İlahlaştırılan ‘İktidar’ ve Yeşillerin Savaşı

Tarih boyunca hiçbir iktidar, ne ihtişamlı ordusuyla ne ileri uygarlığıyla, ne güçlü kurumlarıyla, ne büyük halk desteğiyle ne de anayasalarıyla çok güçlü bir şekilde ve sınırsız bir süre ayakta kalabilmiştir.

Tarihte en uzun süre hüküm sürmüş sayısız imparatorluklara, uygarlıklara ve hükümdarlıklara baktığımızda bu akıbetin istisnasız olarak hepsi için mukadder olduğunu görürüz.

Milattan önceki yüzyıllardan yirmibirinci yüzyıla dek, gelmiş-geçmiş sayısız uygarlıklardan bir kısmı dahi incelendiğinde bu hakikat daha net müşahede edilecektir. Geçmiş kavimlerden herhangi birini ele alalım. Mesela, tarihte parayı ilk kez kullanan kavim olarak bilinen Lidyalılara bakalım. Bunlar, Anadolu’da yerleşik bir kavimdi. Persler Anadolu’yu işgal ettiklerinde Lidyalılarla beraber aynı çağda ve Anadolu’da yerleşik olan İyonyalıları da tarih, sahnesinden siliyorlar.

İnsanlık için çok uzun olan dünya tarihi içerisinde belki de bir arpa boyu olarak değerlendirilebilecek birkaç asırlık süre geçtikten sonra Büyük İskender Anadolu’ya gelerek Persleri yenip, egemenliklerine son veriyor. Sonra Romalılar çıkıyor tarih sahnesine. Bu kez onların zafer ve egemenlik dönemleri başlıyor. Kavimler göçü ve Avrupa’daki iç karışıklıklar neticesi Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesi… Daha sonra Batı Roma İmparatorluğunun çöküşü. Böylece zafer, egemenlik ve çöküş şeklinde cereyan eden bu kısır döngü tarihsel süreçte sürekli deveran etmektedir.

Bunlardan sonra gelen kavimlerin ve uygarlıkların akıbeti de pek farklı olmamıştır. Bütün hükümdarlar kendi dönemlerinde bu kısır döngüyü kırmaya çalışmışlarsa da buna muvaffak olamamışlardır.

Bütün yeryüzü aslında bir uygarlık mezarlığıdır. Nerede Mezapotamya’daki kadim medeniyetler?

Tüm yeryüzü halklarına nam ve korku salan ihtişamlı imparatorlukların hepsi sonraki nesiller için anlatılan birer masal oldu. Mısır, Babil, Asur, Pers, Helen, Roma, Bizans, Hint, Çin, Aztek, Hun, Moğol ve daha niceleri.

“Zalim olan nice beldeyi kırıp geçirdik; arkasından da nice başka topluluklar vücuda getirdik.” (21/Enbiya, 11)

Geçmiş kavimlerin örneklerinden de anlaşıldığı gibi iktidarı ele geçirip güç ve otorite sahibi olmak için hiçbir kural, sınır ve ilke gözetilmeden uzun, yıpratıcı ve çetin savaşlar yaşanmıştır.

Mücadele taktikleri farklılaşmış ve metodlar gelişmiş olsa da iktidar savaşları her dönemde süre gelmiştir. Günümüzde de tüm hızı, hırçınlığı ve pervasızlığıyla devam etmektedir. Herhangi bir hanedan, bir zümre örgütlü ideoloji sahipleri iktidarı ele geçirdikten sonra, elde etmek için uğruna mücadele ettikleri gücün etkisi altına girerler, büyüsüne kapılırlar. Genelgeçer bir kaidedir: ‘İktidarın doğru kullanımı istisnadır.’

‘Doğru’nun ve ‘Yanlış’ın ölçüsü artık iktidarın yeni sahipleri tarafından yeniden belirlenir. ‘Meşru’ ve ‘Yasadışı’ tanımları da bundan böyle iktidarın/devletin yeni sahiplerince yapılır. Uygulama alanının çerçevesi onlar tarafından çizilir.

Halkın her bir ferdi için medeni hayatta, eğitimde, sosyal münasebetlerde, ticarette, suç ve ceza mefhumlarında ve otoriteyle ilişkilerde bambaşka bir hayat nizamı vardır. Ve bunlara itaat etmekle yükümlü kılınır.

Toplum nazarında olağanüstü bir iktidar gücüne sahip olanlar için artık en mühim ve öncelikli iş, mevcut iktidarını sağlamlaştırarak ‘ilelebed’ sürdürülebilir kılma arayışı ve gayretidir. İktidarları için bir ‘ab-ı hayat’ hürriyetlerin, inanç ve değerlerin feda edilebileceği ölçüde önemlidir, tatlıdır ve cezbedicidir.

Bir zümre, iktidarı ele geçirdiğinde diğerlerinin buna seyirci kalmayacaklarını çok iyi bilir. Bunun içindir ki tıpkı bir satranç oyunu gibi sonraki hamleler de hesap edilerek gerekli görülen tedbirler alınmaya çalışılır.

Bu maksatla yeni ve orjinal taktikler, saray entrikaları, kulis hileleri, tuzaklar, oyunlar, komplolar uygulamaya konur. Birbirlerini altetmek için yapılır tüm bunlar.

Birbirleriyle tepişen taraflardan birinin altta kalması hiç önemli değildir. Oyunun kurallarını kendileri belirlediği için bunlardan altta kalanlar olsa da mühim bir kaybı olmayacaktır. Çünkü bütün zarar ve kayıplar en alttakilerin omuzuna, sırtına yükletilir.

En Alttakiler

İktidar uğruna savaşıp tepişenler için en alttakiler halk yığınlarıdır. Bu kitleler iktidar peşinde koşarak kızışıp itişenler için çimendir, halıdır, tampondur, bariyerdir, siperdir, marabadır, köledir, ucuz emektir, kelle sayısıdır, hizmetkardır, karıncadır…

İktidar tapıcılarının birbirleriyle yaptıkları mücadele ve çekişmelerinde üzerinde tepindikleri zemindir aynı zamanda en alttakiler.

Kalplerini ve gözlerini iktidar hırsı bürümüş kimselerde kendilerini yirmibirinci yüzyılın ‘piyasa’ şartlarına uygun olarak pazarlamaktadır.

Usulen de olsa halka önemsendikleri hissi verirler. Görüşlerine ve sözlerine bugüne dek hiç olmadığı kadar değer verileceğini vaad ederler. En alttaki kalabalık kitlelere yeri geldiğinde ölçülü bir şekilde gaz da verilir, havası da alınır. Bir balona üfürülür gibi şişirilir bazen. Hatta kontrolden çıkarmadan, gözden de kaybetmeden gurur zepliniyle (balonuyla) bir çoçuğun sevilirken ‘Pırr!…, diye havalandırıldığı gibi uçuyormuş hissi verilir.

Böylelikle başı dönmelidir, nutku tutulmalıdır en alttakilerin. Yukarılar da neler oluyor diye ‘başkaldırmak’ isteyenler olduğunda gözleri kamaşmalı, nefesleri kesilmelidir onların.

Gözlerini açtıklarında karşılarında gördükleriyle yetinmelidirler. Türlü türlü hezeyanları dogmatik (sorgulanamaz-değiştirilemez) ilkeler haline getirip en alttakileri enva-i çeşit şirk bataklıklarına sürükleyenler her kavmi modern birer puta kulluk etmek cenderesine sokmaktan da geri durmamaktadırlar.

En alttakiler ‘ilah’laştırdıkları iktidar putunun homurdanmaması için Aziz ve Celil olan Allah’a şirk koşmaktan da uzak durmamaktadırlar.

Kimileri bir ‘büst’ bulur karşılarında. İlkeleriyle, kendilerine ‘önderlik’ ettiğini zannettikleri ölmüş bir tağutun büstü.

Bazıları halen yaşayan bir başka tağutu tazim ederler ‘ilah’ diye. Zihinlerinde, kalplerinde, gerçek anlamda terörlerinde, söylemlerinde batıl inanış/akidelerinde, dillerinde ve renklerinde hep o tağut vardır.

Bir gıdım iktidar için kavimleri birbirine kırdıran işte bu tağutlardır. İlke diye hezeyanlarının revaç bulduğu, kanların helal kılındığı iktidar pazarında ‘bezirgan başı’ da bunlardır.

Tevhidi bilmeyenin din diye ‘dil’e, kitap diye de ‘kavim’e yönelip tapındığı travmatik bir haldedir en alttakiler.

Sadece sosyal konumları, ilmi ve kültürel düzeyleri ve benzer alanlar itibariyle ‘en altta’ görülmüyor bu kitleler. ‘En altta’ kalmalarının en mühim nedeni, yaratan, yaşatan ve rızıklandıran Allah’a kulluktan yüz çevirip kendi cinsinden bir yaratılmışa kulluk zilletine duçar olmalarıdır.

Aziz ve Celil olan Allah’a kul olmak izzetini terk edip ‘yirmi tırnaklı’ belhum adal (Sapıkların ta kendisi) tağutlara itaat ve kulluk etmekten zerre kadar onur ve izzet çıkmaz! Bu durum ‘en altta’ ezilmek, haktan ve şereften mahrum kalmak neticesini doğuracaktır.

“Nefislerine zulmedenler olarak canlarını alacağı kimselere melekler ‘Ne işte idiniz?’ derler. Onlar: ‘Biz yeryüzünde mustaz’af kimselerdik’ derler. ‘Allah’ın arzı (yeryüzü) geniş değilmiydi? Sizde hicret etseydiniz ya!’ İşte onların durakları cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir!” (4/Nisa, 97)

Adil Ve Zalim Tağutlar Ya Da Yeşillerin Halleri

Son dönemlerde cereyan eden iktidar savaşlarında göstergeler karışır gibi oldu. Bir tarafta kendilerini İslam’a nispet eden ve türbe yeşili rengiyle özdeşleştirilip anılan ‘adil tağutlar’ var. Öte tarafta da zulüm, yıkım, yasaklama ve despotizmle özdeşleşmiş haki yeşili renkli ittihat ve terakki artığı ‘zalim tağutlar’ var.

Bir tarafta: Haki yeşillilerin, muhaliflerine ve özellikle de müslümanlara yönelik hayat hakkı ile can güvenliğini hiçe sayan zulüm uygulamaları.

Diğer yanda: Türbe yeşillilerin Aziz ve Celil olan Allah’ın dininin özü ve esası olan tevhid akidesini bozarak, modern şirk ideolojileriyle uyumlu(!) hale getirmek suretiyle en alttakilerin dünya ve ahiretlerini de harap edip kendileri için iktidar alanı açan fesat uygulamaları.

Bir taraftan büstlere tazimde bulunan ve toplumun bünyesinde bozulmaya yol açarak yaydığı kesif kokular nedeni ile artık yakınlarından bile geçilemeyen hezeyanları yol gösterici ilkeler olarak dayatan haki yeşillilerin varlığını armağan ettikleri mutlak küfürleri.

Diğer yanda iktidarlarını olabildiğince sürdürebilme gayretindeki türbe yeşillilerin inanç ve amellerinde ortaya çıkan şirklerini gizleme gayretleri. Bu gayretlerinin temelinde de hak ile batılı birbirine karıştırarak batılı hak suretinde tanıtmak için gösterdikleri ‘milli hassasiyet!’ var.

Bir tarafta büstlere tapınanlar.

Diğer yanda postlara tapınanlar. Ve bu kesimlerin uğultuları, çığlıkları ve tezahüratları.

Yeşillerden biri mehter takımı yürüyüşü gibi iki ileri bir geri.

Diğerinin ise başı daima geriye dönük olduğu için yalpalaya yalpalaya bir sağa bir sola avare kasnak gibi.

Yeşillerin iktidar mücadelesi devam ederken ikisinin de ortak bir paydada buluştuğu çıktı ortaya: ‘Yeşil Kemalizm’.

Hemen hemen herkes, ilahlaştırılan iktidara teslim olmuştur. Kimisi sır yeşilinde, kimisi de sırf ‘Kemalist’ karakterinde buluyor özünü, aslını. Hatta daha fazla ‘ürünler’ de var. Allısı, yeşillisi.. her renklisi.

Herkese paylar verilip ‘kutsanmış’ olduğundan iktidar savaşına da kısa bir ara verilmiş gibi görünüyor şimdilik.

Herkes sapkınlıkta, azgınlıkta, şirkte, küfürde, yozlaşmada, tefessühte özgürdür, serbesttir! Sakınılması gereken tek şey tevhiddir, ilah olarak Vahidu’l Ahad olanın kabulu ve bir tek liderine kulluk ederken her türlü teşvik, kolaylık, yardım ve ihsanlara mazhar olabilir.

Tevhidden, İslam’ın özü ve esasından söz edildiğinde ‘Yeşillerin’ dillerinden de gözlerinden de yergi ve nefret fışkırmaya başlar.

Modern ve soyut paganizmde (putçulukta) özgürlük esastır!

Tevhid hakikatini mırıldanmak dahi mahkum edilir!

Hangi ‘yeşil’ iktidar odağı olursa olsun izhar ettikleri küfürlerini dile getirip yüzlerine vurmak, kimliklerini tanımlayıp beraatini ilan etmek, zihinlerinin bagajında taşıyageldikleri cennet tasavvurlarını sûkutu hayale uğratır. Zifiri küfürlerini gündüzün apaçık aydınlığı gibi İslam ile perdeleme yönündeki hilelerini, oyunlarını ve çirkefliklerini ortaya koymak da bu iktidar tapıcılarının hışmını celbettirir.

Kendi aralında kurdukları sanal iktidar dünyasında kendilerinden olan herkes nemalanır, hepsine yetecek kadar arpalık vardır.

Hangi tonda olursa olsun yeşil, yeşile katılsa kara bir netice çıkar ortaya.

Allah’ın dinini kısmen veya tamamen iptal edip yerine bambaşka hükümler çıkaran tağut, her halükarda tağuttur. İyi tağut, kötü tağut diye bir ayırım yapılamaz.

‘Türbe yeşili’ renkli bir tağut ile ‘haki yeşili’ bir tağut arasında hiçbir fark yoktur. Tevhid akidesi nazarında diktatör tağutlar ile demokrat tağutların hepsi toplansa bir tane ‘muvahhid’ etmez. Yine tevhidin esaslarına göre Allah’ın subhanehu ve teâlâ kanunlarına alternatif(!) kanunlar ihdas eden, insanları bunları itaate davet eden, şirkin günümüzdeki en güçlü ideolojik tezahürü olan laikliğe çağıran adil bir tağut ile zalim bir tağut arasında da hiçbir fark yoktur.

Modern çağın rengarenk tağutlarının ve tağuti düzenlerinin ihtişamı, muvahhidlerin gözünde kumdan kaleler gibidir. Denizden kumsala doğru usulca uzanan bir dalganın gelip o kumdan kaleleri tane tane dağıtarak yer ile yeksan etmesi gibi bu tağutların rüsvay olacakları akıbetleri de çok uzak değildir. Şüphesiz ki gelecek, bekleyeni için çok yakındır.

“Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve babanın oğluna, oğlunun da babasına hiç bir fayda sağlamayacağı o günden de korkun…O çok aldatıcı (şeytan)da sakın sizi Allah ile aldatmasın.” (31/Lokman, 33)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver