Allah’ın adıyla
Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.
Bir önceki yazımızda başladığımız Fatiha suresi tefsirine kaldığımız yerden devam edeceğiz Allah’ın izniyle.
Besmelenin Manası
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla”
Ayet, bitiştiği isimlere farklı anlamlar katan ‘ب/bi’ harfi ceriyle başlamıştır. Dilbilimciler bu harfin, bitiştiği isme on dört farklı anlam vererek zenginleştirdiğini tespit etmişlerdir. Bu anlamlardan en önemli ve yaygın olanı ‘istiane’ yani yardım talep etme anlamıdır. ‘Bismillah’ dediğimizde ‘Allah’ın adıyla’ demiş olup daha derinlerde ‘Allah’tan yardım talep etmiş’ oluruz.
‘Allah’, Rabbimizin ismi a zamı, diğer tüm isimlerin altında toplandığı ve yalnızca âlemlerin Rabbi için kullanılan özel ismidir. Kelime cihetiyle müştak/türemiş bir kelimedir. ‘İlah’ kökünden türemiştir. Yalnızca kendisine ibadet edilen, gönüllerin özlemle sevdiği, kudretinden akılların hayrete düştüğü, en yüce, sevgiyle kullarına yaklaşan vb. anlamlara gelen ilah ve türevleri Allah lafz-ı celalesinin ana maddesidir.
‘Rahman ve Rahim’, yüce Rabbimizin güzel isimlerindendir ve O’nun subhanehu ve teâlâ rahmet sıfatını ifade etmektedirler. Her ikisi de genel olarak Allah’ın rahmet sahibi olduğuna delalet etseler de aralarında anlam farkı vardır.
Bazı âlimler, Rahman’ın harf sayısı itibariyle Rahim’den daha fazla olduğunu, anlam olarak da birinin diğerinden daha fazla rahmete işaret ettiğini söylemişlerdir. Dilbilimciler ‘Mebnadan ziyade manada ziyadeye delalet eder’ kaidesini bu görüşün dayanağı olarak sunmuşlardır.
Bazı âlimler, Rahman’ın tüm insanlığı ilgilendirdiğini Rahim’in ise yalnızca müminlere ait olduğunu iddia etmişlerdir. Yüce Allah’ın küfür ve isyanlarına rağmen kâfirlere rızık vermesi, yarattığı çeşitli güzelliklerden istifade etmelerine müsaade etmesi Rahman isminin tecellisidir. O’nun subhanehu ve teâlâ dünyada ve ahirette müminlere özel olarak bahşedeceği tüm nimetlerse Rahim isminin tecellisidir.
Derler ki, Kur’an ayetleri arasından bu iki ismin geçtiği ayetler incelendiğinde, tüm insanlığı ilgilendiren “Rahman arşa istiva etti.” vb. ayetlerde Rahman isminin; yalnızca müminleri ilgilendiren ayetlerde Rahim isminin kullanıldığını görürüz.
“O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için sizi övmektedir. Melekler de (övgüye nail olmanız için dua etmektedir.) O, müminlere karşı merhametlidir.” [1]
Bazı âlimlerimiz ise Rahman’ın yüce Allah’ın zatî sıfatlarından, Rahim’in ise fiilî sıfatlarından olduğunu söylemişlerdir. Zatî sıfatlar her daim Allah’la beraber, O’nun zatından ayrılmayan işitme, görme, bilme gibi sıfatlardır. Fiilî sıfatlar ise Allah’ın dilediği zaman dilediği şahsa yönelik açığa çıkan sıfatlarıdır. Allah dilediğini sever, dilediğine gazap eder, dilediğine rızkı genişletir, dilediğine rahmet eder. Yani; Allah’ın zatî sıfatlarından olan rahmet, bir kula hususi olarak tecelli ettiğinde bu Rahim isminin anlamı ve kapsamındadır.
Bu görüşler arasından en güçlü olanı sonuncusudur. Birinci görüş, Allah’ın subhanehu ve teâlâ böylesine önemli iki ismine dair doyurucu bir açıklama getirememiş ve şer’i naslarla desteklenmemiştir.
İkinci görüşün muhtevasına uygun olmayan ayetler vardır. “… Çünkü Allah, insanlara karşı çok şefkatli (Rauf) ve merhametlidir (Rahim).” [2] ayetinde ‘Rahim’ ismi tüm insanlık için kullanılmıştır.
Üçüncü görüş, ‘istikra’ metodu neticesinde ortaya çıkmıştır. Yüce Allah’ın zatını ilgilendiren, O’nun subhanehu ve teâlâ zat-ı subhaniyesini tanıtan veya müşriklerin O’na dönük iddia ve yanlış bilgilerini düzelten ayetlerde Rahman ismi kullanılır.
“(O Allah) ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratan sonra arşa istiva edendir. (O) Rahman’dır. O’nu bilene sor.” [3]
“De ki: ‘İster Rahman diyerek Allah’a dua edin, ister Allah diye. Nasıl dua ederseniz edin en güzel isimler O’nundur. Namazda sesini ne çok yükselt ne de çok kıs; bu ikisi arasında bir yol tut.’ ” [4]
Kulları ilgilendiren, rahmetin kullara erişmesine dair bir konuya temas eden ayetlerdeyse Rahim ismi geçer.
“Adem Rabbinden bazı kelimeler aldı ve Allah (o kelimelerle) onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz ki O, Et-Tevvab (tevbeye muvaffak kılan ve tevbeleri çokça kabul eden) ve Er-Rahim (kullarına karşı merhametli) olandır.” [5]
“… Çünkü Allah,insanlara karşı çok şefkatli (Rauf) ve merhametlidir (Rahim).” [6]
“O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için sizi övmektedir. Melekler de (övgüye nail olmanız için dua etmektedir.) O, müminlere karşı merhametlidir.” [7]
Besmelenin Genel Anlamı
Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan anlaşılacağı üzere: Besmele, iki itiraf ve bir talep barındırır. Kul öncelikle yardıma muhtaç ve aciz olduğunu itiraf eder. İkinci olarak yüce Allah’ın azamet, kudret ve mülkü üzerindeki otoritesini itiraf eder. Son olarak da El-Mustean olan Allah’a gönülden yakarır ve O’ndan subhanehu ve teâlâ yapacağı bu işte kendisine yardım etmesini, elinden tutup muvaffak kılmasını talep eder. Bu sayılanlar kulluğun özü ve ana direkleridir. Öyleyse besmele, Allah’a kendi hür iradesiyle teslim olan, O’na kul olmayı şeref addeden müminin kulluk sözleşmesini her işin başında yenilemesi, kulluk şuurunu canlı tutma çabasıdır.
Besmele, bir kimliktir. Başlayacağı her işte ‘Allah’ın adıyla’ diyen mümin, çevresinde bulunan insi ve cinni şeytanlara, ‘Ben, Allah’a teslim olmuş bir mü’minim’ demiş olur. İlginçtir ki, mümin besmeleyle kimliğini ortaya koyduğunda cinni şeytanlar zillet içerisinde kıvranır.“
Sen bineğin üzerindeyken o tökezleyecek olursa ‘Kahrolası şeytan!’ deme sakın! O (bunu duyduğunda) bir ev büyüklüğüne ulaşıncaya kadar kabarır ve: ‘Bunu kendi gücümle yaptım.’ der. Bunun yerine ‘Bismillahirrahmanirrahim’ de! (Bunu duyunca) o bir sinek kadar küçülür.” [8]
Besmele, helal ve meşrulaştırma sertifikasıdır. Mümin besmele çekemeyeceği işi yapamayacağını, yapmaması gerektiğini bilir. Olur da besmelesi olmayan bir işe girişirse, tevbeyle Allah’a yönelip af ve bağışlanma diler.
“O, kullarının üzerinde El-Kahir (her şeye boyun eğdiren) dir. O, El-Hakim (hüküm ve hikmet sahibi), El-Habir (her şeyden haberdar) olandır. (Senin Peygamberliğine ve kitabı indirenin Allah olduğuna dair şahit istiyorlar ya) De ki: ‘Kimin şahitliği en büyüktür?’ De ki: ‘Allah benimle sizin aranızda şahittir. Sizi ve kime ulaşırsa onu uyarmam için bu Kur’an bana vahyedildi. Yoksa siz Allah’la beraber başkaca ilahların olduğuna mı şahitlik ediyorsunuz?” [9]
Besmele, şeytanın nasibini kesmek, onu zayıf düşürmektir. Yüce Allah şöyle buyurur:
“Onlardan gücünün yettiklerini sesinle kışkırt, atlı ve yaya (ordularınla) onlara saldır, onların malları ve evlatlarında onlara ortak ol ve onlara vaatlerde bulun. Şeytanın onlara vaat ettikleri aldatmadan başka bir şey değildir.” [10]
Şeytan, müminlerin mallarına ve evlatlarına ortak olmak, Allah’ın subhanehu ve teâlâ verdiği bu iki değerli rızkı isyan ve Allah’ı unutma aracı kılmak ister. Malı haram yoldan kazanmak, meşru olmayan yerlere harcamak, Allah’ın belirlediği hakkı vermemek vb. şeyler, şeytanın mala ortak olması; çocukların İslamî bir eğitimle eğitilmemesi, kürtaj, çocukları diri diri gömmek, putlara ve türbelere çocuk adamak ise onun evlatlara ortak olmasıdır. Mümin, şeytanın mal ve evlatlarına ortak olmasını hayat boyu engellemeye çabalar. Bu mücadelede Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem bazı tavsiyeleri vardır ve hemen hepsi besmeleyle alakalıdır.
“Kapını kapat, Allah’ın adını an. Lambanı söndür, Allah’ın adını an. Yemek kabının ağzını kapat, Allah’ın adını an. Su kırbasının ağzını bağla, Allah’ın adını an.” [11]
“Sizden biri hanımıyla ilişki kurmak istediğinde: ‘Bismillah Allah’ım! Şeytanı bizden ve bize vereceğin rızıktan (çocuğumuzdan) uzak tut.’ desin. Şayet bu ilişkiden dolayı çocuklarının olması takdir edilirse, ebediyen şeytan o çocuğa zarar veremez.” [12]
“Yemeğin üzerine Allah’ın adı anılmadığında şeytan o yemeği kendine helal bilir.” [13]
Abdullah b. Mesud radiyallahu anh der ki:
‘Kâfir veya facirin şeytanı ile mü’minin şeytanı karşılaşır. Kâfir ve facirin şeytanı besilidir ve elbiseleri güzeldir. Müminin şeytanıysa cılız, hâlsiz ve kıyafetleri pejmürde bir hâldedir. Kâfirin şeytanı sorar: ‘Nedir senin bu hâlin?’ O da: ‘Yemek yediğinde, yatağa girdiğinde, kapıyı açtığında, elbise giydiğinde besmele çekiyor ve bana hayatından hiçbir pay kılmıyor.’ diye cevap verir. Kâfirin şeytanıysa tam tersini söyler…’
Kur’an’a Başlarken Besmele
‘Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla okumaya başlıyorum.’ anlamına gelir.[14]
Bu, istiazenin tamamlayıcısıdır. Hatırlanacağı üzere istiaze, şeytanın okuma eylemine müdahale etmemesi, zihinleri ve algıları manevi olarak bulandırıp anlam tahrifine sebep olmaması için Allah’a subhanehu ve teâlâ sığınmaktır. Besmele ise, ‘Şeytandan sana sığınmış olsam da senin yardımın olmadan ben bir hiçim, aklım ve bilgimle değil, senin rahmetin ve yardımınla Kur’an’ı anlamak ve yaşamak istiyorum.’ demektir.
Besmele Kur’an’dan Bir Ayet Midir?
Bu konu âlimler arasında uzun tartışmalara neden olmuştur. Besmelenin meşruiyeti üzerinde ittifak ettikten sonra onun ayet olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir.
Bir dergi yazısının muhtevesına uygun olmadığından bu tartışmaya girmeyecek, selefin cumhuruna ait olan, ‘Besmele, Tevbe suresi dışındaki tüm surelerin başında bir ayettir.’ görüşünü ve delilini zikretmekle yetineceğiz.
İbni Abbas der ki:
“Allah Rasûlü besmele ininceye kadar surelerin bittiğini (ve yenisinin başladığını) bilmezdi.” [15]
Bu rivayetten anlaşıldığı üzere besmele, bir ayet gibi Allah Rasûlü’ne indirilmekteydi.
Bundan çok daha önemli olansa nazari bir delildir. Bilindiği gibi Kur’an sureleri Ebu Bekir radiyallahu anh zamanında toplanmış, Osman radiyallahu anh döneminde ise toplanan bu mushaf çoğaltılarak İslam âlemine yayılmıştır. Kur’an surelerini toplayanlar da onu çoğaltanlar da Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem vahyi kendilerine emanet ettiği, Allah’ın onlardan, onların da Allah’tan razı olduğu sahabilerdir. Sahabe, Kur’an’ı mushaf haline getirirken şuna dikkat etmişlerdir: Kur’an ayetlerini bir araya toplamak, sahabenin Peygamberden duyduğu ve mushafların kenarına not ettiği açıklamaları ayıklamak. Sahabenin bir araya getirdiği mushaflarda Tevbe suresi hariç her surenin başında besmele kayıtlıdır. Şayet besmele, surelerin başında bir ayet olmamış olsa sahabe bunu mushafa kaydetmez ve üzerinde icma oluşmuş olmazdı.
“Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”
Ayetin Anlamı:
El-Hamd: Hamd kelimesinin başında var olan ‘لا/el’ takısının üç anlamı bulunmaktadır. Bu ayette istigrakiyye manasındadır. ‘Hepsi, tamamı’ gibi anlam verebileceğimiz ‘el’ takısı başına geldiği kelimeyle beraber ‘bütün hamdler’ anlamındadır.
Hamd: Arap lugatında zem/yergi kelimesinin zıddıdır. Şer’i istılahta ise, ‘Allah’ın sıfatlarını zikredip sevgi ve tazimle O’nu anmak ve övmektir.’ Çoğu insanın ‘Hamd, Allah’ı övmektir.’ tarifi eksiktir. Çünkü övgü hamdi karşılayacak bir kelime değildir. Kişi kendinden daha düşük rütbeli birini övebileceği gibi kendinden yüce birini de övebilir. Sevdiğini övebileceği gibi sevmediği birini mecburiyet ya da ihtiyaç nedeniyle övebilir. Hamd ise böyle değildir. Birinin karşısındaki varlığı tazim ederek, kendinin kul olduğunu bilerek ve sevgiyle beraber anması ve övmesidir. Bu tanımla beraber hamd ve şükür kavramlarının da farklı olduğunu söyleyebiliriz. Şükür, belirli bir iyilik karşısında iyiliğin kaynağını ikrar ve iyilik sahibine teşekkürdür. Hamd ise, bir iyilik olsun ya da olmasın bir varlığı onda var olan ve övülmeyi hak eden yüce sıfatlarıyla tanımak ve övmektir.
Lillahi: Allah içindir. Allah lafz-ı celalesinin başında bulunan ‘Lam’ harfi cer harflerindendir. Dilbilimciler, bitiştiği isme yirmiye yakın farklı anlam katacağını belirtmişlerdir. Bunlardan istihkak (hak etme, hak sahibi olma) ve ihtisas (bir şeye has, özel olma) anlamları ayet için geçerlidir. Hamdi hak eden de hamdin yalnızca kendisine has olduğu da Allah’tır.
Rabbi’l âlemin: Âlemlerin Rabbi olan Allah demektir. Rabb, terbiye eden, idareci, efendi, mülk sahibi gibi anlamlara gelir lugatta. Âlem ise varlıkları sınıflara ve kategorilere ayırmaya yarayan bir basamaktır. İnsan âlemi, cinler âlemi, hayvanlar âlemi vb… Kur’an’ın inmesiyle beraber Er-Rabb kavramı Allah subhanehu ve teâlâ için en fazla kullanılan isimlerden biri olmuştur. Çünkü müşrikler Allah’ın varlığını ve yaratma, rızık verme, kâinat işlerini idare etme gibi özelliklerini ikrar etmekle beraber; O’nun yetkilerini başka varlıklara veriyor, hayatın bazı alanlarında Allah yokmuş gibi kendilerini rab yerine koyuyorlardı. Müşriklerin Şuayb’a aleyhisselam söyledikleri şu söz konuya açıklık getirir mahiyettedir:
“Demişlerdi ki: ‘Ey Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiklerini terk etmemizi ve mallarımızda dilediğimiz gibi davranmamamız gerektiğini namazın mı sana emrediyor? Şüphesiz ki sen yumuşak huylu ve olgun/aklı başına bir adamsın.” [16]
Onlar hayata müdahale etmeyen, nasıl ibadet edileceğine karışmayan, çarşıya, pazara, borsaya kurallar koymayan bir rab istiyorlardı. Mekkeli müşriklerin Daru’n Nedve isimli şehir parlamentosu veya kabileler meclisine girdiklerinde Er-Rabb olan Allah’ı unutup askerî, siyasi, ekonomik ve milli meselelerde heva ve arzularına uygun kararlar almaları bunun sonucu idi.
Bu bozuk anlayışı düzeltmek için İslam, daha ilk ayetlerinde Er-Rabb ismine ve onun hayatın her alanını kuşattığına vurgu yaptı.
Yaptığımız açıklamalara binaen diyebiliriz ki:
Hamdlerin tamamı âlemlerin sahibi, idarecisi ve efendisi olan Allah’a aittir ve O’nun subhanehu ve teâlâ hakkıdır.
Ayetin Genel Anlamı:
Hamdin Hayatı Kuşatması
Allah subhanehu ve teâlâ kitabına yüce zatına hamd ederek başlamıştır. Ali’ye radiyallahu anh hamd sorulduğunda: ‘O, yüce Allah’ın nefsi için razı olduğu bir kelimedir.’ cevabını vermiştir.
Kitabına hamdle başlayan Rabbimiz Kur’an’ın farklı yerlerinde dünyanın ve ahiretin her lahzasında hamdin olduğunu belirtmiştir.
“Hamd, göklerde ve yerde olanların tamamının kendisine ait olduğu Allah’adır. Ahirette de hamd O’nadır. O, El-Hakim (hüküm ve hikmet sahibi), El-Habir (her şeyden haberdar) olandır.” [17]
“O, kendisinden başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilahın olmadığı Allah’tır. Başta da (dünyada) sonda da (ahirette) hamd O’na aittir. Hüküm, yalnızca O’nundur. O’na döndürüleceksiniz.” [18]
“Biz onların göğüslerinde kin/hınç/öfkeye dair ne varsa hepsini çekip almışızdır. Altlarından ırmaklar akar. Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bizi bu (nimetlere) eriştirmeseydi, kendiliğimizden bunlara erişmemiz mümkün olmazdı. And olsun ki, Rabbimizin Rasûlleri bize hakla geldiler. Onlara şöyle denildi: ‘İşte bu, yaptığınız (salih) amellere karşılık mirasçısı kılındığınız cennettir.’ ” [19]
“Orada duaları: ‘Allah’ım! Sen eksiklerden münezzehsin.’ (Birbirlerine) dilekleri, ‘Selam/esenlik’ dualarının sonu, ‘Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır’ şeklindedir.” [20]
Her şey Allah’ı hamdiyle tesbih etmektedir.
Allah subhanehu ve teâlâ, müminin dikkatini bir hakikate çekmekte, hamd edenin yalnız kendi olmadığını her şey ama her şeyin O’nu hamdiyle tesbih ettiğini haber vermektedir.
“Yedi gök, yer ve bu ikisi içinde olanlar O’nu tesbih eder. O’nu hamdiyle tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihini anlamazsınız. Şüphesiz ki O, El-Halim (kulların hak ettikleri cezayı erteleyen), El-Gafur (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) olandır.” [21]
“Gök gürültüsü O’nu hamdiyle (tesbih etmekte) melekler de korkularından tesbih etmektedirler. Yıldırımlar gönderir ve Allah hakkında tartışıp duranlardan dilediğini çarpar. O, azapla yakalaması çetin olandır.” [22]
“Meleklerin arşın etrafını sarmış Rabblerini hamdiyle tesbih ettiğini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiş ve ‘Âlemleri Rabbi olan Allah’a hamd olsun’ denilmiştir.” [23]
Kâinatta, yerde ve gökte, bildiğimiz ve bilmediğimiz âlemlerde bir hamd korosu vardır ve ubudiyet ahengi içinde Allah’a hamd edip O’nu subhanehu ve teâlâ tesbih etmektedirler. ‘Elhamdulillahi Rabbi’l âlemin’ diyen kulun bu manevî sesi işitmesi, bu manevî koroya dahil olması ve kâinattaki her zerreyle beraber Allah’a hamd etmesi istenmektedir.
Hamd, kulu Allah’a yakınlaştıran bir vesiledir.
Salih ameller arasında hamdin ayrı bir yeri vardır. Rivayetlerden öğrendiğimiz kadarıyla melekler içinde Allah’a subhanehu ve teâlâ hamd lafızlarını nasıl kayıt altına alacaklarını bilmez, bu durumu Allah’a arz ederler.
İbni Ömer radiyallahu anh şöyle rivayet etmektedir:
“Rasûlullah şunu anlattı: Allah’ın kullarından biri: ‘Rabbim, zatının celaline, saltanatının azametine yakışacak şekilde sana hamd ederim.’ dedi. Yazıcı melekler için bunu yazmak zor geldi. Bunu nasıl yazacaklarını bilemediler. Semâya çıktılar ve şöyle dediler:
__ Rabbimiz, senin kulun öyle bir söz söyledi ki, onu nasıl yazacağımızı bilemiyoruz.
Aziz ve Celil olan Allah kulunun ne söylediğini daha iyi bildiği hâlde dedi ki:
__ Kulum ne dedi? Melekler:
__ Rabbimiz, o şöyle dedi: ‘Rabbim, zatının celaline, saltanatının azametine yakışacak şekilde sana hamd ederim.’
Yüce Allah o iki meleğe şöyle dedi:
__ Bu sözü kulumun söylediği şekilde yazınız. Nihayet o bana kavuşunca bu sözün karşılığını ona ben vereceğim, buyurdu.” [24]
Abdullah ibni Abbas radiyallahu anh şöyle dedi:
“Müminlerin annesi Cüveyriye binti’l Haris şöyle dedi:
Nebi, bir gün sabah namazını kıldığı sırada, Cüveyriye namaz kıldığı yerde tesbihat yapıyor iken, Cüveyriye’nin yanından dışarı çıktı. Sonra Nebi kuşluk vakti olunca geri döndü. Cüveyriye namaz kıldığı yerde (hâlâ) oturuyor idi ve Nebi ona şöyle dedi:
__ Sen, yanından ayrıldığım zamandaki hâl üzere mi devam ediyorsun? Cüveyriye de:
__ Evet, cevabını verdi. Bunun üzerine Nebi şöyle buyurdu:
__ Allah’a yemin olsun ki ben senden sonra şu dört kelimeyi, üç kere söyledim ki eğer bu kelimeler senin bugünden beri söylemiş olduğun kelimelerle tartılsaydı, benim söylediklerim, senin söylediklerini tartardı (Yani ağır gelirdi):
Yarattıklarının sayısınca, kendisinin razı olacağı kadar, arşının ağırlığı ve kelimelerinin çokluğunca hamdederek Allah’ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim.” [25]
Hakiki bir hamd için Allah’ı subhanehu ve teâlâ tanımak gerekir:
Hamdin tanımını yaparken ‘Allah’ın subhanehu ve teâlâ sıfatlarını zikredip sevgi ve tazimle O’nu anmak ve övmektir.’ demiştik. Her an ve durumda böylesi yüce ve eksikliklerden münezzeh bir Rabbimiz olduğundan dolayı O’nu anıp övmemiz, hamddir. Hamdin hakiki anlamda vuku bulması ve kişinin kulluk mertebelerinden ‘Hamidun/hamdedenler’ [26] basamağına çıkması için Allah’ı, O’nun güzel isimlerini ve yüce sıfatlarını tanıması gerekir. Allah’ın subhanehu ve teâlâ zatını hamd ile övdükten hemen sonra âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim, Melik sıfatlarını zikretmesi ‘Hakiki bir hamd için Allah’ı tanımak gerekir.’ kaidesini desteklemektedir.
“Rahman ve Rahim’dir.”
Rabbimizin bu iki isminin anlamı ve aralarında bulunan farkı yazımızın girişinde, besmele bahsinde ele aldık.
Ayetin Genel Anlamı:
Kurtubi rahimahullah bu ayetle ilgili şu tesbiti yapar: ‘Rahman, Rahim, Yüce Allah ‘Âlemlerin Rabbi’ olmakla kendi zatını nitelendirdikten sonra ‘Rahman, Rahim’ olmakla da kendisini nitelendirmektedir. ‘Âlemlerin Rabbi’ olmakla nitelendirilmesinde korkutan anlamı bulunduğundan dolayı hemen akabinde ‘Rahman, Rahim’ ile nitelendirmiştir. Çünkü bu da (korkutmanın aksi olan) teşvik ihtiva etmektir. Böylelikle yüce Allah hem kendisinden korkmayı hem de nimetlerine ümit beslemeyi ifade eden niteliklerini bir arada zikretmiş olur. Bu, O’na itaatte daha çok yardımcı olsun, isyandan daha çok uzaklaştırıcı olsun diye böyle gelmiştir. Tıpkı yüce Allah’ın şu buyruklarında olduğu gibi: “Kullarıma haber ver ki, ben gerçekten mağfireti bol ve Rahim olanım. Benim azabımda elbette en acıklı azaptır.” [27] “(O yüce Allah) günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı şiddetli olan ve nimeti geniş olandır.” [28]
Bu, kulun kulluk çizgisinde istikamet bulması ve yoldan çıkmaması için elzem olan bir ruh hâlidir. Dengeli bir kulluğun olmazsa olmazı, kalbin korku ve ümit içinde olmasıdır. Kişi Allah’ın subhanehu ve teâlâ celal ve azamet sıfatlarını hatırlayıp Rabbine karşı mehafet ve haşyetle dolmalı, sonra O’nun cemal sıfatlarını hatırlayıp yüreği sevgi ve umutla dolup taşmalıdır. Ta ki masiyetler ve gaflet kendisini kuşattığında umut, nimetler unutturup şımarttığında korkuyla dengede kalabilsin.
“Kullarıma haber ver, şüphesiz ki ben bağışlayan ve merhametli olanın ta kendisiyim. Ve yine şüphesiz ki benim azabım elim verici azabın ta kendisidir.” [29]
Allah’ın subhanehu ve teâlâ engin rahmeti
Yüce Allah subhanehu ve teâlâ kullarına olan merhamet ve şefkatinden dolayı rahmeti üzerine farz kılmış ve rahmetinin gazabını geçmesini dilemiştir.
“Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde de ki: ‘Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı. (Rahmet şudur:) Sizden her kim bilmeyerek bir kötülük yapar sonra onun ardından tevbe eder ve (hatasını) düzeltirse, hiç şüphesiz (Allah onun hatasına karşı) El-Gafur (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) ve Er-Rahim (kullarına karşı merhametli) olandır.’ ” [30]
“Bize bu dünyada da ahirette de iyilik yaz. Şüphesiz ki (tevbe edip, hidayetini umarak) sana yöneldik. Allah buyurdu ki: ‘Azabıma gelince, onu dilediğime isabet ettiririm. Onu, korkup sakınanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize iman edenlere yazacağım.’ ” [31]
Şayet Allah’ın subhanehu ve teâlâ rahmeti olmasaydı kul için dünya ve ahiret hayatı diye bir şey olmazdı. Çünkü kulun yararına olan her şey Allah’ın rahmetiyle gerçekleşmektedir. Örneğin:
Gece ve gündüz Allah’ın rahmetiyle yer değiştirmekte, böylece insanlar için çalışıp dinlenecekleri zaman dilimleri oluşmaktadır.
“İçinde dinlenesiniz ve Allah’ın lütfundan arayasınız diye sizin için geceyi ve gündüzü yaratması O’nun rahmetindendir. Umulur ki şükredersiniz.” [32]
Ve Allah subhanehu ve teâlâ kullarına önemli bir soru sorup düşünmelerini istemektedir:
“De ki: ‘Hiç düşündünüz mü? Allah kıyamet gününe kadar geceyi sürekli yapsa, Allah’tan başka hangi ilah size aydınlık getirebilir? Dinlemez misiniz?’ De ki: ‘Hiç düşündünüz mü? Allah, kıyamet gününe kadar gündüzü sürekli yapsa, Allah’tan başka hangi ilah içinde dinleneceğiniz geceyi size getirebilir? Görmez misiniz?’ ” [33]
Gemiler denizin üzerinde Allah’ın rahmetiyle yüzmekte, insanlar gemiler vasıtasıyla taşınmaktadırlar.
“Zürriyetlerini dolu gemide taşımış olmamız da onlar için bir ayettir. Binmeleri için (gemi) benzeri yarattığımız şeyler de (onlar için bir ayettir.) Dilesek onları boğarız, ne kimse yardımlarına yetişebilir ne de kurtulabilirler. Onlara rahmet etmemiz ve (ecelleri olan) belirlenmiş süreye kadar faydalandırmamız başka.” [34]
Evet, Allah rahmet etmese ve suyun kaldırma kuvvetini çekip alacak olsa, gemilere verdiği suyun üzerinde akıp gitme iznini geri çekse insanları boğulmaktan kim kurtarabilirdi?
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur:
“Sizden hiç kimseyi ameli cennete sokmaz. Dediler ki: ‘Seni de mi ey Allah’ın Rasûlü?’ Allah Rasûlü: ‘Evet. Şayet Allah’ın rahmeti ve fazlı olmasa benim amelim de beni cennete sokmaz.’ buyurdu.” [35]
Bir kulun, ömür boyu işlediği salih ameller Allah’ın subhanehu ve teâlâ ona bahşettiği sayısız nimet karşılığında bir hiçtir. Verilen nimetler ile yapılan ameller karşılaştırılacak olsa muhtemelen tek bir nimetin karşılığı dahi tahsil edilmemiş olacaktır. İşte bu noktada Allah’ın rahmeti devreye girecek ve kulun imdadına yetişecektir. Şayet Allah’ın rahmeti olmasaydı bütün bir insanlık ebedî olarak cehennemde kalacak, cennetin kokusunu dahi duyamayacaktı. Bunları düşündüğümüz zaman Nur suresinde iki defa tekrar eden şu ayeti daha iyi anlıyoruz.
“Şayet sizin üzerinizde Allah’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı (hâliniz nice olurdu?) Şüphesiz ki Allah Et-Tevvab ve El-Hakim olandır.” [36]
Fatiha suresiyle mümine Allah’ın rahmeti günlük olarak hatırlatılmakta ve önemli bir mesele insanın gündemine sokulmaktadır.
Allah’ın subhanehu ve teâlâ rahmetini nasıl elde edebilirim? Allah rahmet sahibidir ve rahmete nail olmanın yollarını kitabında belirtmiştir. Bunları mutlaka öğrenmeli ve hayatıma geçirmeliyim.
Allah’ın subhanehu ve teâlâ rahmetine nail olmamız niyazıyla. Allah’a emanet olunuz.
İlk Yorumu Sen Yap