İslâmofobi mi Müslümanofobi mi?

Ortadoğu’da manzara malum; Askerî darbeler, Mezhep savaşları, terör, işgaller, soykırımlar birbirini izlerken insan kanı oluk oluk akmaya devam ediyor. Fazla ayrıntıya girmeye gerek yok; Bu coğrafyada birbirini kesip biçenlerin neredeyse tamamı Müslüman’dır. Yani Müslümanlık dinine bağlılardır. Peki, bunlara “İslâm’ın mensupları” demek bu yüce hayat nizamına haksızlık olmaz mı? Hatta İslâm’a korkunç bir iftira sayılmaz mı bu? Karşımızda duran bu vahim manzara, aynı zamanda İslâm ile Müslümanlık’ın birbiriyle alâkası olmayan iki ayrı din olduğunu kanıtlamıyor mu?..

Ne ilginçtir ki yalnızca; (Türkiye’de, Türkî Cumhuriyetlerde, İran, Afganistan ve Tacikistan’da)[1] hiç kimse Ortadoğu toplumlarını “Müslimler”[2] diye nitelemiyor! Aksine, bu ülkelerde yaşayan insanların çoğu, dinî kimliklerini Müslüman diye ifade ediyorlar. Oysa dış dünyanın hemen tamamında bu toplumlar, ortak dille (ing.) fakat haksız yere “Muslims” olarak niteleniyor. Görüldüğü üzere bu isimlendirmede önemli bir çelişki var. Evet, “Muslims” sözcüğü, aslında Kur’ân’daki Arapça karşılığının İngilizce tam çevirisidir. Fakat Müslümanların, dinî kimliklerinin bu kelime ile ifade edilmesi gerçeği yansıtmamaktadır. Nitekim İâhî takdir, İslâm’ın bağlıları olan Müslimleri, öbür dinlerin bağlılarından -ve tabiatıyla Müslümanlardan da- bu kelimeyle ayırt etmiştir. Bununla birlikte, -doğru ile yanlışın, helâl ile haramın, güzel ile çirkinin karışımından oluşan- Müslümanlık da hiçbir zaman Müslimlerle Müslümanları aynı şemsiye altında toplayamamıştır, bundan sonra da toplayamayacaktır. Bu da ilginç değil mi? Son zamanlarda İslâm’a karşı gelişen patalojik tepkilerin temel kaynağı işte budur.

Kur’ân’ın iki kabı arasına hapsedilmiş olsa bile İslâm, Müslümanların gözünü kamaştırıyor, aynı zamanda onlarla hiçbir ilişkisinin olmadığını da adetâ haykırıyor. Bu da Müslümanları öfkelendiriyor. Çünkü ölesiye gösterdikleri çabalara rağmen onu bir türlü Müslümanlık’a dönüştüremiyorlar. Bunu başaramadıkları için de çeşitli hilelerle ona saldırıyorlar; ona “Selefîlik” ve “Vahhabîlik” gibi yakışıksız isimler vererek adını lekelemeğe çalışıyorlar. Oysa İslâm ne Müslümanlık, ne Tarikatçılık, ne selefîlik ne Vahhabîlik, ne de İhvancılıktır. O, sadece İslâm’dır ve kıyamet kopuncaya kadar da (Müslümanların değil) yalnızca Müslimlerin dini olarak kalacaktır, “welew kerihel kâfirûn!”

İslâm, -başta Müslümanlık’a, ondan sonra da Müslümanlık’ın özendirdiği cehalete, yobazlığa, aymazlığa, yozlaşmaya, zulme, adaletsizliğe ve ahlâksızlığa geçit vermek istemediği için-, özellikle son bin yıl boyunca Müslümanlar tarafından sürekli şekilde saldırıya uğramıştır. Ancak bu saldırılar doğrudan ve açık şekilde değil, tersine sinsice ve spekülatif yollarla gerçekleştirilmiştir. Bu hilelerin en son örneklerinden ve en büyüklerinden biri de dış dünyada, Müslümanlık’a karşı gelişen nefretin, Müslümanlar tarafından “İslâmofobi” olarak servis edilmesidir. Oysa bu nefretin gerçek ve haklı adı “Müslümanofobi”dir. Çünkü Müslümanların yüzünden dünya, (Eylül 661 yılından bu yana)[3] İslâm’la hiçbir zaman tanışma olanağını bulamamıştır. Bugün itibarıyla 1357 yıldır uygulanmadığı için tabiatıyla meçhul kalan İslâm’dan dünyanın nefret ettiğini ileri sürmenin bir mantığı yoktur.

Batı dünyasını İslâm hakkında yanıltanlar, kuşkusuz Müslümanlardır. Nitekim kendi dinleri olan Müslümanlık’ı Batılılara -her fırsatta- İslâm diye sunmaya çalışmışlardır. Buna rağmen kendi yurtlarında “Müslümanlık” adını ısrarla ve gururla taşırken, tamamen başka bir din olan İslâm’ın adını yalnızca kimliklerine yazdırmayı ve işlerine geldiği her yerde onu bir sömürü aracı olarak değerlendirmeyi ihmal etmemişlerdir. Yurt içinde İslâm’ı kimlik belgelerinde gizlemeye çalışırlarken, onu Batı’da bir sembol ve etiket olarak kullanmışlardır. Bunun mutlaka farkında olan oryantalistler, Müslümanlık ile İslâm arasındaki uçurumu bilmelerine rağmen, -haçlı zihniyetine zararı olur diye- ne Avrupa’da ne de Amerika’da hiçbir zaman bu sırrı deşifre etmemişlerdir! Müslümanların İslâm’a karşı sürdürdükleri bu tutum, tabiatıyla Batı toplumlarının öfkesini Müslümanlık’ın değil İslâm’ın üzerinde yoğunlaştırmıştır.

Müslümanların hem kendi yurtlarında, hem dışarıda -özellikle son kırk yıl içerisinde- verdikleri yıkıcı örnekler, Batı dünyasının dikkatini çekmiştir. Bu örneklerin sadece aşağıdaki çok kısa özeti bile aklıselim her insanı derinden düşündürecek mahiyetidir.

  1. Önce Müslüman Dünyasında,[4] (son 50 yılda) Öldürülen Liderlerin Listesine bir göz atalım. Bu listede birçok isme rastlayacaksınız:

Ürdün Kralı Abdullah b. Hüseyn, Irak Kralı Faysal II, Irak Başbakanı Nuri Said Paşa, Afganistan Cumhurbaşkanı Hafizullah Emin, Afganistan Cumhurbaşkanı Nur Muhammed Terakki, Afganistan Cumhurbaşkanı Muhammed Necibullah Ahmedzâî, Irak Devlet Başkanı Abdulkerim Kasım, Suudi Arabistan Kralı Faysal b. Abdulaziz, Pakistan Cumhurbaşkanı Zülfikar Ali Butto, Pakistan Başbakanı Binazir Butta, Mısır Devlet Başkanı Enveru’s-Sadaat, Bengladeş Cumhurbaşkanı Muciburrahman, Türkiye Başbakanı Adnan Menderes, Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye Maliye Bakanı Hasan Polatkan, Türkiye Başbakanı Nihat Erim, Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Lübnan Cumhurbaşkanı Beşir Cumeyyil, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyn, Libya Lideri Muammer Kaddafi.

Batı dünyasında ise yalnızca Amerika Cumhurbaşkanı John Kenedy ve İsveç Başbakanı Olof Palme öldürülmüştür. İkisinin de katilleri Ortadoğu kökenlidir ve Müslümandır!

  1. el-Qâideh-Tâlibân örgütünün –yıllar önce başlayan ve bugüne kadar devam eden- Afganistan macerası bütün dünyayı dehşete düşürmüştür. Bu kanlı örgüt, devşirdiği on binlerce nitelikli (fakat gafil) gencin telef olmasına, astronomik rakamlarla ifade edilebilecek servetlerin -gözyaşı, kan ve ateşle karışarak- yok olmasına yol açmıştır. Bu örgüt, aslında Osmanlı politeist Müslümanlık’ına karşı 2 asır önce patlak veren Vahhabîlik akımının militarist koludur. Dolayısıyla temelde Müslümanlık’ın ters bir ürünüdür.
  2. 1980 yılında Irak-İran arasında birden alevlenen ve 8 yıl süren “Körfez Savaşı”nın neden olduğu yağma ve yıkımlar, bütün dünyayı yine dehşete düşürmüştür. Kapışan her iki devletin tebaası da Müslüman’dır. Bu savaşın patlak vermesini hazırlayan çok yönlü tarihî ve siyasi nedenler irdelendiğinde Müslümanlık’ın karanlık yüzü bir kez daha bütün çıplaklığı ile göze çarpmaktadır. Çünkü bu savaş bir bakıma; Aflaqîler ile Alqamîler’in[5] yeniden hesaplaşmasıdır. Bir yandan; sağcı-solcu ya da kapitalist-sosyalist kavgasıdır. Başka bir cepheden; gerici-ilerici, ya da lâikçi-dinci dalaşıdır. Bir başka yönden de Sabii-Mecûsî didişmesidir… Evet, Müslümanlararası “Körfez Savaşı”, tarihin -barındırdığı bu çok yönlü içerikle- Ortadoğu’da biriktirdiği negatif enerjinin patlamasıdır. Önemli olan nokta şudur: Küresel güçler tarafından sahnelenen bu savaştaki aktörlerin hepsi Müslümandırlar.

Batı, eskiden kalma oryantalist birikimini ve günümüzdeki dev teknolojisini kullanarak Müslümanlar hakkında hemen her konuya ilişkin ayrıntılı bilgilere ulaşabilmiştir. Bu sayede Ortadoğu üzerinde bir yandan militarist yöntemlerle öbür yandan kültür savaşlarıyla projeler hazırlamakta ve zamanı gelince bunları uygulamaya koymaktadır. Müslüman ülkelerin yönetimleri de bu projelerde aktör olarak yer almaktadırlar. Ortaya çıkan her sonuç, İslâm’a karşı Batı’nın nefretini bir kat daha artırmaktadır. Bu işbirliği sayesinde Müslümanlar hayâlî “İslâmofobi” projesinde yerlerini alarak günün birinde bunun, “Müslümanofobi” olarak dışa yansımaması için çaba harcamaktadırlar.

  1. Bu arada, Türk Müslümanlık’ı da Avrupa’da (özellikle Almanya’da) yuvalanarak İslâm’ın parlak yüzünü bu kıtada var gücüyle karartmaya çalışmaktadır. Türkistan fethinin bu kaçıncı rövanşıdır bilinmez ama Türk Müslümanlık’ının Avrupa’da İslâm’a indirdiği darbe dehşet vericidir. Gerek Alevî-Sünnî çatışmasıyla, gerek Süleymancı-Kaplancı-Milli görüşçü cepheler arası kavgalarıyla Türk Müslümanlık’ı, elinden geldiğince İslâm’a ait argümanları ve sembolleri kullanarak Avrupa’nın -özellikle son yıllarda- İslâm’a karşı amansız ve acımasız bir düşman hâline gelmesini sağlamıştır.
  2. Son olarak, sırları 15 Temmuz gecesi -kısmen- ortaya çıkmış bulunan bir terör örgütünün, Neo-Müslümanlık’ı dünyanın her tarafına yaymak amacıyla yıllarca İslâm’ı nasıl tahrip etmeye çalıştığı ortaya çıkmıştır. Modern Budizm’den gücünü alan bu tehlikeli akımın, -İslâm’ın Türkiye’de (nasılsa kalabilmiş) cılız gölgesini de zihinlerden tamamen silmek için- küresel güçlerle nasıl işbirliği ettiği artık yalanlanamaz kanıtlarla aleniyete dökülmüştür.

Denizden katre bu gerçekler bile Müslümanlık’ın ve Müslümanların, -başta İslâm için, ondan sonra da tüm insanlık dünyası için- ne büyük bir tehlike oluşturduğunu fazlasıyla kanıtlamaktadır.

 

[1]       .   Türkçe ve Farsça konuşulan bu ülkelerde İslâm’ın “Müslümanlık” olarak anılıyor ve tanıtılıyor olması, yaklaşık 1000 yıl önce İslâm’a karşı sinsice işlenmiş bir dizi komplonun sonucudur. Günümüze kadar bu olaylara ilişkin ciddi araştırmaların yapılmamış olması bile Ortadoğulu (Fars, Arap, Türk karışımı) halkların gizli aşikâr işbirliği yaparak İslâm’ın gün yüzünü görmemesi için ne büyük çabalar harcadıklarını kanıtlamaktadır.

[2]       .   Bu kelimenin Arapça ve Kur’ân’ı Kerîm’deki orijinal karşılığı (yerine göre): Muslimûn مُسْلِمُون ya da Muslimîn مُسْلِمِين dir. Bu her iki sözcük de Muslim مُسْلِم kelimesinin çoğullarıdır. Farklı yazılış ve okunuş nedenleri Arap gramer kuralları konulu kitaplarda ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Özeti (erbabınca bilindiği üzere) şudur: مُسْلِم kelimesi tekil bir isimdir. Bunun müzekker (eril) çoğulu; ref’ halinde (yani mubtedâ, fail ve naib-i fail olduğu yerlerde) و ve ن ile sonlanır. Cer harfinden sonra geldiğinde veya mefûlun bih olduğu yerlerde ise ي ve ن ile sonlanır. Önemli bir not olarak belirtmek gerekir ki: Bu iki kelimenin Türkçede tam karşılığı: “Muslimler”dir; “Müslümanlar” şeklinde tercüme edilmeleri, kesinlikle mümkün değildir. Bunu göze alanlar, ya cahil, ya da Kur’ân’ın düşmanıdırlar. Bu cinayeti bilinçli olarak işleyenler, sonuçlarına katlanacaklardır!

[3]       .   Bu, Hasan’ın devlet başkanlığından Muaviye lehinde istifa ettiği ve böylece Râşidî Hilâfet’in sona erdiği tarihtir.

[4]       .   Bu dünyaya, bugünkü görüntüsü ile “İslâm Dünyası” demek -bir bakıma- doğru değildir. Nitekim Türkiye’de “İslâm Dünyası” nitelemesi nadiren kullanılmaktadır. Müslümanlar son yıllarda, “İslâm’a karşı kazandıkları zafer”in (!) bir nişanesi ve “Türkistan fethinin yeni bir intikamı” olarak “Müslümanlık Dünyası” tabirini daha büyük bir cesaretle ve sıklıkla kullanmaktadırlar.

[5]       .   Aflaqîler (العفالقة)’den amaç: Irak ve Suriye’de kurulan Sosyalist Baas Partisi’nin kurucusu, Lübnanlı Hristiyan Michel Aflaq’tır. Alqamîler (العلاقمة)’den amaç ise; Abbasi Devleti’nin sadrazamlarından (başbakanlarından) İbn’ul-Alqami (ابن العلقمي)’dir. Şii olan bu şahıs, gizlice Moğol Lideri Hülâgû ile haberleşerek Abbasi Devleti’ne son vermek üzere onu davet etmiş. Bunun üzerine 1258’de Başta başkent Bağdat olmak üzere, Abbasi ülkesi Moğollar tarafından işgal edilmiş, milyonlarca insan öldürülmüş ve Abbasi Devleti tarih sahnesinden çekilmiştir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver