Elinizdekinin Kıymetini Bilin

Bir çok şeye sahibiz. Mal, makam, para, eş, çocuk… Bunlar arasında en çok değer verilen meta kişiden kişiye göre değişir. Kimi malı önceler, kimi makamını… Kimi eş ya da evladını… Her ne kadar eş ve evladı önemseyenler pek az olsa da elhamdülillah varlar ve i’rabta en güzel yerlerini almışlar. Ancak maalesef ehlini önemsemeyenler, onların istek, ilgi ve ihtiyaçlarına cevap vermeyenler çoğunluğu oluşturuyorlar.

 

İslam’la alakası olmayan kişilerin eş ve çocuklarına bakış açılarındaki değerin, sıfırın altında olması çok şaşılacak bir durum değil. Zira adam selamette(İslam) değil ki, selamet versin. Emniyetli bir limana sığınmamış ki, eman olsun, güven olsun.

 

Biz, kendini İslam’a nispet eden ailelerde gördüğümüz ve gördüklerimizin bizi son derece üzdüğü eksikliklerden bahsetmeye çalışacağız. İslam olmayanlar şöyle bir kenara dursun.

 

Allah’ın subhanehu ve teâlâ bir nimetidir eş ve çocuk. Ve bir takım haklar vermiştir Allah onlara. Sorumlusu, evin reisi Rasûl’ün sallallahu aleyhi ve sellem ifadesi ile çobanı, bu hakları yerine getirmekle mükelleftir. Kulluğunun bir parçasıdır bu mükellefiyetleri yerine getirmek. Yerine getirilmeyişi, tıpkı diğer emirler göz ardı edildiğinde karşılaşılan ikaz, ikab ve hüsrana sebep olur.

 

Bu sorumlulukları bilmeyen yoktur. Sorun, bilinenlerin pratiğe yansımamasındadır. Bu yansımayışın farklı farklı sebepleri vardır. Biz bir kaçını zikredeceğiz.

 

Çalışmayan baba yoktur. İşi olmayanlar da evinin geçimi için iş ararlar. Gecesini gündüzüne katar babalar, harıl harıl çalışırlar. Öyle yoğundurlar ki, dinlenmeye dahi vakit bulamazlar. Tabi dinlenmeye vakit bulamayan adam, ehli ile ilgilenmeye vakit bulabilir mi?

 

Oldu ki çocuk ilgi istedi, bahane ile babasına bir soru soracak oldu. Cevap vermeye dahi hali yoktur babanın yorgunluktan. Ya annesine transfer eder yavrucağı ya da başından savar.

 

Bir çok çocuk, babasını göremez. Zira babası işten eve geldiğinde, yavrucak onun hayali ile çoktan uykuya dalmıştır. Sevgi ihtiyacı, aklına takılan soruların cevaplanması hep ertesi güne kalmıştır.

 

Bazı babaların, pazarı dahi yoktur. Çok çalışmalıdırlar. “Parka gidelim mi?” sorusunun cevabı hep “sonra gideriz çok işim var” olur. Beraber oyun oynamak, yalnızca çocuğun hayallerinde vardır.

 

“Nankörlük etmeyin canım. Adam yavrularına rızık temin etmek için gecesini gündüzüne katmış çalışıyor, yine de yaranamıyor.” derseniz, deriz ki;
Yavrusunun midesi için çalıştığı kadar, ruhu için de çalışıyor mu babamız?

 

Çocuğun bedenini ekmek büyütecek. Bu doğru. Peki ruhu da mı unlu mamullerle, bakliyatla büyüyecek? Yoksa o tertemiz ruhu babasının ilgi, şefkat ve merhameti mi geliştirecek? Bir çocuk yetiştirmek istiyorsanız bedenine nasıl bakıyorsanız, ruhuna da duygularına da zihinsel gelişimine de aynı şekilde itina göstermelisiniz. Hatta daha fazla özen göstermelisiniz. Çünkü insanı insan yapan, hem Allah katında hem insanlar yanında değer kazandıran şekli şemali sureti değil, kişiliğidir…

 

Her insanın bir iş ve arkadaş çevresi vardır. Kimileri bu sosyal çevre ile ilişkilerini ayarlayamazlar. Ya hiçbir yere gitmez, kendilerini internet veya televizyona adarlar; ya da eve sadece yemek yemek için uğrayıp, ahbaplarının yanından gelmezler. Gelemezler.

 

İslami camiada olanlar da eve pek uğrayamazlar ama iddialarına göre onların durumları farklıdır. Onların boş ve faydasız birliktelikleri yoktur. Onlar her oturumu İslam ve sorunları ile açar kapatırlar. Tek dertleri İslam’ın yeryüzü hakimiyetidir. Bunun için evlerinden misafir eksik olmaz ya da hep bir yerlerde misafirliktedirler. Beraber oldukları insanlarla, sabahlara kadar İslam’a dair konuşurlar. Bu arada misafire ikram da lazım. Evin hanımı arı gibi çalışır. Yemekler, ardından çay ve meyve, gecenin ilerleyen saatlerinde uykular kaçsın diye içilen kahve… Konular uzadıkça uzar. İçeride kaç devlet yıkılır, kaç devlet kurulur hesabı bilinmez ama dışarıda da hesaplaşanlar vardır birbiriyle bu arada. Misafirlerin çocukları birbirlerini yerler. Dövüşen, didişen, birbirini ısırıp ağlaşan, geceyi annelere zehir eden çocuklar… Saat ilerledikçe uykusuzluktan hırçınlıkları arttıkça artan, artık anneye saldıran çocuklar… Onları uyutmak için can çekişen, habire kalkması için eşine haber gönderip olumsuz yanıt alan ya da hiç haber alamayan kadınlar ise zaten hep gariban… Artık tahammülleri kalmaz çocukların. Her biri bir köşede sızıverir. Bu sefer annecağız, aman çok su içtiler altlarını ıslatmasınlar diye diken üstündedir…

 

Evin hanımı ise artık bitmiştir. Sabahtan maraton başlamış, yemekler hazırlanmış, misafirlerin yiyip içmesi ile mutfak afet yeri halini almıştır… Çocuk gürültüsünden kafalar kazan gibi olmuş, ilerleyen saatlerde sessizliğin hakim olması ile yorgun kadınlar uykudan başka bir şey düşünemez olmuştur… Babalar ise bu olanlardan tamamen habersiz, ilgisiz, kalkmaya niyetsiz, oturmaktadırlar. Yine haksızlık ettiğimizi mi düşünüyorsunuz. “Adam tek gitmemiş, çoluk çocuğunu da beraberinde götürmüş” derseniz asıl haksızlığı siz yapmış olursunuz… Bu oturumlar o kadar sık tekrarlanır ki, aile kavgalarına dahi neden olur.

 

Bazen tek de katılırlar babalar bu oturumlara. İşten çıkar çıkmaz giderler davet edildikleri yere. Eve geç gelmek şöyle bir kenara dursun hanımı haberdar dahi etmezler kimi zaman. Zavallı kadın acaba başına bir iş mi geldi diye üzülür durur. Eve gelince adam “Nerde kaldın bey?” diyen kadın, “Sana hesap mı vereceğim?” denilerek susturulur. Ya da makul bir açıklamayla savuşturulur.

 

Misafir olmadığı ya da olunmadığı günler de bundan pek farklı değildir erkeğin ailesine ilgisizliği. Bu sefer de kitaplara gömülür eş… Okumalıdır. Ve onun konsantrasyonunu kimse, hele çocuk hiç bozmamalıdır.

 

İlgi bekleyen çocuk kitabın bitmesini, babanın dinlenme vaktinin gelmesini bekler. Ama bu bekleyiş de boşunadır. Çünkü baba dinlenmek için sessiz bir ortamı aramakta, çocukları yanından uzaklaştırmaktadır.

 

Yavrucak sürekli anne ile bir aradadır. Anne kimi döver kimi sever. Tüm yük onda olduğu için artık sabrı kalmamıştır. Bu nedenle otoritesi zayıflar ve tek başına terbiye edemez çocuğunu. Daha fazla uzatmayalım. Vakıa resmedildiğinden daha vahim, örnekler ise kesinlikle verilenden çok daha fazla…

 

Şimdi de bu gruba soralım:

 

Arzulanan İslam devleti, yalnız erkeklerin yaşadığı bir devlet mi acaba? Kadına ve çocuğa yer yok mu bu devlette?

 

Neden mi?

 

Çünkü siz bu devleti kurma aşamasındaki uygulamalarınızla çoktan kadınların sinirleri laçkalaşmış, bedenleri hastalanmış; çocuklarınız ilgisizlikten, sevgisizlikten sağlıklı gelişememiş, kendini ifade etmekten yoksun, manevi hastalıkları olan bireyler haline gelmiş olacaklardır.

 

Söylenilen, hararetle savunulan inancın samimiyeti, uygulamada ortaya çıkar. Bugün kendi çocuğunu ihmal ederek, başkalarının çocuklarını İslam yapmaya çalışanlar hezimete uğrayacaklardır. Zira dışarıdakinin hidayetine vesile olacağım derken ihmal ettiği, ne sevgisini ne ilgisini sözüm ona yoğunluktan gösteremediği çocuğunun dalaletine sebebiyet verecektir bu tutum. Ya da dediğimiz gibi sevgi eksikliği olan, kimseyi sevemeyen, kalbinde hakim duygu kıskançlık, inat, bencillik olan, güvensiz bireyler yetişecektir. Baba ile sağlıklı diyalog kuramayan çocuk, sevgiyi ilgiyi hep başka yerlerde arayacaktır. Hayatında düzen, disiplin, kural olamayacaktır. Çünkü çocuk bunları kendinden öğreneceği babasıyla hiç zaman geçirmemiştir.

 

Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten öncelikle korumamız gereken kendi ehlimizdir.

 

Yavrunuz elinizden kayıp gittiğinde ise, her şey için artık çok geçtir.

 

İlgi, sevgi deyince öyle korkutmasın bu kavramlar sizi. Saatlerinizi verin demiyoruz. Nitelikli beraberlikler yaşayın, onlarla öyle bir ilişki kurun ki sevildiklerini, değerli olduklarını hissettirin. Sizinle olmaktan zevk alsınlar ve siz de aynı hisleri yaşadığınızı ona belli edin. Oyun oynayın, kısa bir hikaye anlatın, okuduğunuz kitaptan bir paragrafı anlamasa dahi paylaşın, ona küçük bir yazı okutun, size hizmet etmesini talep edin, küçük sorumluluklarını yerine getirirken ona yardımcı olun, beraber boyama yapın, ev ihtiyaçlarını beraber karşılayın, iş yerinize götürün… Yanında bulunamasanız da bir not, bir hediye, küçük bir sürprizle ya da arayarak gönüllerini alın. Yaptıklarını değerlendirin, övün, destekleyin… Tüm bunlar samimiyetle yapılırsa, süresi kısa da olsa etkili olacaktır inanın.

 

Bir çok anne baba çocuklarının fıtri özelliklerinin, ahlaki yapılarının, yetenek ve kabiliyetlerinin farkında dahi değiller. Ya da evladının kabiliyetlerinin farkına varıp da, onu yeteneğine uygun bir alana yönlendirmekte acizlik gösterirler. Oysa ki sahip olunan yeteneklerin açığa çıkarılması çocukta güvenin oluşmasına, çocuğun kendini iyi hissetmesine, sosyalleşmesine, kötü alışkanlıklardan uzak kalmasına sebep olacaktır. Tabi bunun öğrenilebilmesi için çocuk ile zaman geçirmek şarttır.

 

Bir gün yavru deve babasına sorar.

– Babacığım bizim boynumuz neden uzun?

– Evladım çölde, çok uzaklardaki tehlikeyi görebilmemiz için böyle yaratılmışız.

– Peki baba bizim neden hörgücümüz var?

– Çölde su yoktur. Biz susuz kalmayalım diye bu şekilde yaratılmışız.

– Eee… Toynaklarımız neden geniş?

– Yavrum bir tehlike olduğunda hızla koşabilmemiz için Allah geniş yaratmış.

– Ee baba biz süper yaratılmışız. Öyleyse bu hayvanat bahçesinde ne işimiz var?

 

Bir gün karşınıza çıkıp kabiliyetleri doğrultusunda yetiştirmediğiniz, ona uygun ortamlar oluşturmadığınız için size sitem ederse yavrularınız şaşırmayın. Hadi sitemi geçtim, suçlanırsanız bu daha acı olur zannındayım.

 

Daha önemlisi çocukların ahlaki eksikliklerin tespit edilip, düzeltilmesidir. Yalan söyleyen, babasının cebinden para çalan, misafirlerin çantalarını karıştırıp birşeyler aşıran, aşırı kıskanç olan, arkadaşlarının arasını açmak için fitneler çıkaran, yaptığı hatalarda hep başkalarını suçlayan, inatçı, iki yüzlü, laf taşıyan, evin sırlarını ifşa eden çocuklar var… Aile çocuğu ile diyalog içerisinde olmasa onu nasıl tanıyacak? Bu hastalıklarına nasıl çözüm bulacak?

 

Ne mi yapmalıyız? Ez cümle, son cümle çocuklarımız ile zaman geçirip onları tanımaya çalışmalıyız. Hiç değilse haftada birkaç saatimizi onlara ayırmalıyız.

 

Son olarak benim gıpta ettiğim bir konuşmayı size aktarmak istiyorum

 

Misafirliğe gitmek için yeni tanıştığı arkadaşını arayan bir Müslüman’a karşıdaki adamın verdiği cevap çok anlamlı:

 

– Kardeşim hakkını helal et ama haftanın beş günü çalışıyorum ve eve yorgun geliyorum. Bir günümü sohbete bir günümü de ehlime ayırıyorum. İlle görüşmek istersen sohbet yaptığımız yere gel, dersten sonra sana biraz zaman ayırabilirim.

 

Bu cümleler eleştiriye açık olmakla beraber hoşuma giden, şahsın hayatındaki düzen ve bu düzeni korumak için ‘hayır’ demesini bilmesi. Ve en önemlisi konumuzla alakalı kısmı, evlatlarına zaman ayırabilmesi.

 

Ders alınması temennisiyle…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver