İslam’ınla ve Tesettürünle Şeref Duy

Değerli mümine bacım, Rabbim nasip eder ve imkân verirse bugün inşallah bir yazı silsilesine başlıyoruz. Bu yazı silsilesinde sana dinin, kimliğin, ailen, çocukların, arkadaşların, tesettürün ve buna benzer bazı konular hakkında nasihatler etmeye çalışacak ve seni, Rabbinin rızasına daha uygun bir hayat sürdürmeye teşvik etmeye gayret edeceğiz. Bu yazı serisindeki öncelikli amacımız; bu dinin mensubu olduğun, tevhide gönül veren kimselerin safında yer aldığın ve kâfir Batı’nın dikte ettiği giyim tarzını reddederek tesettüre büründüğün için İslam’ın izzet ve şerefini gönlünün derinliklerinde hissetmeni sağlamaktır. Eğer bu yazıları okuduktan sonra gönlünün derinliklerinden şu sözleri haykırabiliyorsan, bu durumda yazılarımız amacına ulaşmış demektir:

Allah’a hamd olsun ki ben, tevhide gönül vererek dünyanın en büyük nimeti ile şereflenmişim.

Allah’a hamd olsun ki ben, şirkten uzak durarak tüm Peygamberlerin ve tüm müminlerin safında yer almışım. Rabbim bana hidayet vermeseydi, ben de milyonlar gibi şirkin karanlıklarında yolunu kaybedenlerden olurdum.

Hamd olsun ki ben, kâfir Batı’nın dikte ettiği giyim tarzını reddedip Allah’ın istediği giyim tarzına bürünerek sadece Allah’ın istediği bir hayatı yaşamaya çalışmışım.

Hamd olsun ki ben, Allah’ın emirlerine ram olarak tesettüre bürünmüş ve bana nâmahrem olan tüm insanların bakışlarından güzelliğimi uzak tutarak Rabbimin rızasını kazanmaya çalışmışım.

Hamd olsun ki, güzelliğimin odak noktası olan yüzümü örterek hem mümin kardeşlerimi, hem de diğer erkekleri fitneye düşürmekten uzak durmuşum.

Hamd olsun ki, bu noktadaki ihtilaflardan uzak durarak şüpheden sakınmış ve hem dinimi, hem de namusumu korumaya almışım.

Hamd olsun ki, Rabbim bana İslami bir ev ortamı edinmem gerektiğini öğretmiş; eğer O subhanehu ve teâlâ, bana böylesi bir bilgiyi vermeseydi ben de sabahlara kadar televizyon seyreden, öğlene kadar uyuyan, müzik dinleyen, resim yapan, dantel örmekle ömür tüketen, boş ve anlamsız bir kadın olabilirdim.

Hamd olsun ki, Rabbim bana ilim tahsil etmem gerektiğini öğretmiş; eğer O subhanehu ve teâlâ, böylesi bir emir vermeseydi ben de içerisinde yaşadığım toplumun fertleri gibi cahil olan, laftan anlamayan ve daha Rabbini tanımayan bir insan olabilirdim.

Evet, bu yazı serisini okuduktan sonra bu sözleri gönülden söyleyebilmendir amacımız. Eğer sen bunları söyleyebiliyor ve bunun için Rabbine hamd ediyorsan o zaman yazılarımız varacağı yere varmış ve maksadımız hasıl olmuş demektir ki, bu durumda senden dua beklediğimiz gibi, bu hâl üzere sebat edebilmen için de sana dua ederiz. Yok, eğer bu sözleri söyletemezsek o zaman Rabbimizden af diler ve nakıs yazdığımız için bizi bağışlamasını talep ederiz. Zira O, kullarına karşı çok şefkatli, onların hatalarını bağışlamada alabildiğine affedicidir.

İşte bacım, batılın ayyuka çıktığı, her taraftan bizi sarmaladığı ve tüm yönleriyle bizi işgal ettiği bir dönemde hayır üzere yardımlaşmak ve hakka kardeşlerimizi yönlendirmektir gayemiz.

“İyilik ve takva konusunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve düşmanlık hususunda yardımlaşmayın!” (5/Maide, 5)

Biz eğer bu ilahi buyruk uyarınca birbirimizi iyiliğe, hayra, faziletli işlere ve erdemli davranışlara yönlendirirsek Allah’ın yardımına mazhar olur ve dinimizi yaşamada bir kolaylığa ereriz. Zira insan kendisi gibi inanan ve kendisi gibi yaşayan insanların varlığını bildiğinde, inandığı ve yaşadığı şeyler hususunda gayret etmesi daha da bir kolay olur. Bu, kaçınılmaz olarak her işte böyledir. İşte bu nedenle iyilikleri yayma ve onlara teşvik etme noktasında birbirimizi desteklemeli ve bu noktada asla ihmalkâr davranmamalıyız. Yazılarımızı bu amaca matuf olarak okursan istifade etmen daha çok ve daha güzel olur.

Allah’tan, İslami bir hayat yaşamayı bize nasip etmesini, bunu hem gönlümüzde hem de bedenlerimizde kolay kılmasını ve göndermiş olduğu ahkâmı uygulama noktasında bizlere yardımcı olmasını niyaz ediyoruz. Hiç şüphesiz ki O, duaları en iyi şekilde işiten ve onlara en güzel biçimde karşılık verendir. (Âmin)

İslam’ınla İzzet ve Şeref Duy

Mümine bacım, her şeyden önce inandığın akide, takip ettiğin menhec ve sürdürdüğün hayat tarzı ile izzet duymalı ve bundan yana asla bir ezikliğe kapılmamalısın. Çünkü bütün izzet, bütün şeref, bütün onur ve haysiyet ancak ve ancak Allah’ın katında ve Allah’ın safında yer alanların yanındadır.

“Her kim izzet (ve şerefi) istiyorsa (bilsin ki) izzet (ve şeref), bütünüyle Allah’a aittir.” (35/Fatır, 10)

“İzzet (ve şeref) ancak Allah’a, Rasûlü’ne ve iman edenlere aittir; ama münafıklar bunu bilmezler.” (63/Münafikun, 8)

Bizler eğer Allah’ın safında yer alıyor ve O’nun durmamızı istediği yerde duruyorsak –ki bu konuda en ufak bir tereddüdümüz yok– bundan yana asla bir sıkıntıya kapılmamalı, gocunmamalı ve kesinlikle bir endişe taşımamalıyız; aksine bundan şeref duymalıyız. Ve şunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız ki, tevhid ve bu tevhidin pratik uygulaması olan şeriat, bizim yegâne şeref kaynağımızdır.

“Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki, onda sizin (izzet ve) şerefiniz vardır. Hâlâ aklınızı kullan(ıp öğüt al)mayacak mısınız?” (21/Enbiya, 10)

İşte biz bununla şerefi elde etmiş insanlarız. Bu nedenle başka bir inançta veya başka bir hayat modelinde izzet arayamayız. Eğer böyle yapar ve başka kapıların zilini çalarsak izzeti yanlış yerde aramış oluruz ki, onu başka kapılarda arayanlar er ya da geç o kapılardan kovulacak veya o kapılar, eninde sonunda yüzlerine kapanacaktır.

İzzet ve şeref bütünüyle Allah’a subhanehu ve teâlâ ait olduğuna göre izzetli ve şerefli olmak da ancak O’nun emirlerine bağlanmak ve O’nun yasakladığı şeylerden kaçınmakla olur. O’nun emrettiklerine karşı gelip yasakladıklarını işleyerek izzetli olunmaz. Bak, şimdi sana sahabenin yaşamış oldukları hayat tarzından oldukça memnun olduklarını gösteren ve kendilerinin nasıl bir izzet anlayışına sahip olduklarını ortaya koyan bir örnek zikrederek izzetin asıl itibariyle nelerde aranması gerektiğini ifade etmeye çalışalım.

Ashab-ı Kiram, Allah’ın yardımıyla Kudüs’ü fethetmişti… Orada o gün için Hristiyanlar ve onlara dinlerinde öncülük eden papazlar yaşıyordu. Ashab oraya girip Kudüs’ün anahtarlarını istediklerinde orada bulunan yetkili kimseler, buranın anahtarlarını ancak belirli şartlar dahilinde en yetkili kişiye vereceklerini söylediler. Ashab-ı Kiram hemen aralarında bu olayı istişare etti ve neticede müminlerin emiri olan Ömer’e radıyallahu anh bunu yazmayı ve mümkünse acilen Kudüs’e gelmesini öngördüler. Hemen mektup yazıldı ve ulakla Ömer’e gönderildi. Mektup bir süre sonra Ömer’e ulaştı. Kudüs’teki sahabiler mektupta hemen oraya gelmesini ve fethin kâmilen gerçekleşmesini istiyorlardı. Ömer orada kendisine danıştığı arkadaşlarını topladı ve ne yapması gerektiğini sordu. Heyette bulunanlar Allah’ın bereketi ile Kudüs’e gitmesinin hayır olacağını ve bunun inşallah müminlere birçok fayda sağlayacağını söylediler ve istişareler sonucu Ömer gitmeye karar verdi ve kölesi Eslem’i de yanına alarak yola koyuldu…

Kudüs’e yaklaşmışlardı. Sahabe onun geldiğini öğrenince onu karşılamak için yollara çıktılar. Bir yerde buluştular. Onu karşılamaya gidenler arasında Ashab-ı Kiram’ın en zahid insanlarından olan Ebu Ubeyde b. El-Cerrah da radıyallahu anh vardı. Sonra yol üzerinde havuz gibi bir su birikintisine yaklaştılar. Ömer radıyallahu anh devesinden indi, ayakkabılarını çıkarıp boynuna astı ve devesinin dizgininden tutup onunla beraber suya girdi. Bunu gören Ebu Ubeyde:

— Ey müminlerin emiri! Devenizden iniyor, ayakkabılarınızı çıkarıp boynunuza asıyor sonra da devenizin dizgininden tutarak onunla beraber suya mı giriyorsunuz? Böyle yapmayınız! Zira bu memleketin halkının sizi bu şekilde görmesi benim hoşuma gitmez, dedi.

Bunu duyan Ömer:

— Vah sana ey Ebu Ubeyde! Eğer bunu bir başkası söylemiş olsaydı onu, ümmet-i Muhammed’e bir ibret vesilesi yapardım, dedi.

Ve sonra konumuzla alakalı olan ve tüm dünyaya izzetin nereden kaynaklandığını ilân eden şu müthiş cümlelerini söyledi:

“إنا كنا أذل قوم فأعزنا الله بالإسلام فمهما نطلب العزة بغير ما أعزنا الله به أذلنا الله”

“Bizler yeryüzünün en zelil kavmiydik de Allah bizi İslam’la izzetlendirdi. Bu nedenle biz her ne zaman izzeti O’nun bizi izzetlendirdiği şeyden başka bir şeyde ararsak, Allah bizi zelil kılar.” ( Hâkim, El-Müstedrek, 207. Hâkim, bu rivayetin Buhari ve Müslim’in şartlarına göre ‘sahih’ olduğunu söylemiştir.)

Diğer bir rivayet ise şöyledir:

“Ömer, Kudüs yolu üzerinde bulunan Câbiye’ye geldi. Esmer bir deveye binmişti. Başında sarık ve takke olmadığı için saçsız başı güneşte parlıyordu. Ayaklarını, üzengi olmadığı için iki yana sarkıtmıştı. Üzerinde bulunan kaba yünden yapılmış abası, mola verdiğinde yatak vazifesini görüyordu. İçi hurma lifleriyle doldurulmuş heybesini de yastık olarak kullanıyordu. Sırtında beyaz pamuktan yapılmış yan tarafları yırtık eski bir gömlek vardı.

Ömer:

— Bana bu kavmin önderini çağırınız, dedi.

Gidip çağırdıklarında ona:

— Şu gömleğimi yıkayınız, yırtıklarını dikiniz ve bana emaneten bir gömlek bulunuz, dedi.

Bunun üzerine ona ketenden bir gömlek getirdiler:

— Bu nedir, diye sordu.

— Ketendir, dediler.

— Peki, neden yapılmıştır, dedi.

Kendisine keten hakkında bilgi verdiler. Böylece gömleğini çıkararak getirilen gömleği giydi. Daha sonra da yıkanıp, yırtıkları dikildikten sonra tekrar kendi gömleğini giydi.

Köyün önderi, Ömer’e:

— Sen, Arapların kralısın. Buralarda büyük insanların deveye binmesi hoş karşılanmaz. Eğer başka bir şey giyer ve bir ata binerseniz bu, Rumların gözünde daha ciddi bir şey olur, dedi.

Bunun üzenine Ömer:

— Biz, Allah’ın bizi İslam’la izzetlendirdiği bir milletiz. Bu nedenle ondan başka bir şeyi alternatif olarak istemeyiz, dedi.

Kendisine bir at getirildi. Eyer vurmaksızın, bir parça kumaş sarmak suretiyle üzerine bindi. Ancak hemen vazgeçerek ‘Durdurun şunu, durdurun şunu! Ben bugüne kadar insanların (böyle bir) şeytana bindiklerini görmemiştim’ dedi. Böylece attan inerek getirilen devesine bindi…” ( İbni Ebi’d-Dünya, Ez-Zühd, 115; El-Bidaye ve’n-Nihaye, 7/70.)

Görüldüğü üzere Ömer radıyallahu anh burada üzerindeki kıyafetleri değiştirerek ve heybetli atlara binerek Kudüs’e girmesi kendisine teklif edildiğinde, izzetin kâfirlere şirin gelecek kıyafetler giymekte veya onları büyüleyecek vasıtalar üzerinde gezmekte olmadığını; aksine izzetin inançta ve bu inancı gerektiği şekilde yaşamakta olduğunu bizlere öğretmiştir. Ve Ömer, bu tespitinde çok haklıdır.

Gerçekten de Ömer radıyallahu anh izzetin nerede olduğunu çok iyi anlamıştı. Kâfirlerin kendisini daha hoş görmesi için rutin olarak sürdürdüğü yaşam tarzını değiştirmeyi veya bundan ödün vermeyi izzete ters bir davranış olarak değerlendirmiş ve bu sözüyle gerçek izzetin ancak İslam’ın değerlerine sahip çıkmakla olacağını, karşısında duran sahabelere anlatmaya çalışmıştı. Söz, Ömer’in sözüydü ve gerçekten de izzet, ancak Allah’ın bizi izzetlendirdiği şeylerdeydi.

Bu nedenle ey bacım, sen öncelikle itikadın, imanın ve üzerinde bulunduğun akide esaslarından; sonra da bu inancın senden istediği giyim tarzı olan hicabından izzet duy! Bununla kendini onurlu hisset! Başını dimdik tut ve asla bundan dolayı gocunup, sıkılma! Eziklik hissetme! Sen, tesettürün ve iffetinle anlamlısın. Sen, hicabınla şereflisin. Senin karşında, vücudunu açarak insanlara mahrem yerlerini teşhir eden veya bedenini Allah’ın emrettiği şekilde örtmeyerek âdetâ onu alıma sunan kadınlar asla izzetli değildirler. Bir bakıma onlar şereflerini yitirmiş, onurlarını kaybetmiş, haysiyetlerini paralamış düşük, rezil, adi insanlardır. Böylesi düşük insanlar karşısında niçin eziklik hissediyorsun ki? Onlar, tesettüre girmeyerek Rabblerine isyan ettikleri için utanıp, eziklik hissetsinler. Sen ise başını kaldır ve Rabbinin sana layık gördüğü giyim tarzından razı olarak, gönül hoşnutluğu ile dik dur! Ve asla bundan utanma! Utanacak ve sıkılacak birileri varsa, hiç kuşkun olmasın ki onlar, bedenlerini hain gözlerin arsız bakışlarına sunarak Rabblerine isyan eden bu rezil kadınlardır.

Onlar Allah’a isyan etmekten utanmıyorlar da, sen Allah’ın emrini yerine getirdiğinden dolayı mı utanacaksın? Onlar azabı ve gazabı çok çetin olan Rabblerine isyan etmekten korkmuyorlar da, sen onlara muhalefet ederek hışımlarını üzerine çektiğinden dolayı mı korkacaksın?

Hayır! Hayır! Asla!

“Siz, Allah’ın, hakkında size herhangi bir delil indirmediği bir şeyi O’na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, nasıl olur da ben Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden korkarım? Biliyorsanız (söyleyin, bu) iki gruptan hangisi güvende olmaya daha layıktır?” (6/En’am, 81)

Sen, onlardan ve onların hayat tarzlarına muhalefetten asla gocunmayacak ve bu noktada hiçbir zaman aşağılık kompleksine kapılmayacaksın. Çünkü sen, Rabbinin hatırı için senden istenen hayat tarzını yaşayan ve bunun karşılığında Firdevs’e talip olan bir dava kadınısın. Dava sahiplerinin ise dikkate alacakları şeyin kâfirlerin ne diyecekleri değil, Allah’ın ne diyeceği olduğunu aklından çıkarmamalısın.

Burada son olarak, şu sözlerin altını çizmek istiyoruz; ama bunları bir slogan olarak değil, Kur’an ve Sünnetten süzülmüş birer hakikat olarak okumanı tavsiye ediyoruz:

Unutma ki izzet, hevaya tabi olmakta değil, İslam’ı yaşamaktadır.

İzzet; şirke bulaşmakta değil, tevhide sahip çıkmaktadır.

İzzet; açık saçık olmakta değil, namusu muhafaza etmektedir.

İzzet; hayâsızlıkta değil, iffetli olmaktadır.

İzzet; teberrücde değil, örtüyle kapanmaktadır.

İzzet; çarşı pazarlarda boş boş dolaşmakta değil, evlerimizde edep, ahlak ve vakarımızla oturmaktadır.

İzzet; karşı cinsle aynı ortamları paylaşmakta değil, onlarla alabildiğine ayrışmaktadır.

İzzet, kâfirlerin hayat tarzını benimsemekte değil, İslam’ın hayat modelini özümsemektedir.

İzzet; necis ve kokuşmuş Batı’nın öngördüğü yaşam biçimine ‘evet’ demekte değil, aksine onların dikte ettiği yaşam tarzına koca bir ‘La’ diyebilmektedir.

Hasılı, izzet ancak ve ancak Allah’ın subhanehu ve teâlâ istediği hayatı yaşamakta ve cennete götüren amellere sıkı sıkıya bağlı kalarak O’nun gösterdiği yolda sabit adımlarla ilerlemektedir. Allah’a yemin olsun ki, bunun dışındaki bir hayatta ne şeref vardır ne de izzet!

Cennet Ucuz Değildir, Bedel İster

Mümine kardeşim, Allah’ın ticaret için ortaya koymuş olduğu mal olan cennet ucuz değil; aksine uğrunda birçok şeyi feda etmeyi gerektirecek kadar pahalıdır.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bunun böyle olduğunu bizlere şu hadisinde bildirmiştir:

“Dikkat edin! Allah’ın ticaret için ortaya koymuş olduğu mal çok pahalıdır. Dikkat edin! Allah’ın ticaret için ortaya koymuş olduğu mal, cennettir.” ( Tirmizi)

Yüce Allah subhanehu ve teâlâ satın almamız için önümüze cenneti koymuştur. O cennet ki, uğrunda her şey feda edilmeye ve her şeyden geçilmeye değer bir ödüldür. Peki, bunun karşılığında Allah bizden ne istemektedir?

Bu soruyu Kur’an’a sorduğumuzda Allah’ın bunun karşılığında bizden öncelikle iman etmemizi, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamamızı, ayetlerine teslim olmamızı, tevbe etmemizi, ihsan üzere bir hayat sürdürmemizi, takvalı davranmamızı, mustakim olmamızı, uğrunda mallarımızı ve canlarımızı feda etmemizi ve O’nun istediği doğrultuda bir hayat yaşamamızı istediğini görürüz. İşte eğer sen bu cennete talip isen ve öldükten sonra orada ebedî bir mutluluğu arzuluyorsan o zaman Allah’ın isteklerine ram olacak ve O’nun senden talep ettiği hayat tarzına titizlikle riayet etmeye çalışacaksın. Ama unutma ki, bu kolay olmayacaktır. Bunu ön kabul ile kabul etmelisin. Zira batılın kol gezdiği, her yeri işgal ettiği ve neredeyse tüm kadınları hegemonyası altına aldığı hiçbir dönemde, iffet ilkesi üzere kurulu İslami bir hayatı yaşamak kimse için kolay olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır.

Herkesin gönüllerince giyindiği, nefislerinin esiri olarak özgürce(!) çarşı pazarlarda dolaştığı, şehvetlerinin arzu ettiği şekilde rahatlıkla her yere girip çıktığı bir dönemde, senin sadece ve sadece Rabbinin hatırı ve rızası için bu ortamlarda bulunmaman ve onların yaptığı gibi özgürce davran(a)maman, tabiatıyla nefsine zor gelecektir. Ama bacım, şunu hiç aklından çıkarma ki, ebedî mutluluk diyarı olan cennetin yolu hep nefse ağır gelen zor amellerle donatılmıştır. Buna mukabil cehennem hep nefsin isteyip, arzu duyduğu çekici şeylerle süslenmiştir.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu hakikati şu sözleriyle dile getirir:

“Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise, nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.” ( Buhari, Müslim)

Cennette ebedî bir mutluluk yaşanacağı için onun ilk etapta nefsin hiç de hoşlanmadığı birtakım ibadetler, fedakârlıklar ve emir ve yasaklarla perdelenmesi, hiç de garip değildir. Zira orası bin yıl değil, on bin yıl değil, yüz bin yıl değil, trilyon veya trilyar yıl değil; ebedî olarak kalınacak bir yurt olacaktır. Eee, böylesine mükemmel ve sonsuz nimetler için bir süreliğine azıcık sıkıntı ve zorluklara katlanmak değer her herhalde?

İşte bu nedenle şu dünya hayatında tesettüründen ve hicabından dolayı birtakım sıkıntılar çekmeye ve bazı zorluklarla karşı karşıya kalmaya hazır olmalısın. Senin, hicaba bürünmen ve ortalığın alev alev yandığı günlerde bile siyah örtü giyinerek Allah’ın emrini yerine getirmeye çalışman hakikaten kolay bir şey değildir. Nefse çok ağır ve meşakkatli gelen bir iştir. Lakin –dediğimiz gibi– sen cennetin talibisin; bu nedenle ahireti ummayan diğer kadınlar gibi rahat davranamazsın. Sen, onlar gibi her ortamda yer alamaz, nefsinin istediği her şeyi yapamaz, arzuladığın her kıyafeti giyemezsin. Çünkü sen, tekrar söylüyorum cennetin talibisin. Yani her türlü nimetin en güzel hâliyle verildiği ebedîlik diyarının talibi…

Eğer bu dünyada nefsinin arzuladığı her türlü kıyafeti giyemiyorsan, bil ki sen onu yarın kusursuz nimetler diyarı olan cennette, hem de en güzel hâliyle giyeceksin. Ve sana orada öyle elbiseler verilecek ki, vallahi onun güzelliği belki de hurilerin bile gözlerini kamaştırtacak, dudaklarını uçuklatacaktır.

“Şüphesiz ki, iman edip salih ameller işleyenler var ya, doğrusu biz, güzel amel ortaya koyan kimsenin ecrini asla zayi etmeyiz. İşte onlara, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bilezikler takınırlar, ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyerek tahtlar üzerine kurulurlar. Ne güzel bir mükâfat ve ne güzel yaslanacak bir yer!” (18/Kehf, 31)

Senin hicabın, senin hem imanın hem de Rabbine sunduğun salih bir amelindir. İşte bu güzel amelini Allah asla zayi etmeyecek ve karşılığında sana cennette bilezikler ve atlas kumaştan mamul ipek elbiseler verecektir. Onları giymek için kâfir kadınların şu dünyada giydiği elbiselerden feragat etmeye değmez mi?

Şimdi bir de şu ayete kulak ver:

“Allah’a karşı gelmekten sakınan (takvalı davrananlar), cennetlerde ve pınar başlarındadırlar. ‘Oraya güven içinde, esenlikle girin’ denilir. Biz onların gönüllerinde olan her türlü kin (ve nefret)i çıkardık. Artık onlar sedirler üzerinde kardeş kardeş karşılıklı oturacaklardır.” (15/Hicr, 45-47)

Senin hicabın, senin Allah’a karşı gelmekten sakındığın için üzerine aldığın takva elbisendir. Sen bu elbisen nedeniyle muttakiler zümresine dahil oldun. Allah da muttaki olan kullarına ayette zikredilen güzellikleri bir ‘ödül’ olarak verecektir.

Hani hicabın ve çarşafından dolayı şu dünyadaki birçok çay bahçesine, restorana ve kafeye gidemiyor ve oralardaki koltuklara rahat rahat yaslanamıyorsun ya, üzülme! Sen eğer bu dünyada iffetini koruyarak muttakiler sınıfında yer alırsan Allah sana dünyada kâfirlerin yaptığından çok daha güzelini ahirette nasip edecek ve seni paha biçilmez sedirler üzerinde kardeşlerinle karşılıklı olarak oturtarak zevk-u sefa sürmeni temin edecektir. Hem de dünyada kâfirlerin rahat rahat oturup istirahat ettiğinden çok daha güzel şekilde…

Sen bir şeyi Allah için bu dünyada terk edersen Allah çok daha hayırlısını ve çok daha güzelini ahirette sana nasip edecektir. Bundan yana en ufak bir şüphen olmasın; zira O, sözünde duranların en hayırlısıdır.

Değerli bacım, işte bu yazımızda sana kısa bir girişin ardından iki hususla nasihatte bulunmaya çalıştık. İnşallah Rabbim fırsat verirse diğer yazımızda fayda ümit ettiğimiz başka nasihatlerimizle seni hayra yönlendirmeye devam edeceğiz. Allah, bizi ve seni bu nasihatlerden en güzel şekilde faydalanan kullarından eylesin.

Bir sonraki yazımızda tekrar buluşmak dileğiyle, fi emanillah…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver