Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.
Bir önceki yazılarımızda Muhammed bin Abdulvehhab’ın rahimehullah hayatını ve hayatından çıkarılması gereken dersleri yazmıştık. Allah subhanehu ve teâlâ nasip ederse bundan sonraki yazılarımızda Şeyh’in kitabını şerh etmeye çalışacağız.
Metin
‘Yüce arşın Rabbi olan Allah’tan seni dünya ve ahirette dost edinmesini, nerede olursan ol seni mübarek kılmasını istiyorum.’
Şerh
Uluhiyet tevhidi; kişinin sözlerinde ve fiillerinde Allah’ı birlemesidir. Kişinin namazında, duasında, kurbanında Allah’ı birlemesinin adı Uluhiyet tevhididir.
Rububiyet tevhidi; kişinin Allah’ı, Allah’ın sıfatlarında birlemesidir. Yaratmada, rızık vermede, mülkiyette, kâinatın işlerini düzeltmede Allah’ı birlemesine Rububiyet tevhidi denir.
Rububiyet tevhidi, Uluhiyet tevhidinin illetidir. Uluhiyette Allah’ı birlememizin sebebi, Rububiyette Allah’ın subhanehu ve teâlâ bir olmasından dolayıdır. Eğer yaratan, rızık veren, işleri düzenleyen Allah ise ibadette birlenilmesi gereken, kendisine dua edilmesi gereken, hâkimiyet yetkisinin kendisine verilmesi gereken de Allah’tır.
Allah subhanehu ve teâlâ Kur’an-ı Kerim’de önce Rububiyetini zikrediyor daha sonra bunu Uluhiyetine delil alıyor.
“Allah mı hayırlıdır, yoksa ortak koştukları mı?” (27/Neml, 59)
“(Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Onların ağaçlarını bitirmek sizin için mümkün olmaz. Allah ile birlikte bir ilah mı var? Hayır, onlar sapan bir topluluktur.” (27/Neml, 60)
“(Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarında nehirler akıtan, orada sabit dağlar yaratan ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile birlikte bir ilah mı var? Hayır, onların çoğu bilmezler.”( 27/Neml, 61)
“(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başında ki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile birlikte ilah mı vardır? Ne kadar az düşünüyorsunuz?” (27/Neml, 62)
“(Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran ve rahmetinin önünde müjde olarak rüzgârları gönderen mi? Allah ile birlikte bir ilah mı var? Allah koştukları ortaklardan çok yücedir.” (27/Neml, 63)
“(Onlar mı hayırlı) Yoksa halkı önce yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve size gökten ve yerden rızık veren mi? Allah ile birlikte bir ilah mı var? De ki; ‘Eğer doğru söylüyorsanız, hadi delilinizi getirin.’ ” (27/Neml, 64)
Ayetlere dikkat edilirse Allah subhanehu ve teâlâ önce Rububiyet esaslarını zikrediyor akabinde ise “Allah ile birlikte bir ilah mı vardır?” deyip Uluhiyete değiniyor. Demek istiyor ki; Bu sıfatların hepsi bana aitse, o zaman ilah olarak da beni birlemeniz gerekir. Bu sıfatların hepsi bana aitse başkasını nasıl ilah olarak kabul edersiniz?
Buradan davetçilere şöyle bir ders çıkar; davetçinin davet ettiği kişilerle arasındaki ortak noktayı iyi tespit etmesi gerekir. Ortak noktayı tespit ettikten sonra davete ilk olarak oradan başlaması gerekir. Umumen müşrikler Rububiyet tevhidini kabul ediyor, Uluhiyet tevhidini ise kabul etmiyorlar. O zaman davetçinin de Kur’an’ın bu davet metoduna uyarak ilk olarak Rububiyeti anlatıp ardından ise bunu Uluhiyette delil olarak kullanması gerekir. Fakat maalesef davetçiler bugün bu davet metodundan uzaklar. Davet ettikleri kişilere ilk olarak Rububiyeti anlatmaktan ziyade Uluhiyeti anlatıyorlar.
Şeyh kitaba başlarken ‘Allah’tan istiyorum’ dedi. Peki, niye Allah’tan istedi? Devamında dedi ki: ‘O büyük arşın Rabbidir.’ Yani Allah’tan istemesinin sebebini O’nun yüce arşın sahibi olmasına bağladı. Dikkat edilirse Şeyh de burada Uluhiyete, Rububiyeti delil aldı.
Şeyh neden bize dua etti?
Çünkü hidayet; Hidayetu tevfik ve hidayetu irşad olmak üzere iki kısma ayrılır.
1. Hidayetu tevfik: Allah’ın subhanehu ve teâlâ kişiyi hidayete erdirmesi, onu hidayete muvaffak kılmasıdır. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:
“Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah dilediğini hidayete erdirir. O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.” (28/Kasas, 56)
“Şayet Allah dileseydi yeryüzünün hepsi hidayete ererdi.” (13/Ra’d, 31)
“Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, sanki göğe yükseliyormuş gibi, göğsünü dar ve sıkıntılı yapar. Allah, inanmayanları işte böyle pislik içinde bırakır.”( 6/En’am, 125)
“Allah kime hidayet ederse, o hidayete erer, kimi de dalalette bırakırsa, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileri olurlar.” (7/Araf, 178)
Bu ve bunun benzeri ayetlerden anlıyoruz ki kişinin hidayet bulması, Müslüman olması Allah’ın subhanehu ve teâlâ elindedir. Allah dilemeden kimsenin hidayet bulması mümkün değildir. İşte buna hidayetu tevfik denir.
2. Hidayetu irşad: Birinin kişinin Müslüman olmasına, hidayet bulmasına vesile olmasına denir.
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“(Peygamberim) Sen insanları doğru yola hidayet edersin.” (42/Şura, 52)
Bir önceki ayette Allah subhanehu ve teâlâ Peygamber’e sallallahu aleyhi ve sellem “Sen dilediğini hidayete erdiremezsin” dedi. Bu ayette ise “Sen doğru yola hidayet edersin” dedi. Peki, bu ayetler arasında bir çelişki mi var? Hâşâ ve kella! Allah’ın ayetleri arasında çelişki olmaz.
Hidayetu tevfik Allah’ın elindedir. Allah subhanehu ve teâlâ bunu Peygamberimizden nefyetti. Hidayetu irşad ise insanların elindedir. Allah bunu ise ispat etti. Bu da bize hidayetin iki kısım olduğunu gösterir.
Birinin hidayet bulması için kitap yazmak, dua etmek Hidayetu irşada vesile olmaktır. Şeyh de buna vesile olabilmek için hem mektubu yazdı hem de bize dua etti.
‘…Seni dünya ve ahirette dost edinmesini…’
Allah subhanehu ve teâlâ iman edenlerin velisidir/dostudur. Birçok ayette Allah bunu beyan etmiştir. Veli kelimesi lugatte; yakınlık anlamındadır. Hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “Sana yakın olandan ye” derken veli kelimesini yakınlık anlamında kullanmıştır.
Şer’i manası ise; yakınlığın gerektirdiği şeyleri karşı tarafa uygulamaktır. Bu ise sevmek ve yardım etmektir.
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Allah iman edenlerin velisidir. Kâfirlerin velisi ise yoktur.” (47/ Muhammed, 11)
Allah’ın dünyada kişiyi veli edinmesi; ona yakınlığını hissettirmesi, onu sevmesi ve ona yardım etmesidir.
Ahirette kişiyi veli edinmesi ise; kabir ve cehennem azabından kişiyi korumasıdır.
‘…Nerede olursan ol seni mübarek kılmasını istiyorum.’
Mübarek kelimesinin aslı be-re-ke’dir. Be-re-ke; Bir şeyin artması anlamında kullanılır. Fakat bu artma sadece hayırda kullanılır, şerde kullanılmaz.
Bu Allah’ın subhanehu ve teâlâ İsa’ya aleyhisselam vermiş olduğu bir fazilettir. İsa aleyhisselam şöyle diyor: “Nerede olursam olayım Allah beni mübarek kıldı.” Yani nerede olursam olayım beni hem hissi hem de manevi olarak hayrı çok olan bir insan kıldı.
Hadiste Peygamber aleyhisselam:
“Ağaçlardan öyle bir ağaç vardır ki o yapraklarını dökmez. Onun bereketi Müslüman’ın bereketi gibidir.” (Buhari)
Bu hadiste Peygamberimiz Müslüman’ın bereketini hurma ağacının bereketine benzetiyor. Hurma ağacından yaz, kış fark etmez hep faydalanırsın. Normalde Müslüman’ın da hurma ağacı gibi her daim bereketli olması gerekir. Yani nerede olursa olsun itikadıyla, sözleriyle ve fiilleriyle faydalı biri olmalıdır o.
Metin
‘Allah’tan kendisine verildiğinde şükreden, imtihan esnasında sabreden, günah işlediğinde istiğfar eden kimselerden olmanı istiyorum. Çünkü bu üçü saadetin unvanıdır.’
Şerh
Kur’an ve Sünnet’in kullandığı kavramlardan bir tanesi de ‘şaki’ ve ‘said’ kavramıdır. Said; mutlu demektir. Şaki ise; bedbaht, mutsuz demektir.
Allah subhanehu ve teâlâ ayeti kerimede:
“Onlardan kimisi said kimisi ise şakidir.” (11/Hud, 105) buyurmaktadır.
Peygamber aleyhisselam ise insanın yaratılış evrelerini anlatırken şöyle der:
“…Sonra Allah ona bir melek gönderir ve ruh üfürülür. Sonra dört şeyin yazılması kendisine emredilir: rızkı, eceli, ameli ve kıyamet günü şaki mi said mi olacağı…” (Buhari, Müslim)
Şeyh, Allah’tan bizim için said kullardan olmamızı istedi. Akabinde ise bize said ehlinden olabilmek için üç tane özellik zikretti. Bir kişide bu üç özellik bulunursa said kullardan olur. Bu özellikler şunlardır;
1. Nimet esnasında şükür
Şükür lugatte; kişinin kendisine yapılan iyiliği itiraf etmesidir.
Allah’ın isimlerinden bir tanesi Eş- Şekur’dur. Allah’ın şükretmesi ile kulun şükretmesi arasında fark vardır.
Allah’ın şükretmesi; Allah’ın kulun amellerini kabul etmesi, tüm eksiklerine rağmen onun ecrini vermesi ve kulu noksanlıkları ile yargılamamasıdır.
Kulun şükretmesi ise; kulun kendisine verilen nimeti, nimeti verenin istediği yerde kullanması ve buna vesile olan kişilerin hakkını yerine getirmesidir.
İnsanoğlu nankördür. İnsan nankörlükten kurtulduğu anda şakirlerden olur. Nankörlükten kurtulabilmek için sürekli Allah’ın nimetlerini hatırlaması gerekir. İnsan kendisini olduğu hal üzere bırakırsa şakirlerden olamaz. Çünkü insan unutkan ve gafildir. Bu iki vasıf insanın nimetleri hatırlamasına engeldir. Nimetleri hatırlamayan, nimetlerin farkında olmayan şükredenlerden olamaz. Bundan dolayıdır ki Allah subhanehu ve teâlâ birçok ayette “Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın!” (3/Fatır, 35 gibi) diyor.
Şakirlerden olmak zordur. Şeytan insana sağdan, soldan, önden ve arkadan geleceğini söylediğinde bunun sebebini şöyle açıklıyor:
“Ta ki sen onları şükredenlerden bulmayasın.” (7/Araf, 17)
Demek ki şeytan insan şakirlerden olmasın diye mücadele edecektir. Şeytan insanlarla olan bu mücadelesinde başarıya ulaşmıştır. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ birçok ayette:
“Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (34/Sebe, 13) buyuruyor. Şükreden kulların az olması, şeytanın mücadelesinde başarılı olduğunu gösterir.
Nimet esnasında şükretmeyi bilen, kendi nefsini ilah edinmemiş olur. Etrafındaki güzelliklerin kendinden değil, Allah’tan olduğunun farkında olduğunu gösterir. Nimetlere şükretmeyen ise tüm güzelliklerin kendinden olduğunu zannedendir. Allah subhanehu ve teâlâ bu gibi insanları nimetlerin zıddı ile cezalandırır.
2. İmtihan esnasında sabır
Sabır lugatte: menetmek ve hapsetmek anlamında kullanılır.
Istılahta ise; Kişinin Allah’ın razı olmadığı düşüncelerden, sözlerden ve eylemlerden nefsini menetmesi ve hapsetmesidir.
Sabrın önemi ve fazileti ile ilgili birçok şey söylenebilir. Fakat Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisi sabrın önemini kısaca özetliyor.
(Buhari, Müslim)
Demek ki Allah’ın insana verdiği en hayırlı nimet sabırdır.
Âlimler sabrı üç kısma ayırmışlar:
a. Taatlerde sabır: Allah’ın emrettiklerini yerine getirebilmek için sabır gereklidir.
b. Nehiylerde sabır: Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzak durabilmek için sabır gereklidir.
c. İmtihanlarda sabır: Allah subhanehu ve teâlâ insana bela ve musibet verdiğinde Allah’ın kaderine razı olabilmek için sabır gereklidir. İmtihan esnasında sabreden kimse zamanın ve mekânın kulu olmadığını, her yerde Allah’a kul olduğunu gösterir.
3. Günah işlediğinde istiğfar etmek
İnsanoğlu, fıtrat gereği bir de şeytanın sürekli vesvese vermesi nedeni ile günah işler. Problem kişinin günah işlemesinde değildir. Problem kişinin günah işledikten sonra Allah’a tevbe edememesindedir.
Günah işledikten sonra kişinin günahında ısrar etmeyip Allah’a tevbe etmesi Allah’ı hakkıyla tanıdığını gösterir. Kişi günah işledikten sonra hangi gerekçe ile olursa olsun Allah’a tevbe etmiyorsa bu onun hakkıyla Allah’ı tanımadığını ve şeytanın tuzağına düştüğünü gösterir. Şeytanın insana oynayacağı en büyük oyunlardan bir tanesi, kulun Allah’ın rahmetinden ümit kesmesini sağlamaktır. Allah’ın rahmeti o kadar geniş olmasına rağmen kişi ümit kesiyorsa bu onun zerre-i miskal Allah’ı tanımadığını gösterir.
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey nefisleri konusunda aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar.” (39/Zümer, 53)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“Kulun tevbe etmesiyle Allah’ın hoşnutluğu, içinizden birinin ıssız bir çölde devesini kaybettikten sonra onu bulduğunda duyduğu sevinçten daha fazladır.” (Buhari)
“Allah gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleri için geceleyin elini açar. Gece günah işleyenlerin tevbe etmeleri içinde gündüz elini açar. Bu durum güneşin battığı yerden doğmasına kadar devam eder.” (Müslim)
Allah kullarına çok merhametlidir. Yeter ki kul Allah’a tevbe etsin, yeter ki kul Allah’a yönelsin. Allah subhanehu ve teâlâ rahmeti ile tevbe eden kullarının günahlarını bağışlar. Çünkü Allah’ın rahmeti çok geniştir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:
“Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır.” (7/Araf, 156)
“Hiç şüphesiz Allah’ın subhanehu ve teâlâ yüz rahmeti vardır. Bunlardan sadece bir rahmeti cinler, insanlar, hayvanlar ve zehirli hayvanlar arasına (yeryüzüne) indirmiştir. İşte bütün mahlûkat, bu bir rahmet vesilesiyle birbirlerine şefkat gösterirler. Bu rahmet vesilesiyle birbirlerine merhamet ederler. Bu rahmet vesilesiyle yabanî hayvanlar yavrularına şefkat gösterirler. Allah’ın doksan dokuz rahmeti ise, onunla mümin kullarına merhamet etmek için kıyamet gününe saklamıştır.” (Müslim)
Allah Rasûlü’nün huzuruna bir takım esirler gelmişti. Bunların içinde bir kadın vardı ki çocuğunu aramakta idi. Kadın esirler arasında çocuğu bulunca hemen onu aldı bağrına bastı ve emzirmeye koyuldu.
“Allah Rasûlü bize: ‘Şu kadının, kendi çocuğunu ateşe atacağını sanır mısınız?’ dedi. Biz de: ‘Hayır vallahi, elinden geldiği sürece atmaz’, dedik. Bunun üzerine Allah Rasûlü: ‘İşte muhakkak ki yüce Allah, kullarına bu kadının çocuğuna merhametinden daha merhametlidir’ buyurdu.” (Müslim)
Şeytan, günahları fazla olan kulları Allah’ın rahmetinden ümit kestirmek için uğraşır. ‘Bu kadar günahın var, Allah seni nasıl affetsin’ diye sürekli vesvese verir. Allah’ın rahmetinin genişliğini bilenler bu tuzağa düşmezler. Bilmeyenler ise bu tuzaktan kurtulamazlar.
Rabbim tüm Müslümanları nimet esnasında şükreden, imtihan esnasında sabreden, günah işlediklerinde ise istiğfar edenlerden kılsın. Allahumme âmin.
İlk Yorumu Sen Yap