Bir Devrim: Namaz

اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ

“Onlar ki; namazlarında huşu içerisindelerdir.”[1]

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Geçen ayki yazımızda, Mu’minûn Suresi’nin ilk ayetinde müminlerin hakiki anlamda başarıya ulaştıklarını ve imanlarıyla değer kazandıklarını anlatmıştık. Okuyacağımız müteakip ayetlerde ise kurtuluşun ve başarının sadece imana bağlı olmadığını, bu imanın bazı vasıflara sahip olması gerektiğini göreceğiz.

İnsanın iç dünyasındaki değişim ve dönüşüm, iman ve tevhidle gerçekleşirken bu değişimin hayatındaki dışa vurumu, yani devrimi, namazla gerçekleşir. Şuayb’ın (as) davetini buna örnek olarak verebiliriz. Şuayb (as), Medyen Kavmi’ni tevhide davet ettiği zaman kavmi ona şu cevabı vermişti:

“Demişlerdi ki: ‘Ey Şuayb! Atalarımızın ibadet ettiği (putları) ve mallarımızda dilediğimiz gibi tasarruf etmeyi bırakmayı, namazın mı sana emrediyor? Şüphesiz ki sen, yumuşak huylu ve olgun/aklı başında bir adamsın.’ ”[2]

Müşrikler, Şuayb’ın (as) ve yanında yer alan müminlerin hayatındaki değişimi/devrimi namazla ilişkilendirdiler. Zira müşriklerin dediği gibi müminler kimsenin işine karışmayan, yumuşak başlı ve kendi hâllerinde kimselerdi. Ama bir gün, kavimlerinin karşısına dikildiler ve devrim yaptılar. Onların şirk sistemlerine ve cahiliye anlayışlarına karşı çıktılar. Müşrikler, “Namaz kıldığınız için mi böyle değiştiniz?” diyerek bu değişimi namazdan başka bir şeyle açıklayamadılar.

Onlar ki; namazlarında huşu içerisindelerdir.

Kurtuluşa eren müminlerin ilk vasfı olarak Rabbimiz (cc) namazı zikretmiştir. Namaz, kulun maddi ve manevi tüm hayatında ciddi bir etkendir. Varlığı ile yokluğu arasında çok ciddi bir fark olduğu gibi namazın niteliğinin de çok önemli bir etkisi vardır. Hakiki başarıyı ve kurtuluşu elde eden mümin kulların namazına huşu hâkimdir.

İnsan, yaratılışı itibarıyla içinde fücuru ve kötülüğü barındırır:

“Ona hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene (tüm bunlara andolsun ki),”[3]

İnsan acelecidir:

“İnsan hayra dua ettiği gibi, (öfkelenip sıkıldığında beddua ederek) şerre de dua eder. İnsan çok acelecidir.”[4]

İnsan bencil ve cimridir:

“Şüphesiz ki insan, helu’ (sabırsız/aceleci, bencil) olarak yaratılmıştır.”[5]

İnsan sabırsızdır, başına bir sıkıntı geldiği zaman hemen vaveyla koparır!

“Ona bir şer dokundu mu (sabredip ecrini Allah’tan beklemez), vaveylayı koparır.”[6]

İnsanın yaratılışı bu hâl üzereyken kurtuluşa ermesi mümkün değildir. Ancak namaz kılanlar müstesna…

“Ancak namaz kılanlar hariç. Onlar ki; namazlarında sürekli olanlardır.”[7]

İnsan, yaratılışı gereği sahip olduğu fücurdan ve kötülüklerden ancak namazla kurtulabilir. Lakin bu namaz, herhangi bir namaz değildir; huşuyla kılınan namazdır.

Huşu kavramı, namazla özdeşleşmiş bir kavramdır. Öyle ki, namazın vaciplerinden olup olmadığı dahi âlimler arasında tartışılmıştır. Huşu, h-ş-a kökünden türetilir. Bu kök alçalmak, boyun eğmek anlamlarına gelir.[8]

Okuduğumuz ayet-i kerimenin tefsiri hakkında İbni Abbâs’tan (ra) şöyle nakledilmiştir:

“Korku ve sükûnet içindelerdir.”[9]

İbni Abbâs’ın (ra) öğrencisi Mucâhid’ten (rh) ise şöyle aktarılmıştır:

“İbni Zubeyr namaza durduğu zaman odun gibi hareketsiz olurdu. Ebû Bekir’in (ra) böyle olduğunu söylerdi. Denirdi ki: ‘Namazda huşu işte budur.’ ”[10]

Huşuyla kılınan namaz, kulun kalbinin sükûnet bulması ve namaz dışındaki şeylerle bağını koparmasıdır. Kalbin Rabbinin merhametini umması; azabından sakınmasıdır. Bu da ancak kalbin hayırla meşgul olmasıyla olur. Kişinin namaz içerisindeyken farklı düşüncelere dalması, huşuyla namaz kılmasına engel olacaktır.

Huşuyla namaz kılmak, kulun bedeninde de sükûnet içerisinde olmasıdır. Arş’ın Rabbi olan Allah’ın (cc) huzurunda olduğunun farkında olması ve o makamın edebine uygun bir şekilde davranmasıdır. Namazlarında gaflet içerisinde olanlar, namaz kılarken öylesine, sıradan bir iş yapar gibi sağına soluna bakar, esner, elbisesiyle ve sakalıyla oynar. Ancak kendinden büyük bir yöneticinin veya işvereninin karşısına geçtiğinde el pençe divan durur, ne dediğini dinler, dikkat kesilir. İşte bu, kulun Rabbine karşı nankörlüğü ve gafletinden başka bir şey değildir. Kişi, kıldığı namazın hayatında maddi ve manevi yansımalarını/faydalarını görmek istiyorsa namazını huşuyla kılması gerekir.

Huşuyla kılınan namaz, sahibini günahlardan ve kötülüklerden koruyacaktır:

“Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz ki namaz, insanı fuhşiyat ve münkerden alıkoyar. (Kıldığınız namaza karşılık) Allah’ın sizi anması daha büyüktür. Allah, yaptıklarınızı bilir.”[11]

Huşuyla kılınan namaz, sahibini kötülüklerden korumasıyla birlikte işlemiş olduğu günahların bağışlanmasını da sağlar:

“Gündüzün iki ucunda ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, (Allah’ı) ananlar için bir öğüttür.”[12]

Huşuyla kılınan namaz, insanın içinde taşıdığı acelecilik/sabırsızlık hasletinden kişiyi kurtarır:

“Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz ki o (namaz ve sabırla yardım dilemek), huşu ehli dışındakilere büyük/ağır gelen bir yüktür.”[13]

Hakiki başarıya ve kurtuluşa eren müminlerin namazı işte böyledir. Bir de kıldıkları namaz sebebiyle Allah’ın (cc) kendilerine veylettiği kişiler vardır:

“Veyl olsun o namaz kılanlara! Onlar ki namazlarında gaflet içindedirler. Onlar, riyakâr kimselerdir. Ve onlar, insanların gündelik yardımlaşmalarına dahi engel olurlar.”[14]

Tevhid ve Namaz

Namaz, kalpte bulunan tevhid akidesinin dışa yansımasıdır. Namaz ibadetinin şartlarına ve rükunlarına baktığımızda bunu net bir şekilde görebiliriz. Mümin bir kul, namazının her rekâtında Fatiha’yı okur. Öyle ki, Fatiha’nın okunmadığı bir namaz yerine gelmemiş bir namazdır.

Ubâde ibni Sâmit’ten (ra) rivayet edilen bir hadiste Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Fatiha okumayanın namazı yoktur.”[15]

Mümin kul, “Yalnızca sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım isteriz.” ayetini okurken, tam olarak tevhid inancının özünü dile getirir. Bu hem bir akide beyanı hem de bir yardım talebidir. Aslında, “Ya Rabbi! Yardım et ki yalnızca sana kulluk edip yalnızca senden yardım isteyelim.” demiş olur.

Namaz, tüm söylem ve eylemleriyle bir tevhid öğretisidir. Tevhidle olan bu bağı nedeniyle her peygamberin şeriatında var olmuş, tüm peygamberler nezdinde tevhid akidesinden sonra ikinci sırada yer almıştır.

İbrâhîm (as) şöyle dua etmiştir:

“Rabbimiz! Şüphesiz ki ben, ailemden bir kısmını namazı dosdoğru kılsınlar diye senin mukaddes evinin (Kâbe’nin) yanında, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. İnsanlardan bir kısmının kalplerini onlara meylettir/onlara karşı ilgili kıl. Onları meyvelerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler.”[16]

Tevhid imamı İbrâhîm (as) ailesini çorak bir arazide yalnız bırakma sebebinin onların namazı hakkıyla eda etmeleri olduğunu söylüyor. İbrâhîm’in (as) oğlu İsmâîl (as) hakkında Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

“Ailesine namazı ve zekâtı emrederdi. O, Rabbinin yanında razı olunan bir kuldu.”[17]

Allah (cc) Kur’ân’da razı olduğu ve örnek olarak gösterdiği kullarının özelliklerini zikrederken mutlaka onların namazlarını da zikretmiştir. Bunun tam karşısında, müşriklerin Kur’ân’da pek çok defa zikredilen temel özelliklerinden biri de onların namaz kılmamalarıdır:

“Onlar cennetlerdedir. Birbirlerine sorarlar. Mücrimleri(n durumunu). ‘Sizi Sakar’a/Cehenneme ne sürükledi?’ (derler.) Derler ki: ‘Biz namaz kılanlardan değildik.’ ”[18]


[1]. 23/Mu’minûn, 2

[2]. 11/Hûd, 87

[3]. 91/Şems, 8

[4]. 17/İsrâ, 11

[5]. 70/Meâric, 19

[6]. 70/Meâric, 20

[7]. 70/Meâric, 21-22

[8]. bk. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 2/182; El-Mufredât, s. 283, h-ş-a maddesi

[9]. İbn-i Kesîr Tefsîri, Polen Yayınları, 7/413, Mu’minûn Suresi, 2. ayetin tefsiri

[10]. Es-Sunenu’I Kubrâ, 3522

[11]. 29/Ankebût, 45

[12]. 11/Hûd, 114

[13]. 2/Bakara, 45

[14]. 107/Maûn, 4-7

[15]. Buhari, 756; Müslim, 394

[16]. 14/İbrâhîm, 37

[17]. 19/Meryem, 55

[18]. 74/Muddessir, 40-45

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver