Bi’ri Maune Vakıası

Hamd Allah’a; salât ve selam, O’nun Resûl’üne olsun…

Recî’ Vakıası üzerinden henüz çok kısa bir süre geçmişti ki İslam toplumunu derinden yaralayan başka bir ihanet daha vuku buldu. Ebû Berâ Medine’ye gelip Allah Resûlü’nden kavmi için davetçi istedi. Akabinde Recî’de yaşanan benzer bir olay daha tarihe geçmiş oldu. Önceki yazımızda bir kısmını incelediğimiz ve Bi’ri Maune olarak adlandırılan bu olayın kalan kısmını siyer kitaplarımızdan aktaralım. Sonrasında da her zamanki gibi hangi dersler çıkarmamız gerektiğine dair notlarımızı paylaşalım:

“Sahabiler gitti ve Ben-i Âmir’in yurdu ile Ben-i Süleym’in arazileri arasında olan Bi’ri Maune’de konakladılar. Sahabiler kuyunun başına indiklerinde Haram ibni Milhan’ı Allah Resûlü’nün (sav) mektubuyla, Allah düşmanı Âmir ibni Tufeyl’e gönderdiler. Âmir mektuba bakmadı bile. Üstelik Milhan’ın üzerine saldırıp onu öldürdü. Haram ibni Milhan ölüm darbesini alınca, ‘Allahu Ekber! Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki ben kazandım!’ diye bağırdı.

Sonra Âmir, Müslimleri kuşatmak için Ben-i Âmir’den yardım istedi. Ebû Berâ, Allah Resûlü (sav) ile sözleşme yapıp onları koruma sözü verdiği için Ben-i Âmir kendilerine yapılan teklifi kabul etmedi ve şöyle dediler: ‘Ebû Berâ’nın ahdini asla bozmayız.’

Ben-i Âmir’den yardım göremeyen Âmir bu kez Ben-i Süleym, Usayy, Ri’l ve Zekvan Kabilelerini Müslimlere karşı yardıma çağırdı. Ben-i Lıhyan’dan da yardım istedi. Onlar bu hususta Âmir’e icabet ettiler. Topluca çıkıp sahabilerin etrafını çevirdiler. Sahabileri yolculukta (savaşa hazırlıksızken) kuşattılar. Sahabiler (r.anhum) müşrikleri gördükleri zaman hemen kılıçlarını alıp savaştı ve en sonuncusuna varıncaya kadar şehit edildiler. Sadece Ben-i Dinar ibni Neccar’ın kardeşi olan Ka’b ibni Zeyd geriye kaldı. Çünkü müşrikler onu canı çıkmak üzereyken bıraktılar. O da ölülerin arasında yaralı olarak kaldı. Ka’b ibni Zeyd (ra) Hendek Günü’nde öldürülünceye kadar yaşadı.

Amr ibni Umeyye Ed-Damrî ve Münzir ibni Muhammed, Müslimlerin otlağına çıkmışlardı. Olayın olduğu yerde kartalların dönüp dolaştığını fark ettiler ve ‘Vallahi bu kartallarda elbette bir iş vardır.’ dediler. Bunun üzerine oraya gidip baktılar ve sahabileri kanlar içerisinde öldürülmüş olarak buldular. Kendilerine bir kalleşliğin yapıldığı gözler önündeydi.

Bunun üzerine Münzir ibni Muhammed, Amr ibni Umeyye’ye, ‘Ne dersin?’ dedi.

Amr ibni Umeyye de dedi ki: ‘Allah Resûlü’ne dönüp durumu ona haber vermeyi uygun görüyorum.’

Münzir ibni Muhammed, ‘Ben ise Münzir ibni Amr’ın öldürüldüğü bir yerden dönemem. Bu adamlardan onun haberini soracak da değilim.’ dedi.

Sonra da müşriklerle savaştı ve öldürüldü. Amr ibni Umeyye ise esir düştü. Mudar’dan bir kimse olduğunu onlara haber verdiği zaman Âmir ibni Tufeyl, annesinin bir adağını yerine getirmek için onu kölelikten azat etti.

Amr ibni Umeyye de oradan ayrıldı. Kanat Vadisi’nin başlangıcındaki Karkara denilen yere varınca Ben-i Âmir’den iki kişiye rastladı. Âmirlilerin Allah Resûlü (sav) ile bir antlaşma ve kefaletleri vardı. Fakat Amr ibni Umeyye bunu bilmiyordu.

Amr ibni Umeyye onlara, ‘Siz kimlersiniz?’ diye sordu.

Onlar da, ‘Ben-i Âmir’iz.’ dediler.

Amr ibni Umeyye, uyudukları zaman onların üzerlerine saldırıp onları öldürdü. Bunu Allah Resûlü’nün ashabının başına getirdikleri şeylerden dolayı Ben-i Âmir’den intikam almak için yapmıştı. Amr ibni Umeyye Allah Resûlü’nün yanına gelip de olanları ona haber verdiği zaman Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘Öyle iki kişiyi öldürdün ki onların diyetlerini ödemen lazım.’

Allah Resûlü (sav) Bi’ri Maune faciasını öğrenince dedi ki: ‘Bu, Ebû Berâ’nın yaptığıdır. Ben bunun yaptığını sevmedim, (çekindim).’

Âmir ibni Tufeyl’in Müslimlere saldırıp onları öldürmesi sebebiyle Ebû Berâ’nın Müslimlerle yapmış olduğu antlaşmanın bozulduğu haberi Ebû Berâ’ya ulaştığında bu durum ona ağır geldi.”[1]

“Bi’ri Maune faciası akabinde Cibril (as) vesilesiyle onların haberi Allah Resûlü’ne (sav) geldi. Allah Resûlü de onların öldürüldüklerini sahabilerine bildirdi ve şöyle buyurdu: ‘Arkadaşlarınız müşriklerle karşılaşıp öldürüldüler. Ve onlar Rabblerinden istekte bulundular da ‘Ey Rabbimiz! Bizim tarafımızdan bizim sana kavuştuğumuzu ve senden razı olduğumuzu senin de bizden razı olduğunu dünyadaki kardeşlerimize haber ver.’ dediler. Rabbleri de Cibril vasıtasıyla onların hâlini haber verdi.’

Allah Resûlü (sav) bu müşrikler aleyhine bir ay boyunca namazında rükûdan sonra beddua ederek kunut yaptı.”[2]

Allah Resûlü (sav) ve ashabı Mekke’de türlü türlü eziyetlerle karşılaştılar. Bazen hakaret, alaya alınma gibi psikolojik işkenceler görürken bazen de fiilî olarak eziyetlerle karşılaştılar. Bu eziyetler öyle bir raddeye geldi ki artık davetin de tıkanmasıyla beraber hicret gerçekleşmiş oldu. Ancak burada genel bir yanılgı vardır: “Mekke Dönemi eziyet, Medine Dönemi ise refah dönemidir.” Hayır, sadece imtihan, Medine Dönemi’nde değişiklik göstermiştir. Sıkıntılar ise hiçbir zaman bitmemiştir. Çünkü imtihan, imanın ayrılmaz bir parçasıdır.

İşte bu imtihanlardan birisi de hainlik ve bunun neticesinde mal ve canlardan eksilmedir. Allah Resûlü (sav) ve ashabı hem savaşlarda hem de davet sahasında bu sorunla karşılaştılar. Münafıklar savaş meydanlarında defalarca Allah Resûlü’nü (sav) yalnız bıraktılar. Aynı şekilde Bi’ri Maune ve Recî’ Vakıalarında olduğu gibi davet sahasında da aynı hainliği gördüler.

Bu imtihanların çeşitliliği, geçmişinden tecrübe alıp kendisini geleceğe hazırlayan her mümin için ufuk açıcıdır. Zihnî hazırlığını yapmak isteyen bir kimse süreç içinde hainlikle de karşılaşacağını unutmaz ve o hâli yaşadığında daha az sarsılır.

Bi’ri Maune Vakıası’nda dikkat çekici başka bir nokta ise Allah Resûlü’nün (sav) vahiyle direkt muhatap olan bir kimse olmasına rağmen bu faciaları önceden bilememesi ve engelleyememesidir. Ne yazık ki gayba dair bilginin günümüzde bazı velilere, şeyhlere ya da Allah dostlarına(!) verildiğini iddia edenler siyer tarihindeki bu ve buna benzer onlarca hadiseyi görmezden gelmektedir. Daha da önemlisi buna açık bir şekilde işaret eden ayetleri hiç dikkate almamaktalardır:

“De ki: ‘Ben kendime, Allah’ın dilemesi dışında ne fayda ne de zarar verme gücüne sahibim. Şayet gaybı biliyor olsaydım, hayrı çoğaltırdım/daha fazla mal toplardım ve hiçbir kötülük bana dokunmazdı. Ben, yalnızca inanan bir topluluk için uyarıcı ve müjdeciyim.’ ”[3]

“(O,) gaybı bilendir. Gaybına hiç kimseyi muttali kılmaz. Ancak resûlleri arasından razı olup (seçtikleri) müstesna. Çünkü (gayb bilgisine muttali olan elçinin) önünde ve arkasında (onu koruyan) gözetleyiciler kılmıştır.”[4]

Ayetlerden net bir şekilde anlamaktayız ki gaybı Allah’tan (cc) başka kimse bilemez. Ancak O (cc), resûllerine buna dair bir bilgi vermişse bu müstesna. Öyleyse günümüzde hiçbir beşer kendisinde gayb bilgisi olduğunu iddia edemez.

Allah Resûlü (sav) bir hadisinde mümini hurma ağacına benzetmektedir. Bu benzetmedeki asıl gaye müminin her hâlinin hayır olmasıdır. Okuduğumuz kıssa bunun güzel ve çarpıcı bir örneğini bize göstermektedir:

“Müslimlerin öldürüldüğü gün Âmir ile birlikte hazır bulunan kimselerin içinde Cebbâr da vardı. Cebbâr daha sonra Müslim oldu. O şöyle diyordu:

‘Şüphesiz ki Müslim olmamın sebebi şu olmuştur: Ben o gün Müslimlerden bir adamı iki omuzu arasından vurdum ve süngünün ucundaki demir onun göğsünden çıktığı zaman ona baktığımda şöyle dediğini işittim: ‘Vallahi ben kazandım!’

Ben dedim ki: ‘Neyi kazandın? Ben seni öldürmedim mi?’

Sonra onun bu sözünü sorduğumda dediler ki: ‘O, şehadeti kazandığını söylemiştir.’ ”[5]

Bir mümin ölüm ânında dahi birileri için hayat kaynağı hâline gelebilmektedir. Aynı zamanda bu hadise müminin dünyaya bakış açısını da gösterir. Dünya bir bütün olarak imtihandır. Çabucak bitmesini ümit ettiği ve bir ân önce kurtulup da ebedî saadete erişmeyi umduğu ara duraktır. Bu bilince sahip bir birey tabii ki Allah yolunda şehit olmaya çok yakın olduğunu gördüğü ân, bunu bir müjde olarak görecektir. Dünyaya bağlı olarak yaşayan bir müşrikin algılayamayacağı yücelikte bir hâldir bu.

Bu kıssadan çıkartacağımız son ders ise yaşanılan olayın ağırlığına rağmen Allah Resûlü’nün (sav) anlaşmalara olan bağlılığı hakkındaki hassasiyetidir. Yaşanılan olaya direkt olmasa da dolaylı olarak sebebiyet veren bir kavimden iki kişinin katledilmesini bile hoş görmemiş, yapılan anlaşmaya işaret etmiştir.

Bugün insanlığın ihtiyacı olan devanın İslam olduğunu işte bu parlak tablolar anlatmaktadır. Ancak sorun, bu tabloların sadece İslam tarihinin belli bir zamanına sıkışıp menkıbe olarak anlatılmaktan öteye geçilememesidir. Müslimler siyerde gördüklerini hayatlarına pratize etmeye başladıkları ânda fiilî olarak en iyi daveti zaten yapmış olacaklardır. Tabii müşriklere verilen sözleri ne olursa olsun tutmayı başarabilmek için ilk adım, Müslimlerin iman ehli kardeşlerine verdiği sözlere sadık kalmasıdır.

Duamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.


[1]. Siret-i İbn-i Hişam, 3/261-263

[2]. Buhari, 4093

[3]. 7/A’râf, 188

[4]. 72/Cin, 26-27

[5]. Siret-i İbn-i Hişam, 3/263-264

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver