Birbirleri İçin Cennet Kapısı ve Köprüsü Olan Eşler

Birbirleri İçin Cennet Kapısı ve Köprüsü Olan Eşler

Kerem ÇAĞLAR

Batılı, doğulu, kuzeyli veya güneyli hemen hemen tüm ülkelerin anayasaları toplumun en küçük birimi ve sosyal bir yapı olan aileyi korumayı ve gözetmeyi iddia eden maddeler içerir.[1] İddialı metinler olmasına rağmen kötü uygulamalardan dolayı aile bütünlüğü bilhassa Batı toplumlarında hızla çözülüp dağılmaya yüz tutmuştur. Dünyanın neresinde olursa olsun ortak aklın icma ettiği husus şudur: Aile; nüvesini oluşturduğu toplumu ayakta tutan en sağlam temeldir.

Toplumun en küçük sosyal birimi ve aynı zamanda toplumun temeli olması hasebiyle ailenin de düzene dayalı bir işleyişe ihtiyacı bulunmaktadır. Ailedeki düzen ancak eşlerin birbirleri üzerindeki haklarını gözetmeleri, görev ve sorumluluklarını gereği gibi yerine getirmeleriyle gerçekleşebilir.

İslam, toplumsal hayatı yüksek standartlarda yaşanabilir kılmak için birtakım kanunlar ve kurallar vazetmiştir. İnsanlık âlemi bu kanun ve kuralları gözetip tatbik ettiği sürece barış, huzur ve saadet içerisinde yaşamlarını sürdürebilmiştir. Tevhid ve Sünnet nizamı iptal edilerek yerine beşerî ideolojiler ihdas edildiğinde ise tıpkı günümüzde olduğu gibi tüm yeryüzü fesatla doldu. Allah’ın (cc) Es-Selâm ismi tecelli etmeyip de beldeler selamet ve emniyetten mahrum kalınca kaos, karmaşa, huzursuzluk, güvensizlik ve mutsuzluk yeryüzünün her metrekaresine dalga dalga yayılıverdi.

Aslında aynı şeyleri aile için de söyleyebiliriz. İslam’ın belirlediği hukuki çerçevede eşlerin her biri hakların gözetilmesi ve sorumlulukların yerine getirilmesi hususunda duyarlılık gösterdikleri sürece ebedî saadet yurdu cennetin nefhasının hissedileceği bir aile hayatı yaşarlar. Öncelikle bu meselenin, yani aile saadetinin sağlanabilmesi ve sürdürülebilirliği hususlarında eşlerin samimi ve güçlü bir istek duymaları gerekir. Bu hususu kendilerine dert edinmelilerdir. Böylelikle mesele eşlerin her biri tarafından önemsenecek ve her ân güncelliğini koruyacaktır. Bu da daimî ve diri bir şuura ve hassasiyete vesile olacaktır. İlk başlarda hatırlamaya ve dikkatli olmaya çalışmak gibi ekstra gayret gerektirebilecek bu tutum, zamanla eşlerin her biri için güzel bir ahlak hâline dönüşecek ve rutinleşecektir.

“Biz” ile Revan Olunuz Cennet Yoluna

Eşlerden birinin veya her ikisinin kendi nefisleri hakkında taaccüp göstermeleri aile saadeti için yıkıcı bir tehdit ve yakıcı bir ateşin kıvılcımı olur. Erkek, “Ben gayet de iyi bir eş ve iyi bir babayım.” dediği ânda aile saadeti aleyhine şeytanı memnun ve mutlu etmiştir. Evin hanımı da, “Eşim için iyi bir hanım, çocuklarım için de iyi bir anneyim. Misafir ağırlama, pazar alışverişi, yemek, bulaşık, çamaşır, çocuklar, ev temizliği ve daha sayamayacağım pek çok iş güç… Daha ne yapabilirim!” dediği ândan itibaren kendisini her daim haklılık katında görmeye başlamış demektir.

Taaccüp ve müstağni olma duygusunun sahibi için de içerisinde bulunduğu ortam için de yıkıcı etkileri bulunmaktadır. İnsan, bir şeyler öğrenerek bilgisini ve görgüsünü arttırmak istiyorsa bu anlamda kendisini eksik ve muhtaç görmelidir. Yeni bir bilgiye ya da kendisi için faydalı olacak şeylere ihtiyaç hissetmiyorsa bu kendisinde nefsî/marazi bir durumun olduğunu gösterir. Nefis de taaccübe/kendini beğenmeye meyyaldir.

Allah’a (cc) karşı kulluk görevini, müminlere karşı da kardeşliğin gereklerini ve aileye karşı yükümlülüklerini yerine getiren Müslim her ân bir ikmal ve yenilenme içerisinde olur, olmalıdır. Allah’a kulluktan duyduğu manevi hazla kalbi ve ruhu doygunluğa ulaşır. Diğer hususlarda göstereceği çabalar da onu daima daha iyiye ve ileriye ulaştıracaktır. Fakat eşlerden biri kendisini benlik tuzağına kaptırır, kemal serabına tutulursa elde edilmesi umulan güzelliklerin önünü tümüyle kapatmış olur.

Bu husus hem kadın hem de erkek için geçerlidir. Eşlerden herhangi biri kendi durumunun net ve objektif bir şekilde ortaya çıkmasını istiyorsa asla nefsinin hakemliğine başvurmamalıdır. Bilakis birbirlerine hayrı ve sabrı tavsiye etmek kapsamında biri diğeri için adil şahitlikte bulunmalıdır. Bunu yaparken sırf eleştirmek, hatanın ifşası veya “Fi tarihinde sen bana şöyle demiştin… Telefon görüşmelerinde bana söylediklerinin tapesini çıkarayım da gör!” gibi basit, sığ ve intikamcı duygulara kesinlikle yer vermemelidir. Bilinmelidir ki eğer niyet halis olursa ortaya konacak çaba Allah’ın (cc) kolaylaştırmasıyla bereketlenecek ve hayırlı sonuçlar elde edilebilecektir.

Birbirlerine karşı merhametli, birbirlerinin ufak tefek kusurlarını örten ve affeden, biri diğerinin eksik bıraktığını tamamlayan, birbirleri için dua eden ve birbirlerine her türlü hayırda yardımcı olan eşlerin evlilik hayatı cennete doğru birlikte yolculuğun bir mola istasyonu gibi olur. Böyle bir evlilik hayatında huzur ve saadet hiçbir zaman eksik olmaz.

Bir erkeğin, hanımının kendi üzerindeki haklarının ayrıntılarını öğrenerek güzel bir şekilde ifa etmek için çaba göstermesi, ondaki sorumluluk şuuruyla orantılı bir tutumdur. Bulunduğu hâlin fıkhını bilmemek bir Müslim için ciddi bir eksikliktir. Bu durum doğal olarak başkalarının hukukunu ihlal etme noktasında oldukça pervasız davranışlar sergilenmesine dahi yol açabilir.

İnsanın Dünya Hayatı: Evvel Aile, Âhir Aile

Bir insan doğumla beraber ömrünün çocukluk, ergenlik ve ilk gençlik yıllarını geniş aile içerisinde geçirir. Evlendikten sonraki hayatı da eşiyle beraber yeni kurdukları aile yuvasında geçer. Dolayısıyla insan ömrünün neredeyse tamamı bir aile ortamı içerisinde geçmiş olur. Aile müessesesi her insanın hayata dair temel bilgi, birikim ve tecrübe sahibi olduğu bir toplu yaşam birimidir. Bu nedenle, İslam ümmetine yönelik yüzyıllarca sürdürülen ifsad ve imha girişimleri karşısında bünyesi sağlıklı İslam ümmetinin temeli olan sağlam aile müessesesi günümüzde daha da yoğunlaşan tehdit ve saldırılara rağmen varlığını güçlü bir şekilde devam ettirmektedir.

Bu mukavemetin bir sebebi de Müslim eşlerin her birinin karşılıklı olarak hak ve sorumluluklarının bilincinde olmaları ve ilişkilerini sevgi ve saygı temelinde sürdürme iradesini gösterebilmeleridir.

Aile dışındaki beşerî münasebetlerde diğer Müslimlerin ya da genel olarak insanların hukukuna nasıl önem veriyor ve dikkat gösteriyorsa, eşlerden her biri aynı şekilde ailesi içerisinde de bu hassasiyeti göstermekle mükelleftir. Üzerinde kul hakkı olduğu hâlde ölen bir kimse -velev ki fisebilillah şehit olmuş birisi olsa bile- hak sahibi kimse hakkını helal etmedikçe yahut hesabını vermeden cennete giremeyecektir. Bu durum aile fertlerinin hakları için de böyledir. Allah’ın kulları üzerindeki hakkından sonra kişinin üzerindeki hakların başında, başka insanların hakkı vardır ki bunun da en öncelikli olanı eşlerin birbirleri üzerindeki haklarıdır.

Kul hakkı meselesini ciddiye alıp sokakta, iş yerinde, yolda azami duyarlılığı göstermek bir Müslim’e yakışan en güzel davranıştır. Bunları yaptıktan sonra eve geldiğinde eşinin veya çocuklarının hakkını ihlal edeceği tavırlarda bulunması ise olacak iş değildir. Erkeğin, hanımına iyi davranması ve haklarının korunması hususu, Resûlullah’ın (sav) ümmetine yaptığı bir vasiyettir.

Ebû Hureyre’nin (ra) naklettiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Sizin en hayırlınız hanımlarına karşı en iyi davrananınızdır.”[2]

Abdullah ibni Amr’dan (ra) nakledildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Dünya (geçici) bir nimettir. Dünyanın en değerli nimeti ise iyi/saliha kadındır.”[3]

Veda Hutbesi’nin İslam tarihinde önemli bir yeri vardır. Resûlullah’ın (sav), o zamana kadar bir araya gelebilmiş yüz kırk bin kişilik devasa bir topluluğa Cebel-i Rahme’den irad ettiği Veda Hutbesi’nde kadınların haklarını zikretmiş olması İslam’ın aileye ve doğal olarak kadına verdiği büyük değerin ayrı bir göstergesidir.

“Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Çünkü siz, onları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın adını anarak (nikâh kıyıp) kendinize helâl kıldınız.”[4]

Emanetleri koruma hususunda İslam’da çok açık hükümler bulunmaktadır. Emanet edilen şeyin niteliğinden ziyade “emanet” oluşu önemsenmektedir. Kaldı ki kadınlar emanet olarak nitelendirilmekle beraber “Allah’ın bir emaneti” oldukları vurgulanarak mümkün olabilecek en yüksek düzeyde bir duyarlılık gösterilmesi gereği apaçık ortaya konmaktadır.

Bilindiği üzere emanetleri korumak Müslimlerin, emanetleri zayi etmek ise münafıkların özelliklerindendir. Resûlullah’tan (sav) nakledilen farklı iki rivayette münafıkların özellikleri sıralanırken, her iki rivayette de münafıkların emanete hıyanet etme özellikleri zikredilmiştir. Emanete ihanet etmek demek, kendisine bırakılan emaneti, emanet sahibinin tavsiye ettiği şekilde muhafaza etmemek ya da istemediği bir biçimde tasarrufta bulunmaktır. Erkek, hanımıyla ilişkilerinde bu bilinçle hareket etmelidir.

Yukarıdaki hadis-i şerifte erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde bazı hakları olduğu genel bir ifadeyle beyan edilmiştir. Bu ifade bir başka hadis-i şerifte daha da somutlaştırılmıştır:

Suleymân ibni Amr ibni Ahvas’ın (rh) Resûlullah (sav) ile beraber Veda Haccı’nda hazır bulunan babasından naklettiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Bilin ki, sizin hanımlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi, hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır.”[5]

Kadının kocası üzerindeki hakları mehir ve nafaka gibi mali haklar ile mali olmayan haklar olarak iki başlık altında değerlendirilebilir.

Devam edecek, inşallah…


[1]. T.C. Anayasa, Üçüncü Bölüm

           I. Ailenin korunması

           Madde 41 – Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.

           Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.

           Grundgesetz/Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası

           Madde 6

           Evlilik, Aile ve Evlilik Dışı Çocuklar

           (1) Evlilik ve aile, devlet düzeninin özel koruması altındadır.

           (2) Çocukların bakım ve eğitimi, ana ve babanın doğal hakkı ve en önde gelen yükümlülüğüdür.

[2]. Tirmizi, 1162; İbni Mace,1978

[3]. Müslim, 3649

[4]. Müslim, 2950; Ebu Davud, 1905

[5]. Tirmizi, 1163

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver