Zor Günlerin Adamı Sadık İnsan – 4

 

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun…

Bir önceki yazımızda halifede bulunması gereken şartları zikretmeye başlamıştık. Allah’ın izni ile bu yazımızda da kaldığımız yerden devam edeceğiz.

7. Kureyşli Olmak

Muhammed bin Cübeyr bin Mut’im, Kureyş tarafından elçilikle gönderilen bir heyet arasında bulunduğu sırada Muaviye’nin huzurundayken geçen bir vakayı ve ondan işittiklerini şöyle nakletmiştir: Muaviye radıyallahu anh, Abdullah bin Amr bin As’ın ‘Kahtaniler’den birisi ileride melik olacaktır’ diye bir rivayette bulunduğunu duymuştu. Buna sinirlenen Muaviye (heyet karşısında) ayağa kalkıp, Allah’ı şanına layık sıfatlarla övdü. Sonra şöyle konuştu: “Ey Kureyş heyeti! Bana bildirildiğine göre sizden bazı kimseler Allah’ın kitabında olmayan, Rasûlullah’tan nakledilmeyen bir takım hadisler naklediyorlarmış. Emin olunuz ki onlar sizin cahillerinizdir. İnsanı sapıklığa sürükleyecek bu tip batıl sözlerden sakınınız. Çünkü ben Rasûlullah’tan işittim. Şöyle buyuruyordu: “Şu hilafet işi Kureyş’te bulunacaktır. Onlar dini ikame ettikleri müddetçe kim kendilerine düşmanlık ederse Allah onu yüzüstü ateşe atar.” ” (Buhari)

İbn Ömer’den radıyallahu anh nakledilen bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kureyş’ten iki kişi var olduğu sürece şu hilafet işi onların elinde kalacaktır.” (Buhari)

Ehli Sünnetin yanında neredeyse manevi mütevatir seviyesine ulaşan hadislere göre hilafet Kureyş’tendir. Hatta cumhuru ulema konu hakkında icma olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak Ömer’in radıyallahu anh şu sözü icma iddiasını çürütür niteliktedir.

‘Şayet Allah bana ömür verir ve emirliği devretme imkânım olursa onu ya Ubeyde ibn Cerrah’a ya da Muaz bin Cebel’e vermek isterim.’ (Müsned Ahmed)

Adı geçen iki sahabede Kureyş’ten değildir. Bunu hem Ömer’in radıyallahu anh söylemesi hem de etrafındaki sahabelerin itiraz etmemesi bazı alimleri, Kureyş ile ilgili hadisleri irşad yönü ile değerlendirmeye sevk etmiştir. Yani bu bir emir değil tavsiyedir, demişlerdir. Özellikle Kureyş’e dikkat çekilmesinin sebebi olarak ise onlara ait bazı vasıfları zikretmişlerdir:

• Kureyş’in nesebinin İbrahim’e aleyhisselam dayanması.

• Araplardan Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem çıkması.

• Kâbe’yi inşa, onun misafirlerini ağırlama görevini üstlenmeleri.

• Kâbe’nin onların memleketlerinde olması.

• Siyasi bilince sahip olmaları.

Ulemanın geneli ise irşad olarak kabul etmemiş ve emirin Kureyş’ten olması gerekir, demişlerdir.

Bazı alimler bu şarta ‘ırkçılık’ yönünden yaklaşmış ve itiraz etmişlerdir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem zamanında Kureyş’te bulunan vasıfların bir kısmı nedeni ile yöneticiliğin Kureyş’te olduğunu, ama sonrasında bunların ortadan kalkması ile ‘Kureyşli olmalı’ şartının geçerliliğini yitirdiğini söylemişlerdir.

İbn Kayyım rahimehullah ise “Senin Rabbin dilediğini yaratır, dilediğini seçer” ayeti bağlamında bu meseleye çok güzel değinmektedir. Özet olarak şöyle der:

‘Allah subhanehu ve teâlâ nasıl toprak parçası olarak harem bölgesini dışındaki yerlere, zaman olarak ilk üç asrı diğer zamanlara, ‘Taş’ olarak Kâbe’yi diğer taşlara üstün kılmışsa yönetim hususunda da bir ırkı diğer ırka üstün kılabilir. Yaratan da seçme hakkına sahip olan da O’dur.’

“İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (5/Maide, 54)

“Bak nasıl, onların kimini kimine üstün kıldık. Elbette ahiretteki dereceler daha büyüktür, üstünlükler daha büyüktür.” (17/İsra, 21)

“Hem Rabbin göklerde ve yerde kim varsa daha iyi bilir. Andolsun, Peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Davud’a da Zebur’u verdik.” (17/İsra, 55)

Hilafeti Kureyş’e veren naslar mutlak değil kayıtlıdır. Dini ikame ettikleri, Allah’ın kitabıyla insanları yönetip yönlendirdikleri müddetçe onlara bırakılmıştır. Fasık ve zalim bir Kureyşli’nin yönetimde hiçbir hakkı bulunmamaktadır.

8. Yönetimden Anlama

İmam Maverdi bu şarttan kast edilenin, umumun işlerini halledecek kadar bilgiye sahip olmak yani siyaset bilmek olduğunu söylemiştir. Yine konu ile ilgili şöyle der:

‘İmam savaşacak, idarede bulunacak, sınırları koruyacak, birliği sağlayacak, zalimden mazlumun hakkını alacak kadar görüş ve bilgi sahibi olmalıdır.’

Bu şart ile ilgili alimler muayyen bir nas zikretmemişlerdir. Ancak bu şart ‘vacibin kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir’ kaidesiyle sabittir. Çünkü imam, ümmetin siyasetini belirleyen, din, can, mal, ırz emniyetini sağlayan kişidir. Müslüman ve gayri müslim toplumlarla savaş, barış, ticaret gibi konularda karar alıcı mercidir. Bu sorumlulukların tamamı yönetim/siyaset bilgisine tabidir. Yönetimden anlamayan bir halifenin toplum adına ifsad ettikleri, ıslah ettiklerinden çok daha fazla olacaktır.

9. Bedeninde Herhangi Bir Özür Olmamalı

Özürler iki kısımdır:

• Sağırlık, körlük vb. hiçbir iş yapamayacak hâle getiren tüm bedensel özürler.

• Kulakların ağır işitmesi, bir gözün görmemesi, topallık vb. halifenin görevlerini aksatmasına sebebiyet vermeyecek özürler.

İlk sınıftaki özürlerin varlığı imamet kurumundan bekleneni tam olarak veremeyeceği için halifede bulunmaması gerekir.

10. Hadleri Uygulamada Gevşeklik, Rikkat Göstermeme

İmam Kurtubi, zikrettiğimiz bu maddeyi şartlardan saymış ve icma aktarmıştır. Allah subhanehu ve teâlâ zina haddi ile ilgili şöyle buyurmaktadır:

“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.” (24/Nur, 2)

Halifenin en temel vazifesi şeriat ahkâmını tatbiktir. Hadlerin uygulaması da bunun bir parçasıdır. Acıma duygusu halifeye galebe çalar ve hadleri uygulamasına engel olursa, hilafetin içi boşalmış, bu kurum anlamsızlaşmış olur. Bu şart da ‘vacibin kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir’ kaidesine tabidir.

11. Fazilet Sahibi Olma

İnsanlar fazilet ve takva yönünden eşit değildir. İmam Eş’ari, Ebu Ya’la gibi alimler fazilet yönünden daha üstün olanın halifeliğe seçilmesinin gerekli olduğunu söylemişlerdir.

Delil olarak Hâkim’de geçen şu zayıf rivayeti almışlardır:

“Bir hususta Allah’ın kendisinden daha fazla razı olacağı biri olduğu hâlde başka birisi emir olursa, Allah’a, Rasûlü’ne ve müminlere hıyanet etmiş olunur.”

Rivayet zayıflığı nedeniyle hüccet olmaya müsait değildir. Cumhur da emirlerden daha az faziletli olanı seçmenin caiz olduğunu söylemiştir.

İmam Ahmed kendisine yöneltilen; ‘Facir olup da güçlü olan bir yöneticiyi mi yoksa zayıf olup da takvalı olanı mı seçmek daha uygundur?’ sorusuna şöyle cevap vermiştir:

‘Facir olan şeçilir. Çünkü onun fücuru kendine zarardır. Ama gücü Müslümanların umumuna faydadır. Takvalı olanın takvası kendine faydadır ama zayıflığı tüm Müslümanları etkiler.’

12. Emirliğe Karşı Hırslı Olmamak

Abdurrahman İbni Semure radıyallahu anh şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana dedi ki: “Ya Abdurrahman! Sen kimseden emirlik isteme! Eğer sen isteyerek sana emirlik verilirse, istediğin şey ile yalnız bırakılırsın. Eğer emirlik, sen istemeden sana verilirse, (Allah tarafından) emirlik işi üzerinde yardım olunursun. Bir de sen bir şeye yemin edip de başkasını ondan daha hayırlı gördüğünde, yemininden kefaret verip, o hayırlı işi işle.” (Buhari)

Bu hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yöneticilik talebi olan her şahsa bir tavsiyede bulunuyor.

“Yöneticilik hususunda Allah’ın bir sünneti vardır. Eğer onu talep edersen Allah seni kendi hâline bırakır ama kaderde senin yönetici olman var ise Allah senin elinden tutar.”

Birçok nimete ve onu talep etmeye bu gözle baktığımızda mesele daha iyi anlaşılacaktır. Mesela; zekâ, ilim herkesin istediği ve sonuç itibariyle hayra ulaştıracağını düşündüğü araçlardır. Ancak pratikte zekâ Ubey İbni Selül’ü münafıkların lideri, ilim de Belam İbni Baura’yı belamların öncüsü yapmıştır.

Her nimet aynı zamanda imtihandır. Allah subhanehu ve teâlâ verdiği nimette kulunu muvaffak kılar ve onu yolun afetlerinden korursa kişi o nimetle cenneti ve rıza-i ilahiyi elde eder. Kişiyi nefsiyle baş başa bırakır ve onu yolun afetlerinden korumazsa nimet azaba dönüşür ve insanı dünya ve ahirette bedbaht olanlardan kılar.

Eğer Allah bir kulu nimeti ile baş başa bırakır ise sonuç hiç iç açıcı olmaz. Çünkü yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi insanın nefsi ile nimet buluşunca ortaya şer çıkmakta. O yüzden Peygamberler Allah’tan nimet talep ettiklerinde o nimetin salih amellere vesile olması isteğini de dualarına eklerler.

“Süleyman, onun (karıncanın) bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: ‘Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!’ ” (27/Neml, 19)

Emirlik de bir cihetiyle nimet, başka bir cihetiyle azaptır. Allah’ın subhanehu ve teâlâ hayırlara muvaffak kıldığı emirler kıyamet günü arşın gölgesinde ve Rahman’ın sağında olacaklardır.

Emirlik hususunda nefsiyle baş başa bırakılmış olanlar ise zalimlerle beraber hasredilecek ve yönettikleri insan adedince Allah’ın huzurunda yargılanacaklardır.

Emirliği İstemek Neden Kerih Görülmüştür?

Emirliğin insan nefsinin hoşuna gidecek bazı getirileri vardır. Üstünlük duygusu, kibir, insanları dilediği şekilde kullanma, mal elde etme; Allah’ın subhanehu ve teâlâ hepsini ‘Zulüm’ başlığı altında topladığı bu maddeleri elde etmenin en kestirme yolu, emirliktir. Doğal olarak emir olmayı isteyen ‘Bu afetleri de istiyorum’ demektedir.

Emirlikle elde edilen bu maddelerin ahiretteki karşılığı ise yüzün kararması, salih amellerin hak sahiplerine dağıtılması, onların günahlarını yüklenme ve elim verici bir azaptır.

Bu iki tabloyu karşılaştıran kişi eğer emirlik talebinde ısrarcı oluyor ise onun kalbinde nifak vardır. Allah ise nifak olan kalbe yardım etmez. Sadece emirlik meselesi değil, talep edilen hangi nimet olursa olsun durum aynı olacaktır.

Sonuç olarak; Buraya kadar zikrettiğimiz şartlar alimlerin kitaplarında genel olarak zikrettiği şartlardır. Bazıları üzerinde ittifak, bazılarında da ihtilaf edilmiştir. Sıhhat şartı olarak görülenlerin yokluğu hâlinde halifelik gerçekleşmez.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver