“…Ruveybida Konuşacaktır…”

Allah’ın Adıyla!

Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi şeriflerinde buyurdular ki:

” ‘İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki; o zaman yalancılar doğrulanacak, doğru sözlüler de yalanlanacaklardır. O zaman hainlere güvenilecek, güvenilir olanlar da ihanetle suçlanacaklardır. İşte o zaman Ruveybida konuşacaktır.’ Dediler ki: ‘Ruveybida da nedir?’, buyurdu ki: ‘Hiçbir işe yaramaz, değersiz kişidir; ama tüm insanları ilgilendiren meselelerde konuşur!’ (İbni Mace)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu hadisiyle Müslümanlara sıradan bir gaybı haber vermemiş, onları uyarmıştır. Hadiste anlatılmak istenen asıl gaye, bu yılların vuku bulacağını bildirmek değil; Müslümanların Ruveybida olmaktan sakınmaları ve bu sıfata sahip insanlardan uzak durmalarıdır.

Aldatıcı yılların içerisinde yaşıyoruz;

Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem haber verdiği aldatıcı yılları idrak etmiş bulunuyoruz. Bunun kanıtı, insanların ölçülerinin bozulmuş olmasıdır. Hadiste anlatıldığı gibi yalancılar doğruluk makamına, hainler eminlik makamına ulaşmışlardır. Bu iki vasıf mühimdir. Din ve dünya işlerinde istikametin sağlanması ancak bu iki vasfa bağlıdır.

Günümüzde yalancılıkla meşhur kitle iletişim araçları, insanların haber kaynağı durumundadır. İnsanları ifsat etmek, akidevî ve ahlakî olarak yozlaştırmak için küresel fesat komitelerinin sözcüsü olduğu aşikar olan bu kurumlar, aynı zamanda insanların gönüllü olarak tercih ettikleri rehberleridir. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem söylediğini ilk etapta anlamak zor olsa da bu zaviyeden bakılınca, anlaşılması daha kolay olacaktır. İnsanlar bir yandan yalancı olduğunu ikrar ettikleri bu araçları, aynı zamanda kaynak kabul etmekle doğrulamış oluyorlar.

Aynı şey hainlik için de geçerlidir. İnsanların, iki cihanın saadetinin kaynağı olan din ve dini meselelere yaklaşımına bakıldığında; Allah Rasûlü’nün haber verdiği vakıa net biçimde görülür. İnsanların dini öğrenmek için, her fırsatta eleştirdikleri, okudukları Kur’an’dan, kıldırdıkları namazdan dolayı para alan ve din hizmetini geçim kaynağı olarak algılayan hocalara baş vurduğunu görürüz. Dünyevî meselelerde kısa bir konuşmasına dahi tahammül edemedikleri ve dinlemekten sıkıldıkları insanlara, yaratılışın anlamı olan Allah’a kulluk meselesini sormaları; hainlerin emin olarak addedilmesindendir.

Bunun gibi insanların yönetimlerini çalan, çırpan, onları sömüren insanlara teslim etmeleri de bu garabetin bir parçasıdır. Üstelik yapılan hırsızlık ve sömürü, insanların gözü önünde cereyan ediyor.

Hadiste anlatılan yılların içerisinde yaşıyoruz. Burada zikredilen ve daha vereceğimiz nice örnek İslam’ın belirlediği ölçülerin bozulduğunun delilidir.

Tevhid ve Sünnet’in hakim olduğu toplumlarda her şey Allah’ın subhanehu ve teâlâ kitapla beraber indirdiği ölçülere tabidir. Maddi ve manevî tüm değerler, vahiy menşelidir.

“…İnsanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.” (57/Hadid, 25)

Bir toplumun ölçülerini bozması, yerin ve göğün fesada uğraması, açlık ve korkunun hakim olması anlamına gelir. Çünkü ölçülerin bozulması insanların hevalarına göre ölçüler belirlemesidir ki; Allah subhanehu ve teâlâ bu durumu kitabında şöyle izah eder:

“…Eğer hak onların hevalarına uyacak olsa idi elbette gökler ve yer ve onlarda olanlar fesada uğramış olurdu…” (23/Mü’minun, 71)

Allah’ın subhanehu ve teâlâ ve Rasûlü’nün belirlediği ölçülerde söz hakkı, doğrularındır. Topluma öncülük edecek olanlar, eminlik vasfını bulunduranlardır. Yalancı ve hainlerin ise hiçbir kıymeti yoktur. Bilakis onlar, İslam toplumundan dışlanan, ameli ve sözlü alanlarda kendilerine hak tanınmayanlardır.

İnsanlık bu ölçüleri yitirdiği için türlü problemlerle karşılaştıkları gibi, Müslümanlar da karşılaşmışlardır. Ölçüler ve ona bağlı olarak adalet ve huzur genel bir meseledir. İnsanlık Allah’ın subhanehu ve teâlâ indirdiği ölçüleri bozduğunda yer, gök ve içindekiler fesada uğradığı gibi, Müslümanlar da bireysel ve toplu olarak aynı sıkıntıyı yaşarlar.

Burada dikkat çekmek istediğim başka bir husus, ölçüler bozulduğunda bunun cezası olan fesadın mahiyetidir. Fesat kavramı, salah kavramının zıddıdır.

Salah;

Yapılan işin Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızasına uygun olup, Allah’ın subhanehu ve teâlâ o işe vadettiği güzelliklerin elde edilmesidir.

Fesat;

Yapılan işin Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızasına uygun olmaması ve vadedilen güzelliklerden mahrum olma, bazen de zıddıyla cezalanmadır.

Ölçülerin kaybolduğu her yerde fesat kaçınılmazdır. Buna birkaç örnek verecek olursak;

Allah subhanehu ve teâlâ ticareti mubah kılmış ve ona bir takım ölçüler belirlemiştir. Buna ticaret fıkhı diyoruz. Bu ölçüler gözetildiğinde bereket ve gönül genişliği Allah’ın subhanehu ve teâlâ vadettiğidir. Ölçüler bozulup, işler Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızası dışında cereyan ettiğinde; bereketsizlik ve açgözlülük yaygınlaşır…

Bir başka örnek, evliliktir. İslamî ölçüler gözetilip, Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızası söz konusu olduğunda bunun karşılığı;

“Size kendi nefsinizden huzura kavuşabilesiniz diye eşler yaratıp, aranıza sevgi ve merhamet koyması da onun ayetlerindendir. Bunda, düşünen toplum için ayetler vardır.” (30/Rum, 21) ayetidir.

Şayet bir evlilikte sevgi, şefkat ve huzur (sekinet) yoksa, orada İslamî ölçülerin gözetilmediği ve bu ifsadın neticesi olarak evliliğin fasit olduğu anlaşılmalıdır.

Cemaatsel çalışma da bir başka örnektir. Cemaî hizmet, Allah’ın subhanehu ve teâlâ insana büyük lütuflarındandır. İnsanın tek başına yapmasının mümkün olmadığı birçok salih amel, cemaat içerisinde mümkün olmaktadır. Şeytanın tek kişiye yönelik hileleri, cemaat içerisinde boşa çıkmaktadır. Her işimize ölçü getiren İslam, cemaatsel beraberliğimizin nasıl olması gerektiğine dair de ölçü belirlemiş, bizleri ifsat ve fesattan muhafaza etmiştir. Rahatlık anı, zorluk dönemi, fitne vb. her halde uyulması gereken ölçüler vardır. Bunların çiğnenmesi kişinin kendine ve çevresindekilere fesat getirmesi ve cemaat olanlara vadedilen hayırlardan mahrum olunması anlamına gelir.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak ana unsurdan kopmamak kaydıyla. İslam hayatımızda olan her şeye ölçü belirlemiştir ve vadettiği güzellikler, o ölçülere bağlı kalındığı sürece hayatımızda görülebilir.

Ruveybida olanlar konuşacak;

Hadisin son cümlesiyle anlatılan ve bizlerin bugün müşahede ettiği bu hal, ölçülerin bozulması neticesiyledir. Ölçülerin korunduğu toplumda, herkes kendi haddini bilir. Haddini bilmeyenin, insanlar tarafından engelleneceği ve istediği neticeyi elde edemeyeceği kesindir. Ancak ölçülerin kaybolduğu yerlerde toplumun ayak takımı öncü olmaya kalkar. Boylarını fersah fersah aşan meselelerde söz söylemeye kalkarlar.

Ruveybidalaşmanın birçok sureti vardır.

Özü; kişinin kendine vazife olmayan alanlara müdahale etmesi ve haddini bilmeyerek kendini aşan meselelerde konuşmasıdır.

Örneğin; kadının evinde, yöneticisi erkektir. Bu, Allah’ın subhanehu ve teâlâ belirlemesiyledir. Kadın söz dinleyip itaat etmesi gerektiğini unutur ve sözünü dinletmeye kalkışırsa, evlilik kurumu çöker. Kadın bu haliyle Ruveybida sınıfından olur.

İşçinin vazifesi, aldığı parayı hak etmek ve patronuyla olan anlaşmasına bağlı kalmaktır. Haddini aşar ve iş sözleşmelerine müdahale eder, diğer işçilerin sahasına karışırsa işi bozmuş ve Ruveybida olmuş olur.

Öğrenci olanın vazifesi, dinlemek ve anlamaktır. Öğrenci dinleme, anlama ve öğrenme faaliyetine son verir; anlatma, dinletme ve öğretmeyi vazifesi bilirse Ruveybida olmuş olur.

İslamî çalışmada birey olanın vazifesi, haram olmadığı müddetçe dinlemek ve itaat etmek, kendisine verilen görevleri ihsan üzere yerine getirmektir. Kişi vazifesini unutup dinlemek yerine eleştirmeye, itaat yerine karşı çıkmaya, ihsan üzere iş yapmak yerine yarım yamalak iş yapmaya başlarsa, Ruveybida olmuş olur.

Kendi hayatlarını idame ettirmekten aciz, çoluk çocuklarına hükmedemeyen idarecilerin, toplumun başına geçmesiyle; sosyal ve ekonomik sıkıntılara ve adaletsizliklere muhatap oluyoruz. Çünkü bu insanlar, İslamî ölçüye göre Ruveybidadır. İslam toplumunda yönetilen olarak dahi durma hakkı olmayanların, Müslümanlara yönetici olması düşünülemez.

Müslümanların kendi aralarındaki ilişkileri de bu esasa tabidir. Müslümanlar adına konuşacak olanlar; alimler, emirliği hak eden yöneticiler ve hikmet erbabıdır. Gerek İslam cemaatinin iç meselelerinde, gerek dışa bakan yönünde Allah’ın, Rasûlü’nün veya Müslümanların kendine konuşma yetkisi vermediği insanların konuşması, Ruveybida olanların öne çıkması anlamına gelir.

Yazının başında değindiğimiz gibi Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu hadisle sadece gaybî bir haber vermiyor aynı zamanda bizleri sakındırıyor. Bizlere bazı sorumluluklar yüklüyor.

Bu sorumlulukların ilki;

Ölçüleri muhafaza etmek ve hakkı erbabına teslim etmektir. Yalancı olana yalancı muamelesi yapmak, hain olana hain gibi davranmaktır. Ölçülerin bozulmasına sözlü ve amelî olarak karşı durmaktır. Bu durum bir çok nasla hükme bağlanmış ve Müslümanlar uyarılmıştır.

“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (4/Nisa, 58)

“Rasûlullah etrafındaki sahabelere bir şeyler anlatırken, bir bedevi geldi ve:
– Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu.

Rasûlullah sözünü kesmeyip konuşmasına devam etti. (O kadar ki) oradakilerden kimisi (kendi içinden) ‘Bedeviyi işitti ama, sorusundan hoşlanmadı’; kimisi de: ‘Galiba işitmedi’ diye durumu yorumladı. Derken Rasûlullah, sözünü bitirince:

– O, kıyameti soran nerede? buyurdu. Bedevi,

– Benim, buradayım Ya Rasûlullah! dedi. Bunun üzerine Peygamber,

– Emanet zayi edildi mi kıyameti bekle! buyurdu. Bedevi,

– Emanet nasıl zayi olur? dedi. Rasûlullah da,

– İş, ehil olmayana verildi mi kıyameti bekle! buyurdu.” (Buhari)

Ölçüleri muhafaza etmek ve İslam’ın değer verdiğine değer verip, değersiz kabul ettiklerini önemsememek sorumluluklarımızdandır. Bu sorumluluğu yerine getirmeyen toplumlar, isteseler de istemeseler de bunun bir adım sonrası olan ayak takımının, onlar adına söz söylemesine mahkum olacaklardır.

İkincisi;

Ruveybida olmamaktır. Bunun yolu insanın sorumluluklarını ve haddini bilmesidir. Bu bilinç canlı tutulmalı ve nasihatleşme suretiyle canlılığını korumalıdır. Bunu sağlayacak unsurlardan biri; bize sürekli Allah’ı hatırlatan, hayra teşvik eden ve hikmeti tavsiye eden insanlarla bir arada bulunmak, onları örnek almaktır. Rüşdünü ispat edememiş, Müslümanlar arasında kendisine söz hakkı tanınmadığı halde her meselede konuşan insanlardan elde edeceğimiz bir hayır yoktur. Bunun yanında bu kötü ahlakla ahlaklanmak veya bunu normal görmeye başlamak, karşılaşacağımız en büyük musibettir.

Üçüncüsü;

Ruveybida olan insanlara müsaade etmemektir. Haddini bilmeyen, kendine vazife olmayan işlerde konuşanlara engel olmak, hadlerini bildirmektir. Bu, İslamî bir toplumun oluşmasında esas olan şeydir. Kendi sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz gibi, toplumsal sorumluluk almak ve münkerin yayılmasına engel olmaktır. Aksi halde bizlerin ıslah olması, toplumun ıslah olması için yeterli değildir. Ve bireysel ıslah, toplumsal fesadın içinde barınamaz, süreklilik arz edemez.

“Allah’ın hudutlarını koruyan ile bunları aşan kimseler; kur’a sonucunda bir kısmı geminin güvertesine, bir kısmı da alt kata yerleşen gemi yolcularına benzerler. Su ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli üst kata uğramak mecburiyetinde olan alt kattakiler: ‘Biz bulunduğumuz yerde bir delik açsak ve yukarıdakilere hiç dokunmasak’ derlerse ve yukarıdakiler de bunları arzularına göre bırakırsa hepsi helâk olur. Onları engellerlerse hepsi kurtulur.” (Buhari, İmam Ahmed)

Hep beraber helak olmamak ve toplumsal fesadın içinde boğulmamak için Ruveybidalaşmaya engel olmak zorundayız. Selefimiz bu konuda çok hassas davranmış ve Ruveybidalaşma tehlikesine karşı ciddi tepkiler vermişlerdir.

İmam Malik’in rahimehullah hocası olan Rabi’a’nın rahimehullah ağladığını gördüler. Bir sıkıntın mı var dediklerinde şöyle cevap verdi: ‘İlmi olmayana fetva sorulduğunu gördüm. Burada öyle fetva verenler var ki; hırsızdan daha çok hapsedilmeyi hak ediyorlar.’ (Edebu’l Mufti ve’l Mustefti)

İmam Malik’e bir soru soruldu. ‘Bilmiyorum’ diye cevap verince çevresindekiler şaşırdı. ‘Bu çok basit bir meseledir’ dediler. Malik rahimehullah kızdı ve: ‘İlimde basit mesele olmaz’ dedi. ‘Allah’ın kitabında şu ayeti duymadınız mı:

“Şüphesiz biz sana ağır bir söz yükleyeceğiz.” (73/Müzzemmil, 5)

İlmin hepsi ağırdır’ dedi.

Bu minvalde örnekleri çoğaltabiliriz. Bunların özü, selefin Ruveybidalaşmaya ve buna yol açanlara ciddi anlamda tepki gösterdikleri ve bu durumu musibetle eşit gördükleridir. Bizlerde bu sorumlulukların bilincinde olup, Ruveybida olmaktan ve birilerinin Ruveybidalaşmasından Allah’a sığınmalı, dikkatli olmalıyız.

Bu, hem cemaatsel hem de bireysel sorumluluklarımızdandır.

Allah subhanehu ve teâlâ bizleri bu sorumluluğunu yerine getirenlerden kılsın.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver