İçimizdeki İsrâîl/Yahudileşme

Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd; Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

7 Ekim 2023 tarihinde Filistinli grupların İsrâîl’e karşı başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu’yla birlikte İsrâîl’in bir asırlık gayr-i meşru varlığı ve işgalci konumu yeniden, bir kez daha gündemimize girdi. Bu sıcak gündem vesilesiyle konuya dair söylenmesi gereken her şey söylendi, Filistin halkının bu haklı mücadelesi ve tüm İslam ümmetini utançtan kurtaran destansı direnişi övüldü, İsrâîl kara propagandasına cevaplar verildi ve herkes imkânı nispetinde direnişe destek oldu. Ancak konuşulmayan bir konu var. Kanaatimce İsrâîl’in bölgedeki gayr-i meşru varlığı ve bozgunculuğunun en önemli nedeni, o konuşulmayan konu. Bu yazıda o konuyu konuşacak, İsrâîl’in bize musallat olmasının en önemli nedenini açıklamaya gayret edeceğim. Zira İsrâîl zulmüne karşı yapılan her eylem, ekonomik boykot ve zulmü ifşa çabası, değerli olmakla beraber yetersizdir. İsrâîloğullarının bölgemizde büyüklenme, bozgunculuk yapma ve Mescidi-i Aksâ’yı yıkma girişiminde bulunması biraz da o konuşulmayan konu nedeniyledir.[1] Kanaatim odur ki içimizdeki İsrâîl’i temizlemeden dışımızdaki İsrâîl’den kurtulamayacağız! Şöyle ki;

Allah Resûlü’nün (sav) haber verdiği kadarıyla bu ümmetten birileri adım adım İsrâîloğullarına uyacak; itikadi, siyasi ve ahlaki olarak onlara benzeyecek, yani Yahudileşecektir. Böylece Allah’ın sünneti cari olacak, Allah (cc) zalimleşenlere başka bir zalimi, İslam olduğu hâlde Yahudileşmeyi tercih edenlere gerçek Yahudileri musallat edecektir:

“İşledikleri (kötülüklerden) ötürü, zalimlerden kimini kimine veli/dost/yönetici/tabi yaparız.”[2]

Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav), ‘Muhakkak, sizden önceki ümmetlerin yoluna karış karış, arşın arşın uyacaksınız. Hatta onlar bir kelerin deliğine girseler sizler de onları takip edeceksiniz.’ buyurdu.

Bizler, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bu ümmetler Yahudiler ve Hristiyanlar mıdır?’ diye sorduk.

Allah Resûlü (sav), ‘Başka kim olacak?’ dedi.”[3]

Bu rivayet açıkça iki hususu göstermiştir: İslam ümmetinden birileri İsrâîloğullarının adımlarını izleyecek, en olmadık işlerinde dahi onlara tabi olacaktır. Zira bir şeyi adım adım izlemek; onu rehber edinmeyi ve onun peşi sıra yürümeyi ifade eder. Bunun şer’i karşılığı ittiba etmektir. Yani İslam ümmeti ittiba/nübüvvet/örneklik makamına Ehl-i Kitab’ı koyacak, onları örnek alacak, onlarla benzeşecektir. Kur’ân ve Sünnette onlara dair zikredilen istikametten sapma, aşırılık, dinlerini tahrif… gibi olumsuzluklar İslam ümmetinin de başına gelecektir. Yahudi ve Hristiyanların en olmadık işleri dahi buna dâhildir. Allah Resûlü’nün (sav) “kelerin deliğine girme” benzetmesi bunun içindir. Zira keler deliği/yuvası;

Diğer sürüngenlerin aksine tek girişli, dar ve pistir.[4]

Araplar keleri kendisine başvurulan hayvanlara misal olarak verirler.[5]

Kelerler çok uzun süre yaşar ve çok az suya ihtiyaç duyar.[6]

Buradan da anlaşılacağı üzere İslam ümmeti en olmadık işlerinde dahi onlara uyacak; onların dar, karanlık ve pis işlerini taklit edecek, onlar istemese dahi onlarla iş tutacaktır. Öyle ki onların kendilerine has olup başkalarında görmek istemedikleri hasletleri[7] dahi yapacaklardır. Hadisin bazı rivayetlerinde bu benzetme daha açık yapılmıştır:

“…onlardan biri yol ortasında eşiyle beraber olsa siz de olacaksınız.”[8]

“…onlardan biri annesiyle nikâh yapsa siz de yapacaksınız.”[9]

İşte bu nedenledir ki Kur’ân bize sıkça Ehl-i Kitap’tan, özellikle de Yahudilerden söz eder. Tüm ayetler İslam ümmetini Yahudileşmeye karşı uyaran, onlara benzeme tehlikesine dikkat çeken ayetlerdir. Zira biz de onlar da Kitab’a vâris olan Ehl-i Kitap ümmetleriz. Hâliyle şeytanın bizi saptırmak için kuracağı tuzaklar benzerdir. O nedenle Allah (cc) Kitab’a vâris olan biz Müslimlere,[10] daha önce Müslim olup adım adım İslam’dan sapan ve Yahudileşen topluluğu ibret olarak göstermiştir.

Şimdi İslam ümmetinin hangi alanlarda Yahudilere benzediğine bazı örnekler vereceğiz.

İslam’a Mensup Ülkelerin Yöneticileri Yahudileşmiştir

Yüce Allah, Dâvûd Peygamber’in şahsında tüm İsrâîloğullarına Kitap’la hükmetmeyi emretmiş, şeriattan sapıp hevayla hükmetmelerini yasaklamıştır:

“Ey Davud! Seni yeryüzünde halife kıldık. (Öyleyse) insanlar arasında hak ile hükmet. Sakın hevaya/arzuya uyma, yoksa seni, Allah’ın yolundan saptırır. Hiç şüphesiz, Allah’ın yolundan sapanlara, Hesap Günü’nü unuttukları için çetin bir azap vardır.”[11]

Ancak Yahudiler Yüce Allah’ın bu buyruğunu çiğnemiş, Kitab’ı sırtlarının gerisine atmış ve İlahi şeriata karşı lakayt bir tavır içerisinde olmuşlardır. Bu eylemleri nedeniyle Yüce Allah onların hiçbir şey, yani hiçbir din üzere olmayan kâfirler olduğuna hükmetmiştir:

“De ki: ‘Ey Ehl-i Kitap! Tevrat, İncil ve Rabbinizden size indirileni (içindekilerle amel edip) ayakta tutmadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.’ Andolsun ki Rabbinden sana indirilen (bu Kur’ân), onların birçoğunun azgınlık ve küfürlerini arttıracaktır. Kâfirler topluluğu için üzülme!”[12]

“Şüphesiz ki Tevrat’ı biz indirdik. Onun içinde hidayet ve nur vardır. (Allah’a hakkıyla) teslim olmuş olan nebiler o Kitap’la Yahudi olan kimselere hükmeder. Rabbaniler ve din bilginleri Kitab’ı korumakla görevli olduklarından ve Kitab’ın şahitleri olduklarından (insanlar arasında Kitap’la) hükmederler. (Öyleyse) insanlardan korkmayın. (Yalnızca) benden korkun! Ayetlerimi az bir paha karşılığında satmayın. Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kâfirlerin ta kendileridir.”[13]

Bugün yeryüzünde İslam’a mensup olduğunu söyleyen elli yedi ülke vardır. Bunların bir kısmı şeriattan tamamen yüz çevirmiş, kalan kısmı ise şeriatın yalnızca medeni hukuk, ahvâl-i şahsiyye gibi bazı alanlarıyla hükmetmektedir. Yani hiçbir şey/din üzere olmayan topluluklara dönüşmüşlerdir. Daha açık bir ifadeyle adım adım Yahudilerin izinden gitmiş, onların girdiği keler deliğine girmişlerdir. İşte bu nedenle şayet bir Yahudilikten şikâyet edeceksek önce içimizdeki Yahudilikten şikâyet etmeliyiz. Zira içimizdeki İsrâîl’i temizlemeden dışımızdaki İsrâîl’den kurtulamayacağız!

İslam Ümmetinin Âlimleri Yahudileşmiştir

Bazı ayetlerde Yüce Allah, kullarına hakaret eder ve pekiştirilmiş lafızlarla onlara lanet okur. Bu ayetlerin tamamı Ehl-i Kitap âlimleri, özellikle de Yahudi âlimleri hakkındadır:

“Şüphesiz ki bizim indirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti, insanlar için Kitap’ta açıkladıktan sonra gizleyenler (var ya!), bunlara Allah lanet etmektedir ve tüm lanet ediciler de lanet etmektedir.”[14]

“Onlara, ayetlerimizi verdiğimiz kişinin durumunu anlat. O, ayetlerimizden sıyrılmış, (derken) şeytan onu kendisine uydurmuş ve (bütün bunların neticesinde) azgınlardan olmuştu. İşte bu nedenle şayet biz isteseydik onu (kendisine verdiğimiz ilim ve deliller sayesinde) yüceltirdik. Fakat o, dünyaya meyletti ve hevasına/arzusuna uydu. Onun misali, üzerine gitsen de dili dışarda soluyan kendi hâline terk etsen de dili dışarda soluyan köpek gibidir. Bu, ayetlerimizi yalanlayan topluluğun misalidir. İyice düşünsünler diye kıssaları anlat.”[15]

“Tevrat’la yükümlü kılındıkları hâlde onun gereklerini yerine getirmeyenlerin misali, koca koca kitapları yüklenen (fakat içinde yazanları anlamayan ve/veya yaşamayan) eşeğin misali gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan bir topluluğun misali ne kötüdür. Allah, zalimler topluluğunu hidayet etmez.”[16]

Ayetlerde ağır bir dille eleştirilen Yahudi âlimleri, Yüce Allah’a verdikleri sözü çiğneyerek şahitlik vazifesini ikame edememiş, kendilerine emanet edilen hakkı gizlemişlerdir:

“(Hatırlayın!) Hani Allah: ‘(Vahyi) insanlara mutlaka açıklayacak ve asla onu gizlemeyeceksiniz.’ diye kendilerine Kitap verilenlerden söz almıştı. (Bu sözü) sırtlarının gerisine attılar (kulak ardı ettiler) ve onu az bir paha karşılığında sattılar. (Sözlerini bozma karşılığında) elde ettikleri (dünyalık) ne kötüdür.”[17]

Yüce Allah onları yaratılış gayesine şahit tutmuşken[18] onlar basit dünyalıkları o ulvi vazifeye tercih edip birkaç kuruş karşılığında Allah’ın (cc) ayetlerini satmışlardır.

“Sonra onların yerine Kitab’a da mirasçı olan bir topluluk geçti. Dünya malının değersiz olanını alıyor ve (ne de olsa): ‘Günahlarımız bağışlanacak.’ diyorlardı. (Güya tevbe etmelerine rağmen) değersiz bir dünya malı geldiğinde yine onu alıyorlar. Oysa Allah’a karşı yalnızca hak olanı söyleyeceklerine dair onlardan Kitap sözü alınmamış mıydı? Kitab’ın içindekileri de sürekli okuyanlardı hâlbuki. Ahiret yurdu korkup sakınanlar için daha hayırlıdır. Akletmez misiniz?”[19]

Yahudi âlimleri bir taraftan iktidar korkusuyla, diğer taraftan toplumla aralarını bozmamak adına sustular, gizlediler. Yüce Allah’ın şahitleriyken lanetlileri oluverdiler.

“Rabbanilerin ve din bilginlerinin onları günah olan sözden ve rüşvet/haram yemekten sakındırması gerekmez miydi? (Âlimlerin ve yöneticilerin iyiliği emredip, kötülükten alıkoyma görevini terk ederek) yaptıkları şey ne kötüdür.”[20]

Bugün İslam ümmetinin âlimleri farklı bir durumda mıdır? İktidar korkusu, toplumdan takdir beklentisi ve dünyalık çıkarlar için -Allah’ın (cc) rahmet ettikleri müstesna- ölü sessizliğine bürünmüşlerdir. Yüce Allah’ın şahidi olmak yerine onlar iktidar borazanı olmayı tercih etmiş, iktidarın izin verdiği konularda ve iktidarın izin verdiği kadar konuşmuşlardır. Örneğin tüm peygamberlerin gönderilme gayesi olan “Allah’a (cc) ibadet ve tağutlardan içtinab etme”[21] şiarı yokmuş gibi davranmış; iktidarlar rahatsız olduğu için, vârisi[22] oldukları nübüvvet davasına ihanet etmişlerdir. Nübüvvet mirasına sahip çıkan ilim adamları topluma hakkı anlatacak olsa ilk karşılaştıkları tepki, “Bunca yıldır hocaları dinliyoruz, böyle bir şey duymadık.” olmuştur.

Toplum faiz, rüşvet, iltimas gibi İslam’ın yasakladığı masiyetlere batmışken susmuşlardır. Zira bu münkerlerin kaynağının sistem olduğunu bilmiş, bu konulara dair adil şahitlik yaptıklarında sistemin gazabına uğramaktan çekinmişlerdir. Allah’a (cc) duymaları gereken haşyeti (saygının eşlik ettiği korkuyu) sisteme duyduklarından korkuları iman ve bilinçlerini örtmüş; susmuş, susmuş ve susmuşlardır.

Allah Resûlü (sav) saltanat kapısında dolanan ilim adamlarının fitneye uğradığını/uğrayacağını haber verirken onlar gayr-i İslami saltanatlarla kurdukları yakın ilişkiyle övünmüş; zalim iktidarların söyledikleri yalanları tasdik ederek ve zulümlerinde onlara yardımcı olarak -ki en büyük yardımları onları meşrulaştırmalarıdır- Nebi’den (sav) berî olmuşlardır:

İbni Abbâs’tan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Çölde yaşayan katılaşır/bedevileşir, av peşinde koşan gafilleşir ve sultanların/iktidarların kapısına giden fitneye düşer.”[23]

Nu’mân ibni Beşîr’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Biz yatsı namazından sonra mesciddeyken Allah Resûlü (sav) yanımıza çıktı. Bakışlarını semaya doğru kaldırdı, sonra indirdi. Hatta biz semada bir şey oldu zannettik. Sonra dedi ki: ‘Dikkat edin! Muhakkak ki benden sonra yalan söyleyen ve zulmeden yöneticiler olacaktır. Kim onların yalanlarını doğrular ve zulümlerine destek olursa o benden değildir, ben de ondan değilim. Kim de onların yalanlarını doğrulamaz ve zulümlerine destek olmazsa o bendendir, ben de ondanım.’ ”[24]

Hâliyle bugün âlimlerimiz adım adım İsrâîloğulları âlimlerinin izinden gitmiş, onların girdiği keler deliğine girmişlerdir. İşte bu nedenle şayet bir Yahudilikten şikâyet edeceksek önce içimizdeki Yahudilikten şikâyet etmeliyiz. Zira içimizdeki İsrâîl’i temizlemeden dışımızdaki İsrâîl’den kurtulamayacağız!

İslam Ümmetinin Abidleri Yahudileşmiştir

Allah Resûlü (sav) ümmetinin abidlerini Yahudileşme tehlikesine karşı uyarmış, son günlerinde dahi Yahudi ve Hristiyan abidlerin bir sapmasına dikkat çekmiştir.

Âişe Annemiz ve İbni Abbâs’tan (r.anhuma) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur.

“Allah, Yahudi ve Hristiyanlara lanet etsin. Onlar peygamberlerin kabirlerini mescid edindiler.”[25]

Atâ ibni Yesâr’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Allah’ım, benim kabrimi ibadet edilen bir put kılma! Peygamberlerin kabirlerini mescid edinenlere Allah’ın gazabı şiddetlidir.”[26]

İslam âlemine bakan biri rahatlıkla görecektir ki vefat eden her salih zatın kabrinin üstünde bir türbe, namazgâh, yani mescid vardır. Allah Resûlü’nün bunca uyarısı yokmuş gibi pek çok abid, evliya türbeleriyle övünmektedir. Türbeler o denli yaygındır ki türbe turizmi yapılmakta, bölgelerin maneviyatı türbe sayısıyla ölçülmektedir.

Allah Resûlü’nü (sav) sevmek imandandır. O, Rabbi tarafından övülmüş; müminlerin de ondan sevgi, saygı ve övgüyle söz etmeleri istenmiştir:

“Allah ve melekleri Peygamber’e salât etmektedir. Ey iman edenler! Siz de ona salât ve selam edin.”[27]

“Şüphesiz ki biz seni, şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Allah’a ve Resûl’üne iman etmeniz, onu desteklemeniz, ona saygı duymanız ve sabah akşam (Allah’ı) tesbih etmeniz için.”[28]

Ancak onun (sav) uyarılarından da anlaşılacağı gibi onu övmenin de bir sınırı vardır. O sınır aşıldığında “dinde ğuluv/aşırılık” başlar. Kitap ve Sünnetten öğrendiğimiz kadarıyla bu da Yahudi ve Hristiyanların ahlakıdır:

“Ey Ehl-i Kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah’a dair hak olandan başka bir söz söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih ancak Allah’ın Resûlü ve Meryem’e (babasız doğması için ‘Ol!’ diyerek) ilka ettiği kelimesi ve O’ndan bir ruhtur. Allah’a ve resûllerine iman edin. ‘(İlahımız) üçtür.’ demeyin. (Bu batıla) son verin. (Bu) sizin için daha hayırlı olur. Ancak Allah tek bir ilahtır. O bir çocuğunun olmasından münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların tamamı O’na aittir. Vekil olarak Allah yeter.”[29]

Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Hristiyanların Meryem oğlu Mesih’i övdükleri gibi siz de beni övmede aşırıya gitmeyin. Bilakis, ben Allah’ın kuluyum. ‘Allah’ın kulu ve resûlü’ deyin.”[30]

Abdullah ibni’ş Şihhîr’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Âmiroğullarından oluşan bir temsilci heyetiyle Peygamber’e (sav) gittim. Allah Resûlü’ne (sav) hitaben, ‘Sen bizim seyyidimizsin/efendimizsin.’ dedik.

‘Seyyid/Efendi olan Allah’tır.’ buyurdu.

‘En üstünümüz ve büyüklük bakımından da en büyüğümüzsün.’ dediğimizde şöyle buyurdu: ‘Bu sözünüzü ya da bu sözünüzün bir kısmını söyleyin. Şeytan, sizi peşinden (sapıklığa) sürüklemesin.’ ”[31]

Bugün Allah Resûlü’nden (sav) “efendimiz” diye söz etmek sıradanlaşmıştır. Oysa o (sav) bu ifadeyi hususen yasaklamıştır. Allah Resûlü’ne (sav) İlahi sıfatlar atfeden kasideler titizlikle bestelenmekte ve büyük bir huşu içinde icra edilmektedir. Sözün özü; bu ümmetin abidleri adım adım İsrâîloğulları abidlerinin izinden gitmiş, onların girdiği keler deliğine girmişlerdir. İşte bu nedenle şayet bir Yahudilikten şikâyet edeceksek önce içimizdeki Yahudilikten şikâyet etmeliyiz. Zira içimizdeki İsrâîl’i temizlemeden dışımızdaki İsrâîl’den kurtulamayacağız!

Tevhid Ehli İddiasında Olan Bir Grup Yahudileşmiştir

“Ehl-i Kitap’tan öylesi vardır ki ona bir kantar (altın) emanet etsen, onu sana geri verir. Öylesi de vardır ki ona bir dinar versen üstüne durmadığın müddetçe sana geri vermez. (Bunun nedeni) onların şöyle demeleridir: ‘Ummilere karşı (yaptıklarımızda) bir sorumluluğumuz yoktur. (Malları bize helaldir.)’ Bilerek Allah’a karşı yalan söylüyorlar. (Hayır, öyle değil!) Kim sözünü tutar ve (Allah’tan) sakınıp korkarsa Allah, muttaki olanları sever.”[32]

Yahudiler, kendi dinlerinden olmayana ummi/umemi der, onların mallarını kendilerine helal görürlerdi:

“Abdullah ibni Abbâs (ra), ‘Ummilere karşı (yaptıklarımızda) bir sorumluluğumuz yoktur. (Malları bize helaldir.)’ ayeti hakkında şöyle demiştir: ‘Bu ayet, Ehl-i Kitab’ın, ‘Onlar ummi oldukları için, onlardan bizim elimize geçen şeylerden dolayı bizlere günah yoktur.’ demeleri sebebiyle indirilmiştir.’ ”[33]

“Katâde (rh) ise ayet hakkında şöyle dedi: ‘‘Müşriklere karşı (yaptıklarımızda) bir sorumluluğumuz yoktur.’ Bununla Ehl-i Kitab olmayanları kastediyorlardı.’ ”[34]

“Suddî (rh) ise şöyle demiştir: ‘Onlar bile bile Allah hakkında yalan söylüyorlardı. Yani onlardan birine, ‘Ne oluyor sana da aldığın emaneti geri vermiyorsun?’ denildiğinde şöyle diyorlardı: ‘Arapların malları hususunda bize herhangi bir vebal yoktur. Allah onların mallarını bize helal kılmıştır.’ ’ ”[35]

Bu sapkınlığın nedeni nedir? Çünkü İsrâîloğullarının şeriatında (kıtal anlamında) cihad vardı. Onlar cihadı terk edip cihad ahkâmını normal hayata taşıdılar. İnsanlarla güven içinde komşuluk ettiler, ticaret yaptılar, yolculuğa çıktılar. Birinin malına göz koyduklarında ise, “Bunlar müşriktir, malları helaldir, bunlara karşı sorumluluğumuz yoktur…” dediler. Yüce Allah onları yalanladı, yaptıklarının Allah’a/dine iftira olduğunu beyan etti. Zira bir arada yaşayan her insan topluluğu, sarih veya dolaylı, eman içinde bir arada yaşar. Bir arada yaşamanın getirdiği çeşitli haklar, ödevler ve sorumluluklar vardır. Birlikte yaşarken eman hukukuna riayet edip insanların malına tamah edince savaş hukukunu tatbik etmek, olsa olsa dine iftiradır. Zaten Yahudileşmenin en temel niteliği Kitab’a uymak yerine Kitab’ı arzulara/hevaya uydurmaktır[36] ve ne yazık ki İslam ümmeti içinde kendini tevhid ehli kabul eden bir grup, insan ilişkilerinde adım adım İsrâîloğullarının izinden gitmiş, onların girdiği keler deliğine girmiştir. İşte bu nedenle şayet bir Yahudilikten şikâyet edeceksek önce içimizdeki Yahudilikten şikâyet etmeliyiz. Zira içimizdeki İsrâîl’i temizlemeden dışımızdaki İsrâîl’den kurtulamayacağız![37]

Sonuç olarak;

Evet, dışımızdaki İsrâîl’i konuşacağız, eleştireceğiz, zulmettiği mazlumlarla İslami kimliğimiz ve insanlığımız adına dayanışma içinde olacak ve barbarlığa karşı ses yükselteceğiz. Ancak bir karar da vereceğiz: Biz, bir asırdır kanayan bu yarayı (İsrâîl ve Siyonizm) tedavi mi edeceğiz yoksa pansuman yapmakla mı yetineceğiz? Şayet amacımız pansumansa bol bol hamaset yapacak, hiçbir payımız olmamasına rağmen Filistinlilerin şeref ve izzetine -attığımız sloganlarla- ortak olacak, hakikatte kendimizi kandıracağız. Amacımız bu yarayı tedavi etmekse önce içimizdeki Yahudiliği tedavi edecek, tevbeyle Rabbimize dönecek, vahiyle arınacağız. Bileceğiz ki içimizdeki İsrâîl’i temizlemeden dışımızdaki İsrâîl’den kurtulamayız!


[1]. “Kitap’ta İsrailoğullarına şu hükmü de verdik: Hiç şüphesiz, yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve büyük bir kibirle azgınlaşacaksınız.” (17/İsrâ, 4)

[2]. 6/En’âm, 129

[3]. Buhari, 7320; Müslim, 2669

[4]. bk. Fethu’l Bârî, 6/498, 3456 No.lu hadis şerhi

[5]. bk. age

[6]. bk. İrşâdu’s Sârî, 5/522, 3456 No.lu hadis şerhi

[7]. Tek kişilik keler yuvasına iki kelerin girmeye çalışması gibi.

[8]. bk. El-Mustedrek, 8404

[9]. bk. Tirmizi, 2641

[10]. “Sonra Kitab’ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onlardan kimi nefsine zulmeder, kimisi orta yolludur. Kimisi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışıp öne geçer. Bu, büyük lütuf ve ihsanın ta kendisidir.” (35/Fâtır, 32)

[11]. 38/Sâd, 26

[12]. 5/Mâide, 68

[13]. 5/Mâide, 44

[14]. 2/Bakara, 159

[15]. 7/A’râf, 175-176

[16]. 62/Cuma, 5

[17]. 3/Âl-i İmrân, 187

[18]. “Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına (ibadeti/kulluğu hak edenin yalnızca Allah olduğuna), Allah, melekler ve adaleti ayakta tutan ilim adamları şahitlik etti. O’ndan başka ilah yoktur. O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm’dir.” (3/Âl-i İmrân, 18)

[19]. 7/A’râf, 179

[20]. 5/Mâide, 63

[21]. “Andolsun ki biz her ümmet arasında: ‘Allah’a ibadet/kulluk edin ve tağuttan kaçının.’ (diye tebliğ etmesi için) resûl göndermişizdir. Allah içlerinden kimisine hidayet bahşetti, kimisine ise sapıklık hak oldu. Yeryüzünde gezip dolaşın ve yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğuna bir bakın.” (16/Nahl, 36)

[22]. “Muhakkak ki âlimler nebilerin vârisleridir. Nebiler miras olarak ne dinar ne de dirhem bırakırlar. Fakat ilim bırakırlar. Kim ilim öğrenirse nebilerin mirasından hissesini fazlasıyla almış olur.” (Ebu Davud, 3641; Tirmizi, 2682)

[23]. Ahmed, 3362; Tirmizi, 2256

[24]. Ahmed, 18353

[25]. Buhari, 435; Müslim, 531

[26]. Muvatta, 475

[27]. 33/Ahzâb, 56

[28]. 48/Fetih, 8-9

[29]. 4/Nisâ, 171

[30]. Buhari, 3445

[31]. Ebu Davud, 4806; Ahmed, 16307

[32]. 3/Âl-i İmrân, 75-76

[33]. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 5/104, 13412 No.lu rivayet

[34]. age. 5/105, 13416 No.lu rivayet

[35]. age. 5/105, 13417 No.lu rivayet

[36]. Kur’ân’ın ifadesiyle bu, Kitab’ın/dinin bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmektir.

           “Sonra sizler (söz vermenize rağmen) birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarınızdan çıkarıyor, günah ve haddi aşmada onların aleyhine yardımlaşıyorsunuz. (Dindaşlarınız) size esir olarak geldiğinde, onları yurtlarından çıkarmak size haram kılınmasına rağmen (serbest bırakma karşılığında) fidye alıyorsunuz. Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanların cezası dünya hayatında rezil rüsva olmaktan başka bir şey değildir. Ahiret Günü’nde de azabın en çetinine uğrayacaklardır. Allah sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.” (2/Bakara, 85)

           Yahudilere birbirleriyle savaşmaları ve birbirlerini sürgün etmeleri yasaklanmıştı. Onlar Tevrat’ın bu kesin emrini çiğneyip savaşıyorlardı. Savaş esiri olan dindaşlarına Tevrat’ın hükmünü uyguluyor, serbest bırakma karşılığında fidye alıyorlardı. Böylece Kitap’tan işlerine gelene iman ediyor, işlerine gelmeyeni inkâr etmiş oluyorlardı. Bunun gibi işine gelen yerlerde Kitab’a uyan, nefsine zor gelen yerlerde ise işi kitabına uyduranlar, Allah’ın (cc) ayetlerinden bir kısmını inkâr etmiş olurlar. Çünkü din bir bütündür ve tamamı Allah’a (cc) aittir. Tam bir teslimiyetle teslim olunmadan Müslim/mümin olunmaz. (Tevhid Meali, s. 12, Bakara Suresi, 85. ayetin açıklaması)

[37]. Geniş bilgi için bk. Allah Resûlünün Örnekliğinden Yahudileşmeye Gayr-i Müslimlerle Münasebetler, Tevhid Dergisi, S 119, s. 4

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver