Müşriklerin Daveti Engelleme Girişimleri; İşkence ve Eziyetler

 

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, O’nun Rasûlü’ne olsun.

Mekkeli müşrikler tevhid davetini engellemek için seleflerinin yolunu birebir takip ediyorlardı. Allah’ın subhanehu ve teâla bize haber verdiği ve her çağda Sünnetullahın bir gereği olarak Müslümanların karşılaştıkları şey, davet karşısında çaresiz kalan müşriklerin zorbalık ile hakkı susturmaya çalışmalarıdır. Her asırda davetin öncü kadrolarından İslam’a en yeni icabet eden her ferdine kadar İslam cemaatinin bireyleri bu zorbalıktan nasibini almıştır.

İbrahim aleyhisselam ateşe atılmış, Nuh aleyhisselam defalarca dövülmüş ve kavminden kovulmuş, Musa aleyhisselam hapsedilmek ile tehdit edilmiştir.

Musa’nın aleyhisselam kavmi Firavunun zulmü altında inim inim inlemiş, Hendek Ashabı ateşler ile imtihan edilmiş, müminlerin uğradığı işkenceler etleri tırnaklarından ayrılacak hadlere ulaşmıştır.

İşte müşrikler bu ‘tecrübeler’ ışığında Mekke’deki Müslümanları dinlerinden döndürmek için aynı yola başvurmuşlar ve insanın aklının dahi alamayacağı işkenceleri müminler üzerinde uygulamaya başlamışlardır. Akrabalık bağları kuvvetli olan, varlık sahibi Müslümanlar da dahil olmak üzere her Müslüman farklı oranlarda işkence ve eziyetlerden tatmışlardır.

Biz burada işkence ve eziyetlerin çok az bir kısmını anlatmakla yetineceğiz. Davetin öncüsü olan ve Ebu Talib’in koruması altında olduğu için fiziki müdahalede fazla bulunulamayan Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem yapılanları anlatmakla başlayalım.

Abdullah bin Mesud radıyallahu anh dedi ki:

“Rasûlullah Beytullah’ın yanında durup namaz kıldığı sırada Ebu Cehil ve bazı arkadaşları Rasûlullah’ın çevresinde oturuyorlardı. Bir gün önce bir dişi deve boğazlanmış, onun döl yatağı ve işkembesinin pisliği de yakın bir yerde duruyordu. Müşriklerden birisi:

‘Görmüyor musunuz şu riyakârı! Hanginiz varıp filan oğullarının boğazlanan devesinin döl yatağını ve işkembe içindeki tersini, getirir ve secdeye vardığı zaman Muhammed’in iki omuzunun arasına koyar?’ diye sordu.

Oradakilerin en şakisi en bedbahtı olan Ukbe bin Muayt: ‘Ben yaparım’, dedi.

Hemen kalkıp gitti, döl yatağını ve işkembe içindeki tersini alıp getirdi. Rasûlullah’ın secdeye gitmesini bekledi. Secdeye vardığı zaman Rasûlullah’ın iki omuzunun arasına koydu ve hepsi birden gülmeye başladılar. Katıla katıla gülmekten yere yıkılmamak için birbirlerinin üzerine eğilip dayandılar.

Rasûlullah secdeden ayrılmıyor, başını kaldırmıyordu. Ben ise hiç bir işe yaramıyor ayakta dikilip duruyor sadece ona bakıyordum. Konuşmaya bile gücüm yetmiyordu. Beni koruyacak kavim ve kabilem yoktu. Ne olurdu o zaman beni koruyan bir gücüm ve koruyucum olsaydı da Rasûlullah’ın sırtından onları hemen kaldırıp ataydım.

Nihayet bir kimse gidip Fatıma’ya haber verdi. Fatıma koşarak geldi. Rasûlullah’ın üzerinden onları alıp attı. Bunu yapanlara ağır sözler söyledi. Fatıma’ya hiçbir karşılık vermediler.

Rasûlullah namazını bitirdiği zaman Kabe’ye yöneldi. Sesini yükseltti. Üç kere:

‘Allahım! Kureyş’den şu topluluğu Ebu Cehil, Utbe bin Rabia, Şeybe bin Rabia, Ukbe bin Muayt, Ümeyye bin Halef, Velid bin Utbe ve Umare bin Velid’i sana havale ediyorum’, diyordu.

Aleyhlerinde dua edildiğini işittikleri zaman gülmelerini kesip gittiler. Peygamberin aleyhlerinde dua etmesi çok ağırlarına gitti. Onlar bu beldede yapılacak duanın muhakkak kabul olunacağı görüşünde idiler. Bunun için korktular.

Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki Rasûlullah’ın adlarını saydığı bu kişilerin Bedir günü öldürüldüklerini, yere serildiklerini gördüm.” (Buhari, Müslim.)

Yine varlık sahibi olmalarına ve kendini koruyacak bir aşireti olmasına rağmen Ebu Bekir radıyallahu anh ve benzeri sahabeler de sıkıntılar ile karşılaşmışlardı. Sadece fiziki müdahale değil aynı zamanda ticaretleri de sabote edilmeye çalışılarak İslam dininden yüz çevirmeleri istenmiştir.

“Hamza’nın Müslüman olduğu günlerde Rasûlullah’ın yanında toplu halde sadece otuz sekiz veya otuz dokuz sahabi bulunuyordu. Ebu Bekir, Rasûlullah’ın Müslümanlarla birlikte Mescid-i Haram’a gidip herkesi İslamiyete davet ve teşvik etmesi için, ısrar ediyor, Rasûlullah’ta:

‘Ey Ebu Bekir! Biz henüz azız, bu işe yetmeyiz’, buyuruyordu.

Ebu Bekir, ısrar edip durunca, Rasûlullah ashabıyla birlikte Daru’l Erkam’dan çıkıp Mescid-i Haram’a gitti. Müslümanların her biri, Mescid-i Haram’da bulunan kendi kabilelerinin yanlarına dağıldı.

Rasûlullah oturduğu sırada Ebu Bekir ayağa kalkıp halkı: ‘Allah’ın birliğine ve Rasûlullah’a tabi olmaya’ davet edince, müşrikler, Ebu Bekir’in ve Müslümanların üzerlerine yürüdüler. Ebu Bekir’i ve oradaki Müslümanları, Mescid-i Haram’ın her tarafında en şiddetli bir şekilde dövmeye başladılar. Ebu Bekir’i döve döve yere düşürüp çiğnediler. Hatta fasık Utbe bin Rabia, karnının üzerine çıkıp onu çiğnedi, demirli ayakkabılarıyla yüzünü tekmeleyerek şişirdi. Ebu Bekir’in yüzünde burnu belirsiz hale geldi.

Ebu Bekir’in kabilesi olan Teymoğulları, gelip yetişince müşrikler ondan uzaklaştılar. Teymoğulları Ebu Bekir’i baygın bir halde bir örtünün içinde evine götürüp oraya bıraktılar.

Müşrikler Ebu Bekir’in öleceğine kanaat getirmişlerdi. Hemen geri dönüp Mescid-i Haram’a girdiler ve: ‘Vallahi Ebu Bekir ölecek olursa biz de muhakkak onlardan Utbe bin Rabia’yı öldürürüz’, dediler ve yine Ebu Bekir’in yanına döndüler.” (Siyeri İbni Kesir)

İşkencelerin en ağırını ise müşriklerin elleri altında olan Müslüman köleler ile bir koruyucusu olmadan Mekke’de yaşamaya çalışan Müslümanlar tatmışlardır.

“Müşrikler Habbab’ın çıplak vücudunu dikenler içinde sürüklerlerdi. Çıplak vücuduna demir gömlek giydirilip en sıcak günde Ramda’da güneş altında vücudunun yağı eritilircesine tutulurdu. Güneşten kızgın hale gelmiş ya da ateşte kızdırılmış olan taşa çıplak sırtı bastırıldığı halde söyletmek istedikleri şeyi ona söyletemezlerdi.

Müşrikler bir gün onu yakalayıp soydular, düz bir yerde yaktıkları ateşin içine sırt üstü yatırdılar. İçlerinden birisi ayağıyla göğsünün üzerine bastı, ateş sönünceye ve yer soğuyuncaya kadar tuttular. Yıllar geçtiği halde Habbab’ın sırtındaki yanıkların izleri geçmemişti.” (İbni Sa’d)

Habbab bin Eret’ten radıyallahu anh şöyle rivayet edilmiştir:

“İslam’ın ilk günlerinde, Rasûlullah Kabe’nin gölgesinde kaftanını yastık yapmış dayandığı sırada kendisine Kureyş müşriklerinin işkencelerinden şikayet ettik:

— Ya Rasûlullah! Bizim için Allah’tan yardım dileyemez misiniz? Bunların zulmünden kurtulmamız için Allah’a dua etmez misiniz? dedik.

Rasûlullah şöyle buyurdu:

— Sizden önceki ümmetler içinde öyle kişiler vardı ki; onlardan birisi, müşrikler tarafından kazılan çukura, başı dışarıda kalacak şekilde gömülürdü. Sonra bir testere ile başı kesilerek ikiye bölünürdü de bu işkence bile o mümini dininden döndüremezdi. Bir başkasına ise; demir taraklarla eti kemiğinden ve sinirlerinden ayrılıncaya kadar taranarak işkence edilirdi de, bu işkence bile o mümini dininden döndüremezdi.

Ashabım! Allah’a yemin ederim ki, şu İslam dini muhakkak kemale erecektir. Öyle ki, koyun sahibi, kurt yanlarında iken koyunlarını bırakıp San’a’dan Hadramut’a gidecek ve Allah’tan başka hiç bir şeyden korkmayacaktır. Fakat ey ashabım! Sizler acele ediyorsunuz.” (Buhari, Müslim.)

“Bilal radıyallahu anh Ümeyye bin Halef’in kölesiydi. Ümeyye bin Halef öğle sıcağı iyice kızıştığı zaman onu çıkartıp sırt üstü Mekke vadisine yatırır, sonra büyük bir kaya parçası getirterek o kaya parçasını onun göğsüne koydurur ve şöyle derdi: ‘Hayır. Vallahi, ya Muhammed’i inkâr edip Lat ve Uzza’ya ibadet edeceksin veya ölünceye kadar böyle kalacaksın.’

Bilal ise, bu bela karşısında tek kelime söylüyordu: ‘Allah birdir, Allah birdir.’

Bir gün Ebu Bekir ona işkence edilirken rastladı. Ümeyye bin Halefe dedi ki:

— Bu miskin hakkında Allah’tan korkmuyor musun? Ne zamana kadar bunu yapmaya devam edeceksin?

Ümeyye dedi ki:

— Onu bu şekilde bozan sensin. Öyle ise bu gördüğün durumdan onu kurtar.

Ebu Bekir şöyle dedi:

— Yaparım tabi. Yanımda ondan daha güçlü ve daha kuvvetli siyah bir köle var. Hem de senin dinindendir. Onu Bilal’in karşılığında sana veririm.

Ümeyye dedi ki:

— Evet kabul ettim.

Ebu Bekir de:

— O senindir, dedi.

Böylece Ebu Bekir, kölesini ona vererek karşılığında Bilal’i alıp azat etti. Bilal Habeşi’nin annesi Hamame’yi de Ebu Bekir azat etmiştir.” (Siyeri İbni Hişam)

Siyer kitaplarını incelediğimizde burada zikrettiğimize benzeyen onlarca rivayetle karşılaşmak mümkündür. Doğal olarak akıllara gelen ilk soru ise şu oluyor: Mekkeli müşrikler özellikle köle olan veya herhangi bir koruyucusu olmayan Müslümanları neden öldürmediler de bu şekilde sürekli işkenceye tabi tuttular?

Müşriklerin böyle davranmaların da tevhid davetinin seyrini iyi bilen şeytanın Mekkelilere verdiği vesveseler etkin idi. Çünkü bir dava kendi uğrunda can verenlerin çok olması ile bitmez. Bilakis daha da canlanır ve kökleri sağlamlaşır. Ancak bir inancın ne kadar çok terk edeni varsa o oranda dava yara alır. Mekkeli müşrikler ve bu gerçeğin farkında olarak öldürme seçeneğini tercih etmediler ve ellerinden gelen ne varsa ortaya koyup Müslümanların dinlerini terk etmeleri için çabaladılar.

Bu zorlu süreci en az kayıpla atlatan Müslümanların yol azıkları ise her gün yenilenen imanları, ahirete dair kesin inançları ve olayların akabinde nazil olan ve akıbetinin muttakilerin olacağını müjdeleyen ayetler idi.

“Kâfir olanlar Peygamberlerine dediler ki: ‘Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!’ Rabbleri de onlara: ‘Zâlimleri mutlaka helâk edeceğiz!’ diye vahyetti. Ve ey inananlar! Onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimselere mahsustur.” (14/İbrahim, 13-14)

Müslümanlar bu azıklar sayesinde insanları hayrete düşürecek şekilde direniş sergilediler. Ve öncü kadro olarak onların sebatları İslam dininin sağlam temeller üzerine bina edilip dalga dalga yayılmasını sağladı. Halbuki karşılaştıkları durum içerisinde ruhsata yapışmalarında herhangi bir beis yoktu. Hatta bazı Müslümanlar işkencenin ağırlığına dayanamayarak ikrah kapsamında değerlendirilebilecek bazı sözler de söylediler. Ancak bu durumu topyekûn bir zorbalık ile karşılaşan İslam cemaatinin genelinde değil bazı istisnalar olarak belli kişilerde görmekteyiz.

Aynı vakıalar ve zorluklar ile günümüzde de karşılaşılıyor veya karşılaşılabilinir. Müslümanlar iki şıktan birisini tercih etmelidirler. Ya onlar da sahabenin geneli gibi azimete yapışacak ve bulundukları topraklara tevhid davetini net bir şekilde duyuran öncü nesil olacaklar ya da ruhsatı tercih edecekler.

Özellikle öncü kadroların bu tarz durumlarda tabilerinin kendilerine güven duymaları, davet sırasında taviz vermemeleri ve cemaatin iç işleyişini engellememesi için azimeti tercih etmeleri elzemdir. Sonuç olarak imanları zayıf olup da ruhsattan yana tercih kullananlar da kınanmamalıdır.

Yazı içerisinde verdiğimiz nakilde bir örneği görüldüğü üzere Ebu Bekir radıyallahu anh, kendisine dünyalık hiçbir faydası olmamasına rağmen birçok Müslüman köleyi işkenceden kurtarmak için azat etmiştir. Bu, İslam toplumunun bir vücut olduğunu bize hatırlatan mühim bir örnektir. Ebu Bekir radıyallahu anh belki Bilal, Hattab, Zinnure kadar işkence görmüyordu ama aynı elemi, acıyı hissediyordu. Belki ateşlere yatırılan, üzerine taşlar konulan o değildi ama Ebu Bekir’in radıyallahu anh yüreği yanıyordu. Bütün bir İslam cemaati bu ruh hali içinde idi. O yüzden Ebu Bekir gibi elinde imkanları olan sahabeler bazı adımlar atma ihtiyacı hissettiler. Allah’ın subhanehu ve teâla yardımı, imtihanlar karşısında edinilen azıkların varlığı ile beraber İslam toplumundaki bu kardeşlik bilincinin işkence ve eziyetleri çok daha hafifleteceği muhakkaktır.

Rabbimizden her daim afv ve afiyet isteriz. Musibet anında ise ayaklarımızı ve kalplerimizi dini üzere sabit kılmasını dileriz.

Davamızın sonu; âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver