İslam Ümmetine Açılmış Haçlı Savaşının Kodları

Rasûllerini hak dinle gönderen ve tüm dinlere üstün gelmeleri için onları destekleyen El-Aziz ve El-Hamid olan Allah’a hamd olsun.

Salât ve selam sadece Allah’a ibadet edilsin ve O’na ortak koşulmasın diye gönderilen rahmet ve kılıç Peygamberi Muhammed Mustafa’ya, onun ashabına ve tabilerinin üzerine olsun.

Tarafların isim, konum, bölge ve güç dengeleri değişse de iman ile küfür, tevhid ile şirk, hak ile batıl arasında çekişme ve husumet hep var olmuştur. Bu husumet ve bunun doğal sonucu olan mücadele, tarafların istemesi veya istememesinden bağımsız Allah’ın subhanehu ve teâlâ değişmez sünneti/yasası olarak vuku bulmuş ve kıyamete kadar da vuku bulmaya devam edecektir.

Yaşadığımız şu çağda en açık ve acımasız hâlini müşahede ettiğimiz bu çekişme, insanlığın sonu olan kıyamete doğru iyice şiddetlenecek; Müslümanlar büyük sıkıntılar çekecek olsa da akıbet muttakilerin olacaktır. İman ve küfür arasındaki bu çekişmenin sonuçlarından emin olsak da sonuca göre değil içinde bulunduğumuz ana göre değerlendirmeler yapmak ve kutlu İslam müdafaasına her şeyimizle katkıda bulunmak zorundayız. Çünkü kıyamet ve öncesinde yaşanacak olaylara ne oranda yakın ya da uzak olduğumuz bizler için sadece gayb bilgisidir. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem işaret ve orta parmağını kaldırıp ‘Ben ve kıyamet bunun gibiyiz/yakınız’ demesinin üzerinden on dört asır geçti ve hâlâ beklenen o dehşetli gün vâki olmadı.

11 Eylül hadisesinden sonra İslam alemine yönelik başlatılan ve Bush’un ağzından ‘Haçlı Seferi’ olduğu itiraf edilen işgal, genişleyerek devam ediyor. Arap baharıyla başlayan, son beş yılda alanı iyice genişleyen ve farklı blokların da dahil olduğu işgalin bir haçlı kalkışması olduğunu Rusya da teyit olmuş oldu. Rus Ortodoks kilisesi Rusya’nın Suriye’ye yönelik müdahalesini ‘Kutsal Savaş’ olarak ilan etti.

İşgal her geçen gün farklı bir ülkeye sıçrıyor ya da kültür işgali olarak başlamış soyut işgal süreçleri askerî müdahalelerle somut işgallere dönüşüyor. İşgaller ve sonrasında yaşanan savaşlarda iki taraf iki farklı cephe bulunur. Her cephenin kendine özgü bir savaş stratejisi olur. Bir tarafın stratejisini çözen ve hamleleri boşa çıkaracak karşı strateji üretebilenler, dünyevi esbap yönünden savaşın galibi olurlar. Bugün küfrü temsil eden cephe tüm ayrılık ve anlaşmazlıklarına rağmen İslam alemi karşısında Hristiyan-Yahudi Batı dünyasıdır. Ve bu işgalde tek vücut olarak hareket etmektedirler. Maalesef küfrün karşısında din, can, namus ve mallarını müdafaa edenler farklı cephelerde farklı stratejilere sahip olmakla birlikte bir taraftan düşmanla diğer taraftan kendi aralarında çatışmaktadırlar. Bu sebeple İslam’a müntesip olanların stratejisi şudur demek mümkün değildir. Daha ziyade örgütlerin, cemaatlerin ve son zamanlarda devletleşen (İD) yapıların stratejisinden söz edilebilir. Bu nedenle savaşın tabiatını İslam’a müntesip yapılar üzerinden değil, düşmanın İslam ümmetine yönelik stratejisi üzerinden okumaya çalışacağız.

Bütün İslam alemine savaş açmış bulunan Yahudi-Batı dünyasının bu savaşta nasıl bir yol izlediğine dair bazı başlıkların aydınlatıcı olacağı ve ‘Modern Haçlı Savaşına’ muhatap İslam’a müntesip yapılara bir hatırlatma ve fayda sağlayacağı ümidiyle bu ayki yazımızı bu konuya ayırdık.

1. Savaş Açtıkları Toplumları İyi Tanıyorlar

Batı toplumu, İslam ümmetine yönelik başlattığı haçlı savaşında İslam’a müntesip toplumlar hakkında derinlikli araştırmalar yapıyor ve stratejisini bu araştırmalar üzerine bina ediyor. Napolyon’un Mısır seferi esnasında yanına hatırı sayılır sayıda ilim adamı alması ve Mısır üzerine yaptırdığı araştırmaların yirmi üç ciltlik bir külliyat oluşturması buna örnek verilebilir. Daha sonraki dönemlerde Şarkiyyat (Doğu toplumlarına yönelik ilmi, siyasi ve kültürel araştırmalar yapan ilme Şarkiyyat, bununla meşgul olan ilim adamına da Müsteşrik denir.) adı altında yapılan çalışmaların çoğu da İslam toplumlarını inanç ve amel yönünden tanımak ve bu çalışmaların sonucuna göre İslam’a açılmış savaşta strateji belirlemek içindir. Dil, tarih, coğrafya, Kur’an ve Sünnet ilimlerine yönelik çalışmalar on binlerle ifade edilen rakamlara ulaşmıştır. Yapılan bu araştırmaların bilim adına yapıldığı iddia edilse de hakikat bundan çok farklıdır. Bugün İslam toplumlarını alt üst eden Haçlı işgalinin temelini bu araştırmalar oluşturmaktadır.

Bu araştırmalar neticesinde Müslümanların yumuşak karnı olan meseleleri, itikadi ve fıkhı ayrılıklar ve bunların İslam toplumunda oluşturduğu çatlakları iyi tahlil etme fırsatı buluyorlar. Bazı araştırmaların aşiretler arasındaki sıradan ihtilafları konu edindiği görülür. Masum akademik tespitler gibi duran bu çalışmalar, İslam’a müntesip toplumların nasıl çatıştırılacağı, aralarında bulunan derin ayrılıkların tespiti ve nasıl gündeme getirileceği, tarihi anlaşmazlıkların ve milli duyguların nasıl harekete geçirileceğine dair siyasi ve askerî karar alıcılara yol göstermek için olduğu çok açıktır.

Kendilerine savaş açılmış olan ve kıyamete kadar bu savaşın süreceğine inan Müslümanların da düşmanlarını çok iyi tanımaları gerekir. Düşmanını hakkıyla tanımayanın, ona karşı Rabbani ve hikmete dayalı bir mücadele planı hazırlaması düşünülemez. Rabbimiz ve Rasûlü de sallallahu aleyhi ve sellem bizlerden mücrimleri ve onların yollarını tanımamızı istemiştir.

“Günahkârların yolu açıkça belli olsun diye ayetlerimizi işte böyle ayrıntılı biçimde anlatıyoruz.” (6/Enam, 55)

Allah’ın subhanehu ve teâlâ kitabını ayrıntılı ve açık kılmasının hikmetlerinden biri Müslümanların düşmanı olan mücrimlerin Müslümanlar tarafından iyi tanınmasıdır. Bu ayetin ameli tefsiri olan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem muhatabı olan dinleri ve sahiplerini çok iyi tanırdı. Müslüman olmak için kendisine gelen Adiy bin Hatim’i o dönemde müntesibi çok az bulunan bir Hristiyan mezhebinin fıkhi bir ayrıntısına kadar tanıdığını görüyoruz.

– “Ey Adiyy! Müslüman ol ki kurtulasın.”

– “Benim dinim var.”

– “Ben senin dinini senden daha iyi biliyorum.”

– “Benim dinimi benden daha iyi nasıl biliyorsun?”

– “Evet, sen Rakusiye’den değil misin? Kavminin dörtte bir ganimetini yemiyor musun? Bu senin dininde sana helal değildir….” (Müsned)

Yine Hudeybiye antlaşması esnasında da muhataplarını çok iyi tanıdığı ve gelen elçilerin karakterine uygun şekilde müşriklerle konuştuğuna şahit oluyoruz. Dört ayrı elçiyle dört farklı üslupta konuşmuş ve her birinin mizacına uygun bir şekilde davranıp mesajını istediği sonucu elde edecek şekilde düşmanlarına ulaştırmalarını sağlamıştır.

Batı tarafından kendisine savaş ilan edilmiş İslam ümmetinin alimlerinden bir grubun Batı’yı dini, siyasi, tarihi, kültürel ve iktisadi anlamda tanıması ve bu alanda uzmanlaşması bir zarurettir. Bu işi özellikle İslami ilimlerde derinleşmiş alimlerimiz yapmalıdır. Bu alan, yazı ve konuşmalarında yabancı kelime kullanmayı kültür, ayyaş batılı feylesofların sarhoşluk hezeyanlarını felsefe zanneden düşünür(!) taifesine bırakılmayacak kadar ehemmiyetlidir.

2. İslam’a Müntesipler Arasında Ayrım Gözetmiyorlar

Haçlı askerlerinin İslam’a ve Müslümanlara saldırılarında itikadi ve ameli mezhep gözetmeden İslam dinine müntesip topluluklara saldırdıklarını biliyoruz. Afganistan’da yaşayan Diyobendi bir mutasavvıf, Irak’ta yaşayan Baasçı bir milliyetçi, Kafkasya ve Bosna’da yaşayan İslam’dan ismi dışında hiçbir şekilde haberdar olmayan bir avam, Mısır ve Türkiye’de Demokrasiyi araç olarak kabul eden haçlı birliklerine destek olan muhafazakar demokratlar, Tevhid ve Sünnet üzere yaşayan mücahidler ve itikadi ve ameli olarak hata içerisinde olan direniş gruplarının bu saldırılardan nasibini aldığını görüyoruz.

Bazı gruplar ısrarla bu savaşın kendilerine yönelik olduğunun propagandasını yapsa da, yaşadığımız vakıa bu savaşın İslam’a müntesip tüm toplumlara yönelik olduğu ve amacın yeryüzünden İslam medeniyetini kazımak olduğunu göstermektedir.

Bunun farkına varmanın Müslümanlara bir çok alanda faydası olacaktır. Öncelikle kendi aralarında var olan fiilî çatışmaları sonlandırmaları ve ertelemeleri, tüm enerjilerini bu ümmete müntesip mazlumlara dünyanın doğusunda ve batısında kan kusturan asıl düşmana yönlendirmeleri, savaşın mağdur ettiği mazlumları Tevhid ve Sünnete davet ederek İslam’ın asıllarına dönmeleri için çabalamaları bu faydalardan sadece bir kaçıdır.

Bizler bu ümmete müntesipler arasında İslam’ın en asli meseleleri de dahil olmak üzere bir çok alanda ihtilaflar yaşanacağını Sadık ve Masduk olan Nebi’nin haber vermesiyle biliyoruz. (“Ben ümmetim hakkında saptırıcı imamlardan korkuyorum. Onların başlarına kılıç vurulursa kıyamete kadar kalkmayacaktır. Ümmetimden bir bölümü müşriklere katılmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Ümmetimden çok sayıda grup putlara tapmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Ümmetimden otuz yalancı çıkacaktır. Hepsi kendilerinin nebi olduğunu iddia edeceklerdir. Halbuki ben, nebilerin sonuncusuyum. Benden sonra nebi yoktur. Ümmetimden hak üzerinde olan ve muzaffer olacak devamlı bir taife olacaktır. Onlara karşı çıkan onlara zarar veremeyecektir. İşte bu, Allah’ın emri (kıyamet) gelinceye kadar devam edecektir.”

“Devs kabilesinin yaşlı kadınları Zu’l-Halasa putunun etrafında sallanarak dönmeye başlamadıkça kıyamet kopmaz”. Zu’l-Halasa Devs kabilesinin cahiliyede ibadet ettiği puttur.

Ben Rasûlü, “Lât ve Uzzâ’ya ibadet edilmedikçe gece ve gündüz gitmez.” buyururken işittim ve: ‘Ey Allah’ın Rasûlü: Ben, Allah “Hak dini bütün dinlere üstün kılmak için, Rasûlü’nü hidayetle ve hak din ile gönderen O’dur. Velev ki müşrikler hoşlanmasalar da.” ayetini indirdiğinde bunun tamam olduğunu sanmıştım.’ dedim. Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Allah’ın dilediği muhakkak olacaktır.”) Bu ihtilafları yok saymak, demokrat müşriklerin kafirlere katıldığını, kabirperest müşriklerin tasavvuf adı altında puta tapıcılığı ihya ettiklerini görmemezlikten gelmek ve yok saymak hikmet/sünnet ehli Müslümanların fıkhından ve hakka şahitlik vazifelerinden değildir. Bu durumun kendi içinde oluşturduğu itikadi ve ameli bir fıkhı vardır. Bu durum bir hakikat olduğu gibi İslam’a savaş açan modern haçlıların hiçbir fark gözetmeden tüm İslam’a müntesip olanlara saldırdığı, henüz fiilî olarak saldırmadıklarının bu saldırılardan payını almasının an meselesi olduğu da bir hakikattir. Ve İslam’a müntesip olanların çekişmeleri ve fiilî çatışmalarının sadece düşmana yaradığı ve daha fazla alanı işgale zemin hazırladığı görülmektedir. (Bu noktada Allah Rasûlü’nün şu hadisini hatırlamanın yararlı olacağı kanaatindeyiz:

” ‘Kıyametten önce mutlaka herç vardır.’ buyurması üzerine: ‘Ey Allah’ın Resûlü herç nedir?’ diye sordum. ‘Katldir.’ cevabını verdi. Benim kastım müşriklerin öldürülmesi değildir. (O gün gelince) birbirinizi öldüreceksiniz, o kadar ki, kişi komşusunu, amcaoğlunu ve akrabalarını öldürecek.” Cemaatten bazıları tekrar sorar: “Ey Allah’ın Rasulü, o zaman aklımız başımızda olduğu hâlde mi bunu yapacağız ? Peygamber şu cevabı verir: ‘Hayır, bu esnada akıl kalmaz. O devir insanlarının ekseriyetinin aklı ortadan kalkar…’ ” (Ahmed))

İslam’a savaş açan modern haçlıların kendi aralarında çok ciddi ihtilaflar vardır. Hristiyanlığın farklı mezheplerini temsil eden ve birbirlerini din dışı kabul eden mezhepler ve ekonomik ve siyasi anlamda menfaatleri çatışan ülkelerin, İslam’a yönelik savaşta tek safta durduklarını ve aralarında var olan anlaşmazlıkları bu savaşta yan yana durmaya engel görmediklerini biliyoruz. Savaştıkları toplumların farklılıklarını ön plana çıkaran, kendi aralarındaki farklılıkları ısrarla gizleyen asrımızın insi şeytanlarının bunu bir strateji olarak uyguladıkları bir gerçektir. Burada İslam’a müntesip toplulukların ders alması gereken önemli bir nokta vardır.

3. Savaşın Hedefinin İslam Değil Belli Bir Grup Olduğunu Israrla Vurgularlar

Batı dünyası modern haçlı projesinin hedefi konusunda ağız birliği etmiş gibidir. Çeşitli platformlarda ısrarla ve altını çizerek bu savaşın İslam’a karşı olmadığını İslam’ın aslında barış ve huzur dini olduğunu, batının derdinin insanlığı tehdit eden ve en fazla Müslümanlara zarar veren bazı örgütler olduğunu belirtirler. Bu savaşın asıl hedefi bazen el-Kaide bazen İslam Devleti, Boko Haram, eş-Şebab ya da radikal Filistinliler olur. Bu habis propagandanın bir aldatmacadan ibaret olduğunu medeniyetler çatışması tezinin mucidi Samuel Huntington ‘Voice of America’ (Amerika’nın Sesi) ne yaptığı açıklamada şöyle itiraf etmiştir:

‘Batı medeniyetinin önündeki en büyük tehdit; İslam fundamentalizmi değildir. Bizatihi İslam’ın kendisidir. İslam’ı doğrudan düşman ilan etmek Müslümanları asırlık uykusundan uyandırır. İslam fundamentalizmi ve İslami terör maskesi altında saf dışı ve imha edilmek istenen İslamiyet’tir.’

İslam’a karşı açtıkları savaşın bir taifeye yönelik olduğunu söyleyenler, İslam’a müntesipleri tuzaklarına düşürmüş ve başarıya ulaşmışlardır. Batı’nın şeytanlaştırıp savaşın karşı cephesi ilan ettiği yapılara beraat ilan etmek ve bu suretle terörle arasına mesafe koyduğuna inanmak bir çok camia tarafından belli aralıklarla tekrarlanan vird hâline getirilmiştir. Kimisi bu tuzağa aldanmış kimisi ise tapındığı dünyanın nimetlerinden mahrum olmamak ve izzeti kafirlerin dostluğunda aradığından bilinçli bir şekilde bu oyunun bir parçası olmuştur. Batı’nın ötekileştirdiği yapıların itikadi ve ameli olarak yanlış kabul edilen hatalarından uzak olmakla, bunlardan külliyyen beraat ilan edip Batı’nın yanında saf tutmayı ayırt edemeyenler sıranın kendisine gelmesini bekleyen kurbanlık koyun misalidirler.

Bu hakikatin en hayırlı şahidi Mısır’da İhvan’ın durumudur. Batı’nın dikkatini çekmemek adına İslam dininde küfür olduğu Mürcie ve Cehmiyye mezhepleri tarafından dahi kabul görmüş esasları inkar etmiş, tankların üzerine çıkarak Batı’nın terörist dediği İslami kesime operasyonları bizzat yönetmiş olan Mursi, sadece bu söz ve fillerinin ahiretteki karşılığının zararıyla kalmıştır. (‘Mısırlılar ya Müslüman ya da Hristiyan’dır. İslam ve Hristiyan akidesi arasında fark yoktur. Olması da mümkün değildir.’

‘İslam şeriatını tatbik edecek misiniz sorusuna ‘Mısır anayasasında İslam şeriatı vardır’ şeklinde cevap verince spikerin ‘El kesme, zina yapana uygulanan cezayı soruyorum’ demesi üzerine ‘Hayır, hayır hayır bu şeriat değil fıkhi hükümlerdir.’ demiştir.

‘Mısırlıların devlet başkanının Hristiyan olmasına razı olur musun?’ sorusuna ‘Ben Mısırlıların istediklerini seçmesine engel olmam. Bu konuda asıl olan halkın seçimidir.’ beyanatında bulunmuştur.

İsa’nın aleyhisselam Allah’ın oğlu olduğunun ikrar edildiği kilise törenine katılmasını ve ölen papaz için ‘Allah rahmet etsin faziletli Papa’ sözünü de bunlara örnek gösterebiliriz.)

Bu yaranma çabalarının hiçbiri Mursi’ye ve İhvan’a fayda sağlamamış, Batı’nın desteklediği bir darbeyle İhvan yönetimden uzaklaştırılmış ve tarihinin en acımasız zulümlerinden birini yaşamıştır. Batı’nın şu an tartıştığı konulardan biriyse İhvan’ın terör listesine alınıp alınmaması meselesidir. İhvan’ın Batı’nın terörist dediklerinden beraat ilan etmesi, tankların üzerinde Mursi’nin pozlar verip Sina’ya operasyon düzenlemesi onu aynı karede olmamak için çabaladığı yapılarla aynı kadere mahkum etmiştir.

Batı her ne kadar bu savaşın belli yapılara yönelik olduğunu dile getirse de onun için tüm İslam’a müntesip toplumlar bu savaşın karşı cephesidir. Sadece sırası gelenler ve sırasını bekleyenler vardır.

4. Savaşı Her Cepheden Yürütüyorlar

Batı bu savaşı verirken sadece askerî olarak Müslümanlara saldırmıyor. Savaşın sonuç alması ve tüm dünyada haçlı ordularının egemenliğini tesis etmek için her alanda savaşıyor. Ülkelerin eğitim müfredatına müdahale edip nesilleri Batı’nın değerlerini kutsayan, yanlış tarih bilinciyle yetişen, İslam medeniyetinin gerilemeye, Batı medeniyetinin ilerlemeye vesile olduğuna inanan nesiller yetiştiriyor. Sanat ve kültür adı altında görsel ve yazılı medya aracılığıyla evleri işgal ediyor, kadınlarımızın, işten ve eğitimden sonra evine sığınan insanlarımızın zihnini Batı medeniyetinin hurafelerine inandırıyor, ahiret merkezli bir ümmeti dünyayı seven, ölümden korkan bir ümmet hâline getiriyor. Dünya hayatının tek gayesinin daha iyi standartlarda yaşamak olduğuna inandırdığı insanları, sadece dünya için yaşamaya ikna ederek daha savaşa başlamadan yenilmelerini sağlıyor. Başarı, kariyer, toplumsal statü gibi kulağa hoş gelen sloganlarla İslam’ın yardımlaşma ve sadakate dayalı iş ahlakını zedeleyip bencillik ve hırs üzere kurulu kapitalist iş ahlakını yaygınlaştırıyorlar…

Örnekler çoğaltılabilir. Bu çalışmaların ortak gayesi İslam’ın toplumların hezimet ve çöküş sebepleri olarak belirttiği sebepleri savaşın muhatabı olan toplumlarda yaygınlaştırmak ve son aşama olan askerî saldırı öncesinde toplumları bitirmektir. (“Yemek yiyenlerin yemek kabının başına üşüştükleri gibi insanların size karşı birleşip başınıza üşüşmeleri yakındır.” Biri “O gün biz sayıca az olduğumuz için mi (bu duruma düşeriz)?” diye sorunca, “Hayır, bilakis o gün sayıca oldukça fazlasınız. Fakat selin kenara attığı çar çöp gibi (değersiz)siniz. (öyle ki:) Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin mehabbetinizi çekip çıkarır ve sizin kalbinize de vehn koyar” diye buyurdu. “Vehn nedir, ey Allah’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, şöyle buyurdu: “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu.” (Ebu Davud). Bu hadisi şerif ümmetlerin bizim başımıza üşüştüğü ve bu ümmeti parçalayışlarını tasvir etmiştir. Bu durumun ise insanların iyice dünyaya bağlandığı ve ölmekten çekinmeleri sebebiyle olduğunu belirtir. Batının kültür emperyalizminin elde ettiği en somut ve temel netice de Haçlı işgali öncesi toplumlarda vehen hastalığını yaygınlaştırmış olmasıdır.)

Dikkat çekici bir başka nokta ise Haçlılar farklı cephelerde kutsal kabul ettikleri bu savaşa destek olan tüm çalışmaları değerli kabul ediyor ve yaygınlaşması için çaba sarf ediyorlar. Allah’ın subhanehu ve teâlâ ve Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanlara emrettiği ancak Müslümanların ihmal ettiği bir gerçeği Haçlı, Müslümanlara karşı kullanıyor. Henüz savaşın farz kılınmadığı Mekke’de Allah, Rasûlü’ne şöyle diyordu:

“Öyleyse kafirlere itaat etme ve onlara (Kur’an’la) büyük bir cihad ver.” (25/Furkan, 52)

Kur’an’ı insanlara öğretme, insanları onun ayetlerine davet etme Allah tarafından büyük cihad olarak kabul ediliyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise:

“Müşriklerle mallarınızla , canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz” (İmam Ahmed) buyuruyordu.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem bir strateji olarak zamanın en etkili propaganda aracı olan şiiri ve şairleri istihdam etmesi göz önünde bulundurulduğunda yukardaki emirler daha iyi anlaşılacaktır. Muhammed bin Sirin şöyle der: “…Allah Rasûlü’nün şairleri Hasan bin Sabit, Abdullah bin Ravaha ve Kab bin Malik’ti. Kab dedi ki: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, şairler hakkında kınayıcı ayetler iniyor’. Allah Rasûlü: ‘Mücahid nefsi ve diliyle cihad edendir. Sizin sözleriniz onlara karşı ok darbesi gibidir.’ buyurdu. Ka’b şiirlerinde Müslümanların kahramanlıklarını anlatır ve müşrikleri tehdit ederdi. Hasan onların ayıplarını ve eksiklerini şiirinde belirtir, Abdullah bin Ravaha ise inançlarındaki bozuklukla onları ayıplardı.” (Siyer A’lam en-Nubela)

Ashabını bu konuda teşvik eder ve bunun da hak-batıl savaşının bir parçası olduğunu, Allah tarafından desteklenmiş olduklarıyla onları müjdelerdi.

“Kureyş’i hicvediniz, çünkü sizin hicviniz onları ok yağmuruna tutmaktan daha etkilidir.” (Müslim)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kureyza günü şairi Hassan bin Sabit’e: “Müşrikleri hicvet, Ruhu’l Kudüs/Cibril seninle beraberdir.” (Buhari) dedi.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem işi daha da ileri götürerek İslam ordusunun ve geride kalan Müslümanların ihtiyaçlarını karşılayacak olanların da, kendisine iş verildiğinde bu işi hakkıyla yapanların amellerinin de İslam’ın zirvesi olan cihad ameline denk olduğunu söylerdi.

“Kim Allah yolunda cihad edecek bir mücahidi teçhiz ederse, o da cihad etmiş olur. Kim de Allah yolunda cihad eden bir mücahidin bıraktığı işleri için hayırlı halef olursa, o da cihad etmiş olur.” (Buhari)

“İşinin hakkını veren zekat memuru Allah yolunda cihad eden gibidir.” (Tirmizi)

Maalesef İslam’ın bu öğretisini Batı’nın uyguladığını ancak Müslümanların uygulamaktan kaçındıklarını görüyoruz. Bir sahada İslam davasına hizmet edenler o sahanın dışında kalanlara küçümseyici gözlerle bakıyor, adeta farklı hizmet sahalarında Allah’ın kelimesini yücelten ve İslam’a açılmış bu savaşta aziz İslam davasına yardımcı olmaya çalışanları ihanetle suçluyorlar. Mücahid davetçiyi; davetçi mücahidi; maddi yardımlarda bulunan, buna imkanı olmayanları; fenni çalışmalarda bulunan bu alanda hizmeti olmayanları; medyayı etkili kullananlar kitlelere değil belli zümrelere hitap edenlerin çalışmalarını istikamet üzere görmüyorlar.

Meşru daire içinde İslam’a hizmet eden, inançlarına şirk, amellerine bidat ve İslam’ın kat’i haram kabul ettiği masiyetleri bulaştırmayanlar tüm hizmetlerin İslam’ın yararına olduğunu ve her yönden kendisine savaş açılmış bulunan bir ümmetin her yönden kendini müdafaa etmek zorunda olduğunu bilmesi ve bu şuurla hareket etmesi gerekir.

5. Bu Savaşta Maşa Kullanmayı Tercih Ediyorlar

İslam alemini işgal eden Batı yaşadığı bazı acı tecrübelerden sonra kendi askerîyle işgal projesinin anlamsız olduğuna kanaat getirdi. Rusya’nın Afganistan’da aldığı acı yenilgi, ABD’nin Afganistan işgalinde tekerrür eden hezimeti, Irak işgalinin ABD karizmasına vurduğu ağır darbe, Batı dünyasını İngiliz aklına döndürdü. İslam ülkelerinde askerî olarak bulunmak yerine Batı’nın çıkarlarına uygun hareket edecek yapılar devşirmek ya da son zamanlarda gördüğümüz gibi gayri İslami silahlı örgütleri müttefik kılıp kendi amaçları doğrultusunda savaştırmak…

Bu durum Müslümanların dikkatini celb etmeli ve yanı başında bulunan bazı oluşumların yerli oluşumlar olmadıklarını ve zamanı geldiğinde Haçlıların sopası olarak bölge insanın başında patlayacağını bilmesi gerekir. Yaşadığımız şu günlerde büyük şeytan diyerek ümmeti uyutan Rafızi İran’ın ve faşist emperyalistler diyerek devrim edebiyatı yapan silahlı sol örgütlerin Haçlılarla beraber İslam ümmetine saldırdığını gördük. Sövene dilsiz, vurana elsiz ılımlı Müslümanların(!) Haçlılar adına Ortadoğu’da başlayan darbe geleneğine katkıda bulunmak için gönüllü olduklarına şahit olduk.

Bu yapıların bazısı farkında olmadan bu projeye destek verdikleri gibi, izzeti onların yanında ve birliklerinde arayan, daha rahat bir yaşam için bilinçli olarak onların yanında yer alan ve onlara destek verenler de vardır.

Suriye’de bulunan grupların yaşadığı durum buna örnek verilebilir. Batı, Suriye sahasında bulunan muhacir Müslümanlar için ‘Şu radikal yabancılar olmasa Suriye direnişine destek verirdik’ mealindeki yaklaşımıyla mücahidlerin çoğunluğunu oluşturan muhacir Müslümanları düşmanlaştırdı. Bir zümreyi başka bir zümreye saldırttıktan sonra da Nato’dan şu açıklamalar geldi: ‘Müslümanlar bu savaşta en ön saftalar. Mağdurların büyük kısmı Müslümanlar ve IŞİD’e karşı savaşanların çoğunluğu Müslümanlar. Biz bu savaşı onlar için devam ettiremeyiz.’ Haçlılara yaranmak için gönüllü marabalık yapan ve bu hizmeti karşılığında destek uman muhalifler böylesi düşündürücü ve Haçlının tabiatını yansıtan bir açıklamayla karşı karşıya kaldı. Peki akıllandılar mı? Maalesef hayır. Batı adına bu saldırıları yapanlar aradan birkaç ay geçmeden yeni bir hedefle karşılaştılar. Kendi yanlarında yer alan ancak Afganistan geçmişi olan Suriyeli direnişçilerin de sorun teşkil ettiğini, onların da saf dışı kalması gerektiğini işitmeye başladılar. Çok kısa zaman sonra şeriat isteyen demokrasi düşmanı grupların da sorun teşkil ettiğini duymaya başladılar… Bu işin sonunun geleceği de görünmüyor.

Bu savaşın temel meselelerinden biri Batı’ya gönüllü uşaklık yapan İslami ve gayrı İslami yapıların tanınması ve sahada bu savaşa karşı direnenlerin mezhebi ve durumu ne olursa olsun Batı’nın ne söylediğine bakmadan bu savaşın asıl müsebbiplerine yönelmeleridir. Amacımız masum insanları hedef alan terörizmi eleştirmekse -ki eleştirmeliyiz- bu konuda Batı’nın cürümlerini saymakla bitiremeyiz. On yıl içinde beş milyona yakın insanı İslam aleminde öldüren, milyona yakın insanı evsiz bırakan, işkence ve tecavüz vakıalarının sayısının bilinmediği bir enkazı sırtımıza yükleyen Batı varken, Batı’ya karşı ilmi, askerî, siyasi olarak direnenlerin içtihada dayalı ve Batı’yı memnun edecek eleştirileri ön plana çıkarması şeriattan ziyade akıl sahibi insanların kabul etmeyeceği bir durumdur. Herkesi hatasının çokluğuna ve olumsuz etkilerine göre eleştiriye tabi tutacaksak kıyamete dek Batı’nın vahşet medeniyetinden başka yapılara sıra gelmeyecektir.

6. Bu Savaşın Bu Bölgede ve Bölge İnsanı Arasında Kalmasını İstiyorlar

Bunun itikadi ve siyasi başlık altında toplanabilecek bir çok sebebi vardır. İtikadi olarak Batılı Haçlı devletlerin kıyametten önce yaşanacak Melhame-i Kubra/Armegeddon savaşlarının Şam bölgesinde yaşanacağına olan inançlarıdır. Hristiyan ve Yahudi haçlıların savaşın başlaması ve sonuçları konusunda inançları farklı olsa da bu bölgede yaşanacağı ve İslam’ın (onların tabiriyle Muhammedilerin) yeryüzünden silineceğine inanmaktadırlar.

Bu savaşa bir inanç olarak değil de emperyal duygularla katılan inançsız batılıların savaşın ağır yükünü, korku ve açlığını, yaşadıkları ülkelerde görmek istemiyorlar. Uzaktan insan hakları ve özgürlüklerle ilgili nutuklar atmak ortopedik vicdanlarına daha makul geliyor. İnsanlığa vadettikleri medeniyetin özü refah üzere bir yaşam olduğundan savaş görüntülerinin dahi ülkelerinde sınırlı gösterimine müsaade ediyorlar. Paris, Brüksel patlamalarıyla ilgili neredeyse görsel ve yazılı medyada resim dahi bulunamazken coğrafyamızda yaşanan ve içimizi acıtan kan ve dehşet içeren görüntüler boy boy, çeşit çeşit dünya basınında gösteriliyor. Kendi ülkelerine görüntü kotası koyanların İslam alemiyle ilgili bu cömert tavırları üzerinde iyice düşünülmesi gerektiğine inanıyoruz.

Bu savaşın farkında olan İslami kesimin ilk yapması gereken, savaşın bölgede kalıcı olmaması için çaba göstermek olmalıdır. İslam ülkelerinde patlayan bombaların, yapılan eylem ve faaliyetlerin çoğu bu dine müntesip insanlara zarar vermekte, bu savaşın asıl sahibi olan Haçlıların memleketlerine refah ve huzur içinde yaşamalarını sağlamaktadır. Bağdat’ta, İstanbul’da, Sana’da, Kahire’de patlayan bombalar ve yapılan eylemlerin çoğu için aynı şeyi söylemek mümkündür. Daha kötüsü Haçlıların çatı kurumu olan Nato yetkilileri müteaddid defalar bu savaşın bu topraklarda sürmesinin ve Müslümanlar arasında olması gerektirdiğini dillendirdiklerini de bilmek gerekir.

•••

Rabbimizden temennimiz tarih boyunca Müslümanlar karşısında hezimet yaşattığı Haçlıların, aynı hezimete uğraması, bu acımasız ve kuralsız saldırıları ümmetin inanç ve amel yönünden uyanmasına ve dirilmesine vesile kılmasıdır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver