İman Kardeşliği

Enes ibni Mâlik’ten (ra) rivayet edilidğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmediği sürece iman etmiş olmaz.”[1]

İslam, inananlar arasındaki sarsılmaz bağı kardeşlik üzerinden kurmuştur. “Müminler ancak kardeşlerdir.”[2] ayeti bir taraftan küfür ehli ile aramızda inanç bağı olarak kardeşlik olmayacağını vurgularken diğer yandan biz müminleri birbirimize iman bağı ile bağlıyor. Öyle bağlıyor ki, inanca bir halel gelmediği sürece bir daha bozulmasını, yıpranmasını istemeyecek biçimde bu bağı birleştiriyor. Bu kardeşliği, İslam halkasına girmemizle bizlere bahşeden Allah (cc), bunu geliştirip ilerletmemizi, güzelleştirmemizi de emrediyor. Allah’ın ipi olan Kur’ân’a kardeşler olarak hep birlikte sarılmamızı, Allah’a kulluğumuzu hep birlikte sunmamızı, dularımızı beraber ve birbirimize etmemizi istiyor. Bunun ötesinde kendimiz için sevdiğimiz ve istediğimiz her şeyi kardeşlerimiz için de istememizi; aynı şekilde çekindiğimiz ve sakındığımız şeylerden kardeşlerimiz için de sakınmamızı istiyor.[3]

Kendimiz İçin Sevdiklerimiz

Yaratılışımızdaki tamahkârlık ahlakından dolayı iyi ve güzel olan her şey bizim olsun isteriz. Bu ahlak elbette ki kendi hâline bırakabileceğimiz bir hâl değildir. Biz malı sevebilir ve isteyebiliriz; ancak nefsimizin tamahkâr oluşu haram yolla rızık elde etmeye, başkalarının hakkına girmeye, mala olan sevgimizi Allah’a (cc) olan sevgimizin önüne geçirmeye, mal biriktirmek için verdiğimiz gayreti şer’i sorumluluklarımıza kılıf yapmaya, hele hele dünyalık için verdiğimiz gayreti İslami mücadeleden esirgemeye sebep olamaz. Bir insanda yaratılışı itibarıyla karşı cinse ilgi ve meyil olabilir ve olmalıdır. Olmaması fizyolojik bir probleme işaret eder. Ancak fıtri olan bu meyil, bize helal olmayan kadınlara bakmamızı, onlarla baş başa kalmamızı, onlarla gizli gizli sosyal medya üzerinden yazışmamızı helal kılmaz. Helal olan sadece Allah’ın helal kıldığıdır. Fıtratında olan bu meyli her türlü çirkinlik ve çirkefliği yapmaya kılıf kılan insan kendini kandıran bir yalancıdır.

Bu verdiğimiz iki örnek ve daha fazlası üzerinden şunu söyleyebiliriz ki; bir mümin, İslam’ın meşru kıldığı herhangi bir güzelliği ve hayrı kendi nefsi için talep edebilir. Bu talep; dünyaya ilişkin ise daha kanaatkâr olmak, ahiret içinse âdeta yarışırcasına çalışmak ve tamahkâr olmak gerekir. Ahiret yurduna ilişkin amelleri emreden Allah (cc) yarışmamızı, âdeta koşarcasına harekete geçmemizi emreder.[4]

İncelediğimiz hadise dönecek olursak; Allah Resûlü (sav) kendimiz için isteyebildiğimiz her şeyi kardeşlerimiz için de istememizi emrediyor. Kendimiz için ilim istiyorsak kardeşlerimiz için de istemeliyiz. Kendimiz için temiz ve bol rızık kapıları talep ediyor; salih bir eş, göz aydınlığı evlatlar, imanda sebat, takva, istikamet, cennet… arzuluyorsak aynısını kardeşlerimiz için de talep etmeli, onlar için de istemeliyiz. Bu, imanın kemalidir, müminin ulaşması gereken nihai noktadır.

Allah Resûlü bize daha genel manada “Kendimiz için istediğimiz her şeyi kardeşlerimiz için de istememizi” emrediyor diyebiliriz. Zira hadisin mefhum-u muhalifi (genel mananın tam aksi) buna işaret ediyor. Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki gıybetimizin yapılmasını, kardeşlerimiz ile aramızın bozulması için sözlerimizin taşınmasını, bize iftira atılmasını, hakkımızda olmayan şeylerin hakikatmiş gibi dillendirilmesini istemeyiz. Yine hatalarımızın araştırılmasını, ihtimalli davranışlarımıza kötü ve insafsızca zanla yaklaşılmasını, muhtaç durumdayken yardımsız bırakılmayı, bize kötü sözler söylenmesini, ticarette aldatılmayı, komşulukta rahatsız edilmeyi istemeyiz. İstemediğimiz tüm bu durumlardan kardeşlerimizi de emin kılmak ve uzak tutmak için gayret etmeliyiz. Bu zararları kendimizin vermesi söz konusu olmadığı gibi verenlere de uygun bir şekilde yaklaşarak -gücümüz nispetinde- mani olmalıyız. Kardeşlerimize bize verilmesini istemediğimiz herhangi bir zararı bizim vermememiz alt sınırdır. Başkalarının verdiği zarardan kardeşimizi muhafaza etmenin yanı sıra kendimiz için istediğimiz güzellikleri kardeşlerimiz için istemek imanı tamamlar, kemale erdirir. Kardeşlerimize zarar vermememizin en asgari sınır olduğuna dair şu hadise bakabiliriz:

Ebû Zerr’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Ben Allah Resûlü’ne (sav), ‘Ey Allah’ın Resûlü, en faziletli amel hangisidir?’ diye sordum.

Allah Resûlü (sav), ‘Allah’a iman etmek ve onun yolunda cihad etmektir.’ buyurdu.

‘Peki, hangi köleyi azat etmek daha iyidir?’ diye sordum.

‘En pahalı ve ehlinin yanında en değerli olanı.’ buyurdu.

‘Ey Allah’ın Resûlü, ben bunu yapamazsam?’ dedim.

‘O zaman meslek sahibi birine yardım edersin veya elinden bir iş gelmeyen beceriksiz birinin bir işini yaparsın.’ buyurdu.

‘Peki, ey Allah’ın Resûlü, saydığın bazı amellerde zayıf kalırsam ne yapayım?’ diye sordu.

‘Şerrini insanlardan uzak tut. Bu, senin kendi nefsine verdiğin bir sadakadır.’ buyurdu.”[5]

Müminler arasındaki kardeşlik sadece güzel şeyleri birbirleri için istemeleri ve kötü şeyleri istememeleriyle sınırlandırılamaz elbette ki. Allah Resûlü (sav) müminlerin acılarını, keder ve dertlerini paylaştıklarını; eza ve cefa veren durumlarda birbirlerine karşı duyarlı davrandıklarını anlatır. Bu bir manada bir haberken diğer taraftan Allah Resûlü’nün (sav) ümmetinden bu konuda eksik kalmış müminlere yönelik bir irşad ve yönlendirmedir. Hadiste şöyle buyurulur:

Nu’mân ibni Beşîr’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Birbirlerine merhamet, şefkat ve sevgi konusunda müminler bir vücut gibidir. Vücudun bir organı rahatsız olursa diğer organlar uyumadan, hararetle birbirlerini ona çağırırlar.”[6]

Köklü Çözüm

Bir mümin kendisi için sevdiği şeyleri kardeşleri için de istemeye ve sevmeye başladığı vakit, sadece bir meseleyi değil birçok meseleyi çözer. Hased, ahlaki bir hastalık olmasının yanında Allah’ın kullarına pay ettiği fazlını kabul etmemektir ve bir manada kadere itirazdır. Kendisi için istediklerini kardeşleri için de istemeye başlayan mümin hased problemini kökten çözer. Kin; kardeşliği bitiren, tüketen bir hastalıktır. Kardeşimizin bir yanlış davranışı veya sözü nedeniyle ona kinlenmek yerine kardeşimizi kendi nefsimiz gibi görmeye başladığımızda sorun hallolacaktır. Kibir; büyüklenmeye layık olmadığı hâlde insanın büyüklenmesi, bir taraftan kardeşlerini aşağılarken diğer taraftan kendisini yükseklerde görüp tepeden bakmasıdır. Kardeşliğimizi zedeleyen bu tehlikeli virüsü temizlemek zorunludur. Kendisi için küçümsenip yukarıdan bakılmayı sevmeyen nefsimiz, başkası için de bunu istediğinde sorun çözülmüş olacaktır. Başka örneklerle genişletmek mümkündür ama burada şunu belirtelim: bugün bir ahlaki erdem olarak anlatılan empatiyi ve hatta daha ötesini bize Allah Resûlü anlatmıştır. Allah Resûlü’nün hayatını ve hadislerini gereği gibi okuyacak olsak şu ân ihtiyaç duyduğumuz pek çok bilgi kaynağına gereksinim kalmayacaktır.

Ebû Zerr’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Ey Ebâ Zerr! Ben seni zayıf biri olarak görüyorum. Kendi nefsim için istediğim şeyi senin için de istiyorum. İki kişinin dahi başında yönetici olma ve yetimin malı hususunda sorumluluk almayı üstlenme!”[7]

Muhammed ibni Vasi’ kendisine ait olan bir merkebi satışa çıkardı. Bir adam, “Bu merkebi bana uygun görüyor musun?” diye sordu. Muhammed, “Eğer uygun görmeseydim satmazdım.” diye cevap verdi. Kendisi için razı olmadığı şeye kardeşi için de razı olmadı.[8]

“İbni Abbas şöyle derdi: ‘Allah’ın Kitabı’ndan bir ayeti okurum ve arzu ederim ki bütün insanlar benim ayete dair bildiğim manaları bilseler.’

Şafiî şöyle derdi: ‘İnsanlar bu ilmi öğrensinler de bana bu ilimden hiçbir şey nispet edilmesin diye arzu ettim.’ ”[9]

Yukarıda bahsettiğimiz, ulaşılması zor ama bir o kadar mübarek menzil şu ayette anlatılmaktadır:

“İşte (bu) ahiret yurdudur. Biz, onu yeryüzünde üstünlük taslamayan ve bozgunculuk istemeyenlere veririz. (Güzel) akıbet muttakilerindir.”[10]

İman Etmiş Olmaz

Allah Resûlü kardeşliğe ilişkin bir konumdan bahsetti: kendimiz için sevdiklerimizi kardeşlerimiz için de sevmek. Allah Resûlü’nün ifadesi “Kendisi için sevdiğini kardeşi için sevmeyenin iman etmiş olmayacağı” şeklinde. Peki, bu insan kâfir mi olur?

Kur’ân ve Sünnette bazı amelleri yapan insanların iman etmiş olmayacağı, bazı davranışlara sahip olan insanların “bizden” olmayacağı zikrediliyor. Bunlardan bazısına baktığımızda imanı nefyedilen insana kâfir hükmü verilmiş ve süreç bu hüküm üzerinden devam etmiştir. Bazen de bazı durumlarda imanı olumsuzlayan İslam, o yasaklanmış fiili işleyen insanlara kâfir muamelesi yapmamış, bilakis o kimseyi mümin olarak kabul etmiştir.

Ehl-i Sünnet’in yanında iman üç kısımdır:

İmanın Aslı: Kişide mutlaka bulunması gereken, bulunmadığında insanı iman dairesinden çıkaran asıllar.

İmanın Vacibi: Müminde bulunması gereken, bulunmadığı vakit iman dairesinden çıkarmasa da imanı zayıflatan ve sarsan vacipler.

İmanın Kemali: Müminde bulunması gereken, bulunduğu vakit imanını tamamlayan, ama bulunmadığı oranda imanı azaltsa da vacipler gibi zayıflatmayan veya asıllar gibi din dışına çıkarmayan kemaller.

Allah Resûlü (sav) hadiste kardeşi için istediğini kendisi için istemeyen kimsenin iman etmiş olmayacağını söyledi. Burada kastedilen, kişinin kendisi için istediklerini kardeşi için istemesi, kendisi için hoş görmediklerini kardeşi için de hoş görmemesi, vacip olan iman hasletlerine dâhildir. Bu özelliği kaybedenin imanı eksilmiştir.[11]

Enes ibni Mâlik’in rivayet ettiği şu hadis de bu manayı destekler:

“Kul, kendisi için sevdiği hayırları kardeşleri için de sevmedikçe imanın hakikatine ulaşamaz.”[12]


[1]. Buhari, 13; Müslim, 45

[2]. bk. 49/Hucurât, 10

[3]. Bu ilkenin daha da ötesi olan isar ahlakına konumuz olmadığı için bu yazımızda değinmeyeceğiz.

[4]. 2/Bakara, 148; 3/Âl-i İmran, 200; 23/Mü’minûn, 61; 35/Fâtır, 32

[5]. Buhari, 2518; Müslim, 84

[6]. Buhari, 6011; Müslim, 2586

[7]. Müslim, 1826

[8]. bk. Câmiu’l Ulûm ve’l Hikem, 1/329

[9]. bk. age. 1/335

[10]. 28/Kasas, 83

[11]. bk. age. 1/327

[12]. Sahîhu İbni Hibbân, 235

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver