Gözyaşım Sel Olunca

 

Bu gece, Rafi için çok uzun bir gece idi. Bir türlü uyuyamamış, annesinin anlattıklarını düşünmüş durmuştu. Her biri fazilet sahibi güzel insanlardı. Salih amelleri nedeniyle daha dünyadayken mükafatlandırılmışlardı. Sabah tüm duyduklarını arkadaşlarıyla paylaşmalıydı. Artık göz kapakları ağırlaşmaya başlamıştı. Ve tatlı bir uykunun kollarına bırakıverdi kendini…

— Haydi bakalım herkes namaza.

— Anne ne olur beş dakika daha…

— Ben bilirim senin beş dakikalarını uykucu. Haydi bakalım hemen kalkıyorsun.

— N’olur anne!

— Beşe kadar sayarım ancak. Ve beş deyince buz gibi suyu dökerim…

— Anneee…

— Bir, iki…

— Annee…

— Üç…

— Kalktım kalktım…

— Maşallah sana, haydi hemen hazırlan baban mescide gitti bile.

Gece geç yattığı için bir türlü açamıyordu gözlerini Rafi. Uyurgezer gibi hareket ediyordu. Abdest alıyordu ama yarım yamalak. Üst başını da zorla giymişti.

— Oğlum bu ne hâl?

— Ne var hâlimde anneciğim?

— Üstünü ters giymişsin.

— Gözümü açamıyorum anne.

— Gece uyumadın mı?

— Nasıl uyuyabilirim anlattıklarından sonra?

— Ben senin gözlerinin nasıl açılacağını biliyorum. Bak mescide git ve ensardan herhangi bir kişiye ‘Bana Reci olayını anlatır mısınız?’ de.

— Reci olayı mı?

— Bak nasıl da fal taşı gibi açıldı gözlerin. Evet Reci olayı.

— Hemen gidiyorum anne. Seni seviyorum. Tarih kitabımı sana ithaf edeceğim.

— Ben de seni seviyorum oğlum. Haydi bakalım. Namazda bunları düşünme ama.

— Tamam anne…

Rafi koşar adımlarla mescide gitti. Namaz başlamıştı bile. Hemen en arka safa geçerek tekbir aldı. Canım Peygamberimin arkasında namaz kılmak da ayrı bir güzellikti.

Namaz bitip selam verince bir yandan sabah zikirlerini yapıyor bir yandan da Reci olayını kimden dinleyebilirim diye mescidin her tarafında göz gezdiriyordu.

Mescittekilerin kimi olduğu yerde tesbihat yapıyor, kimi uyukluyor, kimi de mescidin çıkışına yönelmiş vaziyetteydi. Rafi tanıdık bir sima arıyordu. Hah işte Sâlim’in babası geliyordu. Ona danışabilirdi.

— Selamun aleykum Huzeyfe Amca.

— Aleykum selam Rafi.

— Bir ricam olacak. Reci olayını dinleyip tarih defterime kaydetmek istiyorum. Kimden dinleyebilirim?

— Benden dinlemek ister misin?

— Siz orada mıydınız?

— Orada bulunan herkes şehit oldu Rafi.

— Peki biz Reci olayından nasıl haberdar olduk?

— Kendisine vahiy inen bir Peygamberimiz var değil mi?

— Aaaaaaaa… Allah Canım Peygamberime mi haber verdi?

— Evet, hem de olayın olduğu an.

— Daha fazla dayanamayacağım lütfen şöyle oturalım da anlatın bana bu olayı.

— Medine civarında yerleşik Adal ve Karra adlarında iki kabile vardı. Bu kabilelerin ileri gelenleri, Canım Peygamberime müracaat ederek Müslüman olmak istediklerini, kendilerine Kur’an-ı Kerim’i ve İslam dinini öğretecek muallim ve mürşidler göndermesini istediler. Peygamberimiz, İslam’ın yayılması için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadığının bir göstergesi olarak, öğretmen isteyen kabilelere, Âsım bin Sâbit başkanlığında on kişi gönderdi. Bu on kişi, başlarına gelecek şeylerden habersiz olarak İslam’ı öğretme heyecanı ile yola çıkmışlardı. Sözü edilen heyet, ‘Reci’ adı verilen yere ulaştıklarında, birdenbire, yüz’ü okçu olmak üzere ikiyüz kişilik bir çetenin hücumuna uğramışlar ve henüz ne olduğunu anlayamadan kendilerini savunmak amacıyla bir dağa tırmanmışlardı. Gerçekten de, mürşid ve muallim isteyenlerle Huzeyl kabilesi gizlice anlaşmış ve yakalayacakları Müslümanları Mekkeli müşriklere para karşılığında satma konusunda aralarında karara varmışlardı.

Okçular, köşeye sıkıştırılan Müslümanlara, teslim olmaları hâlinde hayatlarını bağışlayacaklarını söyleyerek kendilerine sığınmalarını teklif etmişlerdi. Ancak kafile başkanı Âsım, müminlerin müşriklere iltica edemeyeceklerini ve teslim olmayacaklarını karşı tarafa bildirdi. Hemen akabinde de, durumun Canım Peygamberime bildirmesi için Allah’a subhanehu ve teâlâ niyazda bulundu. Çıkan çarpışmada, Âsım’ın da içinde bulunduğu sekiz kişi şehit oldu. Olayı daha önceden haber alan Kureyş, Âsım’ın kafatasını getirmeleri için bazı kişileri özel olarak görevlendirmişti. Fakat arıların şehidin cesedine üşüşmesi sebebiyle, Âsım’a düşündüklerini yapamadılar. Bununla birlikte Âsım’ın arkadaşlarından Zeyd ve Hubeyb, çetenin, ‘Teslim olursanız sizi öldürmeyeceğiz’ sözlerine inanarak teslim oldular. Müşrikler de, bu iki Müslüman teslim olur olmaz bağlayarak Mekkelilere sattılar.

Mekke’nin önde gelenlerinden Safvan bin Umeyye tarafından satın alınan Zeyd’in, Kureyşlilerin katılımıyla meydanda öldürülmesine karar verildi. Mekke’nin ileri gelenlerinden Ebu Süfyan, Kureyşli müşriklerin huzurunda Zeyd’e, ‘Hayatının bağışlanması karşılığında Muhammed’in öldürülmesini ister miydin? Söyle bakalım!’ dediğinde Zeyd’in cevabı şu olmuştu: ‘Kesinlikle böyle bir şey istemem! Benim canım onun yoluna feda olsun! Değil burada öldürülmesine, Medine’de ayağına bir diken batmasına bile razı olmam’. Zeyd’in bu cevabı karşısında Ebu Süfyan, ‘Muhammed kadar, arkadaşları tarafından sevilen başka biri yoktur.’ demekten kendini alamadı. Zeyd, bu cevabından hemen sonra, Safvan’ın kölesi Kıstas tarafından şehit edildi.

Diğer Müslüman Hubeyb, Uhud’da öldürdüğü Hâris bin Âmir’in oğulları tarafından satın alınmış ve birkaç gün sonra öldürülmek üzere Harem-i Şerif’in sınırına gönderilmişti. İdam edileceği için, iki rekât namaz kılmak üzere izin istedi ve verilen izin doğrultusunda namazı kıldı. İdam edilenler hep iki rekat namaz kılar. İşte bu sünnet Hubeyb’ten geriye kaldı.

Peygamberimiz olaydan haberdar olunca çok üzüldü. Medine halkı yasa büründü. Peygamber ile birlikte herkes günlerce bu kabilelere beddua etti.

— Rafi, neden sustun?

— …

— Haydi eve git artık.

Rafi gözyaşlarına hakim olamıyor, sessiz sessiz ağlıyordu…

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver