Mutsuzum
Çok merak ediyorum Aişe annemiz radıyallahu anha Rasûlün hoşuna gitmeyen işler yaparken: ‘Rasûl bunu yaptığımı duysa, beni öldürür.’ Ya da ‘Beni döver’ diye korkuya kapılmış mıdır?
‘Onları boşa’ diye semadan haber geldiği meşhur hadisenin plan aşamasında: ‘Ya ben bu kumpası kuruyorum ama; ayetle foyam ortaya çıksa Rasûl beni perişan eder’ diye bir korku yaşamış mıdır? Herkesin içinde kıskançlık nedeniyle Safiyye radıyallahu anha annemizin yemek yolladığı tabağı yere geçirirken de: ‘Ben bunu yapıyorum ama, Rasûl ne der?’ diye bir kaygısı olmuş mudur? Hiç sanmıyorum. Bu, Aişe annemizin vurdumduymaz bir kadın oluşundan değil, Rasûlün ne olursa olsun duruşunu bozmayan, nazik bir erkek oluşundan kaynaklanmaktadır.
Oysa bizim zamanımızda her on kadından sekizi, değil eşine kumpas kurarken; sıradan bir iş yapacağında bile kılı kırk yararcasına düşünür. Çünkü maalesef birçok kadın, kocasından korkmaktadır. Kocasının elinde ‘seni boşarım’ silahı vardır. Ufacık bir olayda dahi kapıyı gösterirler kadına. ‘Defol git’ demek o kadar kolaydır ki; kapıdaki kediyi kovuyor sanki. Birçoğunda hakaretamiz sözler sakız gibidir, ağızlarından hiç düşmez. Ya fiziksel şiddete ne demeli! Allah’ın izzetli yarattığı insana vurmaktan hayâ dahi etmezler. Hanımlarının yüzünü kızartan, gözünü morartan, dudağını patlatan erkeklerdir, bahse konu korkulası olanlar.
Oysa kadın, erkeğe Allah’ın emanetidir. Ve emanete yapılan her türlü zulüm, ihanettir.
“Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım. Onu size de haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyin… …Ey kullarım! Siz amel yapıyorsunuz, ben de sizin için bunları sayıp tespit ediyorum. Artık kim hayır bulursa hamd etsin. Kim de başka şey bulursa kendini kınasın.” (Müslim, 2577)
Bu zulmü karısına reva görenin, dünyaya adalet dağıtacağını mı zannediyorsunuz?
Bu ahlaka sahip birinin, dünyaya İslam’ın özü olan selamet ve huzuru getireceğini mi zannediyorsunuz?
Hakem
Allah insanı nasıl tanıtıyor?
Muhakkak ki insan çok tartışmacıdır…
Muhakkak ki insan çok zalimdir…
Muhakkak ki insan çok acelecidir…
Muhakkak ki insan çok bencildir…
Muhakkak ki insan çok nankördür…
Bu özelliklere sahip olup da, birbiriyle sorun yaşamayan çift var mıdır? Ya da her konuda aynı fikre sahip olan? Hiç tartışmayan? Birbirlerinin yaptığı her bir işten memnuniyet duyan? Dargınlık yaşamayan?
Ben ne gördüm, ne de duydum böyle bir çift.
Fıtri bazı özelliklerimiz nedeniyle eşlerimizle çatışmamız, birbirimizi anlamamamız, tartışmamız; gayet normaldir. Anormal olan ise bunun hakarete, kavgaya, şiddete dönüşmesidir. Ve maalesef, hemen hemen birçok evde bu anormal durumlar yaşanmaktadır. ‘Bir dokun bin ah işit’ derler ya, çiftler birbirinden yakınmakta, birbirini suçlamakta, bir türlü mutlu olamamakta, sorunları çözmek bir yana, her geçen gün bir önceki günü arar hâlde uçurumun kenarına yaklaşmaktadırlar.
İşte hayat rehberimiz; huzur hanemiz olan evimizde, fıtri özelliklerimiz nedeniyle çıkan problemleri önlemek veya çözmek için birtakım hükümler vazetmiştir. Bu hükümler, evimizin can suyudur. En etkilisi, önemlisi; yaşanan sıkıntılarda hakem tayin edilmesidir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Eğer karı kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. Bu ara bulucu hakemler, gerçekten barıştırmak isterlerse Allah, karı koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır.” (4/Nisa, 34)
Birçoğumuz ayetin varlığından dahi haberdar değiliz. Eşimiz ile yaşadığımız bir sorun olduğunda annemize, ablamıza ya da en samimi arkadaşımıza anlatıyoruz durumumuzu. Tabi bizi dinleyen kişi ne kadar tarafsız olmaya çalışsa da (böyle kimseleri bulmak çok zor), olayı yalnızca bizden dinlediği için doğru ve isabetli bir karar veremiyor, nasihat edemiyor bize.
İşte Kur’an’ın bu güzide ayeti, hakka ulaşmak için hem kadın hem de kocanın, aynı zamanda ve aynı ortamda dinlenilmesini istiyor. Bunu yapması için de, her iki tarafın da hakkını koruyacağına inandığı en yakınlardan seçilen bir hakem heyeti belirlenmesini emrediyor.
Öyleyse; “Hüküm Allah’ındır” deyip, karı koca hukukunu Allah’tan almayan Müslüman bir topluluk düşünülebilir mi?
Bütün anlaşmazlıkların çözümü Allah’ın kitabında olmasına rağmen; onun huzur veren, mutluluk yollarını gösteren hükmüne başvurmayan Müslüman bir aile de düşünülebilir mi? Yaşadığımız gerginliği, bizim iç meselemiz zannedebiliriz. Ancak İslam, her iç meselenin topluma yansıyan bir yüzünün olduğunu bildiği için, sorunların gizli kalmamasını, üstünün örtülmemesini, bastırılmamasını, yok sayılmamasını istemiştir.
Bu Gidiş Nereye
Bir hayalimiz var her birimizin. Ortak bir hayal… İslam olmak ve İslam yapmak cihanı…
Böyle bir hayali olmayanlar, sorgulamalılar imanlarını!
Ne için istiyoruz biz yeryüzünün İslamlaşmasını?
Adalet için mi?
Dünya halklarının tevhid olması için mi?
Saadet için mi?
Evet. Hepsi için…
Diyelim ki hayalimiz gerçek oldu. Mutlu olacak mıyız peki?
Kısa bir süreliğine evet, olacağız.
Neden, neden kısa bir süre? Neden devam etmeyecek mutluluğumuz?
Çünkü yeryüzü değişse de biz değişmeyeceğiz. Dünyaya İslam’la sunduğumuz adaleti, evimizde yine sergilemeyeceğiz. Elin zımmisine gösterdiğimiz hoşgörüyü, çocuklarımıza göstermeyeceğiz. Yeryüzü saadeti için yorduğumuz zihinlerimizi, aile saadeti için yormayı lüks addedeceğiz…
Ama unutmayalım, hayalimizi hâlâ gerçekleştirememe sebebimiz; bizim hâlâ değişmemeye karşı gösterdiğimiz direncimiz!
“Bir toplum, kendinde bulunanı değiştirmedikçe; Allah, o toplumu değiştirmez.” (8/Enfal, 53)
İlk Yorumu Sen Yap