Kral Xebîs Masalı

 

Zaman, zaman içinde; mekân, mekân içinde… Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde develerin tellallığa burun kıvırıp youtuber olduğu, pirelerin berberliği bırakıp kuaför salonu açtığı bir zamanmış. “Gavur Google ‘Hazreti Google’ imiş” deyim de anlayın ne menem bir zamanmış.

İnsanlar mutsuz ve de bahtsızmış. Bahtsız ve de tahtsızmış. Ülkeyi uzun yıllar boyunca zalim mi zalim, hain mi hain, zorba mı zorba bir grup yönetirmiş. “Astığım astık, kestiğim kestik, dediğim dedik, çaldığım düdük, taptığım heykel, kıblem kabir, ilahım maviş, kitabım kamış” diyen tuhaf bir toplulukmuş. Halkın durumu içler acısıymış. Ağlar, sızlar, sonra yine ağlar sonra yine sızlanırlarmış. Derdine çare arar bulamazmış. Gidilmedik yatır, bağlanmayan çaput, takılmayan muska kalmamış. Ehh, çare yanlış adreste aranınca bulunmazmış. Günlerden bir gün bir adam çıkmış. “Çare bende.” demiş. “Adını bağışla yiğidim.” diyene “Xebîs” demiş. Allah’ın işine akıl sır ermez. Adama zürafadan boy, ayıdan post, tilkiden akıl vermiş. Konuştu mu ağzından şeker şerbet damlar, millet ağzı açık dinlermiş. “Ey halkım!” dedi miydi milletin ağzının suyu akar, ciğerinin yağı erirmiş.

Bir gün o gömleği giyer, öteki gün berikini. Bir gün kafasında kep öteki gün takke. Bir gün camide öteki gün kilisede, bir ilginç adammış.

İlim ehli ahaliyi uyarmış: “Bunun yolu yol, sözü söz, gözü göz değil. Bir nalına vurur bir mıhına. Bir elinde Haç bir elinde Mushaf. Dostu dost, düşmanı düşman değil. ‘Çare’ dediği yol şirkin en açığı, zulmün en saçığı.” Güzel söylemiş, iyi eylemiş, Kitabın ortasından konuşmuşlar. Konuşmuşlar konuşmuşlar da millete dinletememişler.

Millet: “Allah bize Talut yolladı.” der, başka da bir şey demezmiş. “Yahu ne Talut’u, tağut bu tağut” diyeni de topa tutar: “Konumuzun tavukla ne alakası var.” derlermiş.

Bir zaman bir grup âlim toplanmış. Gidip Xebîsle görüşmek istemiş. Bir odaya kapanıp başlamışlar konuşmaya. Dakikalar dakikaları, saatler saatleri kovalamış. Çaylar içilmiş, kelamlar söylenmiş, fikirler orta yere boca edilmiş. Söz bitince de sohbet sona ermiş. Kapılar açılmış, içerden koyu siyah bir duman çıkmış. Hocalara ne olduysa kimse bilememiş. Kimi: “Xebîs sihirli iksirden içirdi.” demiş, kimi de: “Deccal’in cennet görünümlü cehennemiyle aldattı.” demiş. O odada ne oldu ne bitti sır olarak kalmış. Xebîs, odadan Xebîs olarak çıkmış da hocalar hoca olarak çıkmamış.

Xebîs, hocaların da desteğini alınca, ününe ün, şanına şan katmış. Yaşadığı topraklar Xebîs’e yetmez olmuş. Nerede bir mazlum millet var, hortumunu oraya uzatmış. “Eyt” demiş, “Üytt” demiş, “dere tepe düz” demiş, kılıktan kılığa girmiş… Olmuş mu sana mazlumların hamisi, ümmetin banisi, milletin abisi, servetin camisi..!

Basiret ehli yine uyarmış: “Bu nasıl hamilik? ‘Mazluma sahip çıkıyorum.’ der, mazlumu bombalayan pilota eğitim verir. Zalimle anlaşınca mazlumu yok sayar; ‘Bana mı sordun mazlum olurken’ der. Zalimden borç alır, kendi ülkesinde mazlumları öldürtür.” Dedik ya, milletin gözü kör, kulağı sağır, kalbi taş olmuş. Ne olanı görmüş ne söyleneni anlamış.

Zaman su gibi akmış, çocuklar genç, gençler ihtiyar, ihtiyarlar rahmetlik olmuş. Xebîs’te değişmiş elbet. Hiçbir şeyle yetinmez olmuş. “Banane, banane Kral olucam işte” diye tutturmuş. “Yapma, etme, dürtme” derken Xebîs olmuş kral. Kral olmuş olmasına da gözü doymamış. “Kimse konuşmayacak, herkes beni dinleyecek” demeye başlamış. “Olurdu, olmazdı, bu kap böyle dolmazdı” derken, herkes susmak zorunda kalmış. Konuşmaya yeltenenler olmuş elbet. Olmuş olmuş da hele bir sor ne olmuş. Ne itibar kalmış ne şeref, ne aş kalmış ne iş. Ne ev kalmış ne bark… Kör kuyular kazılmış adı “zindan” koyulmuş, konuşan içine atılmış.

Xebîs azdıkça azmış. Muhalifleri bitince yakınlarına sarmış. Birine “gözünün üstünde kaş var” demiş, ötekine “kaşının altında göz var” demiş. En yakın arkadaşlarını bir bir tasfiye etmiş. İnsanoğlu bu, gözü doyar mı? Doymamış. “Ih” demiş, “kıh” demiş, homurdanmaya başlamış. Yanındakiler şaşırmış. “Kral da oldu, daha ne olacak ki?” demişler. Xebîs bombayı patlatmış: Önce “Rahmetim gazabımı geçti.” deyip uluhiyetini ilan etmiş. Eee o ilan eder de kulları durur mu? “Tüm ilahi sıfatların sahibidir” demeye başlamışlar. Xebîs halkın dinini değiştirmeye karar vermiş. “Etli ve Mitli” diye bir din icat etmiş. Gözü kör, kulağı sağır, kalbi taş olanlar fevç fevç bu yeni dine girmiş. Sakalı ak, yüreği pak insanlar başlamış düşünmeye: Düşünmüşler, taşınmışlar, az biraz da kaşınmışlar. Ne ola ki bu “etli ve mitli” diye kafa patlatmışlar. Sonunda da bulmuşlar. “Etli” refaha işaretmiş. Bu dine girenler, ihaleler alacak, zengin olacak, bol bol et yiyeceklermiş. “Mitli” ise evlerden ırak, ıraki bulasın köşe bucak, bir müşkil mesele olarak tartışılmış. Kimi, “Mit, efsane demektir. Bu yeni din bol efsaneli, çok menkıbeli, kerameti kendinden menkul bir dindir.” demiş. Kafalar sallanmış, sakallar sıvazlanmış, dizler dövülmüş tartışma almış başını yürümüş. Kimi “Ne münasebet ağam paşam; mit, bitin amcaoğludur” demiş. Demiş demiş de bir türlü alakayı kuramamış. Kimisi: “Bu, Mitomani’nin kısaltılmış hâlidir. Mütomani yalanı alışkanlık hâline getirendir. Bu dinde çok yalan olacak.” demiş. Bıyıklar burkulmuş, küfürler savrulmuş, tartışma bir meçhule doğru yola koyulmuş.

Kimi “bu ‘mit’ sakın o ‘mit’ olmaya” demiş. Demesiyle susması bir olmuş. Gök gürlemiş, şimşek çakmış, yıldırım düşmüş, tartışmada son bulmuş. Xebîs tüm ülkeyi üstüne yapmış. Yapmış ama doymamış. “Oğlan da nasiplensin bir garip oğlan.” demiş. Yedikçe semirmiş, semirdikçe kemirmiş, kemirdikçe acıkmış, acıktıkça bağırmış. “Hani bana hani bana” demiş. Gün gelmiş yiyecek bir şey kalmamış. Ekmek partisi seçmeni uyanmaya başlamış. Ekmeğin gramaj düşmüş, fiyatı uçmuş.

Kral anlamış ki; sihirbazlar olmadan bu iş yürümez, bu çark dönmez. Davullar vurulmuş, tellallar çığırmış “Tiz sihirbazlar toplana” deyu ferman buyrulmuş. O günün sihirbazları camdanmış. Her biri koştur koştur emre icabet etmiş. “Ferman padişahın şeytanlık bizimdir.” deyip yerlerine oturmuşlar. Xebîs, salona teşrif etmiş. Bir nutuk irad etmiş ki anca o kadar olur. Camlar tir titremiş, kah gülmüş kah ağlamış. Xebîs iyice gazlamış. Bağırdıkça azmış, azdıkça bağırmış. Büyüklenmiş, atarlanmış, toparlanmış ve demiş ki: “Açtınız, sizi ben doyurmadım mı?” camlar birbirine bakmış, ne diyeceklerini bilememişler. İçlerinden biri “bu kadarı da fazla” diyecek olmuş. Daha sözü bitmeden TETTÖ’cü diye gözaltına alınmış. Mahkemeye çıkana kadar KİŞİD olmuş. Hakim KPP örgütünden tutuklayıp kör kuyulara atmış.

“Siz çıplaktınız, sizi ben giyindirmedim mi?” demiş. “Siz sapıktınız, sizi ben doğru yola iletmedim mi?” demiş… Cevap gelmeyince Xebîs küplere binmiş, ordan inip cin atına binmiş… “Sizi nankörler sizi” demiş. “On yıl önce evlerde buzdolabı fırın dahi yoktu.” içlerinden biri “Padişahım çok yaşa” diye alkışı patlatmış. Arkasından diğer camlar… Böylece sihirbazlar Xebîs’e biat etmiş.

Her eve bir sihirbaz konulmuş. Sihirbazlar, Xebîs ne istiyorsa o numaraları göstermeye başlamış. Yalancılar doğru, doğrular yalancı olmuş. Eminler hain, hainler de emin olmuş. Bunlar olur da “Ruveybida” durur mu? Her köşeye bir Ruveybida konmuş. Allah’ı unutmuş, kitaba yüz çevirmiş, ahireti dünyaya değişmiş, dili dışarı sarkmış, göbeğine kat cebine hat çekmiş hocalar konuşmaya başlamış. Kimi “Xebîs Kahtanidir” demiş. Kimi “Kahtani ne ki Xebîs Mehdi’dir.” demiş. Curufat ağızlarından akıp millete sıçramış, yer utanmış, gök utanmış, bunlar hiç utanmamış.

Bunlar anlaşılır anlaşılır da yeni bir zümre türemiş ki yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal. Tükürmesen kendine, sakalı kessen dinine zarar.

Bunlar kaçakçılık yapan hocalarmış. Ağızları ballı, sözleri tatlı, gür sakallı müteahhitler. Konuştu mu kitabın ortasından konuşur, ayete ayet, hadise hadis eklerlermiş. Dinleyen “Maşallah, Barekallah” dermiş. Böyle mutlu mesut yaşarken olan olmuş. Masal da olsa; evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde de olsa hakikatlerin o kötü huyu yine nüksetmiş. Anlatanlar burada derin bir “off” çekip susmuş. Dinleyenler yemin vermiş, hop oturup hop kalkmış. “Masal burda kesilir mi” deyip, ısrarcı olmuş. Anlatan kıyamamış, bir “off” daha çekip başlamış anlatmaya: Kaçakçı hocalar, sınırdan bir şeyler geçiriyormuş. Ne olduğu Allah’a malum bize meçhul. Ama bu geçirdikleri her neyse; ölür, yaralanır, yakalanır, işkence görür, hapse girermiş. Kimse kaçakçılara dokunmazmış. Soruldu mu “Allah’ın yardımı” der, geçiştirirlermiş. Kimileri “hoppala” demiş. Bu “hoppala” hayra alamet değilmiş. Bundan sonra bir soru gelir, tüm işleri berbat edermiş. Hakikatte hoppaladan sonra gelen soruyla nüksedermiş. Sizin inandığınız Allah, posilerin inandığı “şey” gibi. Hep kaçakçıya çalışıyor. Niyeyse kaçırılanı unutuyor. Doğru mu anladım?

Soru havada kalmış, ordan bir tren geçmiş, bir öküz trene bakıp aşık olmuş.

Kaçakçılar Xebîs’ten korktukları kadar Allah’tan korksa, cümle dertler son bulurmuş. Rivayet edenler böyle der amma işin aslını bir Allah bilirmiş.

Kaçakçılar kaçakçılığa, kaçırılanlar kaçırılmaya razı olmuş. Alan razı, veren razıymış. Dağların zirvesinden dünyaya bakıp, direk diplerinde oturanları küçümsemeye devam ederlermiş.

“Xebîs bunlara karışmazmış” dedik. Niye karışsın anam babam? Bunlar çikleti balon yapıp patlattıkça, Xebîs “10 10 cepte” dermiş. Ha bir de sevmediği biri oldu mu, bunların yaptıklarından sorumlu tutar, kör kuyulara atarmış. Anlatan burda bir “off” daha çekip anlatmaya devam etmiş.

Neyse, laftır bu, çektin mi sakız gibi uzar. Uzadı mı adamı yorar. Yorulan uyur, uyuyan rüyasında bulur…

Efendime söyleyim, gel zaman git zaman, işler değişmeye başlamış. Develer youtuber’lıktan sıkılıp tellal olmaya, pireler kuaför salonunu kapatıp berberliğe dönmüş. “Hazreti Google” Gavur Google oluvermiş. “Doğal olandan şaşmayacaksın şekerimm” diyenler yeniden artışa geçmiş. Geçmiş geçmişte, Mitli dinin etli kısmı kokmaya başlamış. Çarşı pazar karışmış, dinar pul, dirhem zül olmuş. Et bulamayanlar Xebîs’e yan gözle bakmaya başlamış. Xebîs yine “eyt”, “üyt” demiş ama sesi eskisi gibi gür çıkmamış. Uzaklardan bir ses gelmiş: “Zalim Allah’ın kılıcıdır. Onunla intikam alır, sonra ondan intikam alır.” demiş. Basiret ehli beklemeye başlamış. Allah, Xebîs eliyle çok zalimden intikam almış. Bir de mazlumlar varmış ki ne sen sor ne de ben anlatayım. Ah’ları göğe çıkmış, azap olup semaya asılmış. Zalimleri devirecek bir sarsıntı, bir çığlık, bir rüzgar olmak için gün sayarmış.

Bu masal biter mi? Zor! Peki, ne olmuş? Ne kimse muradına ermiş ne de kerevetine çıkmış. Gökten elma düşmesini bekleyenler avucunu yalamış. Elma öyle pahalanmış ki maden gibi yer altına inmiş. Sabreden derviş mi? Sabretmeye devam etmiş. Xebîs mi? Çıyandan ayrılıp ayıyla yatağa girmiş. Göz süzmeler, romantik yemekler, düşman çatlatmalar, ergen tripleri, kabarık faturalar… Kaçakçılar mı? “Sarı çiyana ölüm” diyorlarmış. Gel gör ki taşı sarı çiyana değil, birbirine atıyormuş. Bu işe akıl sır ermiyormuş. Ola ki erdi, sarı çiyandan önce kaçakçılar adamı taşa tutuyormuş… Ahali mi? “Rey’im ekmek partisine” diyormuş… Kadınlar bildiğin gibi; kocalarından şikayet ediyormuş… Adamların muhabbeti belli: ikinciyi ala ala bitiremiyorlarmış. Hayaller Paris gerçekler Esenler’miş… Çocuklar mı? Bu masalda onlara yer yokmuş. Çünkü çok temizlermiş!

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver