İç ve Dış Operasyonların Değerlendirilmesi

Allah’a
subhanehu ve teala
hamd eder, O’nu  tespih eder, O’na kulluk ederiz. Salât ve selam O’nun seçtiği son Rasûl’e
sallallahu aleyhi ve sellem
, ailesine ve ashabının üzerine olsun.

Yoğun gündemi olan bir ayı geride bıraktık. Ülke içinde peş peşe yapılan operasyonlar, PKK’nin başta doğu ve güneydoğu illerinde olmak üzere ülke genelinde düzenlediği eylemler, TC’nin Suriye’de İslam Devleti’ne, Irak’ta PKK’ye yönelik başlattığı hava saldırıları…

Ülke içinde yapılan operasyonlarda başta camiamız olmak üzere, farklı illerde birçok İslami yapıya operasyon yapıldı. Operasyonlar sonucunda birçok müslüman tutuklandı. Ülkeyi yönetenler ve  hakikatleri basit ücretler karşılığında gizlemeye adanmış medya kalemşörleri bu operasyonlarla ilgili açıklamalar yapıyor, yazılar yazılıyor, yorum ve değerlendirmelerde bulunuyorlar.

Bu operasyonların direkt muhatapları olarak bizler yapılanlar ile söylenenlerin uyuşmadığını, bir algı operasyonu yapıldığını ve yapılan açıklamalar ve sipariş yazıların durumu izahtan ziyade, durumun örtbas edilmesine yönelik olduğu kanaatindeyiz. Bu kanaattin bizde oluşmasına sebebiyet veren etkenler var elbette.

Müslümanlara ‘IŞİD’ veya ‘DEAŞ’ adı altında operasyonlar yapılıyor. Gözaltıların yaşandığı dört gün boyunca gerek hükümete yakın medya, gerekse de muhalif basın Hocamız (Halis Bayancuk/Ebu Hanzala) için ‘IŞİD’in Türkiye lideri yakalandı!’ şeklinde haber yapıyor. Ahmet Davutoğlu yaptığı açıklamada ülke içinde ve dışında yapılan operasyonun DEAŞ operasyonu olduğunu ve İslam Devleti’nin tehlike olmaktan çıkana dek bu operasyonların süreceğini belirtiyor. Kardeşlerimiz gözaltına alındığında Emniyet, savcılık ve mahkeme sorgularında ‘El-Kaide’ terör örgütü adına faaliyet göstermek suçundan şüpheli oldukları söyleniyor. Ve tüm tutanaklarda da bu şekilde geçiyor.

Sorgunun içeriğine gelince, çok daha ilginç detaylar çıkıyor ortaya. Soruların içinde ‘El-Kaide faaliyetleri’ ile ilgili tek bir soru ve tek bir delil yok. Soruların tamamına yakını Hocamız’ın (Ramazan) Bayram Hutbesi’ne dair. Örnek olması açısından Ebu Hanzala Hoca’ya sorulan soruları buraya alalım.

Bu durum akıl sahibi her müslümanı işkillendirmekte ve operasyonlara dair açıklamaların arasında bariz farklar hatta yalanlar olduğunu göstermektedir.

Acaba tüm muhalif örgüt ve cemaatlere ayar vermeye kalkışan yöneticiler, El-Kaide ve İslam Devleti’nin itikad ve menhec olarak iki ayrı örgüt olduklarını bilmiyorlar mı? Hatta iki ayrı örgüt olmakla kalmayıp, sahada bilfiil çatıştıklarından haberdar  değiller mi? Şayet biliyorsa -ki çok iyi biliyorlar- yalan söylemelerindeki sebep nedir? Hak ve hakikat adına iş tutan, yaptığından vicdanı rahat olan bir insan yalan söyleme ve hakikatleri çarptırma gereği duyar mı? Yok bilmiyorsa, henüz tanımadığı örgütlere müdahale etmeye kalkarak ne yapmaya çalışıyorlar?

Ya da devleti yönetenlerle, onlar adına bu operasyonları yapanlar ayrı dünyalarda mı yaşamaktadırlar? Şayet bu söylenenler bilinçli bir algı şekillendirmeye yönelik değilse kolluk ve yargı erkinizin beceriksizliğini mi anlamalıyız? Devletin, hangi ad altında operasyon başlattığını bilmeyecek kadar beceriksiz görevlilere mi ülke ve adalet emanet edilmiştir?

Yapılan operasyonların demokrasi ve özgürlükleri teminat altına almak adına bunu tehdit eden örgütlere yönelik olduğunu söylüyorsunuz. Tutukladığınız insanlara sorduğunuz soruların dahi demokrasi ve fikir hürriyetine taban tabana zıt olduğunu bilmeyecek kadar cahil olduğunuz bir sistem için mi mücadele ediyorsunuz? Yoksa siz de Mekkeli müşrikler gibi kulluk ettiğiniz, uğruna mücadele verdiğiniz ve operasyonlar yaptığınız helvadan put demokrasinizi acıkınca yiyenlerden misiniz?

Bir savaşta en büyük zafer; kişinin ilkelerinden taviz vermeden, inandığı esaslara bağlı kalarak mücadeleye devam etmesidir. Bundan olsa gerek Allah subhanehu ve teala Uhdud ashabını anlatırken onların büyük bir kurtuluş/başarı elde ettiğini söylüyor. Oysa istisnasız hepsi kendileri için kazılan kuyularda yanarak şehid edilmişlerdi. Onlar El-Aziz ve El-Hamid olan Allah’a imanlarını muhafaza edip bunun üzerine can verdiklerinden, sebatları zafer ve başarı olarak isimlendirilmiştir.

Savaşta en büyük hüsran; kişinin değişen şartlarda ahlakını ve ilkelerini çiğnemesidir. Daha tehlikeli olanıysa yok etmek için yola çıktığı düşmana benzemesidir. Allah subhanehu ve teala kendi yolunda savaşan müminleri sürekli bu tehlikeye karşı uyarır. “…Allah yolunda savaşın, haddi aşmayın!…” (2/Bakara, 190) buyurur. Müşriklerle savaşın illeti, onların Allah’a ve kullara karşı haddi aşmalarıdır. Müslüman haddi aştığında; savaştığı düşmanla arasında fark kalmayacak ve düşmana karşı verilen mücadele anlamsızlaşacaktır. Bizler paralelci polislerden, FETÖ örgütünden çok eziyetler gördük. Gözümüzün içine bakarak; ‘Sizin El-Kaide olmadığınızı biliyoruz ama sizi mecbur bu isimle tutuklayacağız’ dediklerine şahit olduk. Batılılar dahi onların yaptığı operasyonlarda alınanların El-Kaide olmadıklarını üstlerine rapor ettiler.

‘Wikileaks belgelerinde ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinden 27 Ocak 2010 tarihinde ‘Gizli’ ibareli gönderilen kriptoda o günlerde polisin yürüttüğü El Kaide operasyonlarıyla ilgili bilgi geçiliyor. Dönemin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey yazdığı bilgi notunda Türk polisinden aldığı bilgiyi paylaşıyor. Polis ve diğer güvenlik teşkilatlarının tutuklanan kişilerin El-Kaide ile irtibatlı ve iltisaklı olmadıklarını bildiklerini, tutuklamalardaki El-Kaide tabirinin, örgütle irtibatlı olup olmadıklarına bakılmaksızın İslami radikallerin yakalanmasında hem polis hem de basın tarafından kullanıldığını belirtmekte.  Büyükelçi Jeffrey tutuklamaların önleyici amaçlı olduğu değerlendirmesinde bulunmakta.

O Kripto’nun tam tercümesi:

1- Basın’da belirtilenin aksine, Polis’teki irtibatlarımız soruşturma kapsamında tutuklanan yerel İslami radikallerin Türkiye’deki Amerikan çıkarlarına saldırı plan veya niyetleri olmadığını söylediler. Polis, 15 Ocak’ta Ankara’da 13 kişinin gözaltına alındığı operasyonla başlayarak ülke çapında gerçekleştirdiği farklı operasyonlarda 130 kişiyi gözaltına aldı. Hem polis hem de sansasyon peşindeki medya, tutuklananları El-Kaide üyeleri olarak lanse ettiler. Türk Polisi ve diğer güvenlik teşkilatları ile yaptığımız irtibatlardan edindiğimiz kanaat, tutuklanan kişilerin El-Kaide ile irtibatlarının bulunduğuna inanılmadığını yönünde. Bilakis tutuklamalardaki El-Kaide tabirinin, örgütle organik bir bağı olup olmadığına bakılmaksızın İslami radikallerin tümünün yakalanmasında hem Polis hem de Basın tarafından kullanılmakta.

2- Gözaltılar bize önleyici amaçlı tedbirler gibi gelmekte. Türk Polisinin amacı, gelişmeye başlayan hücreleri akamete uğratmak ve üyelerine faaliyetlerinin izlendiğini hatırlatmak gibi görünüyor. Şüphelilerin çoğunun suçlarını ispat edilmesi zor olduğunu anlıyoruz. Çoğu şüphelinin serbest bırakıldığını, halen gözaltında olanların ise resmi olarak suçlanacağına inanıyoruz.

3- Türk Polisi ve diğer Güvenlik teşkilatlarıyla irtibatımızı sürdüreceğiz ve Türk makamlarından tutuklanan kişilerin faaliyet ve amaçları hakkında nihai değerlendirmelerini öğrenmeye çalışacağız. Tutuklanan şahısları ABD Vizesi verilmeyecekler listesine eklenmesi ve diğer münasip takip listelerine yerleştirmesi için incelemekteyiz.’ (https://wikileaks.org/plusd/cables/10ANKARA133_a.html)

Şimdi görüyoruz ki, onlarla mücadele eden AKP bu mücadelesini kaybetmiştir. Çünkü onlara benzemiş ve onların yöntemlerini muhaliflerine uygulamaya başlamıştır. Allah’ın subhanehu ve teala zalimler hakkında sünneti değişmez. Zalimi, bir başka zalimin ayaklarının altında ezerek, ezdiği mazlumların intikamını alır. Bugün paralel polis ve yargı mensupları kendilerine muhalif gördükleri insanlara ne yapmışlarsa aynısını yaşıyorlar. Terör örgütü kabul edildiler, başka ülkeler adına ajanlık ve vatan hainliğiyle suçlandılar, hapsedildiler, dertlerini anlatmaya çalıştılar ancak tüm kesimleri küstürdüklerinden onları dinleyen kimseyi bulamadılar. Görüyoruz ki AKP hükümeti aynı yolda emin adımlarla ilerlemektedir. “Sen Allah’ın sünnetinde bir değişiklik ve dönüşme bulamazsın” (33/Ahzâb, 62) der Rabbimiz. Allah’ın sünneti gelip çatmadan bu zulüm ahlakına son vermeleri kendileri için hayırlı olacaktır.

Kanaatimizce AKP yaşanan son olayları bahane ederek tasavvufi, gelenekçi ve demokrat muhafazakar gömleğini giymeyen, AKP’nin şe’ri hükmünü açıkça beyan eden, içinde bulundukları durumu Kur’an ve Sünnet nasları ışığında insanlara gösteren tevhid ve sünnet ehli müslümanları hedef hâline getirmiştir. Oluşmuş bir kamuoyu desteğine güvenerek kendince tasfiyelere başlamıştır.

AKP, geldiği günden bu yana Türkiye’deki İslami kesimler için ciddi tehlike ve fitne unsuru olmuştur. Erbakan’ın üzerinde olduğu çizgiyi şirk ve küfür, nifak ve Nebevi metottan sapma olarak görenler, Erdoğan’la beraber seçimlere katılmış, küfür kabul ettikleri ameli kendileri işlemiştir. Erbakan döneminde particiliği savunanların iddalarını şeytani şüphe olarak görüp, bunlara muhkem naslar ışığında cevap verenler; Erdoğan döneminde aynı iddiaları delil diye tevhid ehline sunmuşlardır. Elbette din değişmez. Muhkem naslar muhkemliğini yitirmez. Zamanın geçmesi şüpheyi şüphe olmaktan kurtarıp delil seviyesine çıkarmaz. Değişen kalplerdir. Kalpler Allah’ın elindedir ve O, dilediği kalbi istikamet üzere kılan, dilediğini eğriltip saptırandır. Bundan dolayı Nebi’nin sallallahu aleyhi ve sellem en fazla yaptığı dua; “Ey kalpleri evirip çeviren, kalbimi dinin üzere sabit kıl!” (Tirmizî) olmuştur.

Sürekli bir ‘Üst akıl’ ve ‘Kirli el’ den söz eden yöneticiler bir hakikatin farkında değillerdir. Üst aklı ve kirli eli bilmek onun şerrinden emin kılmaz insanı. Bazen şerden en fazla sakındıran, ona en fazla düşen olabilir. AKP eliyle dönüşen ve sisteme entegre olan İslami yapı sayısı göz önüne alındığında, 2000 sonrası İslam coğrafyasına direkt müdahalede bulunan üst  akla kimin hizmet ettiği daha iyi anlaşılacaktır. Bunun kasıtlı olduğunu iddia etmiyoruz. Ancak sonuca bakıldığında bu yolun neticesinin dünya müslümanlarının din algısını belirlemeyi hedefleyen batının ekmeğine yağ sürdüğünü görüyoruz.

İslam alemi son üç asırdır batının küfür işgaliyle karşı karşıyadır. Batı hayranları, onların okullarında eğitilmiş, onların kavramlarıyla dünyayı anlayıp yorumlayan birer uşak olmuş ve  bizleri her anlamda sömürmüşlerdir. 11 Eylül ile beraber bu işgalin stratejisi yeniden belirlenmiş ve fiili işgal dönemi başlamıştır.

Bush bu yeni dönemi ‘Haçlı Seferi’ olarak isimlendirdi. Kendi döneminde ‘Üst aklı’ temsil eden kişi, yeni sürecin ismini koymuş oluyordu. Bu süreç tarihte yaşanmış İslam-Küfür, Hak-batıl mücadelesinden kopuk bir süreç değildir. Sanıldığı gibi petrol ve daha geniş coğrafyalara hükmetme sevdası da değildir. Bu; Haç’a tapanların, İslam dinine karşı başlattığı modern çağ savaşıdır.

11 Eylül sonrası Afganistan işgaliyle başlayan süreç için Berlusconi: ‘Batı medeniyeti İslam medeniyetinden üstündür.’ diyerek, bunun bir medeniyetin ötekine açtığı savaş olduğunu ilan ediyordu.

NATO genarellerinden Wesley Clark  ise meselenin bam teline dokunmuştu: Kimse bu işgalin petrol veya sınırları koruma savaşı olduğunu sanmamalıydı. Dünyada 1.5 milyar müslüman vardı ve bunlar başsızdı, temsilcileri yoktu. Bu 1.5 milyarın dini nasıl anlayıp yorumladığı önemliydi Batı için. Bunlar dünyada Batı’nın tesis ettiği istikrar ve barışı(!) sağlamlaştırıp destekleyecekleri gibi, bu yeni düzeni yıkıp kaos ve istikrarsızlığa da sebep olabilirdi. Öyleyse Batı ‘Müslümanların dinlerini nasıl anlamaları gerektiğine’ müdahale etmeli ve onlara din yorumu benimsetmeliydi. Bu din yorumu, Batı ile çatışmayan, Batı’nın değerlerini kabul eden bir İslam’dır.

İşgal fiilen başlamıştır ve askeri operasyonların hedefi sanıldığı gibi diktatörler, petrol veya kültür hırsızlığı değildir. Müslümanların dinlerini olduğu gibi anlamalarına engel olup, Batının istediği şekilde dinlerini anlamalarını sağlamaktır.

Batının açıkça ifade etiği bu hedefi göz önünde bulundurarak Türkiye’deki İslami yapıların on yıl içinde geçirdikleri dönüşümü yakından izleyen biri, bu projenin en rahat ve etkili olarak Türkiye Cumhuriyeti’nde tuttuğunu görecektir. Demokrasi, Laiklik ve Batı düşmanlığını itikad esasları olarak işleyen İslami yapılar, Demokrasinin muhafazakar olanını, Laikliğin dine karışmayanını, Batının gelişmişliğini savunmaya başlamışlardır.  Daha acı olanıysa Afganistan, Çeçenistan, Bosna’ya mücahid yollayan ve şehid sayısıyla övünen ‘Cemaatler’; şimdilerde milletvekili sayısı, kurumlara yerleştirdikleri sistem memuru sayısı ve devlet içindeki nüfuzlarıyla övünmektedirler.  Nereden nereye…

Burada can alıcı soru şudur; Batı TC’de hedefine ulaşmış mıdır? Evet ulaşmıştır. Hem de umduğundan fazlasını elde etmiştir. Peki kimin eliyle? Hiç tereddütsüz AKP eliyle. Öyleyse sürekli ‘Üst akıl’ dan, faiz lobilerinden, katliamlardan söz edenler ya da bizleri büyük resmi görmeye davet edenler, akıl vermek yerine büyük resme baksalar belki de durum farklı olacaktır. Rablerine yönelip nasuh tevbeyle bu necis projenin parçası olmayı terk edeceklerdir. Bu hakikatler kendilerine hatırlatıldığında bunların farkında olduklarını lakin AKP’nin Batı’yı kullandığını söyleyen ‘Çocuk ruhlu’ yazar ve partizanlar vardır. AKP’nin Erbakan tecrübesi sonucu bazı dersler çıkardığını ve Batı ile çatışmadan Erbakan’ın projesini hayata geçirmek istediklerini söylerler. Ancak netice öyle demiyor. Clark’ın işgal hedefi olarak ortaya koyduğu şey, AKP’nin eliyle gerçekleşiyor. Bunların hâli, şeytanı kullandığını zanneden çocukların durumuna benziyor.

Hocanın biri yolda giderken birbirine çok ağır küfürler savuran iki genç görür. Kavgada dahi ağza alınmayacak küfürleri birbirlerine gülerek söylüyorlardır. Hoca bu duruma şaşırır ve gençlere yaklaşıp bu tuhaf durumu sorar. Aldığı cevap gerçekten ilginçtir: ‘Biz aramızda anlaştık, küfür ederken şeytanı kast ediyoruz. Böylece o bize küfrettirdiğini sanıp seviniyor ama hakikatte biz ona küfrediyoruz’, derler.

Bu yolun batıl olduğuna iman eden, iyi niyet ve hayır temennilerinin küfrü ve şirki meşrulaştırmadığını savunan tevhid ehli, bu yoldan ve ehlinden uzak durdular. Yeni sapmaların olmaması, kandırılmış kitleleri uyarmak ve kendi çizgilerini teminat altına almak için bazı hakikatleri apaçık bir şeklide haykırdılar.

Seçim döneminde tüm Türkiye’yi kapsayan bir çalışma başlattılar. ‘Oy kullanma, Yaratıcına Şirk Koşma’ sloganıyla tevhidi gündemleştirme çabası içerisine girdiler. İnançlarını ve demokrat müşriklerden beraatlerini siyasi bir hutbe ile ilan ettiler.

Bu çalışmalar üzerine başlatılan soruşturma neticelenmeden operasyona maruz kaldılar. IŞİD diye alınıp El-Kaide diye tutuklandılar. Sorulan sorularla anlaşıldı ki bu çalışmalar birilerini fena hâlde rahatsız etmiş, canlarını sıkmış. Meselenin ne İslam Devleti’yle ne de El-Kaide ile alakası yokmuş. Kendilerine yöneltilen sorulara ve iddialara verilen cevaplara söyleyecek sözü olmayanlar da AKP’ye fetva vermişler. ‘Bunların fikirleri Osmanlı’yı yıktı, bunlara fırsat verilmemeli’ demişler. Fetvayı da alınca AKP, vicdanlar da rahatlamış ve harekete geçilmiş.

Acaba o ‘Hoca’lara(!) dememişler mi; ‘Sizler ilim adamlarısınız, bu adamların da yaptığı çalışmalar fikre dayalı çalışmalar. Alın bunları kendinizi ve kamuoyunu da aydınlatın. Nasıl ki kanal kanal gezip Paralelcilerin din algısının sapkın olduğunu beyan ettiniz, bunlar için de aynısını yapınız.’

Fikir adamı ve ilim sahibi kişi insanları hedef göstermez. Hakkı beyan edip, batılla mücadele eder. Tarih, sultanlara destek olmuş, hak ehline karşı olanları kışkırtmış alim ünvanlı zevatın hazin hikayeleri ile doludur. Yaşadıkları çağda gücün ve otoritenin yakınlarında olduklarından izzet ve ikram görenler, olayları tarafsız değerlendiren sonraki nesiller tarafından delikanlılık ve saray mollalığı yaptıkları kanaatine varılıp lanetlenmişlerdir.

Ne de çok duyarız saray mollalarından, söyleyecek sözü olmayan gücün sözüne başvurur. Başkalarının şiddet eğilimlerini eleştirirken afilli sözler söylemeyi marifet bilenlerin sözleri mi tükenmiştir de sistem şiddetine zurnacılık yapmaya başlamışlardır?

Bu yaptığınızla Allah’ın hükümlerini size hatırlatan tevhid davetçilerinden rahatsız olup onlara tuzak mı kurmuş oldunuz? Biz, Paralelcilerin sırıtarak şöyle söylediklerini hatırlatırız: ‘Biz, sizlerin El-Kaide olmadığınızı biliyoruz. Ama anlattığınız şeylerle bu dini aşırı ve çirkin gösteriyorsunuz. Çocukları zehirleyip bizlere düşman yetiştiriyorsunuz. Din büyüklerini ( Burada tek bir kişi kastediliyor: Fethullah Gülen) tekfir edip insanları onların engin ufkundan uzaklaştırıyor, ne olduğu belli olmayan insanları takip etmelerini sağlıyorsunuz.’

Bizleri bu sebeple hapsettiklerini itiraf ediyorlar. Lakin tutanaklara El-Kaide yazıyorlardı. Öyle ki 2014 Van dosyasında dokuz ayrı mahkemede henüz iddianame yazılmadan üç ayrı örgüt olduk. El-Kaide, IŞİD ve müstakil silahlı terör örgütü…

Peki neredeler şimdi? İnsanlara kurduklarını zannettikleri tuzaklar onların suç dosyası oldu ve tutuklanmalarına neden oldu. Allah subhanehu ve teala amellerini cinsi ile cezalandırdı. Siz farklı olacağını mı zannediyordunuz? Asla! Allah’ın değişmez yasaları din, dil, ırk, fert ayrımı yapmaz. Zulmeden ve insanları ezen, başka zalimin postalları altında inler. Nasıl bir devrilişle devrileceğinizi hep beraber göreceğiz. Bir seçim sonucundaki oy kaybı dahi sizleri bu denli etkilemişken, Allah’ın azabı karşısında neyinize güvenip de bu denli inatçı ve ısrarcı davranıyorsunuz?

Sizlerin hâli ne kadar da Semud Kavmi’nin şakilerine benziyor. Onları tevhide davet eden Salih’e aleyhisselam kurdukları tuzak kendi sonları oldu. Plan yaptıktan sonra köşeye çekilip; ‘Salih belasından da kurtulduk!’ diyenler sabahı görmeden helak oldular. Düşünen bir kavim için Allah’ın bu ayetlerinde ibretler vardır.

‘Şehirde dokuz kişilik bir çete vardı. Bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar ve ıslaha çalışmıyorlardı. Aralarında Allah adına and içerek şöyle dediler: “Mutlaka onu ve ailesini geceleyin öldüreceğiz sonra da velisine; ‘Biz onun ailesinin öldürülüşüne şahit olmadık. Biz kesinlikle doğru söyleyenleriz’, diyeceğiz.” Onlar bir tuzak kurdular. Farkında değillerken Allah da bir tuzak kurdu. Bak onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu: Biz onları ve kavimlerini topyekün helak ettik. İşte zulümleri yüzünden harabeye dönmüş evleri! Şüphesiz bunda bilen bir kavim için bir ibret vardır. İman edip Allah’a karşı gelmekten sakınmakta olanları ise kurtardık.’ (27/Neml, 48-53)

Ya da sizlerin hâli Musa aleyhisselam hakkında kamuoyu oluşturan Firavun’a ne kadar da benziyor… Musa’ya yapacaklarının tepki çekmemesi için şehirlere insan gönderip Musa’ya karşı kışkırtıyordu.

“Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi. Dedi ki, ‘Bunlar pek az ve önemsiz bir topluluktur. Şüphesiz onlar bize öfke duyuyorlar. Ama biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz.’ ” (26/Şuara, 53-56)

Kamuoyu oluştuğunu anlayınca da Firavun harekete geçiyordu. Zannediyordu ki, müthiş planı başarıya ulaştı ve Musa belasından kurtulacak. Oysa Allah subhanehu ve teala ona tuzak kurup onu harekete geçirmişti. Niye mi? Helak olduğunda Firavun ve ordusunun mülklerine Musa aleyhisselam ve müminler vâris olsun diye…

‘Biz de Firavun’un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık. İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.’ (26/Şuara, 57-59)

Sonuç ne mi?

‘Firavun ve adamları gün doğarken onları takibe koyuldular. İki topluluk birbirini görünce Mûsâ’nın arkadaşları, “Eyvah yakalandık” dediler. Mûsâ, “Hayır!, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir” dedi. Bunun üzerine Mûsâ’ya, “Asan ile denize vur” diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi. Ötekileri de oraya yaklaştırdık. Mûsâ’yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık. Sonra ötekileri suda boğduk. Bunda şüphesiz bir ibret vardır. Ama pek çokları iman etmiş değillerdi. Şüphesiz ki senin Rabbin elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.’ (26/Şuara,  60-68)

Şimdi sizler ‘Fırsat bu fırsat’ diyerek sizin batıl bir yol üzere olduğunuzu insanlara anlatan tevhid ehlini susturduğunuzu mu zannediyorsunuz? Bizim tavsiyemizi bir daha düşünün. Belki sizleri harekete geçiren ve sonunuzu hazırlayan Allah’tır.

 Size gelince Ey Tevhid ehli!

Sabredin! Sizin sabrınız Allah iledir. Bu zorlu süreçlerde sizin dostunuz, vekiliniz, kefiliniz ve yardımcınız sadece ve sadece Allah’tır. Bu tağutların yeryüzünde böbürlenmeleri sizi aldatmasın. O geçici bir faydalanmadır. Sonrası elim verici bir azap ve ebedi cehennem onları beklemektedir.

Siz, peygamberlerin mesajlarına tabi olmuş ve insanları ‘Allah’a kulluk edin, tağutlardan sakının’ ilkesine davet eden Rabbanilersiniz. Elbette örnek aldıklarınızın yaşadıklarını yaşayacak, onlar gibi bela ve imtihan duraklarında soluklanacaksınız. Sabredin ve muttaki olun! Allah’ın yardımı, sabır ve takva ehline yazılmıştır.

Sakın ama sakın yılmayın! Gevşeklik belirtisi göstermeyin. Peygamberlere yaren olmuş sadıklar kendilerine isabet eden o sıkıntılarda gevşemez, zayıflık göstermez, işlerini yarım bırakmazlar. Bilakis onlar ellerinden geleni yaparlar. İstemedikleri bir imtihanla karşılaşınca ‘Allah’ım! Günahlarımız ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı bağışla! Ayaklarımızı sabit kıl! Bize kafir topluluğa karşı yardım et!’ derler. Bu duruşları karşısında Rabbleri onlara hem duayı hem de ahiret sevabını/nimet/hayır verir. Allah işini en güzel şekilde yapan/muhsinleri sever.

Yurt dışına yönelik operasyonlarınıza gelince;

İslam coğrafyasına yönelik Batı liderliğindeki tüm girişimler, büyük bir projenin parçasıdır. Amaç; İslam coğrafyasını dizayn etmek ve Batı ile çatışmayan, onun değerlerine saygılı bir din anlayışının oluşmasını sağlamaktır. Bugün Batı’nın Suriye’de yaptığı, on sene önce Irak’ta yaptığı ve on beş yıldan bu yana Afganistan’da yaptığı aynı amaca hizmet etmektir.

Toplumlar da insanlar gibidir. Olay anında olayın detaylarını konuşurlar. Zaman geçtikçe detaylar silinir ve sadece genel durumları hatırlarlar. Örneğin; Osmanlı’yı işgal eden devletlerin amacı bir değildi. Kimi Hilafet’e düşmandı, kimi geçmiş savaşların intikamını alıyordu, kimi kendine ticari pazar arıyordu. Kimi de kendi başına kalsa asla savaşmayacağı bir toplumla savaşıyordu.  Daha önce kurduğu ittifakların kurbanı olmuş ve kendini bir savaşın içerisinde bulmuştu. O günün şartlarında bu detaylar konuşulmuş olabilir. Ancak bugün geriye doğru baktığımızda tek bir şey görüyoruz. İşgalciler ve destekçileri… Bunları tek bir cümleyle ifade ediyor, lanetimizi ve buğzumuzu hepsine yöneltiyoruz.

Dünyayı karıştıran ve örgütleri size karşı harekete geçiren bu ‘Üst Akıl’ acaba sizi kime karşı harekete geçirmiştir? Mezhepçiliğini körükleyip mezhep kavgası çıkarmak istiyorlar dediğiniz üst akıl size Suriye’yi bombalatırken, üslerinizden  havalanıp bu toprakların insanlarını öldürürken sizi nasıl bir ırk ve mezhep kavgasına hazırlıyorlar acaba? Size göre IŞİD bir Esed projesi ve onunla gizli anlaşmalar yapıyor. İslam Devleti’ni vururken asıl kurucusu(!) Esed ile karşı karşıya gelmeyeceğinizin bir garantisi mi vardır? Esed İran’ın kırmızı çizgisiyse, yarın İran’la karşı karşıya gelip sakındığınız mezhep kavgasının tarafı olmayasınız?

Müslümanların sizi Allah’ın yaklaşan azabı ile korkutması ağırınıza gitmiş. Evet. Bizler sizleri  O’nun subhanehu ve teala çetin azabı ile korkutmaya devam edeceğiz. Peygamberlerin yılmadan batılda ısrar eden kavimleri tevhide davet edip uyardığı gibi…

Seçim sizindir… Bu uyarıya Allah’ın değişmez sünnetine muhatap olmadan nasuh bir tevbe ile dönebilirsiniz. Sürekli sizleri müjdeleyen, Ortadoğu ve mazlumlarını bombalamak için üslerinizi Batı’ya açmanızı dahi çok hayırlı bir amel gibi gösteren dalkavukları da dinleyebilirsiniz.

Seçiminizin sonucunu bekleyin ve gözetleyin. Biz de sizler gibi beklemekteyiz.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver