaran insanların çoğunun, hevasını ilahlaştıran ve nefsine düşkün kimselerden oluştuğu malumdur. Bununla beraber her bir insanın beraberinde bulunan bir şeytan vardır. Tüm bunlara karşın Yüce Allah’ın yardımı ve kolaylaştırmasıyla, her ferdi Allah’a kulluk eden, huzurlu ve mesut bir ailesi olan kimse nerede olursa olsun mutlu ve huzurludur. Varlığı, bulunduğu toplulukta da verimliliğe ve uyuma vesiledir. Ailedeki mutsuzluk ve huzursuzluk kişinin sosyal hayatını da olumsuz biçimde etkiler. Bu hâl kişinin davranış ve konuşmalarına da yansır. İçinde bulunduğu ândan memnun değildir ve gelecekle ilgili endişe bulutlarının arasında kaybolmuştur. Bu vaziyetini şeytan da biliyordur ve bundan kendince istifade etmeye çalışacaktır.

Şeytan İnsana Şirki, Muhsana da Talakı/Boşanmayı Emreder!

Câbir ibni Abdullah’ın (ra) rivayet ettiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Gerçekten İblis tahtını suyun üzerine koyar. Sonra çetelerini/vekillerini gönderir. Bunlardan kendisine derece itibarıyla en yakın olanı, en büyük fitne çıkarandır. Bunlar gelerek ona ne yaptıklarını anlatırlar. Birisi kavga çıkardığını, ötekisi kaos ve kargaşa çıkmasına vesile olduğunu söyler; fakat şeytan, ‘Hiçbir şey yapmadınız.’ der.

Sonra bir başkası gelir ve ‘Karısını boşatıncaya kadar falan adamın yakasını bırakmadım.’ der. İblis bundan o kadar memnun olur ki hemen onu yanına çağırır ve kendisine, ‘Gerçekten büyük bir iş yaptın, sen ne kadar şirinsin!’ der.”[1]

Ebû Mûsa’nın (ra) rivayetinde de şu ilave ifade vardır:

“ ‘Ben, bir insanı Allah’a şirk koşuncaya kadar saptırmaya devam ettim.’ Bunun üzerine şeytan, ‘İşte aradığım sensin, sen!’ der ve tacı ona giydirir.”

Şeytan, aile müessesesini ifsad etmek için güç yetirebildiği tüm imkânlarla çetelerini/avanesini seferber eder. Öyleyse alınması gereken tedbirlerin ciddi, samimi ve sürekli olması zaruridir. Yapılması gerekenler tam ve en güzel bir şekilde yapıldıktan sonra Allah’a (cc) tevekkülle çokça dua edilmelidir. Sevgi ve merhamet üzere sükûnet ve huzur vesilesi olacak bir aileye sahip olmak için Yüce Allah’tan yardım talep edilmeli, Allah’ın razı ve hoşnut olduğu bir aileye sahip olmayı kişi kendisine dert edinmelidir. Bunun kolaylaştırılması için sürekli dua ve yakarışta bulunulmalıdır.

Bilinmelidir ki Allah’ın yardımı hiç tahmin edilemeyecek derecede yakındır ve hazırdır. Bunda tereddüt olmamalıdır. Asıl mesele, Allah’ın yardımını talep ederek dua ve yakarışlarını hiç eksik etmeyen kulun Allah’ın yardımını hak edip etmediği meselesidir. Ailesiyle ilgili talep ve duada bulunmayan bir kimse; karşılaştığı problemler, sarsıntılar ve sıkıntılar karşısında İlahi yardımı hak edebilme noktasında zafiyet göstermiş olur.

Aile yuvası gerçek anlamıyla cennetin dünya hayatındaki küçük bir şubesi olarak görülüyorsa kulu cennete girdiren özelliklerin de dua ve talepte bulunup Allah’ın yardımını gözeten kişide toplanması gerekmektedir. Zira Allah’ın yardımı; inancıyla, fikirleriyle, düşünüşüyle, yaşayışıyla, sözleriyle, amelleriyle, yani sadece evlilik hayatında değil, hayatının her alanında, Allah’ın (cc) rızasını ve hoşnutluğunu dert edinen sabırlı ve sebatkâr muvahhidlere yakındır.

Duayla beraber aile ortamının salih olması da Allah’ın yardımını celbeden bir başka vesiledir. Bir ailede salih ortamın oluşturulması, toplum içerisinde belki de en kolay gerçekleştirilebilecek hayırlı amellerden biridir. Bunun için gerekli olan şey aile reisi olan babanın veya onun yokluğunda annenin evde aile fertlerine yönelik, düzenli olarak sürdürülebilecek ilmî ve ahlaki eğitim halkalarının oluşturulmasıdır.

Aile Yuvası Mezarlaştırılmamalı!

Kur’ân-ı Kerim’in öğretilmesi ve kıraati, namazların cemaatle kılınması, zikirlerin ve duaların öğretilmesi ve diğer hayırlı amellerle salih bir ortamın oluşturulması gayet kolaydır. Ev; eş ve çocuklar için ömür boyu eğitim veren bir medresedir. Öyleyse bu saadet yuvalarını Kur’ân-ı Kerim ve zikirlerle de nurlandırmak gerekir.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

لَا تَجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ مَقابِرَ، إنَّ الشَّيْطَانَ يَنْفِرُ مِنَ البَيْتِ الَّذِي تُقْرَأُ فِيهِ سُورَةُ البَقَرَةِ

“Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Şüphesiz şeytan, içinde Bakara Suresi okunan evden kaçar.”[2]

Ebû Mûsa’nın (ra) rivayet ettiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“İçerisinde Allah’ın adının zikredildiği evlerin misali ile içerisinde Allah’ın adının zikredilmediği evlerin misali, diri ile ölünün misali gibidir.”[3]

İçerisinde Kur’ân okunmayan ve Allah’ın (cc) ismi zikredilmeyen ev kabirlere benzetilmektedir. Malumdur ki hayatta olan bir insanın normal yaşamını kabirde devam ettirebilmesi mümkün değildir. Kalbin, ruhun ve hayatın gıdası olan Kur’ân ve zikrin olmadığı ev de mezar gibidir.

Böyle bir evde lezzetler acılaşır, sükûnet ölüm sessizliği gibi sevimsizleşir, muhabbet ortamının yerini âdeta hiç bitmeyecek bir hüzün psikolojisi alır. Durum zahiren böyle görünmüyorsa da kalplerin hakiki konumunun bu minval üzere olduğu şüphesizdir. Böyle bir evde Müslim bir ailenin hayatından memnun, mutlu ve huzurlu olması asla düşünülemez.

Her bir Müslim’in kendisine şu soruyu sorması gerekir: “Evimde şer’i şerife uygun salih bir ortamı oluşturabildim mi?” Bu soruyu Hesap Günü gelmeden kendisine sormalı ve adil bir şekilde cevabını vermelidir. Müslim’in ev halkı, sıradan insanların çok kolay düşebildikleri dedikodu, gıybet, yalan gibi şeytani tuzaklardan kaçınıp korunabiliyorlar mı? Malayani işlerden yüz çevirebiliyorlar mı? Aile içerisinde âdeta cemai bir sorumluluk şuuruyla birbirleriyle nasihatleşebiliyorlar mı?

Aile reisi olan eş/baba akşam eve döndüğünde tüm ev halkı sabahtan beri değil de sanki yıllardır ondan uzak kalmış da yeniden kavuşmuşlar gibi bir sevinç duyabilmelidir. Her bir ferdin sorumluluklarının gereğini yerine getirdiği, Allah’a (cc) yönelmede birbirlerini teşvik edip yardımcı oldukları bir aile yuvasında hayat, elbette yaşamaya daha değer olacaktır.

Aksi durumda ise hem eşler arasında giderek artan bir soğukluk, hem de çocuklar açısından endişeli ve gergin bekleyişler ve karşılamalar başlar. Evin reisi, kendisiyle beraber dışarıda yaşadığı sorunları, sıkıntıları ve gerginlikleri evine getirdiğinde ev halkı için hayat çekilmez hâle gelir. Artık eşin/babanın eve dönüşü ev halkı için sevinç ve güven duygularının kuvvetlenmesinden ziyade kimi, ne zaman azarlayacağının ve belki de uygulayacağı şiddet hesabının yapılmasının başlangıcı olarak görülür.

Dışarıdayken insanlar arasında pek nazik, güler yüzlü, tatlı sözlü ve efendi olan adam eve geldiğinde bu özelliklerini sokakta veya iş yerinde bırakmış gibidir. Sözleri kaba, azarlayıcı, her ân öfke patlamasına hazır, somurtkan ve yorgun hâliyle hem kendisi huzursuzdur hem de ev halkının huzursuzluğunun sebebi olur. Müslim eşlerin, özellikle de evin reisi konumundaki erkeğin aile huzurunu ve saadetini tesis etmenin ve sağlıklı bir şekilde sürdürebilmenin azami çabası içerisinde olması gerekmektedir.

Devam edecek, inşallah…


[1]. Müslim, 2813

[2]. Müslim, 780

[3]. Buhari, 1944

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver