Darlar/Ülkeler ve Ahkamları  İslam Alametleri -3

 

Bir beldenin İslam-küfür diyarı diye isimlendirilmesi ve bunlara bir takım hükümler konulmasında asıl gaye, mücerred olarak toprak parçasına Müslüman veya kâfir ismi vermek için değildir. Tam tersine o ülkelerde toprak parçası üzerinde yaşayan insanlara bir takım hükümler verilmesi için bu ahkâmlar koyulmuştur. Zaten içerisinde hiç insan olmayan bir belde için: ‘Burası daru’l İslam mı? Yoksa daru’l küfür mü?’ diye konuşmak çok abes olur. Onun için bu mesele, insanların hükümlerini bilmek ve o hükme göre insanlara muamele etmek için vardır.

Bunu belirtikten sonra ‘Bu ülkelerde yaşayan bireylerin hükmü nedir?’, ‘Ve bunlara nasıl muamele edilecek?’ gibi soruların cevaplarının bilinmesi gerekir.

Ülkelerde yaşayan insanlar hüküm bakından üç kısma ayrılırlar:

İslam’ını İzhar Edenler: İslam alâmetlerinden herhangi bir tanesini kendisinde açığa vuran insanlara, nerede olursa olsun, hilafını(küfür-şirk) izhar etmeyene kadar Müslüman muamelesi yapılır.

Küfrünü İzhar Edenler: Kendilerinde şirk amelini izhar eden insanlar vardır. Bu insanlara da kâfir hükmü verilir ve nerede olursa olsunlar kendilerine kafir muamelesi yapılır.

İslam’ını ve Küfrünü İzhar Etmeyenler: Bunlara da ‘meçhulu’l-hal’ denilir. Yani hali meçhul olup, kendisinde hiçbir İslam ve küfür alâmeti belli olmayan, kısacası bizlerin ‘sokaktaki insan’ diye isimlendirdiğimiz kişilerdir. Meçhulu’l-hal olan insanlar, yaşadıkları ülkelere göre hüküm alır. Şayet İslam beldesi ise ‘Müslüman’, küfür beldesi ise ‘kafir’ hükmünü alırlar. Bu kısmı biraz daha açacak olursak;

İslam beldelerinde asıl olan insanların ‘Müslüman’ olmasıdır. O zaman İslam beldelerinde meçhulu’l-hal olan insanlara hilafını izhar etmeyinceye kadar Müslüman muamelesi yapılır. Şayet İslamın hilafı olan küfür ve şirki izhar ederse, İslam beldesi de olsa o şahsa kafir muamelesi yapılır. İslam beldesinde yaşadığımızı farz edelim (inşaallah). Orada hiç tanımadığımız bir insan ile karşılaştığımızda ona direk Müslüman muamelesi yaparız. Ama o şahsın boynunda haç veya belinde zünnar gördüğümüzde ise ona kâfir muamelesi yaparız. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de sahabesine: “Tanıdığına ve tanımadığına selam ver” demektedir. Medine ‘İslam’ toprağı olduğu ve orada yaşayanlarda asıl olan ‘İslam’ olduğu için Rasûlullah bunu söylüyor. Sonuç olarak İslam ülkesinde hali meçhul olup durumu bilinmeyen insanlara, hilafı olan küfrü izhar etmediği müddetçe ‘Müslüman’ muamelesi yapılır.

Şayet belde kafir olan bir belde ise, bu durumda meçhulu’l-hal olan insanlara, hilafını izhar etmeyene kadar kafir hükmü verilir ve ona kafir muamelesi yapılır. Ama bunun hilafı olan İslam alâmetlerinden bir tanesini izhar ettiklerinde, bu insanlara ‘Müslüman’ muamelesi yapılmalıdır.

Meçhulu’l-hal olanlar için yapılan bu açıklamanın delili ise: ‘Hüküm her zaman galip olana göre verilir. Nadir olanın hükmü yoktur.’ fıkıh kaidesidir. Yani hüküm her zaman çoğunluğa göre verilir, çoğunluğun hükmü neyse azınlık da ona tabidir. İstisnai olan bir şeye göre, hükümde bir değişiklik olmaz. O zaman İslam beldesinde çoğunluk ‘Müslüman’ olduğu için, asıl olan insanların ‘Müslüman’ olmasıdır. Küfür beldesinde çoğunluk ‘kafir’ olduğu için, asıl olan insanların ‘kafir’ olmasıdır. Ta ki hilaflarını izhar edene kadar.

Bu kısa açıklamadan sonra kendi konumuza dönecek olursak; herkesin yaşadığı ülke kendisini ilgilendirdiği gibi bizi de yaşadığımız ülke ilgilendirir. Şu anda içinde olduğumuz ülke daru’l İslam değil tam tersine daru’l küfürdür. Bunun sebebi ise galibiyetin ve hâkimiyetin kafirlerin elinde olması ve küfür kanunlarının burada geçerli olmasıdır. Burası küfür ülkesi ise insanlara nasıl muamele edilmesi lazım? -Aslında bu sorunun cevabını yukarıda belirtmiştik. Burada bunu tekrardan sormamızın nedeni T.C. daru’l küfür olmasıyla beraber devletin yöneticileri, halkı ve hatta en aşırı Kemalistlerinin bile kendilerini İslama nispet ediyor olmalarıdır.-

Yukarıda da açıkladığımız gibi hiç tanınmayan ‘sokaktaki insan’ diye isimlendirilen, ne İslamı ne küfrü belli olmayan yani meçhulu’l-hal olan insanlara, hilafını açığa vurana kadar kafir muamelesi -bu o insanın hakiki kafir olduğu manasına gelmez- yapılır. Burada hilafını izhar etmek ise İslam alâmetlerinden bir tanesini izhar etmekle olur. Şayet İslam alâmetlerinden bir tanesini izhar ederse ona ‘Müslüman’ muamelesi yapılır.

İslam Alâmetleri

Alâmet lugat olarak temyiz ve ayırmak gibi manalara gelir. Şer’i olarak İslam alâmetlerinden kastedilen; Müslümanlara has olan ve Müslümanlar yaptığı takdirde onları diğer milletlerden ayıran itikad, ameller ve sözler demektir. Yani İslam alâmetleri Müslüman ve kafiri birbirinden ayıran şeyler demektir. Öyleyse bu tanımdan yola çıkarak diyebiliriz ki: Müslümanlarla müşriklerin ortak yaptıkları şeyler alâmet vasfını yitirdiği için, İslam alâmeti olamazlar.

İslam Alâmetleri Sabit Olup Değişmeyen Şeyler Midir?

Burada asıl mühim olan mesele; ‘İslam alâmetleri sabit olup değişmeyen şeyler midir?’, yoksa ‘Toplumdan topluma, zamandan zamana göre İslam alâmetleri değişir mi?’

Yani Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde İslam alâmeti olarak kabul edilenler, her zaman ve her toplumda İslam alâmeti midir? Ve kim bunları yaparsa yapsın Müslüman mı kabul edilir? Yoksa bu alâmetler zaman içinde müşriklerin de ortak yaptıkları ameller olmasıyla, İslam alâmeti olmaktan çıkar mı?

İslam alâmetleri sabit değildir. Toplumdan topluma/zamandan zamana göre değişebilir. Çünkü burada asıl ‘alâmetlik vasfı’nın korunmasıdır. Yani kafir ile Müslümanı birbirinden ayrıt edilmesidir. O zaman bir dönem İslam alâmeti olan şeyler, zamanın geçmesiyle İslam alâmeti olmayabilir. İslam alâmeti olamayan şeyler de İslam alâmeti sayılabilir. Bunun delili bizzat Rasûlullah’ın uygulamasıdır. Çünkü Rasûlullah, insanların İslam’ına alâmet kabul ettiği bir şeyi daha sonra alâmetlik vasfı kalktığı için İslam için yeterli görmemiş, ya da bazı şeyleri de alâmetler arasına eklemiştir. Tıpkı La ilahe illallah’da da olduğu gibi. Hac ibadeti gibi İslam alâmeti olmayan bir ibadette sadece Müslümanlara has olunca yani sadece Müslümanlar yapınca İslam alâmeti olarak kabul etmiştir. Ayrıca sahabe ve Ehli Sünnet’in anlayışı da budur -ileride açıklaması gelecek-.

Önemli bir husus: Günümüzde tevhid ehli arasında bu sorunun cevabı içtihadı bir ihtilafa sebebiyet vermiştir. Şöyle ki;

Bazıları Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem kendi döneminde İslam alâmeti kabul ettiği rivayetleri mutlak görüp, zahirine dayanarak, İslam alâmetlerinin sabit ve her zaman ve her toplumda geçerli olduğunu söylemişlerdir. Doğal olaraktan ‘La ilahe illallah’ ve ‘namaz’ gibi bir takım amelleri İslam alâmeti olarak kabul etmişlerdir. Bundan dolayı kim olursa olsun nerede olursa olsun La ilahe illallah’ı söyleyen veya namaz kılana ‘Müslüman’ diyerek Müslüman muamelesi yapmışlardır. Bu düşünce, itikadî olarak çok tehlikeli olmakla beraber, yanlış olan bir görüştür. Yanlışlığın sebepleri ise şunlardır;

Bu görüş, İslam alâmetleri tanımına uygun olmayan bir görüş olması hasebiyle aklen doğru değildir. Çünkü İslam alâmeti Müslüman ile kafiri ayıran ve sadece Müslümanların yaptıkları şeylerdir. Oysa bugün kendini tevhide nispet eden bütün âlimlerin ittifakı ile bugünkü yöneticiler tağut ve kafirdir. Buna rağmen bu yöneticiler La ilahe illallah ve ‘Ben Müslümanım’ demekte veya namaz kılmaktadırlar. İslam alâmetlerini izhar ediyorlar(!) Bu çelişki kabul edilemez. Çünkü küfrü en sabit olan insanın yaptığı fiil ile Müslümanların yaptıkları bir fiil aynı zamanda İslam alâmeti olamaz. Bundan dolayı Rasûlullah dönemindeki alâmetleri, şu anda İslam alâmeti olarak kabul etmek, bu alâmetlere göre insanlara Müslüman demek doğru değildir. Bunun yerine Müslümanları kafirlerden ayıran farklı alâmetlerin, İslam alâmeti olarak kabul edilmesi gerekir. Yöneticilerin tağut olduklarının anlatılması, oy kullanmamak, askerlik yapmamak ve tevhidi anlatmak gibi şeyler şu anda İslam alâmeti olabilir. Çünkü bugün, bu ameller sadece tevhid ehlinin yaptığı şeylerdir. Öyleyse biz tanımadığımız bir insanı, bunları yapar gördüğümüzde başlangıç olarak Müslüman muamelesi yaparız ta ki, hilafı olan küfrünü izhar edinceye kadar.

Yine bu görüş hadislerin maksatlarının dışında, hadislere mana vermek olur. Bu da fıkha uygunluk arz eden bir durum değildir. Nitekim Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem siretine baktığımız zaman Mekke’de farklı şeyleri İslam alâmeti olarak kabul ediyorken, Medine’ye gelince bu alâmetlerin dışında farklı amelleri İslam alâmeti olarak kabul ediyor. Örnek verecek olursak;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de iken insanlara: “La ilahe illallah deyin felaha erin” (İmam Ahmed, Müsned) diyerek sadece La ilahe illallah’ı İslam’a alâmet olarak kabul ediyorken Medine’ye gelince ise: “Ben insanlarla La ilahe illallah ve Muhammedun Rasûlullah diyene kadar, onlarla savaşmakla emrolundum. Kim de onu söylerse malını ve kanını korumuş olur. İslam’ın hakkı müstesna, hesapları da Allah’a aittir” (Buhari) demeye başladı. Bu şekilde sadece La ilahe illallah’ı İslam’a alâmet kabul etmeyerek yanına ‘Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür’ü de ekledi. Çünkü Yahudiler kendince La ilahe illallah deyip, Risaleti kabul etmiyorlardı. Bundan dolayı Rasûlullah onların İslam’ı için ‘Muhammedun Rasûlullah’ demelerini şart koştu.

Yine İslam’ın 23 senesinde hac gibi bir ibadet, İslam alâmeti değilken ondan sonra hac ibadeti İslam alâmeti olarak kabul ediliyor. Hac ilk dönemlerde Müslümanların ve müşriklerin ortak yaptıkları bir ibadetti, ama daha sonra: ‘Bu seneden sonra müşrikler mescidi harama yaklaşmasınlar’ (9/Tevbe, 28) ayeti nüzul olunca, hac sadece Müslümanların yaptığı bir amel halini alıp İslam alâmeti olarak kabul edildi.

Yine mutlak namaz İslam alâmeti olarak kabul edilmemişti. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kim bizim namazımızı kılar, kıblemize yönelir, kestiğimizi yerse o Müslüman’dır…” (Buhari)

diyerek bizim kıldığımız gibi namazı İslam alâmeti kabul etmişti. Çünkü müşrikler de kendince namaz kılıyordu. Ki ayette:

“Onların beytin yanındaki namazları ancak ıslık ve alkıştı…” (8/Enfal, 35)

Yine Yahudi ve Hristiyanlar da namaz kılıyorlardı. Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mutlak namazı değil “bizim…” kaydını getiriyordu. Demek ki Rasûlullah kendi döneminde öyle şeyleri İslam alâmeti olarak kabul etmiş ki, bunlar sadece Müslümanlara ait olan ve Müslümanlar yaptığı zaman diğer bütün milletlerden onları ayıran şeylerdi.

Sahabe ve Ehli sünnet alimlerinin cumhurunun da anlayışları bu şekildedir. Nitekim sahabe döneminde zekat vermeyenler ve yalancı Peygambere tabi olanlar ‘La ilahe illallah’ diyorlardı ve ‘namaz’ kılıyorlardı, ama Ebu Bekir radıyallahu anh bunları, onların İslam’ına alâmet kabul etmedi. Onların İslamlarına alâmet olarak ‘Bizim ölülerimiz ateşte, sizin ölüleriniz ise cennette.’ Sözünü kabul ediyordu. Çünkü bununla onlar, içinde oldukları küfrün hilafını izhar etmiş oldular.

Yine Ehli sünnet alimlerin cumhuru namaz, La ilahe illallah vb. hadislerde belirtilen alâmetler için: ‘Tamam bunlar İslam alâmetidir. Ama şartları yerine gelmediği için bazı toplumlarda İslam alâmeti olarak kabul edilmez’ demişlerdir. Burada bazı nakiller yapacak olursak mevzu daha iyi anlaşılacaktır.

İmam Beğavi: ‘Kâfir şayet putperest ise ve tevhidi ikrar etmiyorsa La İlahe İllallah demesiyle İslam’ına hüküm olunur, sonra da İslam’ın tüm ahkâmını kabul edip, İslama muhalif tüm dinlerden beri olmaya zorlanır. Eğer tevhidi ikrar edip risaleti inkâr ediyorsa La İlahe İllallah sözüyle İslam’ına hüküm olmaz, yani Müslüman olmaz. Ta ki Muhammedun Rasûlullah deyinceye kadar. Eğer Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem Risalet’inin ‘Araplara has’ olduğuna inanıyorsa, İslam’ına hüküm olunması için ‘tüm insanlığa’ demesi gerekir.’ (İslam’ına hüküm edilmesi için)

Yine İmam Taberi bu rivayetler için şöyle der: ‘Birinci kısım müşrikler için, ikinci kısım Yahudiler için, üçüncü kısım ise bunların hepsini kabul edip fer’i meselelerde problem yaşayanlar için İslam alâmeti kabul edilir.’

İmam Müslim: Sahihinin iman bölümünde bu hadisi (insanlarla savaşmakla emrolundum) rivayet eder. İmam Nevevi şerhinde: ‘Hattabi dedi ki: ‘Malumdur ki burada kastedilen ehli kitap değil putperestlerdir. Çünkü ehli kitap zaten ‘La ilahe illallah’ diyor. Buna rağmen onlarla savaşılır ve kılıç kafalarından kalkmaz.’

İmam Nevevi devamla şöyle der: ‘Kadı İyaz bunu zikretti -Hattabi ‘nin sözünü- ayrıca üstüne şunları ekledi ve meseleyi açıklığa kavuşturdu. Dedi ki (Kadı İyaz): ‘Can ve malın korunma altına alınmasının ‘La İlahe İllallah’a has olması, bu imanı kabul etmenin bir göstergesidir. Bundan kasıt Arap müşrikler ve tevhid ehli olmayan putperestlerdir. Çünkü onlar ilk olarak İslam’a çağırılıp, bunun üzerine kendileriyle savaşılanlardır. Ama onların dışındakilerden, tevhidi ikrar edenlere gelince, mallarının ve canlarının korunmasında ‘La İlahe İllallah’ yeterli değildir. Zira onlar küfür halinde de bu sözü söylemektedirler ve ayrıca bu onların itikadındandır. Bundan dolayı başka bir hadiste ‘ve benim Rasûl olduğuma şehadet edip, namazı kılıp, zekâtı verinceye dek’ denmiştir.’

İmam Muhammed Siyer-ul Kebirde: ‘Bir kişi nasıl Müslüman olur?’ başlığında bir konu açmıştır. İmam Serahsi de şerhinde bu ayrımın aynısını zikreder.

İmam Muhammed: ‘Bir kâfir; üzerinde bulunduğu şeyin hilafına bir şeyi açığa vurursa, onun İslam’ına hükmedilir. Bu konunun temel delili ise “İnsanlar La İlahe İllallah deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum” (Buhari, Müslim) hadisidir. Rasûlullah bunu söylemeyen putperestlerle savaştı. Ayrıca Medine’de Yahudileri İslam’a davet ettiğinde ise ‘Peygamberliğinin kabulünü’ imanlarına alâmet saymıştı. İmam Serahsi şerhinde: ‘Çünkü Yahudiler onun Peygamberliğini kabul etmiyorlardı. Nihayet onlar bunu ikrar edince, imanlarına alâmet sayılmıştır’ der.’

İmam Muhammed: ‘Bir Müslüman, bir müşriki öldürmek istediği zaman (ona saldırınca) müşrik: Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik ederse, şayet o müşrik bunu söylemeyen (kabul etmeyen) bir toplulukta ise Müslüman onu öldürmekten vazgeçmelidir.’

İmam Muhammed: ‘Bugün Müslümanlar arasında yaşayan Yahudi ve Hristiyanlardan biri Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem O’nun elçisi olduğuna şahitlik edecek olsa Müslüman olmaz.’

Yani bir Yahudi ve Hristiyan’ın; ‘Ben Allah’ın varlığını ve birliğini ayrıca Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın elçisi olduğunu kabul ediyorum’ demesi; ama bunun yanında da İsa aleyhisselam veya Üzeyir’i aleyhisselam, ‘Allah’ın oğlu’ olarak kabul etmesi kendisine hiçbir fayda sağlamaz ve bu onun Müslüman olması için yeterli değildir. Günümüzde de bir kişi şehadet getirse ve bunun yanında bir şirk fiili işliyor olsa, bu kişiyi de bu söylediği kelime Müslüman yapmaz ve kendisine fayda vermez.

İmam Serahsi bu cümlenin açıklamasında: ‘Çünkü herkes bilir ki aramızda yaşayan her Yahudi ve Hristiyan bunu söylemektedir. Kendisinden bu şehadetle ilgili açıklanma istediğinde ise ‘Muhammed size gönderilmiştir, bize değil derler’… O halde onlardan birinden bu sözü işitirsek (kelime-i şehadet) bu söze ilave olarak kendi dininden teberri ettiğini de işitmemiz gerekir. Kendi inancına muhalif bu sözü de (dininden biri olmayı) eklerse, ancak o zaman İslam’ına hükmederiz.’

Daha sonra Serahsi hocası olan Abdulaziz el-Helevani’den: ‘Bizim burada, Mecusiler dışında herkes Müslüman olduğunu söylüyor. Bu nedenle ancak Mecusilerden biri ben Müslüman’ım derse onun İslam’ına hükmedilir. Nitekim onlar kendileri için bu vasfı kabul etmezler. Zira onlar çocuklarına kızdıklarında ‘Be hey Müslüman’ derler, dediğini aktarır.’

Bu konuda sadece Hanbeli mezhebinde La ilahe illallah ve namaz her yerde İslam alâmeti olarak kabul edilmiştir. Ama bunu alâmet kabul etmelerindeki şart, bu şahsın küfre girdiğinin belli olmamasıdır. Yoksa muayyen olarak bu şahsın küfrü sabit olmuşsa, yine kılmış olduğu namaz ona alâmet olmaz, demişlerdir. Bu görüşe göre de içinde yaşadığımız toplumun küfre girdikleri nokta belli olduğu için La ilahe illallah ve namaz onların İslam’ına alâmet olamaz.

Sonuç olarak; bugün yaşadığımız beldede İslam alâmeti kişinin mevcut olan şirklerden teberri etmesidir. İnsanları İslam’a davet eden, onları tağulardan sakındıran biri görülürse, hiç tanımasak bile başlangıç olarak o kişiye İslam’la hükmedilir. Çünkü İslam alâmetlerinden birini yerine getirmiştir. Daha sonra o kişinin küfrü görülürse, ancak o zaman ona kafir muamelesi yapılır.

Hatırlatma

Riddet ve küfür toplumunda La ilahe illallah, namaz vb. amelleri İslam alâmeti kabul edenlerin hükmü nedir?

Bu insanların hükmü, sadece fikir yanlışlığı ve içtihadî bir hatadır. Kendileri şirk koşmadıkları müddetçe bizim kardeşlerimizdir.

Davamızın sonu: Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver