Namazlarımızdan Nasıl İstifade Edebiliriz – 4

Kalpleri evirip çeviren Allah’a hamd olsun. Yeryüzünden şirki ve şirk ehlini silen, onlara karşı mücadele eden Rasûlullah’a ve sahabesine salât ve selam olsun.

Kardeşim! Nimet olan her şey muhafaza edilmeli ki Rabbim bizden onu çekip almasın. Namazlarımız, imanın içinde bize verilen en önemli amel ve nimettir. Bu nedenle namazlarımızı muhafaza etmek bizim için bir sorumluluktur.

Namazı muhafaza etmenin birçok yöntemi vardır. Bunların içinde en önemlisi namazlarımızı sevmektir. İnsan sevdiği şeyin kölesidir. Ona olan bağlılığı, birbirine geçirilmiş halka misalidir. Namaza karşı sevgi kalpte yer etmiş ise insanın ondan ayrı kalması ve ona karşı nankör olması zordur.

Kalpte namaza karşı sevgi beslemek kolay değildir. Bizler ‘namazlarımı seviyorum’ demekle namazları sevebileceğimizi zannediyoruz. Oysa sevgi, ‘sevdim’ demek değildir. Sevgi kalpte olan duygudur. Seviyorum demekle de ispat edilmez.

Müslüman olup da namazı sevmeyen yoktur. Ve hepimiz namazlarımızı sevdiğimizi söylüyoruz. Fakat yaşantımızı ve maneviyatımızı gözden geçirsek görülecektir ki en çok sıkıntı yaşadığımız veya gevşek olduğumuz ibadet, namazdır. Belki de birçoğumuz ‘Vay o namaz kılanların haline ki onlar namazlarında gaflet içerisindedirler’ ayetine muhatabızdır. Peki, soruyorum bu nasıl sevmektir kardeşim? Namazı hem seviyoruz hem de en çok onu eda etmede sıkıntı yaşıyoruz. Burada problem yok mu sence? Elbette problem var. Çünkü bizler namazı sözde seviyor, kalpten sevemiyoruz. Oysa sevgi, kalpten ve içtenlikle olmalıdır.

Kalp birçok şeye meyyaldir. Kalp bugün namazı severken, yarın dünyayı sevebiliyor. Sevgide zemin kaygan ve sabit kalmak oldukça zordur. Kalpte, ibadetlerimize karşı sevgiyi istikrarlı kılmak ancak Allah’ın yardımıyladır. Yani sevgi, Rabbimin dilemesi ve kalbimize yerleştirmesi ile mümkündür. Bunun için dua etmemiz üzerimize bir vecibedir.

Kalbimizde namaza karşı yer açabilmemiz veya onu sevebilmemiz için dikkat etmemiz gereken ikinci nokta, Allah ve Rasûlü’nü sevmektir. Onlara karşı bir muhabbet ve özlem duymaktır. Emirlere riayet/icabet etmek ve değer vermek, emredenle bağlantılıdır. Biliyorsun ki insan sevdiği kişinin sözünü yere düşürmez. Mesela; sana sevdiğin birisi muhafaza etmen için bir emanet verdiğinde o emaneti gönül hoşnutluğu ile korur, sevdiğin kişiye mahcup olmamak için elinden geldiğince emanete sahip çıkarsın.

Kardeşim! Namazlarımız Allah’ın subhanehu ve teâlâ bizlere olan emanetidir. Onu eda etmek, her vakitte önemle muhafaza etmek bize farz kılınmıştır. Senin bu görevi hakkıyla yerine getirebilmen için Allah’ı ve Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem sevmen gerekir.

Allah’a hamd olsun ki din olarak İslam’dan, Rabb olarak Allah’tan ve Rasûl olarak Muhammed Mustafa’dan razı olduk. İnsan istemez mi her şeyi ile kendisini feda ettiği imanından lezzet alsın. İmanın gerektirdiği şeyleri yerine getirirken ondan istifade etsin. İnsan istemez mi yaptığı amelleri Allah katında makbul olsun. Elbette herkes ister, herkes ümit eder. O zaman Allah ve Rasûlü’nü seveceğiz ki namazlarımızı sevelim ve ondan lezzet alabilelim.

Rasûlullah şöyle buyurur: “Üç şey vardır ki, kimde bulunursa imanın tadını alır. Allah ve Rasûlü’nü her şeyden çok sevmek, sevdiği kişiyi Allah için sevmek ve imandan sonra küfre girmeyi ateşe girmek gibi kerih görmektir.” (Buhari, Müslim)

Namazlarımızı kılarken kimin emrettiğini düşünmeliyiz. İnsan yaptığı ameli kimin için yaptığını ve o amelle kimi razı ettiğini bilirse, o amelini daha dikkatli eda eder. Onun azameti ve yüceliği karşısında namazlarını daha huşu ve reca ile kılar. Kıldığımız namazlar Allah’ın ve Rasûlü’nün emridir. Namaza başladığımız andan, bittiği ana kadar Kerim olan ve bizleri yaratan Allah’ın huzurundayız. Namazlarını sen Rabbini görmesen de görüyormuş gibi kıldığın zaman, namazın ihsan, ihlas ve huşu üzere olur.

İbn Kayyım rahimehullah namaz kılanları beş mertebeye ayırıyor. Beşinci mertebeyi şöyle zikretmektedir: ‘Kul Rabbinin huzurunda kıyamda durur. Kalbini Allah’ın subhanehu ve teâlâ arşında Rabbinin önüne koymuştur. Sanki Rabbini izliyordur. O’na bakıyordur. O’nun azametini hissettikçe kalbinde ürperti oluşur. Rabbinin ona baktığını hissedince kalbinde hayâ oluşur. Boynu bükülür. Gözleri yaşarır. Rabbine daha fazla dua etmeye başlar. Rabbini kendine yakın hissettikçe sesi daha fazla kısılır. İşte bu namaz Mümin için miractır.’

Kardeşim! Allah ve Rasûlü’nü sevmek bizim lüksümüze bırakılmamıştır. Bilakis bu, iman ve küfür meselesidir. Allah ve Rasûlü’nü sevmek kişiyi Müslüman yaptığı gibi sevmemek ise kişiyi din dairesinden çıkartır. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:

“İnsanlar içinde Allah’tan başkasını Allah’a ortak koşanlar vardır. Onlar o ortak edindiklerini Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a sevgisi ise çok daha sağlamdır. Zulmedenler azabı görecekleri vakit kuvvetin bütünüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten çok şiddetli olduğunu bir bilselerdi.” (2/Bakara, 165)

“Ebu Rezik Akili, Peygambere sordu: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! İman nedir?” Peygamber şöyle cevap verdi: ‘ Allah ve Rasûlü’nün senin nezdinde her şeyden daha sevimli olmasıdır.’ ” (İmam Ahmed)

Görüldüğü gibi Allah ve Rasûlü’nü sevmek imandır. Sevmemek veya başkasını onlardan daha çok sevmek küfürdür.

Kardeşim! Bir İnsan Allah ve Rasûlü’nü Nasıl Sevebilir?

İslam bize Allah ve Rasûlü’nü sevmemiz gerektiğini söyledikten sonra bunun yolunu ve ölçüsünü de göstermiştir. Allah ve Rasûlü’nü sevmenin birçok yöntemi vardır. Ben bunlardan birkaç tane maddeyi izah etmeye çalışacağım.

1.Allah ve Rasûlü’nün sevgisi ile dünya metaının sevgisi karşı karşıya kaldığında Allah ve Rasûlü’nü tercih etmek

Nefsimiz, hanımımız, çocuğumuz, malımız ve oturduğumuz meskenler ve hayatımızda olan birçok şey Allah ve Rasûlü’nden daha sevimli gelmemelidir. Eğer Allah ve Rasûlü’nden daha fazla seviyor ve onları Allah ve Rasûlü’nün önüne geçiriyorsak Allah ve Rasûlü’nü sevmede problemimiz var demektir. Bu aynı zamanda iman problemimizin olduğunu da gösterir. Allah şöyle buyurur:

“De ki; eğer babalarınız, oğullarınız, eşleriniz, aşiretiniz (soy ve sopunuz), elinize geçirdiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler size Allah’tan, Rasûlü’nden ve onun yolundaki cihaddan daha sevimli ise, o halde Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (9/Tevbe, 24)

Fasık olan bir toplum için en değerli olan şey ayette zikredilen dünya içindeki metalardır. Allah ise bu topluma hidayeti nasip etmeyecektir. Müslüman, Allah ve Rasûlü’nü her şeyden çok seven ve onları her şeyin önüne takdim edendir. Bu da Allah ve Rasûlü’nü sevmenin sağlaması ve ölçüsüdür.

2. Allah ve Rasûlü’nü sevmek, Rasûl’e tabi olmaya ve ona itaat etmeye bağlıdır

Allah subhanehu ve teâlâ Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde Rasûl’e sallallahu aleyhi ve sellem itaati kendisine bağlamıştır. Hakeza Allah kendisini sevmeyi Rasûl’e ittiba etmeye bağlamıştır. Allah’ı subhanehu ve teâlâ sevdiğini iddia edenlerin sözünün doğruluğu Rasûl’e olan bağlılığı iledir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:

“Eğer Allah’ı seviyorsanız bana (Rasûl’e) uyun ki, Allah da sizi sevsin.” (3/Âl-i İmran, 31)

Bu ayet sevgide imtihan ayetidir. Allah ve Rasûlü’nü seviyorum iddiasında bulunanların imtihanıdır. Rasûlü sevmek ona itaat etmek, emrettiklerini almak, nehyettiklerinden kaçınmaktır. Rasûl’e itaat/ittiba ise Allah’ı sevmek ve Allah’ın da kulu sevmesidir.

İbni Kayyım rahimehullah yukarıdaki ayet hakkında şunları söyler: Ayetteki “Allah da sizi sevsin” ifadesi muhabbetin deliline, semeresine ve faydasına işaret etmektedir. Delil ve alametleri, Rasûlullah’a uymaktır. Fayda ve semeresi ise, Rasûlullah’ın sizi sevmesidir. Ona uymadıkça, siz O’nu sevemezsiniz, O’nun da sizi sevmesi söz konusu olamaz.Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği bir kavim getirir.” (5/Maide, 54. Medaricu’s Salikin)

3. Allah’ı isim ve sıfatları ile Rasûlullah’ı ise hayatı ile tanımak ve bilmek

Kardeşim, Allah ve Rasûlü’nü ne kadar tanırsan onlara karşı o derece sevgi beslersin. Allah subhanehu ve teâlâ kendisini isim ve sıfatları ile Kur’an-ı Kerim’de bildirmiş. Rabbini onlarla tanımalısın. Bu, hem kulluğunu/ibadetlerini güzelleştirir, hem de Rabbine karşı sevgini artırır.

İbn Kayyım rahimehullah muhabbeti celbeden sebepleri zikrederken şöyle der: ‘Kalbin Allah’ın isim ve sıfatlarını mutâla etmesi, o isim ve sıfatları bilmesi ve müşahede etmesi ve bu marifet bahçelerinde ve vahalarında seyahat etmesidir. Her kim Allah’ı isim, sıfat ve fiilleriyle tanırsa, hiç çaresiz O’nu sever.’ (Medaricu’s Salikin)

Kardeşim! Senin Rabbin Rahman’dır. Günahlarını bu sıfatı ile rahmet ederek bağışlar. Senin Rabbin Rezzak’tır. Bütün insanlığa karşılıksız her gün rızkını göndermektedir. Senin Rabbin Alim’dir. Sana bilmediğin birçok şeyi öğretti ve öğretmektedir. Senin Rabbin Aziz’dir. Seni ve ümmeti düşmanlara karşı bu sıfatıyla aziz kılar, zaferle müjdeler.

Evet, kardeşim Rabbimiz isim ve sıfatları ile bizimle beraberdir. Bizler de Rabbimize karşı isim ve sıfatlarını bilerek sevgi ve kulluğumuzla yakın olmamız gereklidir. Bu da Rabbimizi tanımakla mümkündür.

Hakeza Peygamber’i sallallahu aleyhi ve sellem de yaşantısı ile tanımalısın. Peygamber, sana vahyi tebliğ ve tebyin etmiştir. Şirk ve şirk ehline karşı nasıl muamele edeceğini, Rabbine karşı nasıl kulluk edeceğini öğretmiştir. Sana imtihanlara karşı nasıl sabredeceğini, fitneler zuhur ettiğinde ayaklarını nasıl sabit kılacağını beyan etmiştir. Peygamber’in hayatını okuyarak tanımalısın. Ki ona karşı sevgin artsın. Sevgi, sevdiğin kişinin tarihini okuyarak ve onu örnek alarak artar. Hatırlarsan okullarda bizlere Osmanlı’nın icraatlarını okuttururlar ve anlattırırlardı. Bundan dolayı Osmanlı’ya büyük bir muhabbet ve sevgi duymuşuzdur! Aynı durum Rasûlullah’ın tarihi için de geçerlidir. Rasûlullah’ın yaşantısını bilirsek ona karşı sevgimiz de artacaktır.

Kardeşim, zikretmiş olduğum sebeplere dikkat edersek Rabbimin izni ile Allah ve Rasûlü’ne karşı sevgimiz artacaktır. Böylelikle Allah ve Rasûlü’nün namaz gibi birçok emirlerini severek, hakkını vererek yerine getireceğiz. Nasıl ki sahabe ve selef, Allah ve Rasûlü’nü severek emrettiklerini yerine getirmişler, amellerinden lezzet almışlar. Hakeza bu noktalara dikkat edersek aynı durum bizler için de kolay olacaktır.

İşte kardeşim! Allah ve Rasûlü’nü seven ve namazlarını huşu ile kılan, namaza karşı muhabbet besleyenlerin misalleri:

Abdullah bin Zübeyir… Medine’de ilk doğan çocuk, sahabenin küçüklerindendir. Aynı zamanda muhacirin gençlerinin kahraman ve fakih olanlarındandır. Biliyorsun Emeviler başa geçtiği zaman insanlara zulmedip, İslam hukukunu yerle bir ettiler. İşte o zaman önce Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem reyhanisi Hüseyin radıyallahu anh sonra Abdullah ibn Zübeyir radıyallahu anh Emevilere karşı ayaklandı. Abdullah bin Zübeyir’i emirlerinden birisi şöyle anlatıyor: ‘Zalim Haccac Kâbe’yi kuşattığı zaman mancılıklar ile Kâbe’ye ateş topları fırlatıyordu. Ta ki Müslümanlar Kâbe’den çıksınlar diye. Vallahi Abdullah bin Zübeyir’i gördüm. O namaz kılıyordu. Ateş topları yanına düşüyordu. Ben Abdullah bin Zübeyir’in ateş topları düşmesine rağmen sağına ve soluna iltifat ettiğini görmedim. Saatler boyunca Rabbine kıyam etti, namaz kıldı. Kâbe başına yıkılıyordu. Fakat o Rabbine yönelmiş, gözü başka bir şey görmüyordu.’

Veysel Karani… Tabiinin en faziletlerindendir. Bir gün bir arkadaşı, Veysel Karani’yi ziyaret ediyor. Bizlere ziyaretini şöyle anlatır: ‘Sabah namazını kılmıştık, Veysel Karani evine gitti. Ben de arkasından gittim. Ki onu ziyaret edeyim, onunla muhabbet edeyim diye. Veysel Karni’ye yaklaştım, oturmuş Allah’ı tesbih ediyordu. Kendi kendime ‘zikrini bölmeyeyim, tesbihini bitirsin, ondan sonra yanına giderim’ dedim. Tesbih bitti. Kuşluk vakti girdi. Kalktı namaz kılmaya başladı. Kendi kendime ‘kuşluk vaktinde iki, dört veya altı rekât namaz kılar. Bitirdikten sonra yanına giderim’ dedim. Sonra öğle namazına çıktı. Ben dedim ki, bari öğle namazını kılsın, öğle namazından sonra sohbet ederiz. Evine geldi tekrar namaz kılmaya başladı. Bu namazı ikindi namazına kadar sürdü. Sonra ikindi namazına çıktı. Geri geldi. Ben dedim ki ‘ikindi namazından sonra namaz kılmak mekruhtur, herhalde namaz kılmaz. O zaman sohbet ederiz.’ Veysel Karani oturdu akşam ezanı okuyuncaya kadar Allah’ı zikretti. Sonra geldi. Akşam namazını kıldı. Ben dedim ki ‘akşam namazından sonra oturur sohbet ederiz.’ Kalktı yatsı namazı okuyuncaya kadar namaz kıldı. Yatsıdan sonra eve geldi. Ben tekrar sohbet etmek istedim o tekrardan ayağa kalktı namaz kılmaya başladı. Tam ben pes edecekken Veysel Karani’nin şöyle dua ettiğini duydum: ‘Ya Rabbi! Uyuyan gözden ve çok doyan karından sana sığınırım.’

Kardeşim sana Rabbimin şu ayetlerini hatırlatıyor, seni Rabbime emanet ediyorum:

“İbrahim Rabbine şöyle dua etmişti: ‘Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle.’ ” (14/İbrahim, 40)

Allah Peygamberlerin sonuncusu Muhammed Mustafa’ya sallallahu aleyhi ve sellem hitaben şöyle buyurmuştur:

“Ailene namazı emret. Kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz. Aksine biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç takva iledir.” (20/Taha, 132)

Davamızın sonu âlemlerin Rabbine hamd etmektir. Gelecek sayıda buluşma ümidi ile…

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver