بسم الله الرحمن الرحيم
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam ahlakıyla bizlere örneklik eden Resûlullah’a ve onun kutlu aile ve ashabına olsun.
◆◆◆
Ahlakı güzelleştirme noktasında
“nefis tezkiyesinin”
çok önemli bir rolü vardır. Ancak nefislerinde var olan kötü huyları arındırmak için çabalayan, beğenilmeyen ahlaklarından kurtulmak için mücadele verenler ahlakı güzelleştirme noktasında sağlıklı bir sonuç elde edebilirler. Sadece böylesi kimselerin kurtuluşa ermeleri söz konusudur. Bu bakımdan
“Ben güzel ahlaklı birisi olmak istiyorum.”
diyenlerin mutlaka nefis tezkiyesi meselesini önemsemeleri ve bu noktada gereken neyse titizlikle hayata geçirmeleri gerekmektedir.
Nefislerin arındırılması ve bu noktada nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine dair malumat vereceğiz ama öncesinde bu konuyu doğru bir zemine oturtabilmemiz için insan nefsine dair önemli bir meseleye kısaca değinmemiz gerekmektedir. Değineceğimiz bu mesele, nefsin aynı anda hem fücur hem de takvaya sahip olması meselesidir.
1
“Ona hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene (tüm bunlara andolsun ki).” 2
Her nefse hem fücur hem takva bir bütün olarak ilham edilmiştir/kodlanmıştır.
Nefislerimizde var olan özellikleri bilmemiz ve tanımamız açısından bu ayet çok önemli bir hakikate temas etmektedir. Bu bakımdan üzerinde durulması ve düşünülmesi gerekmektedir. Biz, asıl konumuz bu olmadığı için nefse dair çok şey söylemeyeceğiz; sadece tezkiye meselesini doğru anlayabilmek için ayette vurgulanan bir iki şeyi zikredip asıl konumuza geçeceğiz.
Bu kısacık ayette önemli iki hakikate vurgu yapıldığını söyleyebiliriz:
1. Her insanın fıtratına fücur ve takva kodlanmıştır. Bu nedenle –eğer tabir yerindeyse– istediği her an fabrika ayarlarına dönebilir, kolaylıkla fücur ve takvaya meyledebilir.
2. Her insanın nefsinin aynı anda hem iyi hem de kötü yönleri vardır. Normal olan hiçbir insan bundan hali değildir. Bu nedenle insanoğlu arasında
“mutlak iyi”
ve
“mutlak kötü”
aramak yanlış olur. Her insanın bir yönüyle iyi bir yönüyle de kötü olduğu noktaları vardır.
Burada insanoğluna düşen kendisini sürekli en iyi ve en ideal olana doğu yükseltmeye, ilerletmeye çabalamasıdır. Zaten bu işlemin adı da
“nefis tezkiyesi”
dir. Bu nedenle bir insan çıkıp da:
“Efendim, nefsimde fücur varsa ben ne yapabilirim ki?”
diyerek kendisini haklı ve mazeretli çıkaramaz; çünkü Rabbimiz bir sonraki ayetinde bu durum karşısında ne yapması gerektiğini şöyle beyan buyurmuştur:
“Onu (nefsini) arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu (küfür ve masiyetle) örtüp gizleyen de zarar etmiştir.” 3
Bu ayetin rehberliğinde nefsine fücur ve takva ilham edilmiş olan insanoğlunun ne yapması gerektiğini anlıyoruz. Ayete göre insanoğlunun daimî surette
“nefis tezkiyesi”
yapması ve sürekli bir biçimde nefsini en iyi olana doğru yükseltmesi gerekmektedir. Tabi bunun için ciddi bir mücadele ve kesintisiz bir çaba şarttır.
Nefis Tezkiyesi ile Ne Kastedilmektedir?
“Tezkiye”
kelimesi Arap dilinde bir şeyi
“temizleme ve arındırma”
anlamına geldiği gibi aynı zamanda bir şeyi
“artırıp çoğaltma”
anlamına da gelir. Yani bu kelimenin iki temel anlamı vardır.
Sözlükteki bu anlamlandırmadan hareketle nefis tezkiyesi ile iki şeyin kastedildiğini söylememiz mümkündür:
a. Nefsi arındırılmaya ihtiyaç duyan her şeyden temizlemek.
b. Nefsin hayırlı yönlerini artırmak.
Nefsin hayırlı yönlerini nasıl artırmamız gerektiğini izah etmeye çok da hacet yoktur; zira Allah ve Resûl’ünün bize emrettiği her şey hayırdır ve bir Müslim olarak bizlerin bu emirler hususunda sürekli bir artış ve çoğalma içerisinde ilerlemesi gerekir. Bu konuda belki en fazla şunu söyleyebiliriz: Nefsimizde eğer iyi hasletler ve ahlaki güzel özellikler varsa öncelikle bunları muhafaza etmeye çaba göstermeliyiz. Daha sonra da sürekli bunları daha iyi bir noktaya getirmek için çaba harcamalıyız. Şayet bunu yapabiliyorsak
“artırma”
anlamındaki tezkiye emrini yerine getirmiş oluruz. Bu da bizim, büyük bir kazancın temel iki ayağından birisine sahip olduğumuz anlamına gelir.
4
1. Şirk: Henüz iman etmemiş kullar için şirkten sakınmak esastır. İmanlarını gerçekleştirebilmeleri için şirkin açığından da gizlisinden de uzak durmaları gerekir.
Şirkten arınmanın lüzumuna şu iki hadiseyi zikredebiliriz:
a. Musa
(as)
, Firavun’a elçi olarak gittiğinde ona şöyle demesi emredilmişti:
“Temizlenmek/arınmak istiyor musun?” 5
Acaba Firavun’un arınması gereken şey ilk olarak neydi?
Elbette ki üzerinde bulunduğu şirki ve küfrüydü.
b. Abese Suresi’nde anlatıldığı üzere, Resûlullah’ın davetine muhatap olan Mekke elebaşlarından birisi arınmaya davet edilmiş ama kendisini Allah’a da Allah’ın dinine de muhtaç görmemesi onun tezkiyeyi reddetmesine neden olmuştu.
“Kendisini müstağni gören (Allah’a ve O’nun dinine ihtiyacı yokmuş gibi davranan) kimse; sen ona yöneliyor (onu etkilemeye çalışıyorsun). Oysa, onun (şirkten) arınmamasında sana bir sorumluluk yoktur.” 6 7
Resûlullah’ın davetine muhatap olan Mekkeli bu kişinin de arınacağı ilk konu neydi?
Elbette onunki de üzerinde bulunduğu şirki ve küfrüydü.
İşte, henüz iman etmemiş insanlar için arınılacak şeylerin başında
“şirk”
ten teberri olmalıdır; çünkü şirkten arınılmadan kişinin iman etmiş sayılması söz konusu olmayacaktır.
2. Bidatler: Arınılması gereken şeylerin ikincisi
“bidatler”
dir. Bidat; dine sonradan ilave edilen veya aslı dinde olduğu hâlde uygulama şekli Resûlullah’ınkine uymayan amellerdir. Bu tarz ameller şeytana diğer günahlardan daha sevimlidir; çünkü günah işleyen kimse hatalı olduğunu bilir ve tevbe etmesi gerektiğine inanır. Ama bidat sahibi iyi bir şey yaptığını düşündüğü için ne tevbeye ihtiyaç duyar ne de pişmanlığa. Bu bakımdan bidatler günahlardan daha tehlikelidir. İşte, Allah’a giden yolda iyi bir kul olmak istiyorsak inancımızda var olan her türlü bidatten ve bunun amele dökülmesinden uzak durmalıyız.
3. Günahlar: Günah ve masiyetler, Allah’a giden yolda kulun uzak durması ve arınması gereken hususlardan bir diğeridir. İnsan, hayatı boyunca günah ve masiyetlere zikrettiğimiz diğer tüm maddelerden daha çok muhatap olur. Çünkü günahlar nefse en hoş gelen şeydir. Bu nedenle insan, şayet bu günahlar kendisinde varsa onlardan kurtularak, eğer yoksa onlara düşmemek için çaba harcayarak masiyete karşı tezkiyesini gerçekleştirmelidir.
Günahların, arınmanın mahallî olan kalbe büyük bir tesiri vardır. Kul, günaha daldıkça veya var olan günahlarından arınma noktasında gevşek davrandıkça kalbi katılaşır. Katılaşan kalbin de arınmaya mahal olması imkânsızdır.
“büyük” ve “küçük” olmak üzere iki kısma ayrılır. Nefis tezkiyesinde belirli bir mertebe elde edebilmek için günahların her iki nevinden8
4. Kötü Huy ve Ahlaklar: Arınılması gereken şeylerden birisi de nefislerde var olan kötü huy ve ahlaklardır. Konumuz ahlak üzerine olduğu için bu noktayı önemsemek gerekir. Bir Müslim, gerek manevi antrenmanlarla gerekse yazılarımız içerisinde zikrettiğimiz diğer hususların yardımıyla ne yapıp edip nefsinde var olan kötü huy ve ahlaklardan kurtulmalıdır. Zira bu olmadan hakkıyla nefis tezkiyesinden söz etmek mümkün olmayacaktır.
5. Hata Sayılacak Hâl ve Davranışlar: Arınılması gereken konulardan bir diğeri de adaba taalluk eden hususlardır. İnsanın gerek ibadet alanlarında gerek ailevi ve ticari hayatında gerekse sosyal yaşantısında dikkat etmesi gereken bir takım edep kuralları vardır. Eğer dikkat etmesi zorunlu olan bu kurallara riayet etme konusunda birtakım sıkıntılar yaşıyorsa hiç vakit kaybetmeden onları tedavi altına almalı ve onu bu yanlışa sevk eden şeyleri tespit ederek onlardan arınmalıdır. Bu da hata sayılacak hâl ve davranışlardan arınmadır.
Buraya kadar zikrettiğimiz beş şey, arınılması herkes için zorunlu olan temel hususları ihtiva etmektedir. Bazı yazarlar bunlara farklı maddeler eklese de biz onları bu başlıklara dâhil edebileceğimizi düşündüğümüz için zikretmeye gerek duymadık.
İşte, nefsini arındırmak ve nefis tezkiyesi yapmak isteyenlerin bu sayılan tüm maddelerde –hiçbir maddeyi es geçmeksizin– mücadele vermeleri gerekmektedir. Bu mücadeleyi verenler dünyada da ahirette de felaha erişeceklerdir.
Nefis Tezkiyesinin Önemi
Nefsi tezkiye etmek ve onu başta şirk olmak üzere kötü olan her türlü vasıftan, huydan ve masiyetten arındırmak Allah katında o kadar önemli bir yere haizdir ki, Allah
(cc)
sırf bu gayeyi gerçekleştirmek için peygamberlerini irsal buyurmuştur. Nasıl ki tüm peygamberlerin temel görevi insanları tağuttan sakındırmaksa aynı şekilde onların temel görevlerinden bir tanesi de insanları
“arındırmak”
tır. Yani nefis tezkiyesi, başta Peygamberimiz olmak üzere tüm peygamberlerin gönderiliş gayelerinden birisidir. Rabbimiz bu hakikati şöyle dile getirir:
“Ümmiler arasında onlardan olan, kendilerine (Allah’ın) ayetlerini okuyan, onları arındıran, Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir Resûl gönderen O’dur. Onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.” 9
Görüldüğü üzere Rabbimiz bu ayette Peygamberimizin gönderiliş gayelerini anlatmaktadır. Bu ayete göre onun
(sav)
gönderiliş gayesi üçtür:
1. İnsanlara Allah’ın ayetlerini okumak.
2. Onları her türlü kötülükten arındırmak.
3. Onlara Kitab’ı ve hikmeti öğretmek.
(sav) uğraş verdiği alanlardır.10
Dikkat ederseniz ayette
“arındırmak”
, sıralama itibariyle Kitab’ı ve hikmeti öğretmekten önce gelmektedir.
Acaba hiç düşündünüz mü bu niyedir?
Çünkü arınma olmadan ve nefiste yer etmiş kötü vasıflardan kurtulmadan okunacak Kur’ân’ın da öğrenilecek sünnetin de elde edilecek ilmin de hakiki anlamda hiçbir faydası olmayacaktır.
Nefsi kötü vasıflardan arındırmaksızın öğrenilecek bilgiler insanı mutlaka ya kibre ya gurura ya da kendini beğenmeye sevk eder. Bu ise onun için hayır değil, kelimenin tam anlamıyla bir şerdir.
Yine nefsi kötü vasıflardan arındırmaksızın İslami alanda herhangi bir amel işlemek, insanı sonucu hiç de iyi olmayan bir takım hatalara düşürecektir. Kalbindeki riya hastalığı tedavi edilmeden bir insanın infak ehli olduğunu veya nefsindeki ucub marazı giderilmeden bir insanın Allah yolunda cihat ettiğini düşünün…
Düşünmek bile istemediniz değil mi?
Bu insanlar kalplerindeki hastalıklar giderilmeden bu amellere muhatap oldukları için ya insanlara hava atmaya başlayacaklar ya da insanları küçük görmeye…
Her iki durum da insanı helake götüren birer afettir.
İşte bu afetlerden emin olmak için insanın her şeyden önce arınması, ondan sonra amellere muhatap olması gerekmektedir. Cuma Suresi 2. ayet bize bu önemli gerçeği anlatmaktadır. Bu bakımdan arınmanın Kitab’ı ve sünneti öğrenmenin önünde zikredilmesini iyi anlamak gerekir. Bu, gerçekten de dikkate şayan bir husustur.
İçi Güzel Olanın Dışı da Güzel Olur
Tezkiyenin önemine kısaca da olsa değindikten sonra, bunun mahallinin ne olduğunu ve ilk olarak hangi azamızın arındırılması gerektiğini izaha geçebiliriz.
Kişinin arındırması ve tezkiye etmesi gereken en önemli uzvu öncelikle
“kalbi”
dir. Çünkü kalp, tıpkı
“kap”
gibidir. Kap temiz olursa içerisine konulan şey de temiz olur; kap pis olduğunda içerisine konulan şey de doğal olarak pis olacaktır. Kaba bir şeyler koymadan önce nasıl ki onu temizlemek gerekiyorsa kalbe bir şeyler koymadan önce de aynı şekilde onu temizlemek gerekir.
Kalp ile azaların örneği, padişahla askerlerin örneği gibidir. Bu durumda kalp padişaha, diğer organlar ise askere benzer. Eğer padişah düzgün olursa askerler de düzgün, yok eğer padişah bozuk olursa askerler de bozuk olur. Bu nedenle işe öncelikle padişah makamında olan kalbin ıslahı ile başlanmalıdır. Çünkü kalp ıslah olmadan vücudun diğer organlarının ıslah olması asla söz konusu olmayacaktır. Bu gerçeğe Resûlullah
(sav)
şu sözüyle işaret etmiştir:
“Dikkat edin! Şüphesiz bedende bir et parçası vardır ki, o doğru olduğunda tüm beden doğru olur, eğer o bozuk olursa tüm beden bozuk olur. Dikkat edin, o et parçası kalptir!” 11
Efendimiz’in bu sözü, kalp ile organlar arasındaki sıkı bağlantıyı net bir biçimde ortaya koymaktadır. Eğer el, ayak, göz, dil ve kulak gibi amellerimizin kendileri üzerinden tezahür ettiği azalarımızı ıslah edip arındırmak istiyorsak işe evvela onlara hükmetme makamı olan kalp ile başlamalı, onu düzelterek diğer organlarımızın düzgün olmasını sağlamalıyız.
Selef’in büyüklerinden Sufyan b. Uyeyne
(r.h)
şöyle der:
“Kim iç dünyasını (kalbini) ıslah ederse Allah da onun dış dünyasını (amellerini) ıslah eder.” 12
İbni Teymiyye
(r.h)
ise bu hadise şu notu düşer:
“Resûlullah bu hadisiyle kalbin salâhının bedenin salâhını gerektirdiğini beyan etmiştir. Eğer beden (Allah’ın istediği surette) düzgün değilse, bu, kalbin de bozuk olduğuna işarettir.” 13
Ehl-i Sünnet inancında insanın dışa yansıyan amelleri ile iç dünyasının çok sıkı bir bağlantısı vardır. İnsanın etrafına yansıtmış olduğu davranışlar muhakkak onun iç dünyasını ortaya koyan bir ayna mesabesindedir. İçi düzgün olanın kaçınılmaz olarak dışa yansıyan amelleri de düzgün, dışa yansıyan amelleri düzgün olanın yine kaçınılmaz olarak iç dünyası mamurdur. Aynı bunun gibi içi bozuk olanın dışa yansıyan amelleri bozuk, dışa yansıyan amelleri bozuk olanın iç dünyası yine kaçınılmaz olarak haraptır.
Âlimlerimiz şöyle der:
“Şeri naslar, kişinin zahirinin/amellerinin, iç dünyasının bir şubesi ve onun bir kılavuzu olduğunu göstermektedir. Zahir ile bâtının her biri, mutlaka bir diğerini etkiler ve ondan etkilenir. Eğer bâtın bozuk ise zahir de bozuk olur; bâtın düzgün ise zahir de düzgün olur. Bozuk bir zahir ile düzgün bir bâtının veya bozuk bir bâtın ile düzgün bir zahirin bir arada bulunmasını farz etmek asla mümkün değildir.”
İmam Şatıbî de
(r.h)
aynı hakikati şu şekilde ifade eder:
“Şeriattaki zahirî ameller bâtında olana bir delildir. Zahir bozuksa bâtına bununla hükmedilir. Veya zahir düzgünse yine bâtına bununla hükmedilir. Bu, fıkıhta ve diğer ahkâmda (cari olan) büyük bir asıldır.” 14
Kişinin arındırması ve tezkiye etmesi gereken en önemli uzvu öncelikle kalbidir, dedik; çünkü kalp arınmadan diğer organların ve onlarda açığa çıkan amellerin ıslahı söz konusu olmayacaktır. Bu bakımdan arınmanın temel yeri kalptir.
İbni Kayyım
(r.h)
kalpleri sınıflandırmış ve onları şu müthiş taksimata tabi tutmuştur. Ona göre kalp vardır sağlıklıdır. Kalp vardır hastadır. Kalp vardır ölüdür. Yani kalpler üç kısımdır.
1. Sağlıklı Kalp: Şirk, küfür, haram ve Allah’ın
(cc)
razı olmadığı her türlü inanç, söz ve amelden uzak duran, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etme noktasında asla gevşek davranmayan, istek ve hırsla bunlara sarılmaya özen gösteren; nasihate kulak veren, öğütlerden yararlanan ve kendisini hastalandırmaya çalışan her türlü marazdan alabildiğine sakınan selim kalp
“sağlıklı kalp”
tir.
2. Hasta Kalp: Allah’ın razı olmadığı inanç, söz ve amellerden kimi zaman uzak durup kimi zaman duramayan, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etme noktasında gitgeller yaşayan ve nasihatlerden bazen etkilenip bazen etkilenmeyen kalp
“hasta kalp”
tir. Bu kalbin mutlaka tedaviye tabi tutulması ve bir an önce arındırılması gerekmektedir. Bu yapılmadığında ölmesi an meselesidir.
3. Ölü Kalp: Allah’ın razı olmadığı her türlü inanç, söz ve amele içerisinde hiçbir sıkıntı duymadan rahatlıkla düşen, emir ve yasaklarına muhalefette asla endişe taşımayan; nasihate kulak vermeyen, öğütten faydalanmayan, itaate yanaşmayan, boyunduruk altına girmeyen ve hayat belirtileri kalmamış meyyit kalp de
“ölü kalp”
tir.
Kalpler içerisinde en tehlikeli olanı budur.
Arınma yolunda ilerlemek isteyen bir Müslimin, her şeyden önce kalbinin durumunu tespit etmesi ve kalbinin saymış olduğumuz bu kısımlardan hangisine dahil olup olmadığını belirlemesi gerekmektedir. Bunu yapmadan arınma yoluna girmesi ona zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Kalbin arındırılması ve tezkiye edilmesi gereken birçok hastalığı vardır. Başta iman için şart olan şirk, küfür ve nifaktan arındırılması gelir. Bunun dışında kalbi hastalandırıp helake duçar eden kibir, gurur, ucup, riya, haset, çekememezlik, kin, nefret, kasvet gibi hastalıklar da vardır. Tüm bunlar, arındırılmaya ve tezkiye edilmeye ihtiyaç duyan hastalıklardandır. Bir insanın bunları tedavi edebilmesi için öncelikle hastalığının adını koyması ve sıkıntısının ne olduğunu tespit etmesi gerekmektedir. Hastalığını tespit edemeyen birisinin onu tedavi etmesi nasıl mümkün olabilir ki? Teşhis tedavinin yarısıdır. Bu nedenle işe öncelikle buradan başlanmalı ve hastalıkların tespiti diğer her şeyin önüne alınmalıdır.
◆◆◆
Rabbim hepimizin kalplerini en güzel şekilde arındırsın ve bu yoldaki zorlukları bizler için kolay kılsın. (Allahumme âmin)
Ve’l-hamdu lillahi Rabbi’l-âlemin.
1 . Bu konuda sadece Allah’ın özel gözetiminde olan peygamberleri istisna tutabiliriz. Onlar, insanlık için numune oldukları için Allah tarafından kötü yönleri ıslah edilmiş ve artık nefislerinde şer namına hiçbir iz kalmamıştır. Bu nedenle her yönleriyle insanlığa örnek olmuşlardır. Bizim söz edeceğimiz kitle Allah’ın özel bir gözetimi olmayan sair insanlardır.
2 . 91/Şems, 8
3 . 91/Şems, 9-10
4 . İslam’a girmemiş insanlar için şirkten sakınmak esastır; bu nedenle onlar için arınılacak şeyler beştir. İman etmiş kullar için ise şirkten arınmak gerçekleştiği için dört şeyden arınma söz konusudur. Eğer dinden çıkarıcı sayılmayan “küçük şirkten arınmayı” da bu maddelere eklersek o zaman sakınılması gereken şeyler Müslimler için de beş madde olacaktır.
5 . 79/Nâziât, 18
6 . 80/Abese, 5-7
7 . Bu ayetler bizler için çok ince mesajlar içermektedir:
a. Samimiyetle arınmak isteyen müminlerle ilgilenmek, kibirlenerek arınmaktan yüz çeviren kâfirlerle uğraşmaktan Allah katında daha önemli ve önceliklidir. Resûlullah (sav), Mekke elebaşlarına davet yapacağım diye samimi bir mümin olan İbni Ümmi Mektum’la ilgilenmeyi terk ettiği için uyarıldı. Demek ki davete ihtiyacı yokmuş gibi davranan kâfirlerle uğraşacağız diye bize gelen samimi kardeşlerimizle ilgilenmeyi ihmal etmemeliyiz.
b. Ayetlerin devamında “Koşarak (dinini öğrenmeye istekli bir şekilde) sana gelense; ki o (Allah’tan) korkar. Sen ise onu bırakıp (başka şeylerle) meşgul oluyorsun.” (80/Abese, 8-10) buyrularak arınmak isteyen müminlerin nasıl bir vasfa sahip olmaları gerektiği ifade edilmektedir. Buna göre gerçek manada arınmak isteyen ve bu arınmalarının kendilerine fayda sağlamasını uman kimselerin “haşyet” ve “çaba” içerisinde olmaları şarttır.
8 . Eğer bir günaha dünyada herhangi bir had cezası terettüp etmişse veya yapanına lanet edilmişse ya da ahirette azapla tehdit söz konusuysa, o günah “büyük günah”tır. Bunun dışında kalan şeyler ise “küçük günah” kapsamındadır.
9 . 62/Cuma, 2
10 . Peygamberimizin bir görevi de biz insanları arındırmaksa, bu görev kesintiye uğramayacağı için her Müslimin kendisinde arındırılacak mutlaka bir yönünün olduğunu kabullenmesi gerekmektedir. Eğer kullar her daim arınmaya muhatap olmayacak olsalardı, Peygamberin görevi boşa çıkmış olurdu. Bu olmayacağı için arınmanın her an olması gerektiğini kabullenmek gerekir. Önceki satırlarda değindiğimiz üzere bir insan, “kötülüklerden kurtulma” anlamında arınmışsa, “iyiliklerde ilerleme” anlamıyla arınmasına devam etmelidir. İyiliklerde ilerlemenin bir sınırı olmayacağı için bu anlamıyla arınma işlemi sürekli ve daimîdir. Burası cidden çok önemli bir noktadır; bu nedenle düşünerek ve anlayarak okumak gerekir.
11 . Buhari rivayet etmiştir.
12 . Bk. Mecmuu’l-Fetâva, 7/9. (Not: Bu sözün orijinali Sufyan b. Uyeyne’den şu şekilde nakledilmiştir: “Önceki âlimler birbirlerine şu kelimeleri yazarak nasihat ederlerdi: ‘Kim iç dünyasını ıslah ederse Allah da onun dış dünyasını ıslah eder. Kim Allah’la arasını düzeltirse Allah da onunla insanların arasını düzeltir. Kim ahiret için çalışırsa Allah onun dünyasına yeter.’ ” )
13 . Mecmuu’l-Fetâva, 14/121.
14 . el-Muvâfakât, 1/233.
İlk Yorumu Sen Yap