Adem’den (as) günümüze kadar gelmiş geçmiş tüm insanların müşterek tecrübesi olan çocukluk, genellikle kısa veya geçici bir süreç olarak görülmektedir. Hâlbuki çocukluk, insanın hayatına dair kalıcı iz ve etkilere sahip, oldukça önemli bir dönemdir. Bu doğrultuda çoğu kimse tarafından pek önemsenmeyen çocuk meselesi hakikatte pek büyük ve mühim bir meseledir. Bir değerler tecrübesi olarak çocukluk dönemi kültürel iklim, geleneksel hayat tarzı veya yaşanan çağa göre değişebilmektedir.
Anne babalar; kendi aralarında yaşanan iddialaşmalar, tartışmalar, malayani işler ve kavgalar da dâhil her şeyi çocukların da anladığını ve tüm bunların farkında olduklarını bilmelilerdir. Çocuklar tüm bu yaşananların sadece farkında olmazlar, aynı zamanda bunlara şahit olduklarından olumlu ya da olumsuz yönde etkilenirler de. Çocuk aslında anne babanın gölgesi ve aklının eseridir. Salih ve muttaki bir ebeveynin terbiyesinde yetişen çocuk da Allah’ın izniyle salih, muttaki ve güzel ahlaklı olur. Çocuk ebeveyninin özü ve yetiştirildiği çağın dölüdür. Hangi temel üzere yetiştirilir ve her ne görüp işitirse ortaya çıkacak semere de o olur.
Mesela naşize bir kadın, yani kocasına karşı isyankâr ve serkeş olan bir kadın veya ailesinin haklarını gözetmeyen sorumsuz, gamsız ya da gaddar bir babanın çocukları da ebeveynlerinin bu özelliklerinin en azından bir kısmının taşıyıcısı olacaklardır. Şüphesiz ki bu da çocuğa intikal edecek en kötü mirastır.
Salih ve mürüvvet sahibi bir ailede yetişen çocukta da aynısı veya benzeri özelliklerin tevarüs ettiği müşahede edilir. Sonradan edinilmiş zorlama yahut yapmacık olduğu aşikâr olan mürüvvet gösterilerinden salimdir. Mesela eğitim konularında sabır, azim, zekâvet ve şahsiyete sahip olur. Böyle bir çocuk/öğrenci hocası için de göz aydınlığıdır.
Çocuğun Karakter Oluşumunda Ailenin Rolü
Başta anne babalar olmak üzere aile ortamı çocuk eğitiminde anahtar rol oynayan bir mektep gibidir. Aile, çocuğun olumlu davranış geliştirmesinde, çocuğun kişilik ve karakterinin oluşumunda büyük oranda etkilidir. Bu hakikati on yıl boyunca kendisine hizmet etmiş olan Enes ibni Mâlik’in (ra) şahitliğiyle Resûlullah’ın (sav) hayatında görüyoruz.
Enes ibni Mâlik (ra) şöyle demiştir:
“Resûlullah’a (sav) on sene hizmet ettim. Vallahi bana bir kez olsun ‘Öf!’ bile demedi. Herhangi bir şeyden dolayı, ‘Niçin böyle yaptın?’ demediği gibi, ‘Şöyle yapsaydın ya!’ da demedi.”[1]
Huzursuzluğun, hak ihlallerinin ve hırgürün hiç eksik olmadığı, salih bir ortamın da oluşmadığı bir ailede yetişen çocukta ise sayılamayacak kadar olumsuzluk örnekleri çıkar ortaya. Mesela profesyonel bir şekilde yalan söyleyebilen çocukların varlığı hayret vericidir. Böyle bir çocukta yalan gibi ciddi bir maraz mevcut ise, irili ufaklı daha birçok kötü alışkanlığın varlığı da kuvvetle muhtemeldir. Bu tür marazî hâlleri çocuk elbette ki doğuştan edinmiş değildir. Bu üzücü manzaranın temelinde doğduğu ve yetiştirildiği aile ortamı vardır. Aile ve ebeveyn böyle bir sonucun tek müsebbibi değilse de en büyük pay sahibidir.
Ailesinde gereği gibi sevgi, şefkat ve merhametten nasiplenememiş ve diyalog kültüründen de uzak bir ortamda yetişmiş bir çocuk, genellikle uyumsuz ve geçimsiz olur. Çevresine karşı hırçın ve kavgacıdır. Konuşması bağırmak, iletişimi karşısındakini suçlamaktan ibarettir. Bu türden davranış biçimlerini çocuk, başta ebeveyni olmak üzere çevresindeki büyüklerden görüp işiterek öğrenmiştir. Anne veya babasının ya da her ikisinin konuşmalarında yalana şahit olmuştur. Ebeveyninin bağrışmaları, huysuzlukları, tartışmaları ve kavgalarıyla beraber büyüyen bir çocuktan farklı bir kişilik çıkması ihtimali oldukça zayıftır. Bunun gibi fıtri zedelenmelere maruz kalan bir çocuğun ileriki süreçlerde bundan kurtulması çok zor olmakla beraber bu marazların tedavisi büyük bir çaba gerektirecektir.
Aile içerisinde ebeveynin yanıldığı hususlardan biri de “Çocuktur, anlamaz.” anlayışıdır. Anne babalar, çocukların bulunduğu ortamda konuşulmaması gereken konuları konuşurlar. Bunun yanı sıra yerli yersiz bağrışıp tartışmalar ve hatta fiziki şiddet gibi çocukta etkileri ileriki yıllarda ortaya çıkacak ve psikolojik travmalara sebep olabilecek kötü örnek teşkil eden davranışlar sergilerler.
Kocası kendisine kızmasın diye evin hanımının mazeret olarak ileri sürdüğü yalanları işiten ve işe yaradığını da müşahede eden çocuğun rahatlıkla yalan söyleyebiliyor olması garip karşılanmamalıdır.
Anne babasının, aralarındaki meseleleri şer’i şerifin öğrettiği şekilde medeni bir yöntemle ve güzel ahlak üzere çözebildiklerine şahitlik ederek büyüyen bir çocuk da bu karaktere sahip olur.
Mürebbiyesi “Pedagoglar” ve/veya “Kitaplar” Olan Çocuklar
Çocuk eğitimi önemli olmakla beraber neredeyse son çeyrek yüzyıldır doğal mecrasından çıkarılmış ve âdeta ticari bir sektöre dönüştürülmüştür. Medya desteğiyle mesele öyle bir hâle getirildi ki çocuk eğitimiyle ilgili kitapları alıp okumayan yahut bu alanda meşhur bazı pedagogların seminerlerine ve konferanslarına iştirak etmeyen ebeveyn cahil kalmış gibi bir kanaat yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.
Çocuk eğitimi ve terbiyesinin asıl mecrası aile yuvasıdır. Bu eğitim ve terbiye de çocuk doğduktan sonra başlar. Çocuk eğitiminde eşlerin müşterek sorumlulukları olmakla beraber birinci dereceden yükümlü olan annedir.
Anne baba eğer İslam terbiyesi ve güzel ahlakla donanımlı ise çocuk da aynı terbiye ve ahlak üzere yetiştirilecektir. Bundan dolayı diyebiliriz ki çocuk eğitiminden önce anne baba eğitimi gereklidir. Anne baba eğitiminden kasıt yeni evli eşlerin, geniş ailelerinin yanında makul bir süre yaşamalarıdır. Fakat maalesef özellikle son yıllarda yeni evlenen gençler bu durumdan yüz çevirmektelerdir. Bunun başta gelen sebeplerinden biri de modern hayatın kadınlar başta olmak üzere yeni evlilerin yalnız ve konforlu bir hayatı deneyimleme arzularıdır.
Bu arzuları masum gibi görünse de sonuçları kendi aleyhlerine dönmektedir. Şöyle ki hâl böyle olunca bir annenin veya kayınvalidenin çocuk eğitiminden âdâb-ı muâşerete kadar onlarca sene biriktirdiği bilgi, birikim ve tecrübelerden mahrum kalmaktalardır. Bu ise gerçekte yeni evli genç bir çift için telafisi çok zor büyük bir kayıptır. Çocuk sahibi olduklarında da çocuğun büyüme periyodlarında kendilerine yol gösterici olarak çocuk eğitimi kitapları ve pedagoglar eşlik etmeye başlıyor.
Ebeveynler çocuk eğitimi ve terbiyesine; sosyal ilişkiler, ev düzeni, ziyaretler vb. konulardan daha fazla önem vermelilerdir. Bunu da İslam’ın öğrettiği ilim üzere ihlasla, çokça dua ederek ve Allah’tan yardım dileyip ellerinden geleni yapmak suretiyle süreklileştirmelilerdir.
Her ebeveyn çocuğunu kendince terbiye eder, eğitir ve ona yol göstericilik yapar. Bu, esasen doğru bir şeydir. Yanlış olan ise anne babanın, çocukların da olduğu bir ortamda tartışmaları, bağırıp çağırarak kavga etmeleri ve sonra da çocuklarına güzel ahlaklı olmayı ve arkadaşlarıyla iyi geçinmeyi telkin etmeleridir. Yapmadıkları şeyi söylemelerinin çocuk üzerinde olumlu etkisi olmaz. Zira yaptıkları ve söyledikleri, çocuk için olumsuz bir örnek olma hüviyetini haizdir. Yapılanın tam tersi tavsiyelere muhatap olan çocuğun iki yüzlü olmasından korkulmalıdır. Eğer tavsiyeler aynı zamanda baskı yöntemiyle yapılıyorsa çocuk sinsi de olur. Çünkü baskı altında yetişen çocuk, büyüdüğünde hem riyakâr hem de sinsi olacaktır. Daima muzebzeb, yani “iki arada bir derede” gibi bir hâl üzere olur.
Ailenin Ahvali, Çocuğun Akıbeti
Ailede işler güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen Rahmet Peygamberi’nin öğrettiği çerçevede temellendirilebilir ve yürütülebilirse, çocuğun tüm bu gördükleri ve işittikleri, tıpkı taşlara işlenen nakış gibi zihnine ve kalbine nakşolunacaktır. Bilinmelidir ki anne babaların çoğunlukla “Çocuk ne anlar canım!” diyerek tedbirsiz ve tabiri caizse filtresiz bir şekilde yaptıkları konuşma, tartışma vb. olumsuzluklar tıpkı ses alıcısı da olan yüksek çözünürlüklü bir kamera gibi, çocuğun hafıza arşivine depolanır. Yetişkin bir insan hafızasını biraz zorlarsa bir iki yaşlarındayken gördüğü yüzleri ve duyduğu sesleri hatırlayabilecektir. Bu ve benzeri sebeplerden dolayıdır ki bazı Müslim eğitimciler çocuk eğitiminin henüz anne karnındayken başladığını söylerler.
Çocuk eğitimi ve terbiyesinde yapılması gerekenler kadar yapılmaması gerekenler de önemlidir. Ebeveyn, çocuğuma bir şey öğreteceğim ya da istenilen bir şeyi yapmaya zorlayacağım diyerek çocuğu azarlanmaya veya dayağa alıştırmamalıdır. Dayağa alıştırılmış bir çocuk için dayak, eğitim ve öğretim hayatında bir eşik olur. Nasıl ki ametaller erime noktasına ulaşmadan yetersiz ısıyla erimiyorsa bu türden yanlış yöntemlerle sözüm ona terbiye edilmiş bir çocuk da azarı işitmeden yahut sopa yemeden kendisinden talep edilen şeyi yapmaz.
Mümin ve muttaki bir aile ortamında yetişmiş bir çocuk ileriki yaşlarında dahi; şirk okullarında okumuş, fesat medyası karşısında büyümüş ve sokak diliyle konuşmaya alışmış yaşıtlarının kendi aralarında yaptıkları esprileri bile anlamaz. Bu, onun zekâvetinin zayıflığından ya da espriden anlamıyor oluşundan değil, nezafetini koruyan selim fıtrat üzere yetişmiş olmasındandır. Bu sebepledir ki özü sözü bir, müeddep, ağır başlı, vakur, mütevazi, güzel ahlaklı ve halim bir genç; fıtratı bozulmuş ve kalbi fesatla dolmuş, davranışları ve dili bozuk bir toplulukla hasbelkader birkaç dakika bir arada bulunsa ateş çukuruna düşmüş gibi ıstırap çeker.
Çocuk, çok iyi bir ailede çok iyi bir eğitim ve terbiye üzere yetişmiş olsa da ileriki yaşlarda farklı mecralara savrulup fasık, zalim ve kâfirlerden olabilir. Aynı şekilde gayr-i Müslim bir ailede doğup, küfür ortamında büyüyen bir çocuk ileriki yaşlarda Yüce Allah’ın lütuf ve keremiyle hidayet bularak güzel bir Müslim olabilir. Salih bir ailenin çocuğundan azgın bir mücrim çıkabileceği gibi, salih olmayan bir ailenin içinde yetişen çocuktan da gayretli muvahhid bir davetçi çıkabilir. Bu türden istisnai örneklerle de karşılaşmak mümkündür.
Aslolan, aile yuvasındaki saadetin tamamlayıcı unsuru olan çocuğun İslam terbiyesi üzere yetiştirilmesidir. Ebeveynin, çocuğuna bırakabileceği en değerli miras da budur. Bunun için eşlerin birbirleriyle münasebetlerinde ve konuşmalarında çok dikkatli olmaları gerekir. Umulur ki Allah (cc) her bir Müslim ailenin yuvasını sevgi, merhamet, şefkat, huzur ve saadet mekânı eyler ve çocukları dünyada göz aydınlığı, ahirette de gönüllere müjde vesilesi kılar. Bu bölümü tüm müminler için hayatın temel düsturlarından olan şu hadis-i şerifle bitireceğiz:
Abdullah ibni Ömer’in (ra) naklettiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Hepiniz birer sorumlusunuz ve hepiniz yönettiklerinizden mesulsünüz. Devlet başkanı bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin beyi bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin hanımı da bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Hizmetçi de efendisinin malı üzerinde bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür.”[2]
[1]. Buhari, 6038; Müslim, 6011
[2]. Buhari, 2409
İlk Yorumu Sen Yap