İstikamet ve Rabbani Duruş İçin Ölçü ve Bilgi

İnsanları yoktan var eden, onlara hidayet yollarını gösteren, rahmeti gazabından daha geniş ve kuşatıcı olan Allah’a hamd olsun.

Salât ve selam; Rabbinin emirlerini bize ulaştıran, onları en güzel şekilde beyan eden, müminlere şefkat kanatlarını geren, kâfirlere karşı izzetli Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem, onun temiz ailesine, seçkin ashabına ve hidayete tabi olanların üzerine olsun.

Yoğun gündeme sahip bir ayı daha geride bıraktık. Ülkelerin politikalarının değiştiğine, karşı kutupların aynı koalisyonda yer aldığına, asırlık medeniyet söylemlerinin ve bu medeniyet anlayışıyla gerekçelendirilen duruşların tam aksi yönde değiştiğine şahitlik ettik. Önümüzdeki yüzyılı etkileyeceğinden emin olduğumuz bir gelişmeyi tüm boyutlarıyla anlatmaya çalışırken, bir öncekini unutturan ve çok daha etkili girişimlerin başladığını gördük.

Bu yoğun koşuşturmacada durup soluklanmak, bazı hadiseleri Allah’ın subhanehu ve teâlâ değişmez yasaları çerçevesinde anlamak, birilerinin bilinçli propagandalarından etkilenmemek ve karşık dönemlerin yıkıcı yönü olan, farkında olmadan durulan noktanın değişmesinden korunmak adına bazı tespitlerimizi kardeşlerimizle paylaşacağız.

Sahih Bir İstikamet Sahih Ölçü ve Bilgiyle Mümkündür

İnsanlar; bireyler, toplumlar ve olaylar karşısında bilgi ve bilgiyi kendisiyle değerlendirdikleri ölçüleriyle; olumlu veya olumsuz bir tavır belirlerler. Bundan dolayı; sahih bir istikamet ve Rabbani bir duruş için, ölçülerimizin ve olaylara dair bilgilerimizin sıhhatli olması gerekir.

Önceliğimiz, ölçü ve kriterlerimizin sahih olmasını sağlamaktır. Çünkü ölçü kap gibidir. Kirli bir kaba en temiz ve berrak kaynak suyu da konulsa; kabın kiri, suyu bulandıracak, tat, renk ve kokusunu bozacaktır. Bu noktanın önemini, vahyin eğitim metodunda görmekteyiz. Allah subhanehu ve teâlâ önce, müminlerin tasavvur dünyalarını yani ölçülerini inşa etti. Dünyaya, varlığa, metaya ve ahirete yönelik ölçüler sahih bir istikamete kavuşunca; emrolunduğu gibi dosdoğru olan bir toplum meydana gelmiş oldu. Buna mukabil insi ve cinni şeytanların; ölçüleri ifsat edip, nesillere yeni ölçüler vermek peşinde olduklarını görüyoruz. Özellikle insanlığın kahir ekseriyetinin malul olduğu zorunlu eğitim ve medya sihrinin tek işlevi budur desek abartmış olmayız.

İslami hareketin ve Müslüman bireylerin bu meseleyi önemsemesi, buna yönelik çalışmaları kararlılıkla sürdürmesi, nefisleri ve hareketleri muhasebe etmesi; bir fazilet değil, şer’i bir zorunluluktur. Aksi halde, Rabbani sünnetler vuku bulup, imtihanlar baş gösterdiğinde itikadi ve menhecî savrulmaların yaşanması kaçınılmazdır.

İslami Ölçülerin Tabiatı

Kur’an ve Sünnet bütünlüğüne bakıldığında; İslam’ın etbaına verdiği ölçülerin/sabitelerin iki kısma ayrıldığını görürüz:

1. Genel ve tüm meselelerde geçerli olan ölçüler

2. Özel ve belli bir konu etrafında sabitlenmiş ölçüler

Genel ölçülere verebileceğimiz örnek şu ayetlerdir:

“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (16/Nahl, 90)

“De ki: ‘Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.’ ” (7/A’raf, 33)

Biri emir, biri de nehiy babından iki örnek sunmuş olduk. İki ayette de her durum için geçerli olan ve Müslümanın söz, düşünce ve eylemlerini belirleyen ölçüler gördük. Emir babından olan ‘adalet’i ele alacak olursak:

Söz söylerken adaletli olmak durumundayız.

“…Yakınlarınız dahi olsa söz söylediğinizde adil olunuz…” (6/En’am, 152)

Düşmanlık ve savaş halinde olduklarımıza dahi adaletle davranmak zorundayız.

“…Bir kavme olan kininiz/düşmanlığınız sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olunuz, o takvaya daha yakındır…” (5/Maide, 8)

Allah’a subhanehu ve teâlâ çocuk nispet edip, yeryüzünde söylenmiş en çirkin sözün sahipleri olmalarına rağmen Rabbimiz Hristiyanlar için şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da ‘Biz Hristiyanlarız’ diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.” (5/Maide, 82)

Hakeza yasak babından olan Allah adına bilmeden konuşma, Allah’a şirk koşma ve benzerleri de böyledir. Her durum ve konumda bunların yapılması yasaklanmıştır.

Özel ölçülere gelince; belli bir konu etrafında belirlenmiş ve Müslümanlara o konuyla ilgili yol gösteren kurallardır. Bu ölçüler yerli yerinde kullanıldığında; ortaya Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızasına uygun bir sonuç çıkacaktır. İnsan ilişkileri ve toplumsal bağların güçlendirilmesi için Hucurat suresinde konan ölçüler örnek gösterilebilir. Toplumun yöneticisi konumunda olanlara edeple muamele, bedevilerin sorumsuz davranışlarından kaçınma, zan, tecessüs, dedikodu, insanları küçümseme ve onlarla alaydan kaçınma; özel ölçülere örnek gösterilebilir.

Yakinen biliyoruz ki; bu ölçüleri tatbik eden toplumlar netice itibariyle Allah’ın subhanehu ve teâlâ razı olduğu topluluğu meydana getirecektir. Aynı zamanda özel bir konu etrafında belirlenmiş ölçüleri mecrasının dışına kaydıranlar da, İslam adına hareket ettiklerini zannetseler de İslami olmayan sonuçlarla karşılaşacaklardır.

Özel ölçülerin tabiatının daha iyi anlaşılması için şu misal üzerinde düşünülmelidir: Herhangi bir topluluk, savaşın bulunduğu bir ortamda, Hucurat suresinde belirlenen ölçülere sarılsa ve ‘Allah bizden zan yapmamayı, tecessüsten kaçınmayı istiyor’ dese… Bu kaideler, düşmana uygulandığında ortaya ne Allah’ın ne de müminlerin razı olacağı bir sonuç çıkacaktır.

Öyleyse olaylar, toplumlar ve insanlar karşısında sahih bir istikamet belirlemek isteyenler; Rabblerinin belirlediği genel ve özel ölçüleri doğru öğrenmeli, özel/hususi ölçüleri yerli yerinde kullanmalıdırlar.

İçinde bulunduğumuz günlerde; ‘asrın tağutu’ öncülüğünde oluşan koalisyonun Irak ve Suriye’ye müdahalesi, İslam Devleti’nin Kobani kuşatması, Türkiye’nin müdahale konusunda çekimser pozisyonunu değiştirip daha aktif bir rol alacağını ilan etmesi gündemimizi meşgul ediyor.

Böyle durumlarda İslam’ın belirlediği ölçüler nelerdir? Müslüman bir birey, taraflara karşı elde ettiği bilgileri hangi ölçülere göre değerlendirmelidir?

1. Küfür; İslam Ehli için Hayır Dilemez

“(Ey müminler!) Ehli kitaptan kâfirler ve müşrikler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Hâlbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (2/Bakara, 105)

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz. İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında ‘İnandık’ derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: ‘Kininizden (kahrolup) ölün!’ Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir. Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (3/Âl-i İmran, 118-120)

Bu ayetler; küfrün tabiatını, Müslümanlara yaklaşımını ve onlara en yakın oldukları dönemlerde dahi kinlerini göstermektedir.

Bu ayetlerin tefsirini idrak etmek isteyenler, dünya savaşlarına bakmalıdırlar. Savaşlar sonlandığında; karşı cephelerde bulunan Batılı/Hristiyan devletleri kalkınmış, kendini İslam’a nispet eden ülkelerin tamamı batmıştır. Savaşlar İslam coğrafyasında öyle sorunlar bırakmıştır ki; yeni bir asra girilmesine rağmen Ortadoğu bu sorunlarla boğuşmaktadır.

Kendini İslam’a nispet eden ülkeler ve Suriye’de savaşan grupların, bu hakikati bilmelerine ve mücadeleye bu hakikatleri baz alıp başlamalarına rağmen; kiminin gönüllü, kiminin şartlı(!) bu koalisyona destek açıklamaları; ancak akıl, onun da öncesinde ‘iman tutulması’yla izah edilebilir.

2. Allah Müminlerin Aleyhine Kâfirlere Yol Vermeyecektir

Bu ölçü, Nisa suresi 141. ayetten alınmıştır. Burada Rabbimiz haber verme/ihbar siğasıyla Müslümanlara bir emir vermektedir. ‘Allah’ın Müslümanlar üzerine kâfirlere yol vermediği gibi, sizler de vermeyin. Kâfirlerin yönetici, veli veya asker olarak Müslüman üzerinde yol bulabileceği hiçbir uygulamanın, ittifakın veya düşüncenin içinde yer almayın!’

İslam’a nispet iddiası sahih olan bir grubun; küfrün öncüleri ya da PYD misali küfür öncülüğüne aday yapılarla işbirliği yapıp İslam ehline saldırması, kâfirlere Müslümanlar aleyhinde yol vermesi düşünülemez. Müslümanlar kendi aralarında sorun yaşayabilirler, çekişip savaşabilirler. Kendi aralarında ıslah edici veya caydırıcı güce sahip yapılara başvurabilirler. Ancak hiçbir surette kâfirlerin öncülüğünde bir sorunu çözmeye yeltenemezler.

3. Allah Dinini Facirlerin Eliyle de Destekler

Sahada, İslami bir yönetim için savaştığını ilan eden irili ufaklı onlarca grup mevcut. Bunlara yaklaşım konusunda olması gereken, akide ve menhec sahihliğine göre değerlendirme yapmaktır. Yoksa mücerret kıtal eyleminde bulunmak ve İslami şiarları yüceltmek; bir taifenin hak olduğunu göstermez.

Başlıkta kullandığımız cümle Allah Rasûlü’ne aittir. O, çok iyi savaşan ve Müslümanlar tarafından sevilen bir mücahid sahabe(!) için: “Ateş ehlinden birini görmek isteyen varsa bu adama baksın!” demiştir. Bu cümle ashaba o kadar ağır gelmiştir ki, ravi: “Bazıları neredeyse şüpheye düşecekti…” (Kıssa için bkz. Buhari, 3062, 4204, 6606; Müslim, 111.) demiştir. Daha sonra yapılan bir araştırma adamın şehit olmadığını, aldığı bir yara darbesine dayanamayarak intihar ettiğini göstermiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Bilal’e radıyallahu anh emretmiş ve Bilal insanlar arasında şöyle nida etmiştir:

“Cennete sadece Müslüman nefis girecektir. Allah dinini facir insanların eliyle de destekler.”

Bu Nebevi ölçüden yola çıkarak diyebiliriz ki; kişinin akidesi onun cihadını meşrulaştırır; cihadı, akidesini değil. Cihad edenler değil, Müslüman nefisler cennete girecektir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, her sınıftan insanın bulunduğu savaş ortamında, herkesin sevdiği, cihad ve kahramanlığıyla ün salmış biri üzerinden, İslam’ın resmi sözcüsü Bilal radıyallahu anh diliyle bu ölçüyü ümmetine öğretmiştir.

Diyebiliriz ki; İslam ümmetinin son yüzyılda unuttuğu, sahabenin dahi ilk etapta anlamakta zorlandığı, tevhidî cemaatlerin duygusal yaklaşımlarla menheclerinden çıkardığı bir ölçüden söz ediyoruz. Ve son zamanlarda en çok ihtiyacımız olan ölçülerden biri olduğunu düşünüyoruz.

4. Yaklaşımlarda Bütünlük Hakkın, Çelişkiler Batılın Alametidir

“Hâlâ Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.” (4/Nisa, 82)

Bir konuda bütünlük, metotta uyum kişinin hak olduğunu, yaklaşımda parçacılık, metotta uyuşmazlık ise niyet veya eylemin sıdk üzere olmadığını gösterir. Rabbimiz bu ölçüyü kendi kitabı için kullanmıştır. Kur’an’ın konu bütünlüğü, ayetlerin birbirini tasdiki, önceki Rasûlleri doğrulaması, hükümlerinin insan fıtratına uygunluğu; onun tek bir merciden neş’et ettiğinin delilidir. Şayet o; iddia edildiği gibi beşerin uydurduğu bir şey olsa, yani kaynağı sema gibi köklü değil de, insan hevası gibi değişken olmuş olsa; onda mutlaka ihtilaf ve çelişkiler olacaktı.

Bu ölçüyü biraz da genel olduğundan son madde olarak vermeye uygun gördük. Sahada bulunan herkesin bazı iddiaları var. Bu iddiaları parça olarak değil de bütün olarak ele almalıyız. Öncesi ve sonrasıyla, farklı olaylar karşısında tutumlarla beraber bütünlük arz etmeyen yaklaşımlara soru işareti bırakmalı ve ihtiyatla yaklaşmalıyız.

Sahih Bilgi Yolları

Vakıamızla ilgili İslam’ın aydınlatıcı bazı ölçülerini zikrettikten sonra; olaylara dair bilgi edinme yolları hakkında İslam’ın ölçülerini zikredeceğiz. Ölçülerinizin sahih olduğu gibi bilgilerinizin de sahih olması gerekir. Aksi durumda sahih bir istikamet belirlenmesi mümkün değildir.

1. Fasıklar Bilgi Kaynağı Olamazlar

“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (49/Hucurat, 6)

Fasık; İslam dairesinde olup, adalet vasfını yitiren günahkâr kişidir. Rabbimiz bu tip insanların haberlerine karşı bizi uyarıyor, ta ki insanlar hakkında cahilce kanaat edinmeyelim. Bu ayet, kıyas-ı evla ile kâfirlerin haberlerinde daha hassas olmamız gerektiğini öğretiyor. Hususen medyanın küfür önderleri elinde olduğunu, kitleleri yönlendirmek ve olaylara bakış açısı kazandırmak için bunu kullandıklarını bildiğimiz bir zeminde…

2. Kişinin Her Duyduğunu Aktarması Yalan Olarak Yeter

İslam, yakin dinidir. Üzerine hak bina edilen hassas mevzuların, bilgi kaynağının da yakinî olmasını ya da yakinî bilgiye yakın olmasını ister. İnsanlar ve olaylar hakkında zanna dayalı bilgiyi yasaklar. İlim sahibi olmadığımız hususların peşine düşmememizi emreder ve bunu ahirette hesaba çekileceklerimizden biri olarak önümüze koyar.

Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (17/İsra, 36)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Kişiye her duyduğunu aktarması, yalan olarak yeter.” (Müslim)

Yine Müslümanlara bilgiye dair verdiği ölçülerin birinde şöyle buyurmaktadır:

“Zandan sakınınız! Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.” (Muttefekun Aleyh)

Fasık ve kâfir medyadan iletilen haberlere karşı olan Müslümanların, Müslümanlar arasında yayılan kulaktan duyma, kaynağı belirsiz haberler hususunda aynı hassasiyete sahip olduğunu söylemek zor görünüyor. Özellikle İslami portallarda, paylaşım sayfalarında ve dost meclislerinde aktarılan, aktaranın da bir başkasından duyduğu ve şeriat nezdinde yalan silsilesine dönüşen haberlerde bu silsilenin yalan kaynaklarından biri de biz olmamalıyız.

Cemaat ehli kardeşlerimizin, yönetime sorup tasdik etmedikleri hiçbir haberi başkasına aktarmaması gerekir. Ortamlarda bir haber aktaranlara: ‘Bunu bizzat gördün mü ya da işittin mi?’ şeklinde sorular sormaları, haberlerin kaynağını tespit etmeleri gerekir. Bu yapıldığı takdirde çoğu insanın kulaktan duyma bilgilerle konuştuğu görülecektir. Oysa aktarılan her söz; bizleri Allah subhanehu ve teâlâ katında yalancı konuma sokabilir. Aktardığımız ve kulaktan duyma her bilgi, bizleri var olan fitnelere katkı sağlayanlardan eyleyebilir.

3. Müslümanlar Doğru Bilgiyi İnsanlarla Değil Emir Sahipleriyle Paylaşır

“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; hâlbuki onu, Rasûle veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin iç yüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz.” (4/Nisa, 83)

İslam toplumunda güvene veya korkuya dair bir haber yayıldığında insanların iki kısma ayrıldığını anlatıyor Rabbimiz. Birinci grup, ölçüsüz insanlardır. Bunlar Ahzab suresinde isimleri konulmuş topluluklardır. Münafıklar, kalpleri hastalıklı olanlar ve mürcifler/asılsız haberleri yayanlar. Müslümanlar aleyhine olan haberleri yayıp, kalplere korku salan bir güruh İslam toplumunda istenmeyen insanlardır. Allah subhanehu ve teâlâ onlar için şu hükmü uygun görmüştür:

“Andolsun, ikiyüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haber yayanlar (bu hâllerinden) vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. Hepsi de lanetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler. Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” (33/Ahzab, 60-62)

İkinci grup insanlar; Allah’a ve ahiret gününe inanan ve konuştuklarında sorumluluk duygusuyla konuşanlardır. Bunlar güvene dair bir haberi yaydıklarında, Müslümanların rehavete kapılıp tedbiri elden bırakabileceklerini, ya da korkuya dair bir haberin kalplere korku salıp insanları ürkütebileceğini düşünürler. İslam toplumu, böylesi bir keşmekeşe sebep olmamak için; haberleri emir sahipleriyle paylaşırlar. İslam toplumunun durumundan haberdar olan emir sahipleri, bu haberlerden hüküm çıkarır ve uygun olanları toplumla paylaşırlar.

Dünyanın küçülüp insanların ceplerine girdiği günümüz dünyasında, Müslüman kardeşlerimizin hassas olmaları gerekir. İnsanlara aktardıkları ve Müslümanları ilgilendiren her haberin onları; kalplere korku salan mürcifler sınıfına dahil edebileceğini hatırlarında tutmaları gerekir. Allah’a ve ahiret gününe inanan bir Müslümanın Rabbinin kelamıyla netleşmiş bir topluluktan olma ihtimali dahi Müslümanı ürkütmek için yeterlidir.

İslam düşmanlarının Müslümanları tehdit ettiği, bununla yetinmeyip fiilî olarak Müslümanlara saldırdığı bir dönemde, kâfirlerin adına mürciflik yapan propaganda gönüllülerinin Allah’tan korkup, Müslümanlardan hayâ etmesi ve rüşdlerine dönüp tevbeyle Rabblerine yönelmelerini umuyoruz. Bu ahlaka sahip insanların nefislerini, Medine’de yaşanan olaylar arasında hayal etmelerini, sözleriyle ve konuştuklarıyla hangi topluluk arasında yer alacaklarını muhasebe etmelerini tavsiye diyoruz.

Sonuç Olarak

Kişinin elinde genel ve özel sahih ölçüler, vakıada sahih bilgi bulunmadığı zaman; olaylara ve toplumlara karşı sahih bir istikamette, Rabbani bir duruş sergilemesi mümkün değildir.

Bazen de insanın elinde sahih ölçüler ve sıhhatli bilgiler olmasına rağmen hakkı bulamaz, gönül rahatlığıyla bir tercihte bulunamaz. Böylesi durumlarda İslam bizleri başıboş bırakmamış, en güzel olana hidayet etmiştir. Böylesi hâllerde İslam’ın tavsiyelerini şöyle sıralayabiliriz:

1. Rabbani âlimlere müracaat etmek ve onların deliller ışığında yaptıkları, Allah Râsulü’nden hikmetle süsledikleri öngörülerini dinlemek… Şu ayetlerde Rabbimiz buna işaret etmiştir:

“Derken Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: ‘Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı!’ dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: ‘Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.’ Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (28/Kasas, 79-81)

İnsanların çoğuna kapalı kalan yönler, vahyin nuruyla gönül ve zihin dünyaları aydınlanmış insanlara açıktır. Hususen olayları Allah’ın değişmez sünnetleriyle okuyanlara…

2. İstiharede bulunmak… Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ‘Kur’an’dan bir sure öğretir gibi ashabına istihareyi öğretti…’ İstihare; kulun Rabbine danışması, kendisi için kapalı olan şeyi aydınlatmasını talep etmesi, işinin sonucu Rabbine havale etmesidir.

3. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem duasını çokça yapmak… Allah Rasûlü, geceleri Rabbinin huzuruna durduğunda O’nun El-Hâdi ismine sığınır ve şöyle dua ederdi:

“Allah’ım! İnsanların ihtilaf ettikleri hususlarda beni hak olana hidayet et! Şüphesiz sen dilediğini doğru yola hidayet edersin.” (Müslim)

Allah subhanehu ve teâlâ bizleri sahih ölçülere sahip, vahiyle yolunu bulan, kalpleri şifa bulmuş, Rabblerinin öğüdüne kulak veren, Rabblerinin hidayetinden nasiplerini almış ve şeytan, nefis ve amellerin kötülüklerinden korunmuş kullarından eylesin.

Âmin.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver