Her Daim Taze Olan Yara

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) kavramını hiç duydunuz mu?

Adından da anlaşılacağı üzere TSSB travmatik bir olay yaşandıktan sonra meydana gelen psikolojik bir bozukluktur. Bu rahatsızlığın başlıca semptomları ise günlük yaşamda tetikte olma hâli, yaşanmış ve bitmiş olan olayın canlı yaşanıyormuşçasına flashbacklerini (geçmişe dönüşlerini) deneyimlemek, bu flashbacklere korku ve dehşetin eşlik etmesi, yaşanan travmatik olayı hatırlatan herhangi bir uyaran karşısında aşırı uyarılmış olma ve bu uyaranlardan kaçma ya da kaçınmadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) internet sitesinde de alıntılanan araştırmaya göre dünya nüfusunun tahminî %3,9’u hayatlarının bir döneminde TSSB ile yüz yüze geliyor,[1] yani yanı başımızdan gelip geçen her yüz kişinin neredeyse dördü…

Vurgulanan bölümler dikkatinizi çekti mi? Evet, bu rahatsızlık travma “sonrası” gelişiyor. Yani bu rahatsızlığın gelişmesi için bile travmanın bittiği bir “sonra”ya ihtiyaç var. Ancak Filistinliler için travmanın sonrası bile mümkün değil. Yaklaşık yetmiş beş senedir süregelen bir zulüm. Aralıksız dokuz aydır devam eden bir katliam, sonrası olmayan travmalar… Gazzeli anneler flashbacklere maruz kalamıyorlar, çünkü zaten zulüm her gün aynı canlılığıyla devam ediyor. Babalar travma hatırlatıcılarından kaçma ya da kaçınma hâlini yaşayamıyorlar. Çünkü hâlâ çocuklarının ceset parçalarını topladıkları enkazların başındalar. Küçücük çocuklar dehşet ve korkudan irileşmiş gözleriyle zalimlerin mahvettikleri hayatlarını her saniye izliyorlar, onlar için güvenli hiçbir yer yok.

Yapılan araştırmalar TSSB’li kişilerin %40 kadarının bir yıl içinde iyileştiğini söylüyor.[2] Ama başınızdaki zulüm hâlâ devam ediyorsa ve bu zalimlik her ân kapıdaymış gibi ne zaman tekrar edeceğini bilmediğiniz bir toprak parçasında yıllarca yaşıyorsanız; açlıktan ölme ihtimali, bir hastanede uyanıp ailenizin hayatta kalan son üyelerinden biri olduğunuzu öğrenmek, hava saldırısında ölen bir çocuğun enkazdan çıkarılışını izlemek ân meselesiyse; ikinci, beşinci ya da onuncu kez yerinizden, topraklarınızdan ediliyorsanız… Kısacası yaşanılanların hep tekerrür ettiği bir dünyanızın olması. Böyle bir dünyada hayatta kalanların parçalanmış zihinleri ve duyguları kendini nasıl onarabilir ki!

Bu hakikatlerle beraber Gazze’de yaşananlar literatürdeki bilgileri tekrar gözden geçirmeyi öğütlüyor gibi. Çocuğunun parçalanmış cesedini tutan bir baba sinik bir tavırdan ziyade dik bir duruşla, sadece ama sadece Allah’tan yardım beklediğini, O’nun her şeye kadir olduğunu haykırıyor dünyaya. Vakur bir edayla “Hasbunalllah!” nidaları yükseliyor enkazların başından, yıkık dökük hastanelerden, bombalanan şehirden. Hasbunallahu ve ni’mel vekîl… “Asıl güçlü olanlar bizleriz, siz evlerinde bizi sadece izlemekle yetinenler değil!” diye haykırıyor her bir duruş. Bir yandan zulüm devam ederken bir yandan ekmek açan, tatlı yapan anneler, bayramlıklarını giymiş minik kızlar ya da enkazların üzerinde kayma yarışı yapan ufaklıklar… Peki, nerede kaldı bu Batı ilminin bize sunduğu TSSB?

Elbette bu etnik soykırım hareketine maruz kalan her birey az önce bahsedilen kişiler kadar esnek olamayabiliyor. Yukarıdaki araştırma bilgisinden yola çıkarsak yüz kişiden neredeyse dördü ağır deneyimlerden, daha fazla ve uzun vadeli yaralar alabiliyor. Peki, daha az yara alanların özellikleri nedir, neden daha az yarar alıyorlar?

Ampirik araştırmalar, dinî inançların travmatik deneyimlerden kurtulan insanları psikolojik olarak desteklediğini gösteriyor.[3] Aslında araştırma sonuçlarına hacet var mı, pek emin değilim. Keza sosyal medyada ya da herhangi bir haber sitesinde yer alan o yürekler acısı videolardan birini açmanız, bireylerdeki psikolojik sağlamlığın nedenini fark edebilmeniz için yeter de artar bile. Daha önceki satırlarda da kaynağın ne olduğu geçti aslında: “Hasbunallahu ve ni’mel vekîl!” Yani kendinden daha büyük, engin ve aşkın olan ilaha tutunmak; O’na kul olduğunu ve O’nun mülkü olduğunu kabul edip “Mülk sahibi mülkünü zayi etmez!” demek. Bu metanetli duruşu hangi bilim, hangi psikolojik yardım sağlayabilir ki bir insana? Ünlü Varoluşçu Psikoterapist Viktor Frankl’ın da dediği gibi “Din, bir psikoterapinin size verebileceğinden çok daha fazlasını verir.”[4] Hatta arttırmak gerekirse din, size yeryüzündeki hiçbir canlının veremeyeceklerini bahşeder.

Peki, bu katliamın faili? Ona dair neler söylenebilir? İsrail’in yapısı psikolojik perspektif ışığında birçok ekol üzerinden anlamlandırılmaya çalışılabilir. Örneğin bireysel psikoloji yaklaşımına göre aşağılık kompleksiyle geçmişte azınlık olarak görülen, ezilen İsrail ırkının bu kompleksi aşmak için üstünlük duygusuna yöneldiğini, üstünlük duygusunu elde edebilmek için aşırılıklar/zalimlikler sergilediğini ya da tarihsel horlanma ve sevilmemelerinin analitik psikoloji yaklaşımına göre kolektif bilinç dışıyla nesiller üzerinden birbirine aktarıldığını ve psikanalitik yaklaşıma göre bu aktarımı yönetmek için yön değiştirme savunma mekanizmasını kullandıklarını, yani kendilerine yapılan ötekileştirme ve acımasızlıkları onlara yapan muhataplara iletmek ve onlara tepki göstermek yerine üzerinde güç kurabileceği başka bir gruba bu öfkeyi yönelttikleri ve zalimleştiklerini söyleyebilir; İsrail halkının bu zulme ses çıkarmamasını ve hatta bu zulmü onaylamasını ise sosyal psikolojideki uyma/itaat etme fenomenleri üzerinden açıklayabilir; içerisinde bulundukları halkalar tarafından dışlanma/cezalandırılma, sosyal uyum sağlamadıkları için ötekileştirilme gibi korkulardan kaynaklandığından bahsedebiliriz. Ancak bu açıklamaların hiçbiri bu zulmün bir vahşet ve bir soykırım olduğu, bunu yapan ve destekleyen kişilerin insandan daha aşağılık varlıklar olduğu gerçeğini bize söylemiyor. Hatta bazı bilimsel açıklama çabaları önümüzde büyük bir engel oluşturarak algımızı manipüle edebiliyor. Katile katil demekten, kötüye kötü demekten imtina eder hâle getiriyor. Bu katliamı görmek, karşı tavır almak ve hakkı söylemek için koca koca bilimsel laf salatalarına ihtiyacımız yok. Vicdanlarımızın sesini duyabileceğimiz kadar zalimleşmemiş olalım yeter. Çünkü günümüzdeki insanların çoğu için artık bu da mümkün değil. Bu kokuşmuşluk her yere sirayet etmiş durumda. Batı’nın iki yüzlülüğünü, sarışın ve mavi gözlü olmayan canlara sadece birer rakamdan ibaret yaklaştığını, insan haklarının para karşılığı yok hükmünde olduğu gerçeğini söylemekten dahi çekinen; boykot çağrılarına “Ölen çocuklar mı? Benim kahvem, çikolatam, hamburgerim daha kıymetli!” diye karşılık veren kurumuş yürekler var. Bunlar öyle çok uzaktaki kişiler de değiller. Senin, benim, bizim ailelerimizde yer alan fertler.

Bu vahşetler, zulümler, hep banacılıklar, zayıfsan ezilmeye/sömürülmeye mahkûmsun düzeni, dünya yanarken bananecilikler; aslında dört bir koldan yeryüzünde hüküm süren otoritelerin, doktrinlerin, sözde nizamların bayağılığını ve kokuşmuşluğunu haykırıyor insanoğluna. Yeryüzünün tekrar capcanlı bir sistemle nizama sokulması gerektiğini salık veriyor.

Savaş psikolojisi hangi koşulda olursa olsun yaralayıcı. Ama tarih boyu süregelen katliam ve sömürülere karşı gelmek, mazlum ve mustazafların yardımcısı olmak ve yeryüzünde adaleti ayakta tutmak istiyorsak fıtratımıza ve özümüze, yani İslam’a dönmeli; tevhidimize dört elle değil, tüm azalarımızla sarılmalıyız. Rabbime duam; beni ve tüm Müslimleri dinine hakkıyla sarılanlardan kılması, öncü muvahhidlerin yolundan ayırmaması, atamız İbrâhîm’in (as) sünnetine muvaffak kılmasıdır. Allahumme âmin.


[1] Koenen KC, Ratanatharathorn A, Ng L, McLaughlin KA, Bromet EJ, Stein DJ, et al. Posttraumatic stress disorder in the World Mental Health Surveys. Psychol Med. 2017 Oct;47(13):2260–74. doi:10.1017/S0033291717000708.

[2] Kessler RC, Aguilar-Gaxiola S, Alonso J, Benjet C, Bromet EJ, Cardoso G, et al. Trauma and PTSD in the WHO world mental health surveys. Eur J Psychotraumatol. 2017;8(sup5):1353383. doi:10.1080/20008198.2017.1353383.

[3] Leo, D., Izadikhah, Z., Fein, E. C., & Forooshani, S. A. (2021). The Effect of Trauma on Religious Beliefs: A Structured Literature Review and Meta-Analysis. Trauma, Violence, & Abuse, 22(1), 161-175. https://doi.org/10.1177/1524838019834076

[4] Psikoterapi ve Din, Viktor Frankl, Say Yayınları, s. 68

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver