Genel Bakış

Allah’ın adıyla.

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selam, Nebi’miz Muhammed Mustafa’ya, onun temiz ailesine, ashabına ve kıyamete kadar tâbilerinin üzerine olsun.

Bu Terazi Bu Sikleti Çekmez

Dünya, çok büyük olaylara gebe. Zira, zulüm ve ahlaksızlıkta ölçü tanımayan devletlerin, kibir ve doymak bilmeyen bir hırsla attıkları her adım, üçüncü dünya felaketine davetiye çıkarır nitelikte.

Bugün dünyada yaşanan sel, kasırga, yangın gibi doğal afetler ve bunların sebebiyet verdiği hasar, hâlihazırda devam eden savaşların sebep olduğu hasar ve yıkımdan çok daha belirgin ve etkili durumda.

Biz muvahhidler, mevcut durumu Rabbimizin ilgili ayetleri ışığında anlıyor ve anlamlandırıyoruz.

“Kendilerinden önce (yaşamış olanların) akıbetlerinin nasıl olduğunu görmek için yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı? Onlar güç ve yeryüzünde (yaptıkları) eserler bakımından bunlardan çok daha üstündüler. Allah onları günahları sebebiyle (azapla) yakalayıverdi. Onları Allah’tan koruyacak hiç kimse de olmadı.” [1]

“İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) sebebiyle karada ve denizde bozgunculuk baş gösterdi. Belki (İslam’a) dönerler diye Allah yaptıklarının (cezasının) bir kısmını onlara tattırmaktadır.” [2]

“Rabbinin zulmeden beldeleri yakalaması da işte böyledir. Şüphesiz ki O’nun yakalaması elem verici, çetindir.” [3]

Dünya devletlerinin zulmü, fahşa ve münkerde yarışı, helak ve yıkıma davetiye çıkaran günah toplumu inşa etmeleri elbette karşılıksız kalmayacak ve Allah’ın subhanehu ve teâlâ değişmez sünnetleri doğrultusunda toplumlar bedel ödeyecektir.

Bu saydıklarımızın yanında asıl sorun, dünyanın mevcut düzeni kaldıracak asgari koşullardan mahrum kalması ve üçüncü dünya felaketini engelleyecek sebeplerin birer birer ortadan kalkmasıdır.

Neredeyse iki ülkenin dahi dünyayı ilgilendiren ortak ve küresel sorunlarda aynı noktada durmadığı, gün geçmesin ki yeni bir ittifakın bozulup, yeni düşmanlık ve dostlukların ilan edildiği bir süreçten geçiyoruz.

Bir asır boyunca iki kutupla idare edilen ve küresel sorunlarda iki ayrı ve zıt tutuma alışmış dünyanın, onlarca farklı kutba ve her gün bir yenisinin eklenmesine daha ne kadar tahammül edeceğini kestiremiyoruz. Daha önce yaşanan dünya felaketlerinden bildiğimiz, bu denli gerilmiş ve kızışmış olan fay hatlarının, çok basit ve küçük sebeplerle harekete geçebileceği ve küresel çapta yaşanacak felaketlerin an meselesi olduğudur.

Dünyanın ekonomik ve askerî olarak ağırlığını oluşturan ABD ve Avrupa (Batı bloğu), kendilerini bir arada tutan birçok konuda görüş ayrılığı yaşıyor. Alışılmışın aksine bu ayrılıklar, kapalı kapılar ardında değil, tüm dünyanın gözü önünde tartışılıyor.

Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilan edilmesi olayında neredeyse bütün bir Avrupa, ABD karşısında yer almıştır.

Suudi Arabistan’a biçilen yeni rol (ılımlı İslam!) ve Suud’un yeni görevine hazırlık olarak attığı hemen her adım, ABD’den destek Avrupa ülkelerinden ise açık muhalefet görmektedir. İran’la varılan nükleer antlaşmanın iptali; Suud’un, İran’ı bahane ederek iç işlerine müdahale ettiği; Lübnan meselesi ve Filistin sorununun da Suud eliyle İsrail’i rahatlatma operasyonu da dahil, Fransa öncülüğünde bütün bir Avrupa, ABD karşısında konumlanmıştır.

Buna ek olarak ABD’nin Ortadoğu ve Asya’da en ciddi iki müttefiği Türkiye ve Pakistan’la yaşadığı gerginlikler de ciddi bir gerilim hattı oluşturmaktadır.

Bir diğer gerginlik Kırım meselesi başta olmak üzere Rusya ve Avrupa ülkeleri arasında yaşanan gerginliktir.

Rusya ve Çin’in Ortadoğu’da oluşan yeni durum/düzensizlikten faydalanarak üs kurma ve ganimet paylaşma hırsı, araç ve hedef anlaşmazlığı nedeniyle başka bir gerginlik alanıdır.

Körfez ülkelerinin Katar’la yaşadığı sorunlar, Türkiye’nin Katar’a verdiği destek, Suud-Mısır-BAE için bir kabus olan İhvan üyelerinin Türkiye ve Katar’a sığınması ve ayrıca Suriye bataklığında bu iki kampın öncelikler ve hedef anlaşmazlığı da ayrı bir gerginlik noktasıdır.

AK Parti ile birlikte AB üyeliği sürecinde hayli mesafe kateden Türkiye’nin, birden fazla konuda AB ile gerginlik yaşadığı ve iki tarafın da bu gerginliği iç politika malzemesi olarak kullandığı gözlemlenmektedir.

Bütün bu gerginlikler (ve saymadığımız daha fazlası) dünyayı harekete geçmeye hazır bir fay hattına çevirmiştir.

Ve hiç şüphesiz, yaşanması muhtemel üçüncü dünya felaketi, ilk ikisinden çok daha vahim sonuçlar doğuracaktır.

Dünyada var olan nükleer silahların, bütün yerleşim alanlarını yok edecek kapasitede olması ve bu gücü elinde bulunduranlardan ABD ve Kuzey Kore liderlerinin akıl sağlığı durumuna bakıldığında, dünyayı nasıl bir tehlikenin beklediği daha iyi anlaşılacaktır.

Ne Yapmalı?

Bizler, çevremizde yaşanan hadiseler konusunda, duyarlı ve bilinçli olmak zorundayız. Fillerin tepiştiği bir arenada çimen, büyük oynanan bir oyunda piyon, harlanmış bir fitne ateşinde maşa olmayı kabul etmemeliyiz. Fitne ve karışıklık ortamının vacibi olan ‘bilinen ve emin olunan’ yoldan yürümeli, Allah’a subhanehu ve teâlâ davet ve bunun bir parçası olan salih amellere yoğunlaşmalıyız. Müminlere hidayet ve basiret olan vahyi çokça tilavet etmeli, Rabbimizin okumamızı ve ibret almamızı istediği kader ayetlerini dikkatle okumalıyız. İslam tarihinde ve hususen yakın tarihimizde yaşanan hadiselerden, muvahhidlerin kazandığı ve kaybettiği vakalardan gerekli dersler çıkarmalıyız. Bu dersleri hafızamızda canlı tutarak, çokça unutan ve buna bağlı olarak çokça hata yapan insanın zaaflarından korunmaya çalışmalıyız. İbret aldığımız dersler ve tecrübe edindiğimiz hakikatler ışığında faydalı olup kalıcı olanla, köpük misali geçici olanı ayırt etmeliyiz. Ve tüm bunların yanında sıklıkla Rabbimize sığınmalı, O’ndan hidayet talep etmeliyiz.

Bilgiyi Silaha Çevirenler

Rusya, Suriye’de yaşanan hadiselerle birlikte Ortadoğu’da iyice görünür hâle geldi. Türk medyası Rusya’nın Suriye kazanımları ve Türkiye’yle iyi ilişkilerine yoğunlaşırken; Batı medyası, Rusya’yı çok farklı bir yönden ele almakta ve eleştirmektedir.

İngiltere Başbakanı Theresa May, geleneksel yemek toplantısında Rusya’yla ilgili çarpıcı iddialarda bulundu:

• Bilgiyi silaha dönüştürüyor.

• Batı ülkelerinde seçimlere müdahale ediyor.

• Devlet medyası eliyle yalan haberler yayarak Batı’da kargaşa çıkarıyor.

• Uluslararası düzeni tehdit ediyor.

• Aynı gün Hollanda İçişleri Bakanı bir yazılı açıklama yaparak Rusya’yı suçladı:

• Rus istihbarat elemanları Rusya’nın çıkarlarına yönelik bilgi topluyor.

• Hollanda halkını etkilemek için yalan haberler yapıyor.

• Bazı sanal platformlar aracılığıyla bilinçli haber ve paylaşımlarla Hollanda’da kargaşa çıkarmaya çalışıyor.

Aynı gün, Alman istihbaratının başındaki Bruno, bir konuşma yapıyor ve Rusya’yla ilgili şu endişeleri dillendiriyor:

• Rusya başta Avrupa olmak üzere birçok yerde nüfuz siyaseti güdüyor.

• Sürekli bir şekilde ordusunun kalitesini yükseltiyor ve Avrupa için partner değil potansiyel bir tehdit olma yolunda ilerliyor.

Söz konusu açıklamaların, içerik ve zamanlamasıyla bir tevafuk eseri olmadığı, bilinçli ve programlı bir çalışmanın neticesi olduğu izahtan varestedir. Avrupa’nın yanında, ABD başkanlık seçimlerine müdahale ettiği gerekçesiyle Rusya hakkında bir soruşturma yürütüldüğünü de ekleyelim.

Rusya Ne Yapıyor?

• Hedef ülkede var olan siyasî-dinî-mezhebî-etnik farklılıkları tespit ediyor.

• Bu gruplar üzerinde akademik çalışmalar ve yerinde istihbarat faaliyetleriyle bilgi topluyor. Toplulukları harekete geçirecek kırmızı çizgiler ve hassas alanlara dair topluluklara özel dinamikleri belirliyor.

• Topluluklar arası birleştirici ve ayırıcı noktalara yoğunlaşıyor.

• Kontrolü zor, masrafsız ve hızlı iletişim sağlayan sanal platformlar ve dijital programlar oluşturuyor. Her bir gruba özel olarak tasarlanan içeriklerle hedef ülke içinde taraftar oluşturuyor.

• Özgün tasarımlar, zengin içerik, cesur paylaşım ve devlet imkânlarının seferber edildiği reklam ağıyla platformları yaygınlaştırıp, takipçi sayısını arttırıyor.

Hedef kitle; dünya görüşlerine, siyasî eğilimlerine ve dinî duyarlılıklarına hitap eden platformların bağımlısı ve sıkı takipçisi hâline geliyor…

Rusya, fırsat kolluyor… Normal seyrinde akıp giden ağlara, kritik dönemlerde müdahale ederek, yönlendirmede bulunuyor ve olayları her bir platformda farklı bir bakış açısıyla değerlendirmeye tabî tutuyor.

Örnek olması açısından bir vaka aktaralım:

2016 yılı başlarında on altı yaşında bir Alman vatandaşı evden çıkıyor ve birgün süreyle kendisinden haber alınamıyor. Aradan otuz saat geçtikten sonra evine dönüyor ve Arap kökenli üç kişi tarafından tecavüze uğradığını iddia ediyor.

Ruslar tarafından yönetilen dijital ağlar ilk anından itibaren olay hakkında yazılı ve görsel haberler yaparak milyonlara ulaşıyor.

Bazı mecralarda, Merkel’in çok sayıda mülteci kabul ettiği, bu tür olayların sıklıkla yaşandığı, Alman polisinin hükümeti korumak için vakaların üzerini örttüğü işleniyor.

Bir başka mecrada, bu haberlerin yalan olduğu, mültecileri ve İslami kimliğe sahip olanları Avrupa’dan çıkarmak için kasıtlı yapıldığı işleniyor.

Yanlı haberler neticesinde, Başbakanlık önünde protestolar yapılıyor. ‘Göçmenlere karşı çocuklarımızı koruyun!’ pankartları ve sloganları eşliğinde Merkel protesto ediliyor.

Soruşturma neticesinde Lisa isimli kızın alıkonmadığı, kendi rızasıyla sevgilisiyle beraber olduğu ortaya çıkıyor. Merkel, yaptığı açıklamada ‘Rusya, yalan haberlerle Almanya’nın iç işlerine müdahale ediyor.’ diyerek haberlerin kaynağına işaret ediyor. Bu bilgiler bizim için önemli midir? Evet önemlidir. Çünkü sanal ağlar birçok insan için bilgi kaynağı hâline geldi. 7,4 milyar olduğu düşünülen dünya nüfusunun 3,4 milyarı internete bağlı ve bu insanların 2,3 milyarı sosyal medyayı aktif olarak kullanıyor. Türkiye’de 46 milyon insan internete bağlı ve bunların 42 milyonu aktif sosyal medya kullanıcısı.

Bir platformun sahih dinî bilgiler, doğru haberler ve küresel sorunlarda duyarlı içerik ve paylaşımlarda bulunması yeterli değildir, olmamalıdır. Kimlerin kontrolünde olduğu ve hangi ellerin bu bilgileri işlediği de önemlidir. Fitne ortamının vacibi olan ‘bilinen ve emin olunan’ yollardan bilgi almak gerektiğini yine hatırlatalım.

Şah Değildi Ama Mollalar Atatürk’ün İzinde

28 Aralık Perşembe (2017) Meşhed şehrinde başlayan, kısa sürede İran’ın geneline yayılan protestolar, yeni yılın ikinci haftası sonlandı.

Göstericiler ekonomik sıkıntıları dile getirip sokaklara çıksa da daha ilk günlerden İran’daki yönetim biçimine, Şii mercilerin şahsına ve İran’ın dış politikalarına yönelik sloganlar atılmaya başladı.

Söz konusu İran olunca, birçok kalem ve söz sahibi yaşananlara dair tespit ve öngörülerini paylaştı. Daha önce sıklıkla tekrar ettiğimiz bir hakikatin altını çizerek konumuza devam edeceğiz.

Maalesef Türkiye Arapça bilmeyen Ortadoğu uzmanlarının, ömründe bir defa dahi Arap ülkesi ziyaret etmemiş strateji uzmanlarının, Farsça, Şiilik ve İran üzerine Wikipedia malumatlarıyla İran uzmanı olan akademisyenlerinin mebzul miktarda bulunduğu bir ülkedir. Uzmanlığı kendinden menkullerin değerlendirmelerine göre:

İran’da çift başlılık varmış, bu nedenle gösteriler Hamaney cenahını zayıflatıp, reformist olan Ruhani cenahını güçlendirmişmiş.

Aklı başında her insan bilir ki; devlet kademelerinde çift başlılığın olduğu hiçbir ülke Lübnan, Yemen, Irak ve Suriye gibi ülkelerde savaş yürütemez. Çift başlı bir yönetimin bu denli geniş bir yelpazede siyaset yapması ve kazanıyor olması ancak ‘kontrollü bir çift başlılıkla’ sağlanabilir.

Gösteriler başarıya ulaşacakmış, ancak Trump’ın ‘İran’da şimdi değişim zamanı’ tweeti göstericileri ürkütmüş… ABD’nin gösterilere destek vermesi nedeniyle beklenen İran baharı akamete uğramış.

2009 gösterileri sırasında ABD Dışişleri Bakanlığı Farsça bir Twitter hesabı açmış ve gösterilere destek vermişti. Acaba Amerikalılar mutad olarak aynı yanlışı yapıp, ezelî düşmanları(!) olan İran’ın kazanmasına niye yardımcı oluyormuş? Uzmanlarımızın buna dair fikri yokmuş. Ruhani ‘Göstericilerin talepleri dikkate alınmalı’ diyerek ve ‘Gösterileri başlatanlar kontrolden çıkabileceğini hesap etmelidir’ açıklamasıyla, bu işin gerisinde radikal mollaların olduğunu ve amacın reformistleri zayıflatmak olduğunu ortaya koymuş. Dış politika harcamaları ve hedefleri konusunda iki kesim arasında derin ayrılıklar mevcutmuş.

Ancak uzmanlarımız, Ruhani’nin İran’ın askeri operasyonlarına kaynak oluşturmak için petrole %50 zam yaptığını ve 34 milyona verilen sosyal yardımları kesen kişi olduğunu unutmuş veya bilmiyormuş…

Birbirini tekrar eden ve hiçbir dayanağı olmayan bu tespitleri bir kenara yazarak bir hakikatin altını bir daha çizelim: Türkiye’de uzman olduğu düşünülen ve mikrofon uzatılan çoğu insan bölgenin yabancısıdır. Dil ve kültür olarak, din ve mezhep anlamında bölgeden ve dinamiklerinden çok uzaktadır.

Bundan sonra;

İran’da devrimden bu yana İslami ve insani haklarını arayan Beluciler ve Kürtler, çoğu zaman gösterilere temkinle yaklaşmakta, kontrolü kaybetmeden muhalefetlerini sürdürmektedirler.

Bölge insanına bunun nedeni sorulduğunda; İran devlet aklının farklı çalıştığını, toplumun muhalif unsurlarını belli aralıklarla yokladığını, böylece hem birikmiş öfkeyi boşalttığını hem de ileriye dönük atacağı yeni adımları belirlediğini söylemektedirler.

Yani İran kontrollü bir çift başlılık ve kontrollü muhalefetle siyaseti ve muhalifleri domine etmektedir.

Anlaşılan odur ki; İran, Şah rejiminin zıddına Atatürk siyasetini örnek almakta, oluşabilecek muhtemel her tür muhalefete devlet eliyle zemin hazırlayıp kontrol altında tutmaktadır.

Şah, 79 devrimi sonrasında Atatürk’ü rahmetle(!) anmış ve Diyanet gibi bir kurum aracılığıyla dini ve dindarları kontrol altına almadığı için pişmanlığını belirtmiştir.

Türkiye’de uygulanan katı Laiklik ve dine baskıya rağmen, İran’da olduğu gibi bir devrim olmamasını, Diyanet kurumunun varlığına, İran’da devrim olmasını ise Diyanetin olmayışı ve mollaların gayriresmî örgütlenmesine bağlamıştır.

El-hak, bu tespiti doğrudur. M. Kamal Atatürk, oluşması muhtemel dinî ve siyasî muhaliflerini tespit eder ve güvendiği adamlara bir mecra oluşturarak, muhalefeti kontrol edebileceği bu mecrada toplardı.

Cumhuriyetin kurulma sürecinde iki çeşit muhalefet olacağını tespit etmişti:

İlki ve en önemlisi dinî bir muhalefetti. Dinin şiarlarına ve âlimlere uygulanacak baskı ‘dinsizleşiyoruz’ algısı oluşturacak ve toplumsal bir muhalefet meydana çıkacaktı. Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş başına da CHP Ankara il başkanı Rifat Börekçi getirilmişti. Böylece ‘dinsizleşmek’ bir yana, devletin açtığı ve dini temsil eden bir kurum algısı oluşturulmuştu. Doksan yıldır dine davet edilen avamın ‘Elhamdulillah, camiler açık, cumamızı kılıyor, Kur’an’ımızı okuyoruz’ sözleri, projenin başarılı olduğunun göstergesidir.

İkinci muhalefet, 1917’de Rusya’da cereyan eden ve hızla tüm dünyaya yayılan Bolşevik devrimiydi. M. Kamal, bu tehlikeyi sezince şöyle bir tedbire başvurdu. Kazım Karabekir, Fuat ve Refet paşalara yazdığı bir mektupta:

“… İçerden ve dışardan muhtelif maksatlarla bu cereyanın (Komünizm) memleketimizin dahiline girmekte olduğu ve buna makul tedbir alınmadığı takdirde de milletin pek ziyade muhtaç olduğu vahdet ve sükûnetin muhill ahvalin hudûsu da daire-i imkânda görülmüştür (birlik ve sükûneti bozacak durumların meydana gelmesi görülmüştür). En makul ve tabii (doğal) tedabir (tedbirler) olarak aklı başında arkadaşlardan hükümetin malumatı dahilinde bir Türkiye Komünist Fırkası (partisi) teşkil ettirmek olduğu anlaşıldı…”

Aynı yıl Türkiye Komunist Partisi kurulmuş ve ‘Komünizm lazımsa onu da biz getiririz’ anlayışının gereği yapılmıştır. Bunun dışında Mustafa Suphi ve Ethem Nejat’ın kurduğu bir Komünist parti daha vardır. Ancak hükümetin kontrolünde olmayan bu iki parti kurucusu bir suikastle öldürülmüştür!

Kanaatimizce mollalar, M. Kamal’in yolundan giderek, memlekete lazım olan muhalefeti başlatmış, ihtiyaç hasıl olunca da bitirivermiştir.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

[1] .40/Gafir/Mumin, 21

[2] .30/Rum, 41

[3] .11/Hud, 102

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver