Arınma: Zekât

وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَۙ

“Onlar, zekât sorumluluğunu yerine getirirler.”[1]

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Örnek mümin şahsiyetini öğrenme amacıyla Mu’minûn Suresi’ni okumaya ve açıklamaya devam ediyoruz. Bizim için her konuda en güzel örnek Resûlulah’ın (sav) ahlakı da bu ayetlerle tarif edilmiştir.

Yezîd ibni Bâbanûs (rh) şöyle nakleder:

“Biz, Âişe’nin (r.anha) yanına geldik ve dedik ki:

‘Ey Müminlerin Annesi! Resûlulah’ın (sav) ahlakı nasıldı?’

Âişe (r.anha) şöyle dedi:

‘Onun ahlakı, Kur’ân idi. Siz Mu’minûn Suresi’ni okuyor musunuz? ‘Şüphesiz ki müminler, kurtuluşa ermişlerdir.’[2] ayetini oku.’

Ben de, ‘Onlar, (vakitlerine, şart ve rükünlarına, huşu ve sünnetlerine dikkat ederek) namazlarını korurlar.’[3] ayetine kadar okudum. Âişe (r.anha) şöyle dedi:

‘İşte Resûlullah’ın (sav) ahlakı böyleydi.’ ”[4]

Konu edindiğimiz önceki ayetlerde müminlerin, namazlarında huşu içinde olduklarını ve onların boş işlerden yüz çevirdiklerini öğrendik. Felaha eren müminlerin üçüncü özelliği olarak onların malları ile aralarındaki örnek ilişki zikredildi. Namazda huşulu olma ve boş işlerden yüz çevirmenin ardından mallara karşı sorumluluğun zikredilmesinin bir hikmeti de kişinin namazlarında huşu içinde olmasına engel olan veya boş işlerle meşgul olmasına neden olan, kişinin dünyayla arasındaki yanlış ilişkidir, Allah (cc) en doğrusunu bilir. Rabbimiz bu ayetle kullarına verdiği mallar ile aralarında nasıl bir ilişki olması gerektiğini öğretmektedir.

Onlar, zekât sorumluluğunu yerine getirirler.

Zekât kelimesi, “z-k-y” kökünden gelir ve artıp genişlemek, temizlemek manasındadır. Istılahta ise Rabbimizin (cc) belirlediği mallardan belirlediği miktarlarda belirlediği insanlara verilmesi demektir.

Bildiğimiz üzere Mu’minûn Suresi, Mekkî bir suredir. Tefsir âlimlerimizin ekserî çoğunluğu zekât ibadetinin aslının Mekke’de bir sorumluluk olarak emredildiğini, Medine’de ise nisap ve miktarlarının belirlendiğini ifade etmişlerdir.

İlk dönem müfessirlerden Saîd ibni Cubeyr[5] (rh) ve Mukâtil ibni Suleymân[6] (rh) ayette geçen zekât kelimesini mallardan verilen zekât olarak tefsir etmişlerdir.

Şer’i hükümlerin birçoğunun inmediği Mekke Dönemi’nde zekât/infak/sadaka ibadetinin, “verilmesi gereken bir hak” olarak emredildiğini ve ebrâr olan kulların bir özelliği olduğunu görüyoruz:

“Asmalı ve asmasız bahçeleri, yemişleri farklı farklı hurma ve ekinleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytin ve narı inşa edip, var eden O’dur. Meyve verdiğinde meyvelerini yiyin, hasat zamanı da hakkını (zekât, infak, sadaka) verin. İsraf etmeyin. (Çünkü) O, müsrifleri sevmez.”[7]

“Yakın akrabaya, miskine/ihtiyaç sahibi yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, malı saçıp savurma.”[8]

“Doğrusu Ebrar olanlar (çokça iyilik yapanlar), karışımı kâfur olan (hoş kokulu ve serinletici) bir kadehten içerler. Allah’ın kullarının kendisinden içtikleri ve (diledikleri yerde) gürül gürül akıttıkları bir kaynaktır. Adaklarını yerine getirir ve kötülüğü/şerri yaygın olan bir günden korkarlar. Ona olan sevgilerine/iştahlarına rağmen yemeği, miskine/ihtiyaç sahibi yoksula, yetime ve esire yedirirler. ‘Biz, size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir mükâfat ne de teşekkür isteriz. Çünkü biz asık suratlı, uzun ve zor bir gün (nedeniyle) Rabbimizden korkuyoruz.’ ”[9]

Mekke’nin zorlu ve imkânların kısıtlı olduğu zamanlarında dahi Allah (cc) kullarına ihtiyaç sahiplerini gözetmelerini, onların haklarını vermeleri gerektiğini tembihlemiş ve bunun gözetilmesi gereken bir hak olduğunu belirtmiştir. Hak sahibinin hakkını gözetmek bir erdem değil, bir zorunluluktur. Bu şekilde Rabbimiz (cc), kullarına verdiği malları ile aralarında olması gereken ilişkiyi öğreterek kalplerindeki mala karşı düşkünlük ve bencillik gibi kötü ahlakları terbiye etmiştir.

Mali bir ibadete temizlik anlamında “zekât” ismi verilmesinin hikmeti

Allah (cc) El-Hakîm olandır. Herhangi bir ibadeti farz kıldığının hikmetleri olduğu gibi o ibadetlere verdiği isimlerin de elbette hikmetleri vardır. Zekâtın kelime manasının “artmak” olduğunu belirttik. Bununla birlikte zekâtın mallardan vermek olduğunu söyledik. Yani bir şeyin verilmesi ile artması arasında nasıl bir bağlantı olabilir?

“De ki: ‘Şüphesiz ki Rabbim, kullarından dilediğine rızkı genişletir, (dilediğine) daraltır. Her ne infak ederseniz (Allah,) yerine başkasını koyar. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.’ ”[10]

Rabbimiz, kendi rızası gözetilerek, minnet ve riya olmaksızın verilen zekâtın/infakın[11] yerini daha hayırlısıyla dolduracağını vadetmiştir. Matematiksel olarak, verilen malın rakamsal değeri düşüyor gibi görünse de verdiğimizin yeri daha hayırlısıyla mutlaka dolacaktır. Bu, matematikle hesaplanabilecek bir değer değildir…

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edilen bir hadiste Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse susuz, çöllük bir arazide yürürken bir bulutun içinden, ‘Falanın bahçesini sula!’ diye bir ses duydu. Bunun üzerine bulut, o yere yöneldi ve taşlık bir arazi üzerine suyunu boşalttı. O ânda sel yollarından bir yol o suyu içine aldı. Bunu gören adam da suyu takip etti. Baktı ki bir adam, suyu kürekle bahçesine yönlendiriyor. Adama, ‘Ey Allah’ın (cc) kulu, senin adın nedir?’ diye sordu. Adam da adını söyledi. Bu isim, adamın bulut içinde duyduğu isimdi. Bahçe sahibi, ‘Ey Allah’ın (cc) kulu, sen neden adımı sordun?’ dedi. Adam, ‘Suyuyla bahçeni suladığın bulutun içinden ‘Falanın bahçesini sula.’ diye senin adını söyleyen bir ses duydum. Bu bahçeyi nasıl işletiyorsun?’ dedi. Bahçe sahibi, ‘Ben, bahçeden çıkan mahsule bakarım. Üçte birini sadaka olarak veririm. Üçte birini ailem ve ben tüketiriz. Diğer üçte birini de bahçeye geri veririm.’ dedi.”[12]

Buraya kadar anlattıklarımız, zekâtın malı arttırması ve bereketlendirmesiyle ilgiliydi. Zekâtın diğer bir anlamı olan temizlik ise hem malı hem de zekât veren mal sahibini temizler, arındırır.

İnsan, yaratılışından gelen bir fücuru içinde taşır.[13] İçinde taşıdığı bu fücurdan dolayı insan mala karşı düşkündür. Bu düşkünlüğü insanı cimriliğe, bencilliğe, dünyalık hırsa yönlendirir. Elde ettiği imkânları kendisinden bilir, mallarıyla övünür ve kibirlenir. Bunların her biri birer kulluk afetidir ve kalbi kirleten hastalıklardır. Kişi kalbini kirleten bu hastalıklardan kendisini zekâtla temizler ve arındırır, pak bir kullukla Rabbinin rızasına yürür.

“O ki; malını vererek arınır.”[14]

“Onların mallarından sadaka/zekât al ki onunla onları temizlemiş ve arındırmış olasın. Onlara dua et. Hiç şüphesiz, senin duan onlara (huzur ve güven veren) bir sükundur. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.”[15]

Kalplerindeki karanlığın opak bir hâle gelmiş olmasından dolayı vahyin nuruna karşı kayıtsız kalan müşriklerin en belirgin vasıfları, onların mallarına karşı aşırı düşkün ve bencil olmalarıdır. Onların bu hâli karanlıklarına karanlık, hastalıklarına hastalık katmıştır…

“Asla! (Zenginlik ve fakirlik yalnızca bir imtihandır. Asıl değersiz/alçaltılmış olanlar, şu özelliklere sahip kimselerdir:) Siz yetime ikramda bulunmazsınız. Yoksulu doyurmaya teşvik de etmezsiniz. (Yetimin ve kadınların) mirasını hiç dikkat etmeden yersiniz. Malı da aşırı bir sevgiyle seversiniz.”[16]

“Onlara: ‘Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden infak edin.’ denildiğinde, kâfirler iman edenlere dediler ki: ‘Allah’ın isterse doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz, apaçık bir sapıklık içindesiniz.’ ”[17]

“De ki: ‘Ben, ancak sizin gibi bir insanım. Bana, ilahınızın ancak tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. (O hâlde) O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Yazıklar olsun o müşriklere… Onlar ki; zekâtı vermezler ve onlar kesinlikle ahireti inkâr ederler.’ ”[18]

Selam ve dua ile…


[1]. 23/Mu’minûn, 4

[2]. 23/Mu’minûn, 1

[3]. 23/Mu’minûn, 9

[4]. El-Edebu’l Mufred, 308; Es-Sunenu’l Kubrâ l’in Nesâî, 11287

[5]. bk. Tefsîru İbni Ebî Hâtim, 2/485

[6]. bk.Tefsîru Mukâtil ibni Suleymân, 3/152, 2564 No.lu rivayet

[7]. 6/En’âm, 141

[8]. 17/İsrâ, 26

[9]. 76/İnsân, 5-10

[10]. 34/Sebe’, 39

[11]. bk. 2/Bakara, 264

[12]. Müslim, 2984

[13]. bk. 91/Şems, 8

[14]. 92/Leyl, 18

[15]. 9/Tevbe, 103

[16]. 89/Fecr,17-20

[17]. 36/Yâsîn, 47

[18]. 41/Fussilet, 6-7

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver