Hilafetin İlgasının Arka Planı

 

Kitabın Künyesi

Kitabın Adı: Hilafetin İlgasının Arka Planı

Kitabın Yazarı: Mustafa Sabri Efendi

Çeviren: Oktay Yılmaz

Yayınevi: İnsan

Basım Tarihi: 2017 (Onuncu Baskı)

Basım Yeri: İstanbul

Sayfa Sayısı: 146

Cilt/Kâğıt: Ciltsiz, 2. Hamur

Yazara Dair

1869 yılında Tokat’ta dünyaya gelen Mustafa Sabri Efendi, öğrenimine memleketinde başlamış, on yaşına geldiğinde de hafızlığı bitirip bir müddet sonra İstanbul’a giderek Meşîhat-ı İslâmiyye’de Gümülcineli Ahmed Âsım Efendi ile Mehmed Âtıf Efendi’nin talebesi olmuş ve icazet almıştır. 1896 yılında Beşiktaş Âsâriye Camii imamı oldu. 1898 yılında II. Abdülhamid’in katıldığı huzur derslerine en genç üye sıfatıyla iştirak eden Mustafa Sabri Efendi, bu derslere on altı sene devam etmiştir. 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra ise Tokat mebusu olarak Meclis-i Meb’ûsan’a girmiştir. O sıralarda Cem’iyyet-i İlmiyye-i İslamiyye’nin başkanlığına seçilir ve yine bu cemiyetin çıkardığı Beyânü’l Hak dergisinin başyazarlığını yapar. Yakın tarihin en önemli yayınlarından olan bu dergi tam yüz seksen iki (182) sayı devam etmiştir. Mustafa Sabri Efendi, İttihat ve Terakki cemiyetine muhalif olur ve daha önceden Miralay Sadık Bey ve arkadaşları tarafından kurulmuş olan Hürriyet ve İtilâf Fırkası’na katılır. Onlara katılmasının nedeni ise, ayrıca yeni bir fırka kurup da tefrikaya sebep olmamaktır. Mustafa Sabri Efendi bir müddet sonra, bu fırkaya katıldığı için çok pişman olur ve ayrılır.

1913 Bâb-ı Âli baskını, iktidarın sert tutumu ile İttihat ve Terakki Partisi’ne mensup olanların kendisinin peşine düşerek öldürmeye teşebbüs etmeleri sonucu Mustafa Sabri Efendi’nin başı, İttihatçılarla ciddi manada derde girmiştir. 1918 senesinde kurulan Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye üyeliğine atanır. Hürriyet ve İtilâf Fırkasının iktidara gelmesi sonucu Mart 1919 tarihinde I. Damat Ferit Paşa kabinesinde şeyhülislam olur. 1920 senesinde II. Damat Ferid Paşa kabinesinde ikinci defa şeyhülislâmlığa getirilir ve Şûrâ-yı Devlet reisliğine vekâlet eder.

Hayatının son otuz iki yılını Kahire’de (Mısır) geçiren Mustafa Sabri Efendi, dinî ve ilmî hizmetlerini orada da sürdürüp ders vermeye devam etmiş ve birçok eser telif etmiştir.

İslam’a hizmet adına yerinden, yurdundan, makam ve kazanımlarından olup sürgün hayatı yaşayan Mustafa Sabri Efendi, çilelerle dolu bir ömür geçirmiştir.

7 Recep 1373 (12 Mart 1954) tarihinde Kahire’de vefat etmiştir.

“Baş Düşer, Gövde Yıkılır, Üzerine ‘Leş Kargaları’ Üşüşür!”

Kitap, Mustafa Sabri Efendi hakkında ve kendi döneminde gayrimillî akımlara karşı sergilediği mücadeleye dair fikir verici uzun bir girizgâhla başlıyor. Bu girizgâhta kitabın yazıldığı dönem üzerinden epeyce uzun bir zaman geçmiş olmasından dolayı metnin daha iyi anlaşılması amacıyla o dönemin önemli şahsiyetleri, siyasi örgütlenmeleri ve önemli olayları hakkında da bilgiler verilmektedir. Yayımlayanın önsözü de eklendiğinde kitap toplamda iki yüz otuz sekiz (238) sayfaya ulaşmaktadır.

Osmanlı’nın son şeyhülislamı olarak bilinen Mustafa Sabri Efendi, hilafetin sona eriş sürecini kendi memleketinden uzakta gözlemiştir. Birçok vesileyle dile getirdiği gibi, Hilafet müessesesinin başta İngilizler olmak üzere batılılar ve Osmanlı coğrafyasında en örgütlü güç haline gelen İ.T.[1] artıklarıyla ilga edilmesi, altı yüzyıl boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapmış olan Osmanlı Devleti’nin yıkılışından daha fecidir.

Birinci Dünya Savaşı’nın galibi devletlerin nasıl oluyor da İzmir’de M. Kamal’a yenilmiş olmaları meselesi Şeyh Mustafa Sabri’nin kitapta ifşa ettiği en önemli sırlardan birisidir. Zira bu devletlerin İzmir’de M. Kamal’a öyle efsaneleştirilerek anlatıldığı gibi yenilmiş olmaları akledilir bir şey değildir. O sıralarda galip devletler başkentini dahi işgal altında tuttukları Osmanlı yurdunda istediklerini yapabilecek durumdaydılar. Şeyh M. Sabri’ye göre, İngilizler dahice bir plan yaparak M. Kamal’la anlaşıp İzmir’den çekildiler. Böylece güya ona yenilmiş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardı. M. Kamal ise bu vesileyle muzaffer komutan ilan edilmişti. İngilizler de bunun karşılığında Hilafetin M. Kamal eliyle ilga edilmesi gibi paha biçilemez birçok büyük kazançlar sağladılar. Şeyh, İngiliz ve Fransızların İstanbul’dan da M. Kamal’dan korktukları için çekildikleri gibi bir kanâatin de (aynı sebeplerle) yanlış ve hatalı olduğunu belirtmektedir.

Şeyh kitabında İslam ve yönetim meselesinin ayrılmazlığını ve İslam’ı siyasetten ayırmanın gayrimeşru olduğunu güçlü bir şekilde savunmaktadır.[2]

Şeyh, şu sözleri ümmetin bugünkü haline bakarak yazmış gibidir:

“İnsanı üzen ve kahreden şey, tevhid dinini kökünden kazımak isteyen bu (Kamalist, batıcı ve laik) taifenin, gündüzleyin yıldızları görebilecek kadar keskin gözlere ve planlarını her türlü tehlikelere rağmen uygulayacak cesarete, atılganlığa ve hızlılığa sahip olmalarıdır. Batıllarına sarılma hususunda birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışma içindedirler.”

Kamalist yönetimin Fransız Devrimi’ni taklit ederek hilafeti hükûmetten soyutlaması, şer’i mahkemelerin kapatılması, kadın ve erkek arasındaki mahremiyetinin kaldırılması, kavmiyetçi (Turancı) fikirlerin yaygınlaştırılması, tevhid dininden irtidat, eski Türk putu bozkurtun yeniden ihya edilmesi ve mürted yönetimin İslam’a aykırı uygulamaları Şeyh Mustafa Sabri’nin kitapta üzerinde durduğu diğer önemli hususlardır.

Kitaptaki aktarımlarından anlaşıldığı üzere Mısır’daki ulema ve aydınlardan birçoğunun, hilafeti ilga ederek ümmeti başsız bırakan Türkiye’deki laik Kamalist yeni yönetime destek verip onları övmeye ısrarla devam etmelerini Şeyh Mustafa Sabri kabul edilemez olarak değerlendirmekte ve söz konusu kesimleri şiddetle tenkit etmektedir.

“Onların şerrinden bunca sakındırmama rağmen, hâlâ ülkemizdeki laiklik belasını görmeyenler, bilerek veya bilmeyerek onlara ve sapık ilkelerine destek olanların, yardım edenlerin artık hiçbir geçerli mazeretleri olamaz.”

“Milletimizin (ümmetin) insanları çeşit çeşittir. Zalim kana doymaz; halim ise, zalimleri yendiği zaman onlara benzememek için onlara kesin bir yenilgi tattırıp katletmekten çekinir. Sonra zalimler tekrar toparlanır ve daha şiddetli ve gaddarâne bir şekilde kan dökmeye devam ederler. Bu kısır döngü her seferinde, zalimlerin daha da güçlenmesi ve mazlumların da daha çok ezilmesine sebeptir.”

“Hayatımın uzun bir kısmını milletimi uyarmakla ve bu dinsizlik belasına dikkat çekmekle geçirdim. Fakat milletim beni dinlemedi, söylediklerimin gerçekleşeceğine ihtimal vermedi ve gaflet uykusuna devam etti. Bir türlü gözlerini açıp gerçeği göremedi.

… Ve işte, bela ve musibetler sağanak yağmurlar gibi ülkelerimizin ve milletimizin (ümmetin) üzerine yağıyor!”

 

[1]        .     İttihat ve Terakki Cemiyeti Türkçe’de ”Birlik ve İlerleme Derneği” anlamına gelmektedir. Batılılar bu cemiyeti ”Jön Türkler” yani, ”Genç Türkler” olarak adlandırmışlardır.

               Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet’in ilanına ön ayak olan cemiyet olarak bilinmektedir.

               Cemiyetin üyeliği askeri öğrenciler, memurlar ve subaylar arasında son derece yaygındı. M. Kamal Atatürk ve yakın arkadaşı İsmet İnönü de bu cemiyete üyeydi. İ.T. liderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa Balkan ve Trablusgarp savaşlarının ardından Almanların etkisinde kalmış ve devleti I. Dünya Savaşı’na sokmuştur. Ancak I. Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğu ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sonu olmuş aynı zamanda

[2]        .     Şeyhin bu konudaki faydalı görüşlerini daha ayrıntılı bir şekilde öğrenmek isteyenler onun “Mevkıf el Akl ve’l-ilm” isimli kitabına müracaat edebilirler.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver