Eski Dost, Düşman Olmaz; ABD-İRAN Yakınlaşması

Allah’a subhanehu ve teâlâ hamd, Rasûlu’ne, âline ve ashabına salât ve selam olsun.

7 Haziran seçimleriyle beraber Türkiye on üç yıldır sürdürdüğü istikrarlı günlerini kaybetti. 6-8 Ekim olaylarıyla ön denemesi yapılan, 7 Haziran sonrasında şahlanan ‘Toplumsal başkaldırı’ projesi, gündemin ana ve tek meselesi hâline geldi.

Türkiye, seçimlerle beraber oluşan bu yeni gündemiyle meşgulken, tüm Ortadoğu’nun gidişatına etki edecek bir gelişme yaşandı. Uzun zamandır gündemde olan ve üzerinde konuşulan Nükleer program anlaşması son aşamasına geldi ve taraflar arasında imzalandı. Kendi iç sorunlarıyla meşgul olan Türkiye, bu yeni durumla çok alakadar olamasa da, birinci dereceden bu antlaşmanın muhatabıydı aslında. Konunun Türkiye’yle ilgili olan kısmına geçmeden önce, antlaşmayı ilginç aynı zamanda önemli kılan noktaları izah etmekte fayda var.

İran ve ABD son kırk yılın en çetin düşmanları.. Sovyetlerin dağılmasından sonra Kapitalizm ve Komünizm arasındaki kutuplaşma yerini Batı ve İslam savaşına bıraktı. 11 Eylül hadisesine kadar Batı’nın ‘Düşman İslam’ algısı İran üzerinden şekillendi. İran, takipçilerini ‘Büyük şeytan ABD, küçük şeytan İsrail’ üzerinden motive ediyor ve Dünya’da var olan zulüm ve fuhşiyatın müsebbibi olarak bu iki ülkeyi hedef gösteriyordu. ABD ise Batı’nın değerlerine düşman olan ve mücadele edilmesi gereken İslam’ı, İran’ın temsil ettiği İslam olarak dünyaya sunuyordu. Bunun yanında İran’ın şeriat esaslarına dayalı bir yönetimi, ayrımcılığa dayanan azınlıklar politikası, medyaya uyguladığı sansür, insan hak ve özgürlüklerini ayaklar altına alması kısaca ‘Anti demokratik’ uygulamaları vardı.

Bu anlaşmayı ilginç kılan nokta burada gizli. ABD’nin İran’ı ötekileştirdiği ve kendisiyle beraber tüm dünyaya ekonomik ve siyasi yaptırımlar uygulamayı dayattığı tüm gerekçeler, hâlâ geçerli İran için… İran’ın ABD’yi büyük şeytan olarak ilan ettiği ve başta Suud olmak üzere körfez ülkelerinin ABD’yle iyi ilişkilerini ‘Uşaklık ve hainlik’ olarak yaftaladığı tüm gerekçeler de ABD için geçerli… Hatta İran’ın zikrettiği cürümlerine binlercesini ekledi bu sürede.

Bu şartlara rağmen tarafların bu yakınlaşması ve dünyaya verdikleri samimi pozlar, elbette bu anlaşmayı ilginç kılıyor. ‘Eski dost, düşman; eski düşman da, dost olmaz.’ diyenler, yüzbinlerce yıllık tecrübeye dayanarak bunu söylemişler. İran ve ABD ‘Dostluk-düşmanlık’ ilkesinde itikadları yerle bir ettiği gibi, insanlık tecrübesine de ezber bozduruyor.

Antlaşmayı önemli kılansa; bu antlaşmayla beraber İran’ın bölgede elde edeceği nüfuz ve ekonomik kalkınma… Yaklaşık kırk yıldır devam eden ambargoların İran’ı zor duruma soktuğu ve Rusya-Çin bloğunun desteği olmasa ekonomik yönden çökeceği bilinen bir hakikat. Bu antlaşma, ambargoları kaldırdığı gibi İran’ı Batı için yatırım alanı, Batı’yı ise İran için bir pazar hâline getirecek. Ekonomik sıkıntıların ayağına pranga vurduğu ve siyasi emellerini hayata geçirmede ağır davranan İran için bu ekonomik rahatlama, hareket esnekliği ve seriliği kazandıracaktır. İmkansızlıkları ve ekonomik sıkıntılarına rağmen Suriye, Irak ve Yemen’de bunca şerre sebebiyet veren İran’ın, bu sıkıntılardan kurtulmuş hâlinin bölgeye nasıl bir tufan olarak yansıyacağı öngörülebiliyor olsa gerek.

Bunun yanında tarihi düşman ve rakip olan Türkiye karşısında eline nasıl bir fırsat geçtiği de aşikar. Özellikle AKP hükümetiyle başlayan, Türkiye’nin bölgede parlaması, halkların temsilcisi konumuna gelmesi, istikrar ve yatırım merkezi olması en fazla İran’ı rahatsız ediyordu. AKP’nin iyi ilişkiler ve bölgesel ittifaklar kurmak için yaptığı onlarca girişim, mezhebî ve tarihsel reflekslerle İran tarafından geri çevrilmiş ve karşılık bulmamıştır. Yapılan bu yeni antlaşmayla beraber İran’ın özgüven tazelediğini icraatlarından anlayabiliyoruz. Türkiye’de iç savaş başlatan PKK’yle yakınlaşması, resmi haber ajanslarında Türkiye (hususen Erdoğan ve AKP) aleyhine Batı’nın diliyle haber yapması, kendisine tanınan imtiyazların ve verilen sözlerin İran’da oluşturduğu ruh hâlini anlamamız için bizlere ip uçları veriyor.

Türkiye bu yeni durumun başına açacağı dertlerin farkında elbette. Ancak İran’ın ve Batı’nın yönetim ve yönlendirilmesinde direkt söz sahibi olduğu PKK belası, bu yeni sürece karşı adım atmasına engel teşkil ediyor.

ABD ötekileştirdiği ve Batı blokunu da yanına alarak yıllarca ambargo uyguladığı İran’ı, ne oldu da dost ve müttefik ülkeler arasına kattı? Eski düşmanlar ezber bozup dost mu oluyor, eski dostlar masa altı dostluklarını ilan mı ediyor?

Kanaatimizce bu yeni sürecin çok yönlü değerlendirilmesi gerekiyor. Çünkü İran’a biçilen yeni rol, bölgede taşların yerinden oynayacağı, Sunni blok’un karşısında Şii blok’un öne çıkacağı ve önümüzdeki yüzyıla etki edecek gelişmelere gebe olan bir süreç… Son on yıl içinde yaşanan gelişmeleri de bu yeni antlaşmayla beraber değerlendirdiğimizde, meselenin daha iyi anlaşılacağı kanaatindeyiz.

Irak yönetiminin sünni direniş ve düşmanlığa rağmen İran yanlısı Şiiler’e bırakılması; Yemen’de iç işgal hareketi başlatan İran güdümlü Husiler’in ilerleme hattını ABD uçaklarının temizliyor oluşu ve son olarak yapılan bu antlaşmayla beraber İran’ın Ortadoğu’yu Şiileştirme ve işgal projesine finansman imkanına kavuşması…

Biz bu yeni sürecin çok yönlü sebeplerinden iki tanesi üzerinde durmak istiyoruz:

1. 11 Eylül hadisesiyle beraber ABD öncülüğündeki Batı dünyası İslam coğrafyasını fiilî olarak işgale başladı. Afganistan işgaliyle başlayan süreci Irak işgali izledi.

Afganistan işgali başlamadan önce, Batı’ya işgalin hareket planını İranlı yetkililerin hazırladığı Hatemi tarafından dillendirilerek dünyaya duyuruldu. ‘Kendi varlıkları için tehlike olarak gördükleri Afganistan’daki sunni terör örgütlerine karşı Nato birliklerine öncülük etmiş, işgale nereden ve nasıl başlayacaklarına dair onlara yol rehberliği yapmışlardı.’

Irak işgalindeyse daha büyük bir işlev görmüşlerdi. Şii tabanın, sunni direnişe eklemlenmesini ya da yeni bir direniş hattı oluşturmasını engellemek için, dini merci’i Ayetullah-ı Uzma(!) olan Sistani’ye ‘İmam ğaib (kayıp) olduğundan cihad meşru değildir’ fetvası yayınlatarak Şii direniş hattını kırmışlardı. Aynı Sistani’nin on yıl sonra, beklenen İmam/Mehdi Muntazar henüz gizlendiği mağaradan zuhur etmemesine rağmen tüm Iraklı Şiiler’i İslam Devleti’ne karşı silahlanmaya davet etmesi en basit hâliyle bunaklık, hakikat olarak ancak hainlikle izah edilebilirdi.

İran, Batı’ya olan bu yardımlarının avansını Irak’ta yönetim olarak, tam karşılığını da bu yeni antlaşmayla elde ettiği imtiyazlar olarak tahsil etti.

Eski dostlar tekrar ittifak kurdu dememiz bundandır. İran İslam’ı kabul ettiğini iddia ettiği günden bu yana hiçbir dönemde bu ümmetin yanında yer almamış, bilakis işgal projelerinin yanında bu ümmetin karşısında olmuştur. Humeyni eliyle gerçekleşen devrim dünya Müslümanlarına ‘Acaba’ dedirtse de, İran tarihi kodlarına dönmüş ve devrim kadrolarında İslam ümmetinin karşısında yer alacağını açığa çıkarmıştır. ( Bknz: Tevhid Dergisi 38. Sayı, Başyazı ‘Ortadoğu’ya Sıçrayan Kan Safevi İran’)

2. Batı bu yeni hamlesiyle sömürgeleştirdiği ya da dini savaş açtığı bölgelere karşı uyguladığı ‘Dengeleme’ modelini hayata geçirmiştir. Nedir ‘Dengeleme’ modeli?

Batı’nın istikrarsızlık ve kaos istediği bölgelerde hayata geçirdiği ve problemleri girift hâle getirip, üçüncü bir gücün müdahalesi olmadan çözülemeyecek hâle getirmesidir dengeleme modeli.

Güçlenen bir taraf karşısında, muhâlif güçlere dolaylı destek vererek önünü açar. Güçlenen bu muhâlif blok rekabet içerisinde olduğu bloğu durdurmak, geçmişin intikamını almak ve nüfuz elde etmek için harekete geçer. Bu dengeleme siyaseti Batı’ya şunları kazandırır:

a) Güçlenmiş ve belirli bir nüfuz alanına sahip olan gücün önünü kesip, onu yerel sorunlarla meşgul ederek, gücünün kontrol dışına çıkmasına engel olmak.

b) Önü açılan ve dolaylı olarak desteklenen grubun elde ettiği güçle yeni alanlara yönelmesine engel olacak şekilde eski rakiplerle uğraşmasını sağlamak. Bunun için de etnik, dinî veya mezhebî olarak problemli bir geçmişe sahip olanlar arasında dengeleme yapılmaya çalışılır.

c) Bölgede bulunan diğer blokların ‘Ancak Batı’ya yakın olunarak varlık gösterebileceği ve güç hâline gelebileceğine’ dair kanaat oluşturmak.

d) Oluşan denge siyasetinin sorunları içinden çıkılmaz hâle getirmesi neticesinde, üçüncü bir tarafın arabuluculuğunun zarureti… Arabuluculuk, kurtarıcı, içişlere müdahale ve sorun çözücül sıfatlarına sahip üçüncü taraf genelde büyük şeytan ABD oluyor.

Olayın bizlere bakan yönüne gelecek olursak;

Elinde bulunan kıt imkanlar ve yaşadığı darboğaza rağmen estirdiği şer havası, imkanlara kavuşmuş ve ayağında onu yavaşlatan prangalarını çözmüş bir İran’ın neler yapacağının işaretidir.

İran’ın bu ilerleyişi başta bilinçli sunniler olmak üzere, haçlılar dışında bölgedeki her kesimin zararınadır. Bu ilerleyişi kıracak iki akım vardır. İlki, askerî anlamda İran’ın işgal projesine set olan başta İslam Devleti olmak üzere sünni direniş grupları; ikincisi, İran’ın ekonomik ve siyasi nüfuzunu kırabilecek AKP hükümeti.

Zikrettiğimiz bu yapıların itikadi ve menhecî olarak çok farklı noktalarda oldukları bir hakikattir. Elbette demokrasiye inanan ve onun için mücadele verenlerle, Allah’ın pak şeriatı için mücadele edenleri ne aynı din, ne inanç, ne de ideoloji bir araya getirir. Lakin bölgede yeni bir Iraklaşma sürecinin ve Suriye karışıklığının yaşanmaması için bu bloğun İran’ın hamlelerine ve PKK’nın ilerlemesine rağmen ortak bir siyaset çerçevesinde hareket etmeleri, birbirlerinin gücünü tüketmemeleri gerekir. İran’ın PKK üzerindeki nüfuz ve yönlendirme kabiliyetini bilenler, şu an Türkiye’de yaşanan terör hadiselerinde İran’ın payını da biliyorlar. Aynı zamanda PKK’nin PYD formatının Suriye’de, İran’ın ise tüm bölgede Batı tarafından parlatılmasının ve yeni müttefik ilan edilmesinin birbirinden bağımsız olmadığını da..

İran’ın ve PKK’nin bölgedeki hamlelerine engel olabilecek bu grupların her biri kendi projesini tatbikle meşgul. Ancak bu süre zarfında İran’ın geri dönüşü zor bir yola girdiği ve her geçen gün ayağını sağlamlaştırdığını görüyoruz. Belli bir süreliğine de olsa her grup kendi hedeflerini bir yana bırakıp, bu ilerleyişin önlenemez hâle gelmesinden önce ortak bir program çerçevesinde hareket edebilirler.

Rabbimizden afiyet istiyor, O’nun kerem, lütuf ve hıfzına sığınıyoruz.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver