فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌۜ
“Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi (Yûnus Peygamber) gibi olma!”
Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Allah (cc) biz müminlerden O’nun dinine yardımcı olmamızı, o yolda sebat etmemizi ve kararlılıkla ensâr olma sorumluluğunu yerine getirmemizi ister:
“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Meryem oğlu İsa’nın, Havarilere: ‘Allah’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimlerdir?’ demesi gibi. Havariler dediler ki: ‘Bizler, Allah’ın (dininin) yardımcılarıyız.’ İsrailoğullarından bir grup iman etti, bir grup da kâfir oldu. Biz, iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler.”[1]
“Ey iman edenler! Siz Allah’a yardım ederseniz, (Allah da) size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.”[2]
Şer’i sorumluluklarımızı yerine getirirken kader devreye girer ve Yüce Allah bizi verdiğimiz sözlerden, iddialarımızdan ve ıslah etmeyi ertelediğimiz zaaflarımızdan imtihan eder. Bu imtihanlardan biri de verdiğimiz sözlerde sebat etmek, Allah’ın dinine yardımcı olma sorumluluğunu kararlılıkla yerine getirmektir. Bazen, bazılarımız imtihanı kaybeder ve görev alanını terk eder. Böyle bir imtihanla karşılaşan mümin ne yapmalı, nasıl davranmalıdır? İşte bu ayki hasbihâlimizde bu sorulara cevap arayacağız.
Bilindiği gibi Kur’ân’da pek çok peygamber kıssası anlatılmıştır. Her bir kıssa, farklı imtihanlarla karşılaşacak Müslimlere yol göstermiş; kıssası anlatılan nebinin izi sıra nasıl yürüyecekleri ve karanlıklardan aydınlığa nasıl çıkacakları onlara öğretilmiştir. İşte bu kıssalardan biri de Yûnus Peygamber’in (as) kıssasıdır. Yukarıda sorduğumuz sorunun cevabı onun (as) kıssasında verilmiş, görev yerini terk eden müminlere onun (as) çileli imtihanı üzerinden kulluk edepleri talim edilmiştir.
Kur’ân’ın farklı yerlerinde anlatılan Yûnus Nebi’nin kıssasını bir araya toplayacak; önce onu (as) görev yerini terk etmeye iten sebepleri, sonra da kurtuluşuna vesile olan sebepleri ele alacağız. Çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc).
Yûnus’u Görev Yerini Terk Etmeye İten Sebepler
a. Sabırsızlık
“Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi (Yûnus Peygamber) gibi olma!”[3]
Yüce Allah’ın “Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi (Yûnus Peygamber) gibi olma!”[4] buyruğu gösteriyor ki Yûnus’un (as) hatasına düşmemek için sabırlı olmak gerekiyor. Bu da dolaylı olarak Yûnus’u (as) hataya sevk edenin sabırsızlık olduğunu ifade ediyor. Evet, sabır… Yüce Allah’ın hükmüne sabretmenin yolu sabır azığıyla azıklanmak, sabrı kuşanmaktır. O (cc) bizi hangi alanda istihdam ederse etsin, yüzümüzün akıyla kulluk yapmamız sabırla mümkündür. Allah Resûlü’nün (sav), kendisine imanı soran Amr ibni Abese’ye (ra), “İman; sabır ve hoşgörüdür/semahattir.”[5] demesi bundandır. Zira imanımızdan kaynaklı sorumluluklarımızın neredeyse tamamı ancak sabırla yerine getirilebilir. Alî’ye (ra), “Sabır, tökezlemeyen bir binektir.”[6] sözünü söyleten de aynı bakıştır. Kulluk yürüyüşünde tökezlememek için en temel azığımız sabırdır.
Yûnus (as), kavminin inkârcılığına sabırsızlık gösterince görev yerini terk etti. Bugün bir dava adamı sorumlulukları hususunda zorlandığını hissettiğinde sabır depolarının boşaldığını, yani yolculuğu sürdürecek azığının tükenmeye yüz tuttuğunu anlamalıdır. Sabır, imanın şubelerinden bir şubedir ve aslına (imana) bağlı olarak artıp eksilmektedir. Sabır deposu boşalan mümin, meşru yollarla sabır takviyesinde bulunmalıdır.[7]
b. Öfke
“Zennûn/Balık sahibini de (an)! Hani kızgınlıkla (kavmini bırakıp) gitmiş ve onu sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Onu balık karnında hapsetmekle cezalandırınca) karanlıklar içinde seslenmişti: ‘Senden başka (ibadeti hak eden) ilah yok! Sen tüm eksikliklerden münezzehsin. Şüphesiz ki ben, zalimlerden oldum.’ ”[8]
Kur’ân, kavmini terk eden Yûnus’un (as) (ruh) hâlini “muğâdiben” kelimesiyle ifade eder. “Ğ-d-b” (gazap/öfke/kızgınlık) kökünden türeyen kelime mufâele kalıbındandır. Bu da iki taraflı bir öfke durumu olduğunu ima eder. Allah (cc) en doğrusunu bilir; Yûnus’un (as) davetine öfkeyle karşılık veren Ninova halkı, bu tavırlarıyla Yûnus’u (as) öfkelendirdiler. İki taraflı öfke, bir gerilime neden oldu ve Yûnus’un (as) şehri terk etmesiyle sonuçlandı.
Öyleyse dava adamı görevi nedeniyle öfkelendiğinde çok dikkatli olmalıdır. Şayet öfke kontrol altına alınmazsa görevi terk etmekle neticelenebilir. Kontrol altına alınmayan öfke, Allah’ın (cc) gazabını dava adamının üzerine çekebilir. Bu meseleyi önemli kılan hususlardan biri de davanın ve davaya muhatap olan insanın tabiatıdır. İnsanın cefası vefasından, ezası sefasından, kötülüğü iyiliğinden fazladır. Hâliyle insanları muhatap alan dava adamı karşılaştığı cefa, eza ve kötülük nedeniyle sıklıkla öfkelenecektir. Bu durumda Allah Resûlü’nü (sav) örnek almalı, sabır öncülerinin sabrını hatırlamalı ve öfkesini sabırla kontrol altına almalıdır.
Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Huneyn Savaşı’ndan sonra Allah Resûlü (sav) ganimet mallarını paylaştırırken insanların bir kısmını diğerlerine tercih etmişti. Mesela Akra ibni Hâbis ile Uyeyne’ye yüzer deve vermişti. Ayrıca bu paylaştırma sırasında Arapların eşrafından bir kısmını da diğer insanlara tercih etmişti.
Ben birisinin bu paylaştırmadan hoşlanmayarak şöyle dediğini duydum: ‘Vallahi bu paylaştırma adil yapılmamıştır ve bu paylaştırma sırasında kesinlikle Allah’ın rızası gözetilmemiştir!’
Ben de kendi kendime, ‘Allah’a yemin ederim ki bu adamın söylediklerini Nebi’ye (sav) anlatacağım.’ dedim ve Allah Resûlü’nün (sav) yanına gidip olan biteni anlattım.
Allah Resûlü (sav) bunun üzerine şöyle dedi: ‘Allah ve Resûl’ü adil olmayacaksa başka kim adil olabilir? Allah Mûsâ’ya rahmet etsin, o, bundan daha fazla eziyet gördüğü hâlde yine de sabretmişti.’ ”[9]
Öfkelenen dava adamı -öfkesinde haklı olsa dahi- öfkesini kontrol altına almalı ve öfkesinin farkında olmalıdır. Aksi hâlde insanlara duyduğu haklı öfke zamanla evrilecek ve yaptığı işe tahammülsüzlüğe dönüşecektir. Bu da zorunlu olarak göreve karşı isteksizlik doğuracak, bir adım sonra görev alanını terkle neticelenecektir. Kıssada da gördüğümüz gibi görev alanını terk, kişiyi Allah’ın (cc) gazabıyla karşı karşıya getirecektir.
c. Cezalandırılmayacağı Düşüncesi
“Zennûn/Balık sahibini de (an)! Hani kızgınlıkla (kavmini bırakıp) gitmiş ve onu sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Onu balık karnında hapsetmekle cezalandırınca) karanlıklar içinde seslenmişti: ‘Senden başka (ibadeti hak eden) ilah yok! Sen tüm eksikliklerden münezzehsin. Şüphesiz ki ben, zalimlerden oldum.’ ”[10]
Yûnus (as) sabırsızlık ve öfkeyle bir karar aldı. O ruh hâliyle, eylemlerinin sonucunu hesap etmedi. Madem o (as), Allah (cc) tarafından görevlendirilmişti, öyleyse O’nun (cc) izniyle görev yerini terk etmeliydi. Ancak o (as), izinsiz attığı adımın cezalandırılmayacağını düşündü, yanıldı. Allah (cc) onu (as) cezalandırdı. Bir davaya omuz veren, verdiği sözlerle kendini sorumlu kılan her insan, Yûnus’un (as) kıssasından ibret devşirmelidir. İyilik, fedakârlık ve adanmışlık ödülsüz kalmadığı gibi kötülük, vefasızlık ve söz bozma da cezasız kalmamaktadır. Şayet insan, eylemlerinin sonucunu hesaplamadan bir adım atmış ve buna mukabil cezalandırılmışsa Yûnus Peygamber gibi Allah’a (cc) yönelmeli, hatasından tevbeyle arınmalıdır. Umulur ki Yûnus’u (as) kurtaran Allah, onu da kurtarır.
Burada önemli bir noktanın altı çizilmelidir: Görev ve sorumluluklarını yerine getirmedikleri için insanlara öfkelenen dava adamı, onları cezalandırmak ister. Genelde bunu da onları terk ederek yapar. Ancak şunu unutur: Din, Allah’ın dini; dava, Allah’ın davasıdır. Herkes kendi sorumluluklarından mesuldür ve her insan hesabını Allah’a (cc) verecektir. Dava adamının sorumluluğu görevinde sabır, azim ve kararlılık göstermesi; tek başına kalsa dahi yolundan dönmemesidir. Sorumluluklarını yerine getirmeyen insanlar elbette bir İlahi cezayla karşılaşacaktır. Ancak bunu takdir edecek olan dava adamı değil, davanın sahibi olan Allah’tır (cc):
“(Allah’ın onların) tevbesini kabul etmesi yahut onlara azap etmesi konusunda senin elinde hiçbir yetki yoktur. Şüphesiz ki onlar, zalimlerdir.’’[11]
Yûnus’u (as) Ne Kurtardı?
Cezalandırıldıktan sonra Yûnus’u (as) balığın karnından kurtaran üç etken vardır. Yüce Allah bu üç etkenin ikisine Kalem Suresi’nde, birine de Saffât Suresi’nde temas etmiştir.
a. Mekzûm Bir Hâlde Dua Etmek
“Hani dert ve sıkıntıyla (Rabbine) dua etmişti. Şayet Rabbinden bir nimet ona ulaşmış olmasaydı, kınanmış bir hâlde boşluğa atılacaktı.”[12]
Yûnus’un (as) duasını vasfeden Kur’ân, onun “mekzûm” bir hâlde dua ettiğini haber verir. Mekzûm kelimesi “bir şeyi tutmak ve toplamak” anlamına gelen “k-z-m” kökünden türemiştir. Araplar öfkesini yutana ve nefesini tutana bu kökten kelimeler kullanırlar.[13] Kelimeden anlıyoruz ki Yûnus (as) onu yola çıkaran öfkesini yutmuş, durulmuş… Ayrıca tüm dikkatini bir noktada toplamış; âdeta nefesini tutmuş, Yüce Allah’ın vereceği cevaba odaklanmış. Tüm bu duygular heyecan, dert, sıkıntı demek. Bu, onun (as) dua ederkenki ruh hâli…
Duasına gelince Yüce Allah, Enbiyâ Suresi’nde onun duasını aktarır ve bu dua vesilesiyle kurtulduğunu haber verir:
“Zennûn/Balık sahibini de (an)! Hani kızgınlıkla (kavmini bırakıp) gitmiş ve onu sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Onu balık karnında hapsetmekle cezalandırınca) karanlıklar içinde seslenmişti: ‘Senden başka (ibadeti hak eden) ilah yok! Sen tüm eksikliklerden münezzehsin. Şüphesiz ki ben, zalimlerden oldum.’ Biz, onun (duasına) icabet ettik ve onu dertten/üzüntüden kurtardık. İşte iman edenleri de böyle kurtarırız.”[14]
Senden başka (ibadeti hak eden) ilah yok: Duanın ilk cümlesi, Yûnus’un (as) işlediği hatayla uyumlu. Çünkü ilah, kendisine mutlak olarak itaat edilendir. Yûnus (as) bu olayda Yüce Allah’ın emrine değil, kendi hevasına (duygularına, öfkesine, aceleciliğine) itaat etmiştir. Yaptığından pişman olunca tek ilahın Allah (cc) olduğunu ve yalnızca O’na itaat edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.[15] Resûllerin dualarında hep böyle incelikler vardır. Örneğin Âdem (as) hata yaptığında El-İlah ismiyle değil, Er-Rabb ismiyle Allah’a (cc) yönelmiştir:
“Dediler ki: ‘Rabbimiz! Şüphesiz biz kendimize zulmettik. Şayet bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan oluruz.’ ”[16]
Çünkü Âdem (as) şeytanın nasihatçi olduğuna inanmış, onun öğüt ve yönlendirmelerine kanmıştır:
“Ve: ‘Şüphesiz ki ben, sizin iyiliğinizi istiyorum/size nasihat veriyorum.’ diye o ikisine yemin etti.”[17]
Öğüt ve yönlendirme, rububiyet tecellilerindendir. Âdem (as) Yüce Allah’ın, “Ağaçtan yemeyin!” öğüdünü bırakıp şeytanın, “Yiyebilirsiniz.” öğüdüne uyunca hata yapar. Hatasını anlar anlamaz da Yüce Allah’ın Er-Rabb ismine sığınır. Âdeta “Rabbim!” diyerek, yanlış öğüde kulak verdiğini itiraf eder.
Enbiya dualarındaki bu incelik, onların kalplerindeki inceliğin dillerine/dualarına yansımasıdır. Tevbe ederken kılı kırk yardıklarının, en güzel ve hâllerine en uyumlu cümleleri seçtiklerinin göstergesidir.
Sen tüm eksikliklerden münezzehsin: Bu, ince bir yakarış, tam bir teslimiyetle boyun eğiştir. Anlamı şudur: Sensin eksikliklerden münezzeh olan; biz kullarsa eksiğiz, kusurluyuz, ayıplıyız. Sen öyle bir ilahsın ki en büyük suçları işleyenler dahi tevbe ettiğinde tevbelerini kabul edersin. Sana el açana karşı kin, öfke ve intikam duygusu taşımazsın. Bu, senin yüceliğin ve subhaniyetindendir. İşte ben de senin subhaniyetine sığınıyorum. Bir diğer anlamı şudur: Bu günah, benim eserimdir. Benim iradem ve seçimimle meydana gelmiştir. Sen bu günahtan münezzehsin. Günah işleyen insanın önündeki en ciddi tehlike günahtan sonra şeytanlaşmak; hatanın faturasını Allah’a/kadere kesmek, nefsi temize çıkarmaktır. Nebiler Allah’ı (cc) tenzih ederek hatanın faturasını kendilerine kestiler.[18]
Ben zalimlerden oldum: İnsan bir başkasına zulmettiği gibi kendi nefsine de zulmedebilir. İnsanın öz nefsine yapacağı zulümlerden biri de Allah’ın sınırlarını çiğnemesidir. Bu nedenle nebiler dua ettiklerinde nefislerine zulmettiklerini itiraf ederler. Bu, aynı zamanda hatanın kendilerinden kaynaklandığının itirafıdır.
“(Musa) dedi ki: ‘Rabbim, nefsime zulmettim. Beni bağışla.’ (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.”[19]
Abdullah ibni Amr’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Ebû Bekir Es-Sıddîk, Allah Resûlü’ne (sav) gelerek, ‘Ey Allah’ın Resûlü, bana namaz kılarken edebileceğim bir dua öğretir misin?’ dedi.
Allah Resûlü de (sav) ona şu duayı okumasını emretti:
اَللَّهُمَّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي ظُلْمًا كَثِيرًا، وَلاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلَّا اَنْتَ، فَاغْفِرْ لِي مَغْفِرَةً مِنْ عِنْدِكَ، وَارْحَمْنِي إِنَّكَ اَنْتَ الغَفُورُ الرَّحِيمُ
‘Allah’ım, ben kendime çok fazla zulmettim. Günahları senden başka bağışlayacak yoktur. Allah’ım, beni katından bir mağfiretle bağışla ve bana merhametinle muamele buyur. Şüphesiz sen Ğafûr ve Rahîm olansın.’ ”[20]
Yûnus’un (as) duasında tevhid (uluhiyet ikrarı), tenzih (Subhaneke), ubudiyet (Allah’a yönelmesi) ve kusuru itiraf (nefsime zulmettim) vardır. Allah (cc) ve Resûl’ü (sav) böyle duaların dert ve üzüntüden kurtuluş vesilesi olduğunu haber verir:[21]
“Biz, onun (duasına) icabet ettik ve onu dertten/üzüntüden kurtardık. İşte iman edenleri de böyle kurtarırız.”[22]
Sa’d ibni Ebî Vakkâs’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Yûnus’un balığın karnındayken yaptığı ‘Senden başka (ibadeti hak eden) ilah yok! Sen tüm eksikliklerden münezzehsin. Şüphesiz ki ben, zalimlerden oldum.’[23] duasını Müslim bir kişi hangi konuda yaparsa Allah mutlaka onun duasını kabul eder.”[24]
Yapılan duaların/istiğfarların Yûnus’un (as) duasındaki dört rüknu toplamasına dikkat edilmelidir.
Yûnus’un (as) ve yukarıda örneklerini okuduğumuz nebilerin dualarında zahiren talep yoktur. Yalnızca hâllerini Allah’a (cc) arz etmek ve O’na tevekkül etmek vardır. Bu da duanın kısımlarından biridir. Kişinin Allah’ı överek, O’nu tenzih ederek ve hâlini O’na arz ederek bir çıkış ummasıdır. Belki bu, ubudiyetin en yüce ufkudur. “Benim için en hayırlı olanı sen bilirsin, ben bilmem.” demektir. “Ben kusur işledim, hatamı itiraf ettim, rahmetine sığındım, ne hüküm verirsen razıyım.” demektir. Tevekkül, teslimiyet ve umut gibi tüm kulluk duygularının eşlik ettiği bir yakarış hâlidir.
b. Önceden Tesbih Edenlerden Olması
“Şayet o, tesbih edenlerden olmasaydı, diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.”[25]
Dehhâk ibni Kays’tan (rh) şöyle rivayet edilmiştir:
“Siz Allah’ı rahatlık hâlinde zikredin ki O (cc) da sizi zorluk ânında zikretsin/hatırlasın. Örneğin Yûnus, Allah’ı zikreden salih bir kuldu. Balığın karnında kalması hakkında Allah (cc) şöyle buyurdu: ‘Şayet o, tesbih edenlerden olmasaydı, diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.’[26] Firavun ise Allah’ı zikretmeyen/unutan, haddini aşmış bir kuldu. Boğulacağı esnada ‘İsrailoğullarının inandığı (gibi) O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah olmadığına inandım. Ve ben Müslimlerdenim/şirki terk ederek tevhidle (Allah’a) yönelen kullardanım.’ demişti.’[27] Bunun üzerine ona şöyle denildi: ‘(Demek) şimdi ha! (Oysa) daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.’[28] ”[29]
“Ebu’l Âliye (rh), ‘Şayet o, tesbih edenlerden olmasaydı.’[30] ayeti hakkında şöyle demiştir: ‘Onun, bunun dışında başka bir salih ameli vardı.’ ”[31]
“Selmân El-Fârisî (ra), ‘Şayet o, tesbih edenlerden olmasaydı.’[32] ayeti hakkında şöyle demiştir: ‘Kimi zorluk ânında duasına icabet edilmesi sevindiriyorsa rahatlık ânında duayı ve tesbihi çoğaltsın.’ ”[33]
“Hasan El-Basrî (rh), ‘Şayet o, tesbih edenlerden olmasaydı.’[34] ayeti hakkında şöyle demiştir: ‘Bil ki! Allah’a yemin ederim, rahatlık ânındaki içten yapılmış dua, musibet için önceden yapılmış hazırlıktır. Sahibi bu duasının belayı önlediğini görecektir. Önceden işlediği bir kötülük ise sahibini geç de olsa bulur.’ ”[35]
Yûnus (as) tesbih edenlerden olmasaydı balığın karnından kurtulamazdı. Onun geçmişte yaptığı salih ameller, zor gününde sıkıntısını gidermeye vesile oldu. Bu da bize önemli bir kulluk kaidesini öğretir: Rahatlık hâlinde yapılan salih ameller, darlık hâlinde kurtuluş vesilesi olurlar. Allah Resûlü de (sav) bu kaidenin altını çizer ve yaşanmış bir kıssa üzerinden ümmetine öğretir.
İbni Abbâs’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir defasında Allah Resûlü’nün (sav) bineğinin terkisine binmiştim. Bir ara bana, ‘Evladım! Sana birkaç söz öğreteyim mi? Umulur ki Allah bunları sana faydalı kılar.’ buyurunca ben, ‘Elbette öğret.’ dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘Allah’ın emirlerini gözet ki O da seni gözetsin! Allah’ın buyruklarına uy ki O’nu hep yanında bulasın! Rahat zamanlarda Allah’ı unutma ki zor zamanlarında da O seni unutmasın. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste! Yardım isteyeceksen Allah’tan iste! Bil ki olacaklar konusunda artık kalemler kalkmıştır. Bilmelisin ki tüm insanlar bir konuda sana fayda vermek için bir araya gelseler Allah takdir etmemişse bunu yapamazlar. Sana bir konuda zarar vermek için de hepsi bir araya gelse Allah takdir etmemişse bir zarar veremezler. Bilmelisin ki hoşuna gitmeyen durumlarda sabretmende senin için büyük hayırlar vardır. Bil ki zafer sabırla gelir. Ferahlık, sıkıntılardan sonra gelir. Her zorluğun yanında bir kolaylık vardır.’ ”[36]
İbni Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu:
“Üç kişi gezintideyken yağmura yakalandılar. Hemen dağdaki bir mağaraya sığındılar. Dağdan bir kaya parçası mağaralarının ağzına düşüp mağarayı üzerlerine büsbütün kapattı.
Bunun üzerine birbirlerine, ‘Allah için işlemiş olduğunuz salih amelleri hatırlamaya çalışın ve bu amellerle Allah’a dua edin. Umulur ki Allah, mağaranın kapısını açar.’ dediler.
Onlardan birisi dedi ki: ‘Allah’ım! benim oldukça yaşlı bir anne babam vardı. Küçük çocuklarım da vardı. Geçimlerini sağlamak için bir sürü otlatıyordum. Akşamleyin sürüyle dönünce süt sağar ve çocuklarımdan önce anne babama süt içirerek başlardım. Bir gün koyunlarımı otlatacağım uygun yer bulmak için uzaklara gittim. Geriye ancak akşam vakti girince dönebildim. Anne babamın uyumuş olduğunu gördüm. Daha önce sağdığım şekilde süt sağdım. Sağdığım sütü getirip anne babamın başları ucunda durdum. Onları uykularından uyandırmak hoşuma gitmemişti. Diğer taraftan onlardan önce çocuklara süt içirmek de hoşuma gitmedi. Küçük çocuklar ise ayaklarımın dibinde sızlanıp duruyorlardı. Tan yeri ağarıncaya kadar ben de onlar da bu hâlimiz üzere devam ettik. Allah’ım, eğer benim bu işi sırf senin için yaptığımı biliyorsan bu mağaranın ağzından bize kendisinden semayı görebileceğimiz bir gedik aç.’
Bunun üzerine Yüce Allah, onlara arasından semayı görecekleri kadar bir gedik açtı.
İkincileri şöyle dedi: Allah’ım, benim bir amca kızım vardı. Onu erkeklerin kadınları sevdikleri en ileri derecede seviyordum. Ona birlikte olmayı teklif ettim, ama o kendisine yüz dinar vermediğim takdirde bunu kabul etmeyeceğini söyledi. Çalışıp durdum ve nihayet yüz dinar topladım. Yüz dinarla onun karşısına çıktım. Ben ona yaklaşınca o, ‘Ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork ve hakkıyla olmadıkça bana yaklaşma.’ dedi. Ben de uzaklaştım. Allah’ım, eğer sen benim bu işi yalnızca senin zatın için yaptığımı biliyorsan bu kayayı üzerimizden biraz aç.’
Allah da onlar için mağaranın ağzını bir miktar daha açtı.
Diğeri de şöyle dedi: ‘Allah’ım, ben bir ferak pirinç karşılığında bir işçi tutmuştum. İşini bitirince bana, ‘Hakkımı ver.’ dedi. Ben de ona hakkı olan pirinci vermeye gittim. Fakat o almadan gitmişti. Ben de o pirinci ektim. Nihayet onun parasıyla bir sığır sürüsü alacak kadar para toplayıp bir araya getirdim ve çobanlarını da tuttum. O adam daha sonraları yanıma gelerek, ‘Allah’tan kork, bana zulmetme ve hakkımı ver.’ dedi. Ben de ‘Şu sığır sürüsü ve onların çobanlarına git, onlar senindir.’ dedim. O, ‘Allah’tan kork ve benimle alay etme.’ dedi. Ben, ‘Gerçekten, seninle alay etmiyorum. O sığır sürüsünü ve o sürünün çobanını al git.’ dedim. O da onların hepsini alıp gitti. Allah’ım, eğer benim bu işi sadece senin için yaptığımı biliyorsan geriye kalan kısmı aç!’
Allah da bunun üzerine mağara kapısını tamamen açtı.”[37]
İnsanın yapıp ettikleri, Yüce Allah’a yükselir.[38] Gök ehli ile onun amelleri/sözleri arasında ülfet oluşur. Artık onun sesini/amelini duydu mu tanırlar. İşte böylece insan rahatlık ânında amellerini çoğaltmalı, gök ehliyle arasında ülfet oluşturmalıdır.[39]
Zorluk ânında herkes Allah’a (cc) yönelir, içtenlikle O’na (cc) dua eder. Mümince yöneliş ile müşrikçe yönelişi ayıran; Yûnus’un (as) ahlakı, yani insanın beladan önce de tesbih edenlerden olmasıdır. Mümin, her ne kadar musibet hâlinde daha bir içten, yalvara yakara niyazda bulunsa da rahatlık hâlinde dua ve niyazı terk etmez. Onun darlık ile rahatlık hâlindeki duasının farkı, birinin daha içten ve yürekten olmasıdır. Bu da gayet normaldir. Zira insanın başına bir sıkıntı geldi mi muhtaçlık/fakr sıfatını iliklerine kadar hisseder. İşte bu his ve duyuş, onun niyazına içtenlik olarak yansır. Müşrik ise darlık ânında Allah’ı hatırlar, rahatlık ânında ise duayı, niyazı, O’na rağbet etmeyi unutur:
“İnsana bir zarar dokunduğunda; yan yatarken, otururken ya da ayakta (sürekli bir şekilde) bize dua eder. Sıkıntısını giderdiğimiz zaman da, sanki ona dokunan bir sıkıntıdan dolayı bize hiç dua etmemiş gibi çeker gider. Haddi aşanlara, yaptıkları işte böyle süslü gösterildi.”[40]
“Size denizde bir sıkıntı dokunduğunda, O’nun dışında dua ettikleriniz kaybolup gider, bir tek O’na yalvarırsınız. Sizi kurtarıp karaya çıkardığında da yüz çevirirsiniz. İnsan pek nankördür.”[41]
c. Yûnus’a Rabbinden Erişen Nimet
“De ki: ‘Allah’ın dilemesi dışında kendime ne bir zarar verebilirim ne de fayda sağlayabilirim. Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde ne bir saat/bir an onun gerisinde kalır ne de önüne geçebilirler.’ ”[42]
Yûnus’un (as) duası ve dua yaparkenki samimiyeti yalnızca birer vesiledir. Aslolan; Rabbinden ona (as) erişen nimet, yani onu (as) önce tevbeye muvaffak kılması, sonra da tevbesini kabul etmesidir.[43]
Bu, Yüce Allah’ın kullarına rahmetidir. Bir hata yaptıklarında önce onları tevbeye muvaffak kılar, sonra da tevbelerini kabul eder:
“Andolsun ki Allah, Peygamber’i ve içlerinde bir grubun kalbi kaymak üzereyken, zorluk saatinde Nebi’ye uyan Ensar ve Muhacir’i tevbeye muvaffak kıldı. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Şüphesiz ki O, onlara karşı (şefkatli olan) Raûf, (merhametli olan) Rahîm’dir.”[44]
Şayet O’nun (cc) hidayeti olmasaydı çoğu insan hatasıyla baş başa kalırdı. Bir insan hatadan sonra tevbeye muvaffak olmuşsa Allah’ın (cc) üzerindeki nimetini görmeli ve O’na (cc) hamdetmelidir.
Hata Yapmak Seçilmiş Olmaya Engel Değildir
“Rabbi onu seçti ve salihlerden kıldı.”[45]
Bir insanın hata yapması, dahası, o hatadan ötürü cezalandırılmış olması salihlerden ve seçilmişlerden olmaya engel değildir. Benzer bir ayet; hatadan sonra cezalandırılan, sonra tevbeye muvaffak kılınan Âdem (as) için de geçerlidir:
“Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve yol gösterdi.”[46]
Vahye göre seçilmiş ve salih kişi, günahsız insan değildir. Bilakis günah işleyen, ancak günahta ısrar etmeyen insandır. Salih ve seçilmiş olmanın bir diğer adı olan muttakiliği Yüce Allah şöyle vasfeder:
“O (muttakiler) ki; bir kötülük yaptıklarında yahut (günah işleyerek) kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı anar ve günahları için bağışlanma dilerler. Allah’tan başka kim günahları bağışlayabilir? Ve bile bile yaptıkları (yanlışta) ısrar etmezler. Bunların mükâfatı, Rablerinden bir bağışlanma ve içinde ebedî kalacakları altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Allah’ın rızasını elde etmek için) çalışanların mükâfatı ne de güzeldir.”[47]
Bu, bir kulluk kaidesidir ve kulluk yürüyüşünün istikamet üzere olması için sık sık hatırlanmalıdır. Aksi hâlde yolun en tehlikeli tuzaklarından yeis/ümitsizlik ve benden adam olmaz anlayışına düşülür. Her ikisi de amelî problemlerin itikadi hastalığa dönüşmesidir. Zira yeis, Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, kendi günahını Allah’ın rahmetinden büyük görmek ve günahın O’nu (cc) aciz bırakması gibi tehlikeli inanışların nüvelerini taşır. Benden adam olmaz anlayışı ise Allah’a karşı su-i zan kapsamındadır. Neticede hidayet ve dalalet O’nun elinde, O’nun iradesiyledir. Kula düşen, Rabbine karşı hüsn-ü zan beslemesi ve O’nun yardımına güvenmesidir.
Sonuç olarak;
Ailevi, sosyal, dinî, mesleki… her sorumluluk insan için bir yüktür ve insan zayıf bir varlık olması hasebiyle her türlü yükün altında ezilebilmektedir. Sorumluluk bilincinin zayıflaması, kararsızlık ve görev alanlarını terk etmek her birimizin karşılaşabileceği imtihanlardır. Bu imtihanla karşılaşan mümin için Rabbimiz (cc) Yûnus’un (as) kıssasını anlatmış ve bizlere yol göstermiştir. Derinlemesine düşünen/tedebbür eden insanlar için bu kıssada tüm sorumluluklarımız için nice öğüt ve hatırlatma vardır. Umulur ki Allah (cc) Yûnus Peygamber kıssasıyla her birimize hidayet eder ve yüklendiğimiz sorumlulukları hakkıyla yerine getirmemizi kolaylaştırır…
[1]. bk. 61/Saff, 14
[2]. bk. 47/Muhammed, 7
[3]. bk. 68/Kalem, 48
[4]. bk. 68/Kalem, 48
[5]. Ahmed, 19435
[6]. Mevsûatu Nadrati’n Neîm, s. 2470
[7]. Sabrın tanımı, önemi, kaynaklarına dair geniş bilgi için bk. Tevhid Dergisi S 14, s. 9; S 25, s. 4; S 61, s. 11; S 63, s. 11; S 66, s. 4; S 113, s. 4; S 116, s. 4; S 120, s. 4
[8]. 21/Enbiyâ, 87
[9]. Buhari, 3150; Müslim, 1062
[10]. 21/Enbiyâ, 87
[11]. 3/Âl-i İmrân, 128
[12]. bk. 68/Kalem, 48-49
[13]. bk. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 5/184-185, k-z-m maddesi
[14]. 21/Enbiyâ, 87-88
[15]. bk. İbn Teymiyye Tefsîri, 6/358, Enbiyâ Suresi, 87. ayetin tefsiri
[16]. 7/A’râf, 23
[17]. 7/A’râf, 21
[18]. Zira her hatadan sonra insanın önünde iki yol vardır: Ya Âdemleşecek ya da şeytanlaşacaktır. Şöyle ki; Yüce Allah’ın bizlere, yine bize dair anlattığı ilk kıssalardan biri yaratılış kıssasıdır. İnsanın kulluk yürüyüşü bir hatayla başlamıştır ve kıyamete dek sürecek dünya imtihanı o ilk hatanın neticesidir. Bu ilk hatada iki ayrı tavır vardır: İlki, Âdem’in (as) tavrı, ikincisi şeytanın tavrıdır. Âdem’in tavrı şudur:
“Dediler ki: ‘Rabbimiz! Şüphesiz biz kendimize zulmettik. Şayet bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan oluruz.’ ”(7/A’râf, 23)
Nefsimize zulmettik: Âdem (as) hatayı kendine, öz nefsine nispet etmiştir.
Bağışlamaz ve merhamet etmezsen hüsrana uğrarız: Yüce Allah’ın rahmet ve merhametine sığınmış; acziyetini itiraf etmiştir.
Hatanın cezasını kabullenmek: Yüce Allah hatası nedeniyle onu cennetten çıkarmış, yeryüzüne indirmiştir. Âdem (as) eylemlerinin sonuçlarını kabul etmiş, dolaylı veya direkt, tek kelimeyle itiraz etmemiştir. Örneğin, “İnsan ilk hatasında böyle büyük bir cezaya çarptırılır mı?” veya “Benim hatam nedeniyle niye tüm insanlık cennetten kovulsun?” gibi şeytani akla uygun, fakat kulluk adabıyla bağdaşmayan tek kelime etmemiştir.
Şeytanın tavrı şudur:
“Dedi ki: ‘Beni saptırmana karşılık, ben de onları (saptırmak) için senin dosdoğru yolunun üzerine oturacağım. Sonra kesinlikle onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici bulamayacaksın.’ ”(7/A’râf, 16-17)
Beni saptırmana karşılık: Yani hata İblis’ten kaynaklanmamış da Yüce Allah onu saptırmıştır (hâşâ)! Hatadan sonra şeytanlaşmak, faturayı kendi nefsinin dışında bir yere kesmektir. Konumuz özelinde düşünecek olursak şahsiyetine veya evliliğine zarar veren kişi asla suçlu değildir. Ebeveyni onunla ilgilenmemiştir, eşi onun kıymetini bilmemiştir, arkadaşları onu anlamamıştır… Mutlaka o hatanın, o insanın dışında bir sebebi vardır.
Onları saptıracağım: Şeytan hatadan sonra intikam hırsıyla tutuşmuştur. Başına gelen musibet nedeniyle Âdem’e (as) ve çocuklarına zarar vermeye and içmiştir. Hatadan sonra mutlaka birileri “Allah’tan kork.” diyecek veya insan hatasının sonucunda şer’i veya kevnî cezaya maruz kalacaktır. Şeytanlaşmak; bu cezayı kabullenmemek, aksine intikam ve öfkeyle dolmaktır. Konumuz özelinde düşünecek olursak böyle bir hataya düşen insanın, hatasının sonucuna katlanmak yerine, hatasını fark edenlere kızması, şer’i cezaya öfkelenmesidir.
[19]. 28/Kasas, 16
[20]. Buhari, 834; Müslim, 2705
[21]. bk. Zâdu’l Meâd, 4/409-410
[22]. 21/Enbiyâ, 88
[23]. 21/Enbiyâ, 87
[24]. Tirmizi, 3505; Ahmed, 1462
[25]. 37/Saffât, 143-144
[26]. 37/Saffât, 143-144
[27]. 10/Yûnus, 90
[28]. 10/Yûnus, 91
[29]. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 18/703, 65956 No.lu rivayet
[30]. 37/Saffât, 143
[31]. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 18/703, 65958 No.lu rivayet
[32]. 37/Saffât, 143
[33]. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 18/706, 65977 No.lu rivayet
[34]. 37/Saffât, 143
[35]. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 18/706, 65978, No.lu rivayet
[36]. Ahmed, 2803
[37]. Buhari, 5974; Müslim, 2743
[38]. bk. 35/Fâtır, 10
[39]. Yûnus’un (as) kıssası bağlamında bir rivayet nakledilmiş, isnadında yer alan Yezîd Er-Rekkâşî nedeniyle rivayet zayıf kabul edilmiştir.
Yezîd Er-Rekkâşî’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Ben Enes ibni Mâlik’i şöyle derken işittim, fakat bu hadisi Nebi’den mi nakletti bilmiyorum: ‘Nebi (sav), Yûnus (as) balığın karnındayken Yüce Allah’a dua etmek isteyince, ‘Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum.’ dedi. Onun yaptığı bu dua gelip arşın etrafını sardı. Melekler, ‘Rabbimiz; bu oldukça zayıf, tanıdık bir ses ama uzak ve bilmediğimiz bir yerden geliyor.’ dediler. Yüce Allah, ‘Bu duayı kimin yaptığını bilmiyor musunuz?’ buyurdu. Onlar, ‘Rabbimiz, o kimdir?’ dediler. Allah (cc), ‘Kulum Yûnus’tur.’ buyurdu. Onlar, ‘Her zaman kabul edilen bir ameli, kabul edilen bir duası yükselip duran kulun Yûnus mu?’ dediler. Sonra şöyle dediler: ‘Rabbimiz, rahatlık zamanlarında yaptıklarından ötürü ona merhamet ederek beladan onu kurtarmaz mısın?’ Allah (cc), ‘Kurtarırım.’ buyurdu. Balığa verdiği emir üzerine balık da onu apaçık bir yere bıraktı.” (Tefsîru’t Taberî, 21/109; İbn-i Kesîr Tefsîri, 9/302, Saffât Suresi 139-148. ayetlerin tefsiri)
[40]. 10/Yûnus, 12
[41]. 17/İsrâ, 67
[42]. 10/Yûnus, 49
[43]. Rabbinden ona erişen nimetin ne olduğu hakkında farklı görüşler zikredilmiştir. Kimisi nübüvvet, kimisi yaptığı dua/zikir, kimisi tevbenin kabulü olduğunu söylemiştir. (bk.Tefsîru’l Kurtubî, 17/574, Kalem Suresi, 49. ayetin tefsiri)
[44]. 9/Tevbe, 117
[45]. 68/Kalem, 50
[46]. 20/Tâhâ, 122
[47]. 3/Âl-i İmrân, 135-136
İlk Yorumu Sen Yap