Rüya ve Tercih

 

Yerde uzanmış öylece yatan bir beden… Başı örtülü. Üzerinde namaz kıyafetleri var. Başucunda da yaşlıca bir kadın ağlayıp duruyor. Saatler geçti. Neden başını kaldırmadan gözyaşı döküyor? Yerde yatan kim? Omuzuna dokunuyorum hissetmiyor. Neler oluyor? Şöyle bir yüzüne bakayım. Yaşlı kadın anneannemmiş. Kime bu kadar göz yaşı döküyor? Zil çaldı. Kapıda siyah kıyafetler içinde üç bayan. Ve dışarıda bekleyen iki erkek. Kimse konuşmuyor. Anneannem kime sarılıyor öyle? Anneannem hıçkırıklara boğulurken diğer kadın oldukça metanetli. ‘Su testisi su yolunda kırılır’ diyor. Bu annem… Annem gelmiş. Neden gelmiş ki? Yıllardan sonra ilk kez onu canlı görüyorum. İyi de beni neden kimse görmüyor?

 

Annem yanındaki kadınlara bir şeyler söylüyor. Onlar çıkıp gidiyorlar. Odada tek. Yerde yatan her kim ise başını okşuyor. Ağlamamak için kendini sıktığı ne kadar da belli. Ne kadar da üzgün. Canım annem. Keşke benim de başımı okşasan. ‘Yavrum, Mehlika’m’ desen. Sarılsam sana, özlemimi gidersem. Anneannem birkaç kadınla geri döndü. ‘Gasilhaneye götüreceğiz’ diyor. Gasilhane mi? Demek ki kız ölmüş. Annem: ‘Nasıl ki dirisi senindi, ölüsü de senin olmalı. Ben bağışlanma dahi dileyemeyeceğim ona. İçim yanıyor, tıpkı Nuh aleyhisselam gibi. O da dalgalarda boğulan oğlunu görünce içi sızlamıştı. Ama ilahi nida “O senin ehlinden değil!” (11/Hud, 46)  demişti. Ve maalesef ‘Mehlika da benim ehlimden değil.’ dedi. Mehlika mı? Yerde yatan ben miyim? BEN… BEN öldüm mü?

 

Korkuyla uyandı Mehlika. Ter içinde kalmıştı. Namaz elbisesi üzerinde, önüne ilaçlar dökülür vaziyette uyumuş kalmıştı. Odada gözlerini gezdirdi. Annesinin sesi kulaklarındaydı. ‘Nuh’un aleyhisselam oğlu gibi olmak… Azgın dalgalarda boğulmak… Ve ebedi hüsran…’

 

O bu sondan korkuyordu. Bu korku, durakta peçeli kızları görüp de eve dönene kadar daldığı hayal dünyasından bulaşmıştı ona ve her geçen saniye tüm bedenini kaplıyordu. Gördüğü rüya da onu etkiledi. Ölüm bir kurtuluş olarak görünse de asıl hezimet, ebedi zillet ve ebedi eziyet olacaktı. Onu yeniden hayata döndürecek şey ‘tevbe’ idi. İçten duyulan pişmanlık ve günaha bir daha dönmeme üzere yapılan tevbe, Allah katında makbul idi.

 

Kalktı abdest aldı. Bir yöne doğru yöneldi. Kıbleyi bilmiyordu bile. Ellerini açtı. Af dilemek için. Dili dolaşıyor bir türlü dönmüyordu. Şeytan hâla onu terk etmemiş olacak ki: ‘Allah istemiyor, tevbemi kabul etmeyecek dilim dolaşıyor’ diye içine vesvese attı. Fakat sanki bir başka güç ısrarla kaldırıyordu ellerini semaya. Tir tir titriyordu. Bir yandan yaptıkları aklına geliyor bir yandan da bu günahlarına Rabb’inin şahit oluşu ve hali hazırda Allah’ın huzurunda olduğunu düşünüyor ve dehşete düşüyordu. Rabbin azameti ve büyüklüğü öyle sonsuzdu ki; zerrelerinde bunu hissediyor ve korkuyordu. Ağzından ne çıkarsa O’nun duyacağını biliyordu. Kapıya gelen ihtiyaç sahibinin yüzüne kapatılan kapı misali, duasına ret cevabı almaktan, huzurdan kovulmaktan, ne yüzle geldin diye azarlanmaktan, Rabbin ondan yüz çevirip rahmetinden mahrum bırakmasından korkuyordu… ‘Ya Rabb’ diyebildi… Gerisi gelmedi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu Mehlika.

 

‘Ya Rabb… Ya Rabb… Affına muhtacım ya Rabb. Verdiğin tüm nimetlerin nankörü oldum ya Rabb. Hidayeti dalalete tercih ettim. Yasak dediğin ne varsa hayasızca işledim. Şimdi kapına geldim. Affa layık olmasam da af dilerim. Sen benim Rabbimsin. Yunus’un aleyhisselam diliyle senden af diliyorum. Muhakkak ben kendime zulmettim. Ya Rabb beni affet. Sen beni affetmezsen benim halim nice olur? Senden başka kimsem yok. Ey gönüllerin tabibi, hasta gönlüme merhem ol… Şifa ol. Beni bu halden kurtar. Sensizlikten sana bir yol çıkar. Yolumu kaybettim. Yol göster. Gizli, aşikar her ne işledimse affet Allah’ım affet… Nuh’un aleyhisselam oğlu gibi hem dünya hem ahiret hüsranına uğratma beni. Sen pek yücesin. Tüm eksiklerden münezzehsin. Af senin şanına yakışır. Kapına gelen bu dilenciyi kovma. O senden yüz çevirdi, sen ondan yüz çevirme. Taş ve insanlarla tutuşturduğun cehennem ateşinden koru beni. Kirlettiğim defterimi yenile…Tertemiz bir sayfa aç benim için ya Rabb…’

 

Saatlerce dua etti Mehlika. Artık semaya kalkan elleri yorulmuş, her iki yanına düşmüştü. Sayıklıyordu. Af diyordu sadece af… Öylece olduğu yerde sızıp kalmıştı yine.

 

Sabah erken saatlerde anneannesi uyanmış, Mehlika için enfes poğaçalar hazırlamıştı. Şimdi çoktan kokusunu almış uyanmıştır diyerek kapıyı tıklatarak içeri girdi. Mehlika’yı yerde uzanmış görünce irkildi. Hemen başucuna oturarak uyandırmaya çalışırken yerlere saçılan ilaçları fark etti. Fakat üzerindeki kıyafeti fark etmemişti. Mehlika’ya dokununca tüyleri dimdik oldu kadıncağızın. Çünkü torununun bedeni buz gibi olmuştu. Çığlık atarak ağlamaya başladı. Ne yapacağını bilmez bir halde idi deliye dönmüştü. Odadan odaya koşturuyor, ağlayıp dövünüyordu. Sesleri duyan komşular kapıyı çalınca açmayı akıl edebildi. Bir yandan da ambulansı aramaya çalışıyordu. Ancak gelen komşular bu saatten sonra bunun hiçbir faydasının olmayacağını söylediler. Yaşlı kadın gözyaşlarına hakim olamıyor hayat arkadaşı, yoldaşı Mehlika için ağıtlar yakıyordu. Bir ara kızını aramak geldi aklına. Arayıp ne diyecekti? Nasıl söyleyecekti… Eli ve yüzünü yıkadılar güç bela. Kızına haber etmeleri için bir komşusuna telefonu verdi. Karşıdaki ses çok metanetliydi. Sanki beklediği bir haberdi. İntihar ettiğini söyleyen kadına, ‘Su testisi, su yolunda kırılır.’ dedi. Hiç kimse o metanetli sesin sahibinin yüreğindeki acıyı bilemedi. Onun acısı evladını kaybetmekten ziyade, onu küfür üzere kaybetmenin acısıydı. Ve yine kimse Mehlika’nın tevbe üzere vefat ettiğini de bilemedi…

– SON –

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver