Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûlü’ne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Önceki iki sayımızda beyin bölgelerini birleştirmeye yönelik tekniklerden bahsetmiş, örnekler vermiştik. Bu yazımızda da kalan teknikleri tamamlayacağız, Allah’ın izniyle. Çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc).
Duygu kaosu beynin iki bölgesinden de kaynaklanabilir. Sağ beynin kaosunda duygular mantıkla buluşamadığı için kişi karmaşanın içinde kalırken; sol beyinden kaynaklı olduğunda duyguyu tanımadığı için baş etmekte zorlanır. Zahiren bakıldığında benzer tepkiler ve davranışlar görülse de aslında kaosun kaynağı farklıdır.
6. Duygu kaosunun kaynağı sağ beyinse çözüm, adını koymak.
Sağ beyinden kaynaklı kaos yaşandığında, zihin, birbirine karışmış ve düğüm olmuş bir ip yumağına dönüşebilir, hangi olayın hangi duyguyu tetiklediği anlaşılamayabilir. Kişi sol beyni devreye sokup; meseleleri, olayları ve duyguları birbirinden ayırdıkça; ipler teker teker açılır, düğümlenmiş yumak çözülmeye başlar. Sol beynin devreye girerek kişinin yumağını ayrıştırdığı teknik; isimlendirmektir/adını koymaktır.
Ne yani, adını koyduğumuz ânda tüm bu fırtına diner mi? Elbette ki adını koymak, bir ânda fırtınayı dindirmez. Fakat birbiri içerisine geçmiş durumların ayrımının yapılması ve adının konulmasıyla beraber; kişi neyle muhatap olduğunu anlar, sorunun kaynağını bulur ve nasıl muamele edeceğini, nasıl çözeceğini, çözümü nerede arayacağını bilir. Aksi hâlde karpuza şampuan derse, manavda da temizlik ürünü arar. Bozulan musluğunu elektrik ustasına tamir ettirmeye çalışır. Fırından kıyma çekmesini ister. Doğal olarak çözüm bulamaz ve “Ben bu işi çözemiyorum.” diyerek ümitsizliğe kapılır. Bir sorun/problem/mesele olduğunu kabul ettikten sonraki ilk adım meseleyi doğru isimlendirmektir.
Rabbimiz insanı yarattıktan sonra, insana varlığın isimlerini öğrettiğini söylüyor:
“Hani Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.’ demişti.”[1]
“(Varlığa dair) tüm isimleri Âdem’e öğretti.”[2]
İnsanoğlunun ilk öğrendikleri arasında olan isimlendirme, çok değerli ve önemli bir konumdadır. Hakkın ve bilginin yegâne kaynağı El-Alîm olan Allah’ın, insana öğrettikleri içerisinde Kur’ân’da zikretmeye değer bulduğu çok değerli nimetlerden bir tanesidir. Adını koymakta zorlandığımız, tanıyamadığımız her mesele beyinde kaosa yol açar.
Allah (cc) insanı ve varlığı yaratmış, sadece yaratmakla kalmamış ve Er-Rabb ismiyle tamamına bir düzen getirmiştir. Bu düzen çerçevesinde varlığa dair sorumluluklarımız vardır; onları doğru isimlendirmeli, doğru yerde konumlandırmalı ve onlarla doğru muamele etmeliyiz. Tüm varlığı kevnî ayet olarak insanoğlunun önüne seren Rabbimiz (cc), varlıkla nasıl muamele edeceğini insana öğretmiş; kulaklar, gözler ve kalp vererek bu ayetler ile insan arasındaki ilişkiyi anlamasına yardım etmiştir. Nasıl muamele edeceğini bilememek de beyinde kaosa yol açar. Sağ beyin kaoslarının bir diğer nedeni doğru isimlendirme yaptıktan sonra yanlış davranışla bağlantı/ilişki kurmaktır.
Çok basit bir örnek verecek olursak, bir insanın karnı guruldadı, “Acıktım.” olarak adını koydu. Dışarı çıktı ve terzide yemek yemeye çalışıyor… Doyabilir mi? Terziden çorba satın alabilir mi? Hâlbuki doğru isimlendirmişti; peki, problemini neden çözemiyor, ihtiyacını neden karşılayamıyor? Çünkü doğru isimlendirdikten sonra yanlış davranışla ilişki kurdu.
Örneğin bir çocuğu ısırıp, bunu sevgi diye isimlendirirseniz çocuk sevgisini göstermek istediğinde ısırır. Bir insan küfredip bu davranışı da öfkeyle ilişkilendirip isimlendirdiğinde öfkelendi zaman hakaret etmeye başlar. O nedenle nasıl isimlendirdiğimiz ve hangi davranışla bağlantı kurduğumuz önemlidir.
Örneğin bir öğrenci düşünelim. Ezber yapamadığını ve ödevlerini yetiştiremediğini söylüyor. Dersinin başına oturmakta zorlandığını ve günden güne tembelleştiğini hissediyor. Zorlandığı her hâlinden belli olan bu öğrenciyle sohbet ettiğinizde “Benim hafızam zayıf.” dedi. Nedenlerini araştırırken, vitamin eksikliği olabileceğini düşündü. Doktora gitti. Gerekli tahliller yapıldı ve tedavi sonrası vitamin değerleri normal seviyeye geldi. Hafıza sorunu çözülmeyen öğrenci, bir hastalık olup olmayacağından endişelendi; güvendiği hekimlerle durumu konuşunca hastalığa dair bir bulguya rastlanmadı. Günler haftalar geçti. Ezber yapabilen ve unutmayan diğer arkadaşlarını ve hocalarını gördükçe kıyas yaptı, kendisinde bir yetersizlik hissetmeye başladı. İnternetten hafıza tekniklerini de araştırdı; üç günde ezber yapın, yedi günde yalayıp yutun, on günde aslan olun gibi tekniklerin sonuç vermediğini tecrübe etti. Morali bozuldu, umudu köreldi. Arkadaşlarıyla ve hocalarıyla görüştü, tanıdığı herkes önerilerde bulundu. Bu aşamada genelde ilim ve tecrübe sahibi biri bu öğrenciye sorununu çözecek önerilerde/nasihatte bulunacaktır ve Allah’ın izniyle mesele çözülecektir.
Fakat… Duygudan duyguya geçen fırtınanın içinde kalmadan; zaman içerisinde dağ gibi büyümüş, çığ gibi altında kalınmış bir probleme dönüşmeden kendisi de en başından çözebilir miydi? Allah’ın izniyle, evet, çözebilirdi. Sorunu tanımlayan, adını koyan ilk cümle “Benim hafızam zayıf.” yerine “Ben yeterince tekrar etmediğim için unutuyorum.” demiş olsaydı tekrar etmemesinin nedenlerine bakacaktı. Herkesin unuttuğunu ve bunun insan zihninin bir parçası olduğunu anlayacaktı.[3] Şeytanın unutturmasına tedbirler almanın yollarını arayacaktı.[4] Belki çalışma programına ezber yaptığı süre kadar tekrar etme zamanları da koyacaktı. Tekrarlarını nasıl daha verimli hâle getirebileceği konusunda çözümler üretmeye çalışacaktı. Meselenin adı ilk baştan yanlış konulup çözüm de yanlış yerde aranınca küçük bir kar tanesi önce kar topu oldu, zaman geçtikçe de çığ hâline geldi ve kişi altında ezildi.
Özet olarak sağ beyin kaoslarının nedenlerinden biri yok saymaktır; kabul etmemek, sırt dönmek, kafayı kuma gömmektir. Biz arkamızı döneriz, ama mesele hâlâ oradadır ve büyümeye devam eder. Meselenin varlığını kabul ettikten sonra ikinci neden yanlış isimlendirmektir. Kişi yanlış isimlendirdiği için çözümü de yanlış yerlerde arar. Doğru isimlendirme yaptıktan sonra üçüncü neden, meseleyi yanlış davranışla birbirine bağlamaktır.
Doğru isimlendirmek sadece kişinin kendi hayatında değil, ikili ilişkilerde ve toplumda da önemlidir. İnsan ilişkilerinde yaşananlar doğru isimlendirilmediğinde, ortada bir de iletişim problemi varsa anlama/anlaşılma sorunları ortaya çıkabilir. Hele bir de işin içerisine insanın nefsini temize çıkarma yönü girerse “ayıkla pirincin taşını” tadında bir manzara ortaya çıkması muhtemeldir.
Varlığını kabul etmek, doğru isimlendirmek ve doğru davranışla bağlantı kurmak; günlük hayattaki basit meselelerden tutun da en önemli tevhid şirk meselelerine kadar etkiler.
Duygu kaosunun en üst seviyesi ve en büyük nedeni; tevhidi yok saymak, kabul etmemek ve şirk içinde olmaktır. Rabbimiz, müşrikin duygu durumunu anlattığı ayetlerde kaotik ve çelişkili ruh dünyalarını gözlerimizin önüne seriyor…
“Kim de Allah’a şirk koşarsa gökten yere çakılan, havada kuşların kendisini (parça parça) kaptığı veya rüzgârın ıssız, uzak bir yere savurduğu kimse gibidir.”[5]
Korku, boşluk ve düşme hissi, kuşlar tarafından kapılma endişesi, rüzgârda savrulmanın verdiği his, uzak, ıssız bir yerin oluşturduğu duygu ve tüm bunların birbirine geçmesi; insan ruhunda ve zihninde karmaşa ve kaos oluşturur.
“Ya da (onların durumu) içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek taşıyan bir yağmura (maruz kalan kimse) gibidir. Yıldırımın (dehşetinden) ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına kapatırlar. Allah kâfirleri (çepeçevre kuşatan) Muhit’tir.”[6]
Karanlıkta kalmış, gök gürültüsü ve yıldırımla yağan yağmur insanda duygu fırtınası yaşatır; insan nereden ve nasıl ürkütücü bir şeyin çıkacağını bilemez, göremediği sesler insanı dehşete düşürür.
“İnsan neden müşrik olur ve kendisini bu duruma düşürür?” diye sorarak yüzümüzü Kur’ân’a çevirdiğimizde, Rabbimiz (cc) birçok neden sayıyor ve kullarını bunlardan sakındırıyor. Şirkin nedenlerinden biri Allah’ın (cc) hakkında hiçbir delil indirmediği isimlerdir:
“Sizin O’nu bırakıp da ibadet ettikleriniz, ancak sizin ve babalarınızın koyduğu, Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği birtakım isimlerdir.”[7]
“(Lat, Menat, Uzza gibi isimler) sizin ve babalarınızın koyduğu, Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği isimlerdir.”[8]
“Şüphesiz ki ahirete inanmayanlar, melekleri dişi isimleriyle anarlar.”[9]
Şirkin diğer nedeniyse doğru isimlendirip yanlış davranışla ilişkilendirmektir. Örneğin yıldızların ve gök cisimlerinin yaratılış amaçları vardır. İnsanlar yolunu kaybettiğinde yıldızlara bakıp yolunu/yönünü bulabilsin diye Allah (cc) yıldızları yaratmıştır.
“O, karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye, yıldızları sizin (emrinize amade) kıldı. Şüphesiz ki biz, bilen bir topluluk için ayetlerimizi detaylı olarak açıkladık.”[10]
“(Yolunuzu bulmanız için başkaca) alametler (de yerleştirdi). Onlar yıldızlarla da yollarını bulurlar.”[11]
Örneğin gök cisimlerinin varlık amaçlarından biri Allah’ın (cc) varlığına ve birliğine delil olması, insanın bu kevnî ayetlere bakıp tefekkür etmesidir:
“Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, ısrarla kovalayan geceyle örter. Güneş, Ay ve yıldızları emrine amade kılıp, boyun eğdirendir. Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de Allah’a aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne yücedir.”[12]
Peki, insanlar ne yaptı? Bu ayetleri gördüler, incelediler. Bu ayetlere isimler koyup araştırdılar. Bundan sonra yapmaları gereken davranış Allah’a şükür ameliydi, Yaratıcı’ya (cc) boyun eğmekti. Fakat onlar yıldızlara secde ettiler. Onlara ibadet ettikleri için şirke bulaştılar.
“Gece, gündüz, Güneş ve Ay O’nun ayetlerindendir. Güneş’e de secde etmeyin, Ay’a da… Şayet yalnızca O’na ibadet ediyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.”[13]
Şirk sadece insanın kendi kalp ve zihin dünyasını kaosa ve yıkıcı fırtınaya sürüklemez. Çevresini ve yeryüzünü de bozguna uğratır.
“Pekiştirdikten sonra Allah’ın ahdini (tevhid sözleşmesini) bozan, Allah’ın birleştirilmesini istediği bağları koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar (var ya); böylelerine lanet ve (ahiret) yurdunun en kötü (akıbeti) vardır.”[14]
7. Duygu kaosunun kaynağı sol beyinse çözüm, empati yapmak. Beklediğin şekilde muamele ederek öğretmek.
Eğer bir insan sol beynin hâkimiyetine girdiği için duygulara yabancıysa ve özellikle sevgi, merhamet, şefkat, bağlılık, güven duygularını tecrübe etmemişse/hissetmemişse, sol beynin müzakereye kapalı katı düzeni ve alt beyinden gelen korku, öfke duygularıyla hareket etmesi muhtemeldir. Günümüz toplumları gibi başarının sol beynin kriterleri üzerinden belirlendiği bir ortamda büyüdüğünde bu durum iyice pekişir.
Bu kişiye olumlu duygularla muamele etmek, sağ beynin duygu bölgelerini uyarır, beyin bunları öğrenir ve öğrendikçe bunlarla muamele eder, böylece fırtınalar azalır. İnsan, hayatında tecrübe etmediği şeyleri yapmakta ve anlamakta zorlanır. Fakat her zaman öğrenebilir. Öğrenme sürecinde duyguya temas edebilmek önemlidir. Hem kendisine böyle muamele edildiğinde hem de kendisi diğer insanlara böyle muamele ettikçe öğrenmesi kolaylaşır, Allah’ın izniyle.
Tam bu noktada bir meselenin ayrımını yapmak değerlidir. Bilmemenin arkasına saklanmak ve davranışlarına bahane olarak kullanmak başka bir şeydir. Öğrenme sürecinde olduğu için tökezlemek ve yanlış yapmak başka bir şey. İlki “N’apayım, görmedim, bilmiyorum, ben böyleyim.” diyerek sahip olduğu olumsuzluğu -kadercilik yaparak- meşrulaştırmaya çalışır; ikincisi ise eksiğinin ve yanlışının farkındadır, kabul ediyordur ve öğrenmek için adım atıyor, çabalıyordur. Elbette ki bu adımlardan bazılarının tökezlemesi ve insanı yere düşürmesi normaldir. Bahaneci insanla öğrenme sürecindeki insana muamele farklı olmalıdır.
İnsan tevhidden uzak ve şirk içerisinde yaşıyorsa, kalbini mutmain kılacak Allah’ın zikrinden mahrumsa, niçin yaratıldığını unuttuğu bir hayat sürüyorsa, ahlaki yozlaşmanın içinde kalmış, takva yönünü beslemediği için içi fücurla dolmuşsa hangi tekniği uygularsa uygulasın, taşıma suyla değirmen döndürmekten öteye geçemeyecektir. Tevhidle buluşmuş bir kalbe sahipse ve hayatından tüm şirkleri çıkarmışsa, değerler hiyerarşisini düzenleyerek Allah’ı ve Allah’ın rızasını en tepeye koymuşsa, kulluk şuuruyla yaşıyor ve her hâlinin ibadet olduğu bilincindeyse, içindeki fücurla mücadele ediyor ve takvanın yollarını arıyorsa öğrendiği teknikler, duygu ve düşüncelerini kontrol edebilme, olgun, erdem sahibi, mantıklı, çözüm odaklı, hikmetli, basiretli, ferasetli, güzel ahlaklı bir insan olma yolundaki vesilelerden biri olacaktır.
Rabbimizin izniyle bir sonraki sayımızda öyle bir ibadetten bahsedeceğiz ki tüm beyin tekniklerini ve daha fazlasını içinde barındırıyor. Beyin bölgelerini en güzel şekilde birbirine bağlıyor. İnsanın ilkel yönünü geliştiriyor, değiştiriyor. Tüm duyguları, düşünceleri, değerleri olması gereken hiyerarşik düzene koyuyor…
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun…
[1] bk. 2/Bakara, 30
[2] bk. 2/Bakara, 31
[3] “(Mûsâ:) ‘Unuttuğum bir şeyden dolayı beni yargılama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma.’ demişti.” (18/Kehf, 73)
[4] “(Genç) demişti ki: ‘Kayaya sığındığımız zaman (var ya) hatırladın mı? İşte orada balığı unuttum. Onu hatırlamamı yalnızca şeytan unutturdu. O, ilginç bir şekilde denizde yolunu tuttu ve kaçtı.’ ” (18/Kehf, 63)
[5] bk. 22/Hac, 31
[6] 2/Bakara, 19
[7] bk. 12/Yûsuf, 40
[8] bk. 53/Necm, 23
[9] 53/Necm, 27
[10] 6/En’âm, 97
[11] 16/Nahl, 16
[12] 7/A’râf, 54
[13] 41/Fussilet, 37
[14] 13/Ra’d, 25
İlk Yorumu Sen Yap