Kalbi ve aklı selamette olan herkes günümüz okullarının çocuklarımıza İslami ve ahlaki hiçbir şey kazandırmadığını, aksine yüce Rabbi’mizin fıtrata yerleştirdiği ne kadar takva kırıntısı varsa bunları çocuklarımızdan söküp aldıklarından zerre kadar şüphe etmez. ‘Peki, eğitime getirilen sisteme ne demeli?’, ‘Artık devlet çocuklarımıza Kur’an, siyer ve temel dini bilgiler gibi dersler vermektedir. Ayrıca bu devletin başbakanı aleni bir şekilde ‘dindar bir nesil’ yetiştirmek istediklerini söylemiştir. Bunu nasıl anlayacağız?’ şeklinde bir soru ile karşı karşıya kalırsak cevabımız şu olur; ifsat kanallarını kuruluşundan bu yana kullanan bu sistem elbette ki bununla yeni bir ‘ifsat açılımı’ amaçlamaktadır.
Çocuğumuza bu tür derslerin de öğretilecek olması zehrin topluma altın tepsilerde sunulması demektir. Sistem geçmiş dönemlerde bu okulların meşruiyetini bir türlü kabul ettiremediği muvahhid Müslümanlara bu yolla ‘Bakın biz sizin çocuklarınıza dini de öğretmekteyiz’ mesajı vermektedir. Ayrıca tevhidle muhatap olup, çocuklarını bu küfür yuvalarından alma ihtimali olacak insanlara da ‘Sakın bu radikallere(!) inanmayın bakın İslami(!) eğitim veriyoruz’ mesajını vermek suretiyle bir tehlikeyi(!) bertaraf etme çabası içine girmektedir. Ancak bu ucuz numara, sadece imanın ve İslam’ın kendisi için bir şey ifade etmediği insanlarda tutmakta, şeytanın ve tağutun esaretine hiçbir şekilde boyun eğmeyen, çocuklarına değer veren Müslümanlara ise zarar vermemektedir.
Dindar bir nesil yetiştirme ütopyasına gelecek olursak deriz ki; bu sistemin müfredatına şöyle bir göz atalım acaba sistem din dışındaki pozitif ilimler diye isimlendirilen ilimlerde bile mütehassıs bir nesil yetiştirebilmiş midir veya herhangi bir ilimde mütehassıslığı da bir kenara bırakalım bu sistemin okulları ‘insan’ yetiştirebilmiş midir ki sözüm ona dindar bir nesil yetiştirebilsin? Evet, bu ay bu köşemizde sizlere açıklamaya çalışacağımız konu da işte tam budur. Sistemin kendi okullarında uyguladığı müfredatı ilmi ve nazari bir bakışla eleştirmek bu ayki yazımızın konusu olacaktır. Tabi ki de bu eleştiri kapsamlı bir eleştiri değil sadece yazarın tecrübi olarak gördüklerine dayalı bir eleştiri olacaktır. Rabbi’mizden bizlere yardım etmesini niyaz ederiz.
Deneme Tahtası Haline Getirilen Çocuklar
Sistemin okullardan sorumlu bakanlığı bilindiği üzere Milli Eğitim Bakanlığı’dır. Lakin bu bakanlık tamamen bağımsız olan kendi sistemiyle hareket eden bir bakanlık değildir. Bu bakanlık her gelen hükümetin milli eğitim yasası adı altında çıkardığı yasalarla a’dan z’ye kadar değiştirdiği bütün yönetmelik, müfredat ve sistemi uygulamakla memurdur. Evet, bu sistem her dönem değiştirilmektedir. Mesela 2003 yılında yürürlüğe konulan ‘İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nde iki yıl içerisinde beş değişikliğe gidilmiş olması, bu gerçeğin tek örneği değildir. Bunun zararını idrak edebiliyor musunuz? Yani çocuğumuz bu kurumlarda sürekli olarak her gelen hükümetin bir deneme tahtası haline getirilmekte, gelen hükümet bir önceki hükümetin sistemini ‘tam bir enkaz devraldık’ diyerek değiştirince, çocuğumuz net bir şekilde bir ‘müfredat zulmüne’ maruz kalmaktadır. Bakın şimdi de İslamcı olduğu söylenen -ki İslam ismi onlardan beridir- bir hükümet var ve 4+4+4 diye bir sistem getirdi. Bunun çocuklar üzerindeki tezahürlerini de çok yakında göreceğiz. Şüphesiz bu sistemin devamlılığı da bir sonraki hükümet gelene kadardır.
Kast Sisteminin Başka Bir Versiyonunun Uygulandığı Okullar
Buna kendi yaşantımdan bir örnek verebilirim. Okula gittiğimiz dönemler ‘iş eğitimi’ adında bir ders vardı. Bu derste bir takım el işleri yapılarak güya çocukların becerileri geliştirilmeye çalışılırdı. Öğretmen bir sonraki haftaya kadar tedarik edilmesi gereken bir takım malzemelerin listesini verirdi. Ancak bu malzemeleri tedarik edebilmek hiç de o kadar kolay değildi. Çünkü o okullarda hep zengin, parası olan insanların çocukları okumuyordu. Bilakis yama üstüne yama yapan, ödünç ayakkabılarla bütün bir sezonu geçiren, giyecek paltosu olmadığı için sürekli hasta olan çocuklar da bu okullarda vardı. Ancak sistem bunları göz ardı etmiş paltosu olmayan çocuktan gazoz ağacı yapmasını, ayakkabısı olmayan çocuktan kibrit çöplerinden çerçeve yapmasını, beslenme çantası boş olan çocuktan kartondan ev yapmasını talep etmiştir. Evet, bu malzemeler bu çocuklardan istenirdi. Fakat bu çocuklar bu malzemeleri getiremezdi. Getiremedikleri zaman da ya o dersten kalırlardı ya da hem dersten kalıp hem de öğretmenin gazabına maruz kalırlardı. Aynı şey resim, beden eğitimi gibi derslerde de mevcuttu. Çocuğuna kıyafet dahi alamayan babadan devlet eşofman almasını beklemekte ve bu isteğini pervasız bir şekilde sürdürmekteydi. Amacımız acıtasyon yapıp insanları bir duygu hezeyanına sürüklemek elbette değildir. Amacımız sadece sosyal ve ekonomik olan farklılıkların sistemin gözünde herhangi bir değer ifade etmediğini ortaya koymaktır. Ki bu sistem kendi dilini konuşmadığı için kaç çocuğumuzu heder etmişti, hatırlayın…
‘Ezberci’ Sistemin Vasıfsızlaştırdığı Çocuklar
Aslında ‘ezbercilik’ okullarda uygulanan sistemin en kısa adıdır. Yani çocuğun bilgiye fazla önem vermeden sadece bir üst sınıfa geçebilmek için ya da öğretmeninden korktuğu için ya da öğretmeninin gözüne girebilmek için önüne konulan şeyi sadece ezberlemesidir. Öğrenci ezberlemiş olduğu bu bilgiyi bir üst sınıfa kadar unutmaktadır. Çünkü onun için önemli olan bilginin değeri değil sınıfı geçebilmektir.
Mesela on sene okudum ama aklımda herhangi bir şey kaldı mı diye sorarsanız buna vereceğim yanıt olumsuz olacaktır ve ben okul dönemim boyunca ‘A bu bilgi faydalı ve gerekli bir bilgi’ mantığıyla ders çalışan bir kişiye rastlamadım. Hep ‘şunu ezberleyeyim de şu öğretmenin dersinden geçeyim’, ‘x hocanın dersi mi, eyvah ben bu dersi ezberlemezsem bu hoca beni perişan eder’ sözlerini sarf edip ders çalışanlara rastladım. Bende bu mantıkla ders çalışıp bu mantıkla sözde öğrenim görüyordum. Ancak ezberle kafada kalan bu bilgi, sene sonuna kadar hatta bir sonraki derse kadar belleğimizde kalmıyordu. Peki ya sonuç? Sonuç vasıfsız, senelerini verdiği okuldan hiçbir şey alamamış bir nesil. Yani kocaman bir sıfır…
Bu yazıyı okuyan kişi, şayet okul okumuşsan bana şu sorunun cevabını verebilir misin? ‘Bana biyolojiden ne anlatabilirsin veya kimyadan o da olmazsa matematik? Peki ya edebiyat?’ Biliyorum cevap yok. Çünkü sen de benim ders çalıştığım mantıkla ders çalışıyordun. Eminim ders çalışma sebebin bilgiyi özümsemek değildi. Düşünün ömrünüzün en verimli anlarını bu kurumlarda geçiriyorsunuz ancak bilginin kırıntısını bile öğrenemiyorsunuz. Ne kadar yazık…
Sistemin gençleri vasıfsızlaştırmasının bir başka şekli de bu okullara giden çocukların işsiz kalmaları ve başka herhangi bir alanda istihdam edilememeleridir. Meseleye dair okumuş olduğum şu satırları paylaşmak isterim. Bu satırların yazarı Ebu Hasan en-Nedvi’dir. Kendisi ‘İslami Bölgelerdeki Eğitim Nasıl Yönlendiriliyor?’ isimli eserinde şöyle diyor;
‘Eğitim işsizliği arttırmıştır ve böylece halkın eski sorunlarına yeni bir sorun eklenmiştir. Bu sorun, hiçbir mesleği olmayan işsiz bir topluluğun ortaya çıkmasıdır. Bunun sebebi, bu grubun okumak ve yazmaktan başka hiçbir işi iyi yapamamalarıdır. Hükümetin onları istihdam etme gücü de oldukça sınırlıdır. Elbette ki bütün mezunlara iş veremez ya da bütün eğitimlilerle ilgilenemez. Böylece gelişmiş ülkelerdeki eğitim görmüş kimselerin işsizlik sorunu, çözümü olmayan şiddetli bir krize dönüşmüştür.’
Yazılanlar bizim vakıamızı ne kadar da güzel özetliyor değil mi? Bir kitaptan iktibas olarak şu notu da bu gerçeğin altında paylaşmakta fayda görüyorum;
‘Bilindiği üzere Türkiye’de liseyi bitiren kişilerin lise diploması ile işe girebilmeleri neredeyse imkânsızdır. Üniversite bitiren birçok kişi bile iş bulamıyor. Üniversiteyi kazanmak da kolay değil. YGS/LYS sınavlarına her yıl yaklaşık 1,5 milyon kişi giriyor. Ve bunlardan sadece 100-150 bini işe yarar bir üniversiteye girebiliyor. Tabi iş üniversiteyi kazanmakla da bitmiyor. Örneğin, eğitim fakültelerinden mezun olup öğretmen olmaya hak kazananların hepsi öğretmen olamıyor. Devlet okullarında öğretmen olabilmek için bir de KPSS sınavına girmeleri gerekiyor. Çünkü devletin saçma politikalarından dolayı her yıl 100-150 bin öğretmen adayı mezun olurken, devlet bunlardan sadece 10-15 bin kişiyi istihdam edebiliyor. Sonuç olarak, Türkiye’de 12 senelik eğitim sonunda liseden mezun olan 100 öğrenciden sadece 10 tanesi üniversiteyi kazanabiliyor. Ve üniversiteyi kazanıp mezun olan 10 kişiden de sadece 1 kişi iş sahibi olabiliyor.’
Ezberci sistem nesli itikadi ve ahlaki yönden dejenere ettiği gibi sosyal ve ekonomik olarak da dejenere etmektedir.
Sistemin En Önemli Gelir Kaynağı; Sınavlar
Sistemin müfredatının bozukluğundan bahsedip sınav sistemini es geçmek olmaz. Evet, sınavlar sistemin hazinesine hazine ekleyen en büyük gelir kaynağıdır. Hiç düşündünüz mü; Türkiye’de kaç tane sınav var? Benim aklıma şunlar geliyor; liseye giriş sınavı, üniversiteye giriş sınavı, yüksek lisans sınavı, memurluk sınavı vs. ufak bir matematik hesabı ile bu sınavlara katılım sayısı ile bu sınavlara kayıt için yatırılan paraları çarparsak ortaya çok ciddi bir meblağ çıktığı görülecektir. Ne kadar kârlı bir ticaret değil mi? Buna bir de üniversiteye girdikten sonraki harç paralarını eklersek kârın boyutu net bir şekilde anlaşılacaktır.
Okullarda yapılan sınavlarda bir o kadar anılmaya değer. Bu sınavlarda öğretmenleri tarafından çocuklara sorular sorulur. Ancak öğrenci bir önceki başlıkta anlattığımız gibi bilgiyi özümsemediğinden dolayı veya daha kolayı var iken zoru ile uğraşmamak adına kopya seçeneğini tercih eder. Ben de bu yola çokça başvurdum. Amaç diplomaysa bu yolda her şey mubahtır, değil mi? Eminim senin de hala ballandıra ballandıra anlattığın kopya hadiselerin olmuştur. Olayın vahametini şöyle izah edebiliriz; bu okullardan mezun olan insanlar örneğin polis oluyorlar. Kim öğrencilik hayatı birilerini kandırmakla geçmiş bir polisten asayiş bekleyebilir ki? Ya da bunların bazıları hâkim oluyor. Öğrencilik hayatı başkalarına adilane davranmadan geçmiş olan bu hâkimlerden kim adil hüküm vermesini bekleyebilir ki? Bunlar doktor oluyorlar. Bu doktordan hastayla itina ile ilgilenmesini kim bekleyebilir ki?…
Son zamanlarda bu konuya dair birçok haber çıktı. Eminim siz de karşılaşmışsınızdır. YGS sınavındaki kopya iddiaları, KPSS’deki aynı iddialar akla yukarıda sorduğumuz soruları getiriyor. Çocukluğu ve gençliği başkalarını kandırmak üzerine kurulmuş olan insanlardan kim mesleğinin hakkını vermesini bekleyebilir ki? Ya da mesleği bir kenara bırakalım. Kim bu insanlardan diğer insanlara karşı ‘insanca’ davranmasını bekleyebilir ki?
Peki, size soruyorum; bu müfredat ve sistem ne kadar masum?
Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap