Davetçi’nin Sabır Azığına Olan İhtiyacı

 

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salat ve selam Muhammed’in, alinin ve ashabının üzerine olsun.

Vahyin daha başında Peygamber’e sallallahu aleyhi ve sellem inen ayetler arasında Müddessir suresinin ilk ayetleri de vardı. Önceki yazılarımızda bu ayetlerden çıkartabildiğimiz dersleri sıralamaya çalıştık. Özetle:

Allah’ın subhanehu ve teâlâ Peygamberler göndermesinin hikmetlerine,

Davetin özünün Rabbi yüceltme olduğuna,

Davetin içeriği kadar onu insanlara ulaştıranın kimliğinin de önem arzettiğine değindik.

Özellikle son madde ile alakalı söylediklerimiz davetçinin kimliğinin inşaası ile alakalı hususlardı. Davetçi cahiliye toplumu içerisinde yaşamasına rağmen maddi ve manevi pisliklerden uzak durarak dinini muhafaza etmeliydi.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ Peygamberine verdiği ilk direktifler bunlarla sınırlı kalmadı. Yapılacak bu büyük amelde dikkat edilmesi gereken başka bir hususa daha Allah ac şöyle dikkat çekiyor:

“Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.” (74/Müddessir, 6)

Kişinin ahirette yüzünü güldürecek her amelinin dünyada muhakkak bir karşılığı vardır. Meyveyi tadabilmek için öncesinde yapılması gereken şeyler, gerçekleştirilmesi gereken fedakarlıklar vardır.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ dinini yeryüzüne hakim kılmak için ortaya konacak fedakarlığın en büyüğünü ise Peygamberler üstlenirler. Şeytan ise hangi hayırlı amel olursa olsun onu ifsad etmek için uğraşır. Öncelikle amelin ihlassız bir şekilde yapılmasını teşvik eder, başarılı olamaz ise ameli yaptırmamak için uğraşır, buna da muvaffak olamaz ise kibir vb. hasletlerle kişinin amellerini zayi eder.

Şeytanın bu oyunundan Peygamberler dahi muaf değillerdir. O yüzden Allah subhanehu ve teâlâ kendi nebisini, onun nezdinde tüm davetçileri bu tehlikeye karşı uyarıyor. Ve ‘Hangi fedakarlığı yaparsanız yapın bu sizi kibre, kendinizi beğenmeye, başkalarının gözüne bu amellerinizi sokmaya sevk etmesin.’ diyor.

Maalesef günümüz davetçileri bu uyarıyı dikkate almaktan fersah fersah uzaklar. Allah için yaptıkları ufacık amelleri dahi dillerinde büyütüyor, başkalarının kalplerinde de büyümesini temenni ediyorlar. Sonuç itibari ile bereketi kendisinden alınmış amel ne dünyada ne de ahirette kişiye fayda sağlıyor.

Seyyid Kutub tefsirinde kalpleri bu hastalıkla dolu olanları ‘Fedakarlıklarının hesabını tutanlar.’ diye tanımlıyor.

Evet! Gerçekten bir taife varki bunlar her ortamda Allah için yaptıklarını ve bunun sonucunda karşılaştıklarını anlatmaktan, sonra da bu vesile ile insanlara söz söyleme hakkını kendinde bulmaktan çekinmiyor. Daha da ileri gidenler, yaptıkları yanlışlar kendi yüzlerine söylenince, aslında her Müslümanın üzerine gerekli olan ve doğal olarak kendilerinin de yaptıkları vucubiyetleri ön plana çıkartıyorlar. Böylece yapılan eleştirilerden sıyrılmaya çalışıyorlar.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ dininin bu kimselerin amellerine ihtiyacı yoktur. Bilakis insan düşündüğünde ortaya koyduğu bu fedakarlıkların aslında kendisine fayda sağlayacağını anlayacaktır. İslam davası uğruna yapılan ameller çekilen sıkıntılar mü’min için şereftir. Allah’a subhanehu ve teâlâ O’nun dinini yüceltme hususunda kendisini memur ettiği için sürekli hamd etmelidir.

Elbette Müslüman hem şeytanın verdiği bu vesveselere karşı ayaklarını sabit tutmak, hem de Müddessir suresinin başından beri emredilenleri yerine getirmek için azığa ihtiyaç duyar.

İşte o azık sabırdır.

“Rabbinin rızasına ermek için sabret.” (74/Müddessir, 7)

Sabredilmesi gereken o kadar çok şey var ki! Davetçi yola çıktığı andan itibaren biran bile olsa bunlardan ayrı kalamaz.

İlk önce davetini ulaştırdığı kimselerin alay ve yalanlamalarına maruz kalır. Bu bedeni işkencelerden çok daha ağırdır. Çünkü Müslüman izzetli, kafir ise zelildir. Zelil olanın izzetli olanla alay etmesi nasıl kabul edilebilir nasıl normal karşılanabilir ki?

Allah subhanehu ve teâlâ bu imtihanla karşılaşan Peygamberini geçmiş nebilerden örnekler vererek teselli etmiştir:

“Andolsun ki senden önceki Peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah’ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki Peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.” (6/En’am, 34)

Kafirler, küçümseyerek susturamadıkları bu davet için bu sefer kaba kuvveti devreye sokmaya başlarlar. O yüzden her çağın Habbab’ları, Bilal’leri, Ashab-ı Uhdud’ları muhakkak vardır.

Sabır azığı ile bu engeli de atlayan Müslümanlar bu sefer hiç ummadıkları yerden vurulurlar. Beraber aynı yolu yürüdükleri, kardeş olarak gördükleri kişiler ufacık zorluklarda söylenmeye, davayı, menhecini eleştirmeye başlarlar. Normal zamanlarda birer nasihat olarak değerlendirilebilecek bu söylemler sıkıntı anında hançer gibi yüreklere saplanır.

Allah subhanehu ve teâlâ onları şöyle vasfetmektedir:

“İnsanlardan kimi vardır ki: ‘Allah’a inandık’ der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah’ın azabı gibi tutar. Halbuki Rabbinden bir nusret gelecek olsa, mutlaka, ‘Doğrusu biz de sizinle beraberdik’ derler. İyi de, Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir?” (29/Ankebut, 10)

Bu tipler musibetler meydana gelince muhakkak birilerini kurban olarak seçerler. Nerede küçük bir eksik, kusur varsa onun üzerine yoğunlaşırlar. Yaptıklarının yanlış olduğu onlara hatırlatılınca sinirlenip kibirli bir şekilde karşı çıkarlar. Nasihatlerin sadece kendilerine yapıldığını zannederler. Sıkıntılar bittiğinde ise sanki o sözler kendilerinden çıkmamışcasına normal bir şekilde davranırlar:

“(Gelseler de) size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir; bunun için Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah’a göre kolaydır.” (33/Ahzab, 19)

Gerçekten bunlara sabretmek büyük bir iştir. Onlar ki Peygambere dahi ufak bir sıkıntıyla karşılaşınca şunu söyleyebilen bir topluluktur:

“Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık (iman zayıflığı) bulunanlar: Meğer Allah ve Resûlü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı.” (33/Ahzab, 12)

Bu kişilerle uğraşırken yolda kaybedilen vakit insanlarda bıkkınlığa yol açacaktır. Yol uzadıkça ve hedeflenen şeyin alametleri dahi ortaya çıkmayınca sorular zihinlerde canlanmaya başlayacaktır.

‘Acaba inandığımız şey doğru mu, hak isek daha kısa yoldan hedefe ulaşmak mümkün mü, menhecimizde bir sorun mu var?’ Bu vb. soruların akla gelmesi de insanı yarıyolda bırakacak afetlerdendir. Herşeyde olduğu gibi sabır burada da ilaçtır, azıktır.

Sabredilmesi gereken şeyler elbette bunlar ile sınırlı değildir Peygamberine umumi bir emir ile bunu bildiren Allah subhanehu ve teâlâ, Peygamberlerin kıssalarını peyderpey vahy ederek sabredilmesi gereken şeylerin tafsilatını da ümmete göstermiştir.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver