Hamza İbni Abdulmuttalib

 

İslam… İnsanı insandan daha iyi tanıyan Allah’ın (cc) kurtuluş çağrısıdır. Selim fıtratlarda makes bulan bu aksiseda küfrün karanlık vadilerinde yankılandıkça dalga dalga büyümüş, hak sesi, uyuyan vicdanları uyandırmıştır. Fakat herkes hoşnut olmamıştır bu İlahi çağrıdan, bazılarının kulaklarını tırmalamıştır. Toplulukların uyanmasını istemeyenler bu sesi bastırmaya çalışmıştır. Bastırılmaya çalışıldıkça basınç gösteren her şey gibi etkisi daha da çoğalmış ve böylelikle bu kutlu davet, coğrafyaları aşmıştır.

Sünnetullahın bir gereği olarak nübüvvetin son halkası olan Allah Resûlü Dönemi’nde de böyle olmuştu. Uzun yıllar sonra dalalet uykusundan “Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)! Kalk ve uyar!”[1] buyruğuyla uyanmıştı Ummu’l Kurâ.[2] Özellikle Kureyş’in ileri gelenleri şirkin hükümranlığının sonlanmasına tahammül edemiyorlardı. Bu yüzden yayılmadan söndürmek istiyorlardı Allah’ın nurunu:

“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Kâfirler istemese de Allah, nurunu tamamlayacak olandır. Müşrikler hoşlanmasa da, tüm dinlere üstün gelsin diye, Resûlü’nü hidayet ve hak dinle gönderen O’dur.”[3]

Güneş’i üfleyerek söndürmek isteyen bir sefih gibi beyhude bir çabanın içerisindelerdi. Onların bu çırpınışları ancak İslam’ın lehine sonuçlanıyordu. Tevhid davetini engellemek için attıkları her adım bumerang gibi kendi aleyhlerine dönüyordu. Uyguladıkları baskılar müminlerin sesine ses, gücüne güç katıyordu. Farkında olmasalar da onların eliyle Allah (cc) dinine yardım ediyordu.

“…Şüphesiz ki Allah bu dini facir adamın eliyle de destekler.”[4]

İşte böyle imtihanların meyvesiydi Hamza ibni Abdulmuttalib (ra). “Yakın akrabaların olan aşiretini uyararak (işe başla).”[5] emri gelince Allah Resûlü (sav) bir yemek tertip edip yakın akrabalarını çağırmış, onları İslam’a davet etmişti. Ancak o mecliste olmayışından mıdır, yoksa davete sessiz kalmayı tercih edişinden midir bilinmez; o günlerde bir tepki vermemişti.

Aradan belli bir süre geçince onun Müslim olmasına İslam’ın en azılı düşmanı Ebu Cehil vesile olmuştu. Evet, yanlış okumadınız, Ebu Cehil! Her fırsatta öfkeyle Müslimlere zulmederek kinini kusan o bedbaht adam. Bi’setin altıncı yılında Allah Resûlü’ne (sav) yaptığı eziyet, Hamza’yı (ra) İslam’a kazandırmıştı:

İbni İshak (rh) anlatıyor:

“Bir gün Ebu Cehil, Safa Tepesi’ndeyken Allah Resûlü’ne (sav) rastladığında ona eziyet edip hakaret etmişti. Allah Resûlü (sav), Ebu Cehil’in, dinini ayıplamasıyla ve aşağılamasıyla kötü bir muameleye maruz kalmıştı. Allah Resûlü (sav) ona bir karşılık vermeyince Ebu Cehil onu bırakarak Kâbe yakınındaki meclise gidip oturmuştu. Ancak olayı Abdullah ibni Cudan’ın azatlı cariyelerinden biri duymuştu.

Kısa bir süre sonra Hamza ibni Abdulmuttalib omzunda yayıyla avdan döndü. Zaten o avcılık yapmak için sürekli ava çıkardı. Avdan döndüğünde Kâbe’yi tavaf etmeden, tavafını bitirip Kureyş’in meclisine uğrayıp selam vermeden, onlarla konuşmadan evine gitmezdi. Kendisi Kureyş’in en güçlü genciydi. Abdullah ibni Cudan’ın azatlı cariyesiyle karşılaştığında kadın ona dedi ki: ‘Ey Ebu Umâra![6] Yeğenin Muhammed’in biraz önce Ebu’l Hakem ibni Hişam[7] tarafından nasıl bir muameleye maruz kaldığını keşke görseydin. Muhammed burada otururken geldi, eziyet ve hakaret etti. Hoşlanmayacağı kötü davranışlarda bulundu ve sonra dönüp gitti. Muhammed ise onunla hiç konuşmadı.’

Allah (cc), Nebi’sini (sav) yüceltmeyi dilemişti. Hamza bu duruma çok öfkelenerek hızlıca çıktı ve yolda karşılaştığı hiç kimseyle durup konuşmaksızın yürüdü. Meclise girince topluluğun arasında oturan Ebu Cehil’i gördü ve ona doğru yöneldi. Yanına gelince üzerine dikildi ve hiçbir şey demeden yayını kaldırıp hızlıca başına indirdi ve başını yardı. Bu esnada olayı gören, Ebu Cehil’in kabilesi Beni Mahzum’dan olan bazı kişiler Ebu Cehil’e yardım etmek için kalktılar ve dediler ki: ‘Sana ne oluyor ey Hamza! Seni ancak sapıtmış olarak görüyoruz.’ Hamza şöyle cevap verdi: ‘Onun (yeğenime yaptıklarını) duyduktan sonra bana kimse engel olamaz! (Ebu Cehil’e yönelerek) Ey altına pisleyen! Sen benim yeğenime hakaret ediyorsun öyle mi?![8] Ben de onun Allah’ın Resûlü olduğuna şahitlik ediyor ve hak kelimeyi söylüyorum. Vallahi onu yalnız bırakmayacağım. Şayet gücünüz yetiyorsa bana engel olun (da görelim)!’ Ebu Cehil (büyük bir kavganın çıkmasını engellemek için) dedi ki: ‘Ebu Umâra’ya dokunmayın. Çünkü ben de onun yeğenine çok çirkin hakaretlerde bulunmuştum.’

Bu olaydan sonra Hamza, İslam üzere kaldı ve Allah Resûlü’ne (sav) tabi oldu. Hamza (ra) Müslim olunca Kureyşliler Allah Resûlü’nün güçlendiğini ve artık ona bir şey yapamayacaklarını, Hamza’nın ona yapılan tüm kötülüklere engel olacağını anlamış ve yapacakları kötü şeylerden vazgeçmişlerdi.”[9]

Allah Resûlü (sav), Hamza’nın (ra) hem yeğeni hem de süt kardeşiydi. Başka yollardan da akrabalığı vardı. Bir köşeye çekilip olanları izleyemezdi. Buna binaen akraba hamiyetiyle Allah Resûlü’nü savunmuş ve öfkesi nedeniyle iman ettiğini söylemişti. Hak kelimeyi söylemişti söylemesine, ama evine döndüğünde ne yaptığını düşünmemiş de değildi:

“Sonra Hamza evine dönünce şeytan ona geldi vesvese vererek dedi ki: ‘Sen Kureyş’in efendisisin. Atalarının dinini terk ederek bir sapıtmışa mı uydun? Keşke ölseydin de böyle bir şey yapmasaydın.’ Hamza düşünmeye başlayarak dedi ki: ‘Ben ne yaptım! Allah’ım, şayet bu yaptığım doğruysa bunu kalbime kabul ettir ve benim için ancak bir kurtuluş kıl.’ Hamza bundan önce hiç olmadığı kadar şeytanın vesveseleriyle dolu bir gece geçirdi. Sabah olunca Allah Resûlü’ne gitti ve dedi ki: ‘Ey yeğenim! Şüphesiz ki ben çıkışı olmayan bir yola girdim ve farkında olmadığım bir şey yaptım. Söyle bana, bu yol doğruluk yolu mudur yoksa sapıklık yolu mudur? Bana gerçekten şahitlik edeceğim doğru bir kelime söyle.’ Allah Resûlü kalktı ve Hamza’ya nasihat edip vaazda bulundu, cehennemle korkutup cennetle müjdeledi. Bunlardan sonra Allah Resûlü’nün temenni ettiği gibi Allah, Hamza’nın kalbine imanı yerleştirdi. Hamza dedi ki: ‘Şahitlik ederim ki sen bilenlerin ve doğru söyleyenlerin şehadetiyle en doğru sözlüsün! Dinini ilan et, ey yeğenim! Allah’a yemin olsun ki Güneş ışık saçmaya devam ettiği sürece senin dinine ilk yardım edenlerden olmaktan daha sevimli bir şey yoktur benim için.’ İşte böylece Allah (cc), dinini Hamza’yla kuvvetlendirdi.”[10]

Allah Resûlü’nü (sav) eziyetlerden koruması ve akrabalık bağını gözetmesi, ‘Allah’ım, şayet bu yaptığım doğruysa bunu kalbime kabul ettir ve benim için ancak bir kurtuluş kıl.’ diyerek samimice dua etmesi; belki de o gün Allah’a (cc) öyle sevimli gelmişti ki mükafat olarak hidayeti bahşetmişti El-Hâdî olan Rabbimiz. Hamza’nın, Allah Resûlü’nü insi şeytanlardan koruduğu gibi Allah da Hamza’yı cinni şeytanlardan korumuştu. Çetin vesveselerden kalbini arındırıp, imanı sarp kale gibi göğsüne yerleştirerek nimetini tamamlamıştı ve artık bundan sonra Hamza (ra) için yepyeni bir hayat başlamıştı.

Allah ve Resûl’ünün Aslanı

Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu:

“Nefsimi elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki Hamza ibni Abdulmuttalib, yedi kat semada ‘Allah’ın Aslanı’ ve ‘Allah Resûl’ünün Aslanı’ diye yazılmıştır.”[11]

Allah (cc), Hamza’nın (ra) tabiatını şecaatle yaratmıştı. İslam’ın öncesinde, Allah’ın fıtratına koyduğu bu meziyeti avcılığa sarf ediyordu. Fakat iman ettikten sonra bu özelliğini İslam’a kanalize ederek yiğit bir bahadır olmuştu. Onun İslam’a girmesi bir devrim etkisi yaratmış, müminler rahatlamış, dinlerini açığa vurma imkânı bulmuş, “Allahu Ekber!” nidalarıyla Kâbe’ye yürüyecek kadar güçlenmişlerdi. Allah Resûlü’nden (sav) önce, eşini ve çocuğunu Mekke’de bırakıp Medine’ye hicret etmiş, İslam tarihinin ilk seriyyesi olan Seyfu’l Bahr Seriyyesi’nin komutanı olmuştu. Yaşamı boyunca yaptıklarıyla bu lakabı en fazla hak eden kişi olduğunu ispat etmişti.

O, Furkan Günü bir aslandı

“Bedir Günü, müşriklerden öldürülen ilk kişi, Esved ibni Abdulesed El-Mahzumî oldu. İbn İshak dedi ki: Esved, yaramaz ve kötü huylu bir adamdı. O gün şöyle demişti: ‘Allah’a söz veriyorum ki onların havuzlarından su içeceğim. Bunu yapamazsam o havuzu yıkacak ya da bu uğurda öleceğim.’ Havuza doğru geldiği esnada karşısına Hamza ibni Abdulmuttalib çıktı. Karşılaştıkları zaman Hamza ona bir darbe indirerek ayağını baldırının yarısıyla birlikte kopardı. O ise havuzun önündeydi. Sırtı üzerine düştü. Ayağından arkadaşlarına doğru kanlar akıyordu. Sonra elleri ve dizleri üzerinde havuza doğru süründü. Kendini suya bıraktı. Yeminini yerine getirmek istiyordu. Hamza da peşi sıra gitti. Ona bir darbe daha indirdi. Onu havuzun içinde öldürdü.

Bu durumu gören Utbe ibni Rebia galeyana gelip cesaretini göstermek istedi. Kardeşi Şeybe ibni Rebia ve oğlu Velid ibni Utbe ile birlikte saftan ayrılıp Müslimleri mübarezeye çağırdı. Bunun üzerine Ensar’dan üç genç yiğit onların karşısına çıktı. Bunlar, Haris’in oğulları Avf ile Muaz (annelerinin ismi Afra’dır) ve Abdullah ibni Revaha idi. Kureyşliler bunlara sordular: ‘Siz kimlersiniz?’ Gençler, ‘Ensar’dan bir topluluğuz.’ dediler. Onlar da ‘Sizinle alıp veremediğimiz bir şey yok.’ dedi. Sonra Kureyşlilerden biri yüksek sesle bağırdı: ‘Ey Muhammed! Bize kavmimizden dengimizi karşımıza çıkar!’ Bunun üzerine Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Kalk, ey Ubeyde ibni Haris! Kalk, ey Hamza! Kalk, ey Ali!’ ‘Bu üç kişi yerlerinden çıkıp müşriklere yaklaştıklarında Kureyşliler dediler ki: ‘Siz kimsiniz?’ Ubeyde dedi ki: ‘Ubeyde’yim!’ Hamza dedi ki: ‘Ben Allah’ın aslanıyım, Resûlullah’ın aslanıyım, Abdulmuttalib oğlu Hamza’yım!’ dedi. Ali de dedi ki: ‘Ben Ali’yim! Allah’ın kulu, Resûlullah’ın kardeşiyim!’ Bunun üzerine onlar, ‘Güzel, şerefli emsallersiniz.’ dediler.

Ubeyde kavmin en yaşlısıydı ve Utbe ibni Rebia ile karşı karşıya geldi. Hamza, Şeybe ibni Rebia ile karşı karşıya geldi. Ali ise Velid ibni Utbe ile karşı karşıya geldi. Hamza, Şeybe’yi kısa zaman içinde öldürdü. Ali de aynı şekilde Velid’i öldürdü. Ubeyde ile Utbe ise vuruştular, ancak ikisi de birbirlerini yerlerinden kımıldayamayacak hâle getirmişlerdi. Hamza ile Ali kılıçlarıyla Utbe’ye hücum ettiler ve öldürdüler. Arkadaşlarını ise yüklenip taşıdılar. Allah hepsinden razı olsun.”[12]

İşte o gün öyle bir yiğitlik göstermiştir ki Hamza (ra) ve arkadaşları, Allah (cc) müminlerin kıyamete kadar okuyup kendilerini hatırlayacağı bir ayet indirdi yüce kitabında:

Ebu Zerr (ra) yemin etmiş ve demiştir ki: “ ‘Bu ikisi, Rableri hakkında kavgaya tutuşan iki hasımdır…’[13] ayeti Bedir Günü mübareze yapan Hamza, Ali ve Ubeyde hakkında inmiştir.”[14]

O, Uhud Günü bir aslandı

Hicretin 3. yılında Şevval ayının bir cumartesi sabahı ordular karşı karşıya geldi. Allah Resûlü (sav) ve ashabı üç bin kişinin karşısına yedi yüz kişi ile çıktılar. Kureyş’in meşhur süvarisi ve sancaktarı Talha ibni Ebi Talha meydana atılıp mübareze teklif etti. Resûlullah’ın (sav) havarisi Zübeyr ibni Avvam onun karşısına çıkıp kibriyle birlikte onu yere devirdi. Ardından sancağı Talha’nın kardeşi Osman ibni Ebi Talha aldı. Onun karşısına da Hamza ibni Abdulmuttalib çıktı. Omzuna vurduğu bir darbe ile yere serdi.[15] Hamza, müşrik ordusunun kalbine varmış benzeri görülmeyecek şekilde onları dağıtıyor, püskürtüyordu. Yeğeni, amcasına boşuna bu lakabı vermemiş, iki elinde iki kılıç, aslan gibi savaşın ortasında kükrüyordu:

Sa’d ibni Ebi Vakkas (ra) anlatıyor: “Hamza ibni Abdulmuttalib Uhud Günü Allah Resûlü’nün önünde iki kılıçla çarpışıyor ve ‘Ben Allah’ın aslanıyım!’ diyordu. ”[16]

Hind binti Utbe (ra)[17], Bedir Savaşı’nda Hamza’nın, babası Utbe ibni Rebia’yı öldürmesinden sonra Hamza’yı öldür(t)üp ciğerini yiyeceğine ant içmişti.[18] Cübeyr ibni Mut’im[19] (ra) ise amcası Tuayme ibni Adiy’i öldürmesinden sonra Hamza’ya karşı öfkeyle dolmuştu. İntikamlarını yerine getirmesi için Cübeyr ibni Mutim’in kölesi Vahşi ibni Harb’i tutmuşlardı. Hind, en değerli gerdanlığını, Cübeyr ise özgürlüğünü vadetmişti. Henüz cahiliyede olan Vahşi (ra) bu teklifi mecburen kabul etmişti.

Hamza’nın nasıl bir mert olduğuna Uhud meydanı şahitlik ediyordu. Böyle bir kamet sergilerken şehadet vakti yaklaşıyor, ecel rüzgârları şehitlerin efendisi için esiyordu. Savaş esnasında Vahşi, Hamza’yı gözlüyor ve mızrağını kendisine saplamak için fırsat kolluyordu. Fırsatını bulduğunda mızrağını atmış ve Hamza’yı vurmuştu. O anı yıllar sonra tabiin gençlerine anlatacaktı. Onlarla birlikte olayı Vahşi’nin kendi dilinden dinleyelim:

“…Resûlullah’a (sav), bu olayı bana sorduğu zaman anlattığım gibi size de aynı şekilde anlatacağım. Ben Cübeyr ibni Mut’im’in kölesiydim. Amcası Tuayme ibni Adiy, Bedir Savaşı’nda Hamza tarafından öldürülmüştü. Kureyşliler Uhud’a yürüdüklerinde Cübeyr bana şöyle dedi: ‘Eğer Muhammed’in amcası Hamza’yı amcamın intikamını almak için öldürürsen özgürlüğüne kavuşursun!’

Ben de halkla birlikte yola çıktım. Ben Habeşli biriydim. Mızrağı Habeşlilerin atışı gibi atar, hedefi şaşırdığım çok nadir olurdu. İnsanlar karşı karşıya geldiğinde ortaya çıktım. Hamza’yı gözetliyor ve ona bakıyordum. Nihayet onu bir topluluğun yanında gördüm. Boz erkek deve gibi savaş meydanında belli oluyordu. Milleti kılıçtan geçiriyor, hiç kimse ona karşı dayanamıyor, karşısında duramıyordu. Ben onun için hazırlanıyor, onu hedefliyor ve ondan bir ağaç ya da bir taş ile gizleniyordum. Bu esnada Siba’ ibni Abduluzza benden önce ona doğru gitti. Hamza onu görünce ona, ‘Gel, ey sünnetçi kadının oğlu!’ dedi ve hemen ona bir darbe indirdi. Vurmayı ve kesmeyi öyle hızlı yaptı ki sanki kılıç hiç hedeften şaşmadı. Dün gibi yok oldu adam. Nihayet ona vuracağıma tam kanaat getirdiğim anda mızrağı üzerine fırlattım. Göbeği ile kasığı arasına girdi, iki ayağının arasından çıktı. Ağır ağır bana doğru gelmeye başladı ve olduğu yere yığıldı. Ben onu ve mızrağımı öylece bıraktım. O da orada öldü. Sonra yanına geldim ve mızrağımı aldım. Daha sonra ordugâha döndüm ve orada oturdum. Artık işimi tamamlamıştım. Yapacak başka bir şeyim yoktu. Çünkü onu da ancak özgürlüğüme kavuşayım diye öldürdüm.

Mekke’ye geldiğim zaman özgürlüğüme kavuştum. Sonra Mekke’de ikamet ettim. Nihayet Resûlullah (sav) Mekke’yi fethettiği zaman Taif’e kaçtım ve orada bekledim. Taif’in elçileri Resûlullah’ın yanına Müslim olmak için gittikleri zaman bütün yollar bana kapandı. Kendi kendime dedim ki: ‘Artık Şam’a ya da Yemen’e veya herhangi bir beldeye giderim.’ Vallahi ben bu düşüncedeyken bir adam bana dedi ki: ‘Yazıklar olsun sana! Vallahi Muhammed, dinine giren ve şahadet getiren hiçbir kimseyi öldürmüyor!’

Adam bunu bana söylediği zaman yola çıktım. Medine’ye Resûlullah’ın (sav) yanına geldim. Onun baş ucunda durdum ve ayakta hak şahadeti getirdim. Bundan başka bir söz işitmedi benden. Beni görünce dedi ki: ‘Sen Vahşi misin?’ ‘Evet, ey Allah’ın Resûlü!’ dedim. ‘Otur, bana Hamza’yı nasıl öldürdüğünü anlat!’ dedi. Ben de onu size anlattığım gibi anlattım. Sözümü bitirdiğim zaman dedi ki: ‘Yüzünü bana göstermemeye güç yetirebilir misin?’

Onun yanından çıktım. Resûlullah (sav) her neredeyse ben oradan kaçıyordum ki beni görmesin. Nihayet Allah onun ruhunu kabzedinceye kadar böylece kaçmaya devam ettim…”[20] [21]

Şehitlerin Efendisi

İşte böyle ebedî hayat rıhlesi başlamıştı Hamza’nın (ra). İman ettiğinde bir söz vermişti Allah Resûlü’ne (sav), “Allah’a yemin olsun ki Güneş ışık saçmaya devam ettiği sürece senin dinine ilk yardım edenlerden olmaktan daha sevimli bir şey yoktur benim için.” demişti. Bu sözünün bedelini İslam’la geçen on yıllık hayatının her zerresiyle ve kanının son damlasıyla ödemişti. Şehadetle taçlandırmıştı ömrünü. Allah Resûlü (sav) onun cansız bedenine bakıp şöyle buyurmuştu:

“Allah’ın yanında Kıyamest Günü şehitlerin efendisi, Hamza ibni Abdulmuttalib’tir.”[22]

İşte böyledir şehit, en değerli varlığı olan canını dinine/davasına feda ederek şahit kılar. Bunun hakkını en iyi verenlerden biri de yine Hamza’dır (ra). Çünkü öyle takdim etmiştir canını; Allah Resûlü (sav) şayet halası Safiyye’yi üzecek olmasa onun paramparça olan bedenini bir araya getirip defnetmek istememiştir ki Kıyamet Günü her bir parçası onun fedakârlığına şahitlik etsin:

Enes (ra) anlatıyor:

“Uhud Günü Allah Resûlü, Hamza’nın organlarının bir kısmı koparılmış ve bir kısmı tahrip edilmiş cesedini görünce başında durdu ve şöyle dedi: ‘Safiyye’nin üzülmeyeceğini bilseydim, Allah onu Kıyamet Günü yırtıcı hayvanların ve kuşların karınlarından çıkarıp haşretsin diye öylece bırakırdım.’ ”[23]

İşte tam burada bir soru sormalı: Onların iman ettiği gibi iman etmekle yükümlü olan[24] bizler ne kadar şehadeti arzuluyoruz? Bu arzuyla birlikte ne kadar şehit gibi yaşıyoruz? Dinin zirvesi olan bu rütbe bizim hayallerimizi ne kadar süslüyor? İmanın istikameti bu sorulara verilen cevaplarla orantılıdır. Resûlullah (sav) bile kendisine nübüvvet makamı verilmesine rağmen bu makam için iç çekmiştir:

“Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin olsun ki şayet Müslimlere eziyet verecek olmasaydım Allah yolunda gaza eden hiçbir seriyyenin ardından ebediyen geri kalmazdım! Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki Allah yolunda şehit olmak, sonra diriltilip tekrar şehit olmak ve yine diriltilip tekrar şehit olmak isterdim.”[25]

Zaten ahirette şu nimetlere sahip olacağına inanan her müminin, kalbinde bu aşkı taşımaması mümkün değildir:

Mesrûk’tan (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Abdullah ibni Mesud’a ‘Allah yolunda öldürülen (şehitleri) ölüler sanma. (Hayır, öyle değil!) Bilakis, onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar.’[26] ayeti hakkında sordum ve şu cevabı verdi: ‘Biz de bunu Allah Resûlü’ne (sav) sorduk ve o şöyle buyurdu: ‘Onların (şehitlerin) ruhları yeşil kuşların içindedir. Bu kuşların Arş’ta asılı kandilleri vardır. Cennete uçup istedikleri gibi gezip dolaşırlar, sonra geri dönüp o kandillerine konarlar. Rableri onlara bir bakış bakar ve şöyle buyurur: ‘Bir şey arzuluyor musunuz?’ Onlar, ‘Daha ne isteyeceğiz? Cennette istediğimizi yiyip gezip tozuyoruz, muazzam bir hayat sürdürüyoruz.’ derler. Allah (cc) aynı soruyu üç kere sorduktan sonra devamlı kendilerine sorulacağını anlar ve şöyle derler: ‘Ya Rabbi! Senden dileğimiz, ruhlarımızı bedenimize tekrar döndür de yine senin yolunda savaşıp şehit düşelim.’ Allah da onların bundan başka dilekleri bulunmadığını görünce onları o hâl üzere terk eder.”[27]

Elbette kıymetli olan her şeyin bir bedeli olduğu gibi bu nimetlere erişmenin de bir bedeli vardır: Şehitliği arzulamak[28] ve şehit gibi yaşamak…

Hamza’dan (ra) Sonra Başka Bir Ölü İçin Ağlamasınlar

Öyle şiddetli bir gündür ki Uhud, Aişe annemize (r.anha), “Ey Allah’ın Resûlü! Uhud Günü’nden daha şiddetli bir musibet başına geldi mi?”[29] sorusunu sordurmuştur. Allah Resûlü (sav) yetmişten fazla sahabisini toprağa vermiş, canından bir parça olan amcası Hamza’yı (ra) kendi elleriyle defnetmiştir. Parça parça kesilen bedenini toprağın altına koyarken yiğitler yiğidi amcasının üzerini örtecek bir bez parçası dahi bulamamıştır:

Enes ibni Malik (ra) anlatıyor:

“Allah Resûlü (sav) Uhud Günü Hamza’nın müsle yapılmış bedeninin yanına geldi ve başında durdu… Sonra çizgili bir elbise parçası istedi ve onunla kefenledi. Elbiseyi başına çekseler ayağı, ayağına çekseler başı açık kalıyordu. O kadar çok ölü vardı ki kefenlemek için elbise yetmiyordu. İki, üç veya daha fazla kişi tek bir elbise ile kefenleniyordu…”[30]

Ateş düştüğü yeri yakar. Allah Resûlü (sav) kendi üzüntüsüne bir de halasının üzüntüsü eklenmiş, kendisiyle birlikte Ali ve Zübeyr (r.anhuma) ne yapacaklarını bilememiştir:

İbni Abbas (ra) anlatıyor:

“Uhud Günü Hamza şehit edildiğinde Safiyye onu aramaya koyuldu. Onun ne yaptığını bilmiyordu. Derken Ali ve Zübeyr ile karşılaştı. Ali, Zübeyr’e, ‘Annene sen söyle!’ dedi. Zübeyr, ‘Hayır hayır, halana sen söyle!’ dedi. Safiyye, ‘Hamza ne yaptı?’ diye sordu. Onlar da bilmedikleri şeklinde görüş bildirdiler. Peygamber (sav) geldi, ‘Onun aklını kaybetmesinden korkuyorum.’ dedi. Elini göğsünün üzerine koyup ona dua etti. Safiyye, ‘İnna lillah’ dedi ve ağladı… Allah Resûlü şehitlerin toplanmasını emretti ve onların cenaze namazını kıldırdı. Dokuz kişiyi Hamza ile beraber koyuyor ve onların üzerine yedi defa tekbir getiriyordu. Sonra o dokuz kişi kaldırılıyor, Hamza orada bırakılıyordu. Tekrar dokuz kişi getiriliyor ve onların cenaze namazını kılmak üzere tekbir alıyordu. Bu durum onların hepsinin cenaze namazını kılıncaya kadar devam etti.”[31]

Allah Resûlü (sav) Hamza’nın kabrini gözyaşlarıyla ıslatmış ve öylece Medine’ye gelmiştir. Bir parçasını Uhud’da bırakmış, üzüntüsü dinmemiş hem ağlamış hem ağlatmıştır:

“Resûlullah Uhud’dan döndüğünde Ben-i Abduleşhel’in kadınlarının, ölüleri için ağladıklarını duydu ve ‘Ne yazık ki Hamza’nın hiç ağlayanı yok.’ dedi. Biz Ensar kadınları da onun yanına giderek Hamza için ağlamaya başladık. Bir süre sonra o uyudu. Uyandığında kadınlar hâlâ ağlıyorlardı. Bunu görünce ‘Yazık bunlara, hâlâ burada ağlıyorlar mı?! Onları gönderin, evlerine dönsünler. Bugünden sonra bir daha da başka bir ölü için ağlamasınlar.’ dedi.”[32] [33]

“Hamza’ya ağıt yakanlar hariç, övgü dolu sözlerle ağıt yakan her kadın yalancıdır.”[34]

Hamzalar bitmemeli. Yaşamı ve ölümüyle bıraktığı mesajlar unutulmamalı. Şehadetiyle şahlanan hayatlara özlem duyulmalı. Tıpkı onun gibi, Rabbe (cc) layık kul, Nebi’ye (sav) layık ümmet olmalı.

Selam olsun Hamza’ya!

Rabbimiz bizleri de onun menzilesine ulaştırsın.

 


[1] .74/Müddessir, 1-2

[2] .Şehirlerin anası, Kur’ân’ı Kerim’de Mekke için zikredilen bir isim, bk. 6/En’âm, 92; 42/Şûrâ, 7

[3] .61/Saff, 7-9

[4] .Buhari, 3062; Müslim, 111

[5] .26/Şuarâ, 214

[6] .Hamza’nın künyesi

[7] .Ebu Cehil’in künyesi

[8] .İbni Hişam, Es-Sire 1/291

[9] .Hakim, 4825; Taberani, 2926

[10] .Hakim, 4825; Taberani, 2926

[11] .Hakim, 4845; Taberani, 2952

[12] .El-Bidaye ve’n Nihaye, 3/8

[13] .22/Hac, 19

[14] .Buhari, 3698; Müslim, 5367

[15] .El-Bidaye ve’n Nihaye, 4/1

[16] .Hakim, 4827; İbni Sad 3/16

[17] .Hind binti Utbe, Mekke’nin fethinden sonra Müslim olmuştur.

[18] .El-Bidaye Ve’n Nihaye 3/8

[19] .Cübeyr ibni Mut’im Hudeybiye anlaşmasından sonra iman etmiş, güzel bir Müslim olmuştur.

[20] .Buhari, 4072; Ahmed, 15647

[21] .Vahşi (ra) daha sonra bu yaptığına karşılık Müseylemetu’l Kezzab’ı öldürmüştür. Böylece bu hatasını telafi etmiştir.

[22] .Hakim, 4847

[23] .Zehebi, Siyeru A‘lâmi’n Nubelâ, s. 39

[24] .“Şayet onlar (misli misline), sizin iman ettiğiniz gibi inanırlarsa, hidayete ererler. Yüz çevirirlerse, onlar ancak bir ayrılık içinde olurlar. Onlara karşı Allah sana yetecektir. O (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.” 2/Bakara, 137

[25] .Buhari, 36; Müslim, 1876

[26] .3/Al-i İmrân, 169

[27] .Müslim, 1887

[28] .“Bütün kalbiyle şehit olmayı isteyen kişiyi Allah, yatağında ölse bile şehitler mertebesine ulaştırır.” (Müslim, 1908)

[29] .Müslim, 1795

[30] .Tirmizi, 1016; İbni Sad, 3/7

[31] .İbni Sad, 3/12

[32] .İbni Mace, 1591; Ahmed, 5413; Hakim, 1339

[33] .Ölünün ardından bağırarak ağıt yakmak, üst baş yırtıp kendine zarar vermek bu olaydan sonra yasaklanmıştır.

[34] .İbni Sad, 3/17

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver