Ben-i Nadir’in Medine’den Sürgün Edilmesi

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, O’nun Resûl’üne olsun.

Ben-i Nadir Yahudileri son dönemde Müslimlerin başına gelen musibetleri fırsat bilip Mekkelilerin de kışkırtma ve tehditleriyle Allah Resûlü’ne (sav) suikast girişiminde bulundular. Ancak Rabbimiz (cc), Nebi’sini muhafaza etti ve akabinde Ben-i Nadir kuşatması başladı.

İbni İshâk şöyle der:

“Nadiroğulları kalelere sığındılar. Resûlullah (sav) hurma ağaçlarının kesilmesini ve yakılmasını emretti. Bunun üzerine onlar, ‘Ey Muhammed! Sen bozgunculuğu yasaklar, yapanı ayıplardın. Ne oluyor da hurmalıklar kesiliyor ve yakılıyor?’ diye bağırdılar.

Nadiroğulları münafıklardan yardım bekledi, fakat onlar bunu yapmadılar. Allah, kalplerine korku saldı. Rasûlullah’tan (sav) kendilerini topraklarından çıkarmasına karşın kan dökmemesini ve develerin taşıyabileceği kadar -silahlar hariç- mallarından yanlarına almayı istediler. O da (sav) bunu kabul etti. Develerle taşıyabilecekleri kadar mallarını yanlarına aldılar. Onlardan biri evini yıkarak kapısını çıkardı, devesinin üzerine koydu ve onunla yola koyuldu. Nadiroğulları böylece Hayber’e doğru yola çıktılar. Bazıları da Şam’a yürüdü.

Bu savaşta Haşr Suresi’nin tamamı nazil oldu. Bu sure en-Nadir Suresi olarak da isimlendirilir.”[1]

İbni Ömer’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Resûlullah (sav) Nadiroğullarının hurma ağaçlarını yaktırdı ve kestirdi. Bu yer, Buveyre mevkisidir. Bunun üzerine şu ayet indi: ‘Hurma ağaçlarından her neyi kesmiş ya da kökleri üzere ayakta bırakmışsanız, (hepsi) Allah’ın izniyledir. Ve fasıkları alçaltıp rezil etmek içindir.’[2][3]

Suheylî şöyle der: “Ben-i Nadir’in mallarının Resûlullah’a (sav) ait olduğunda kimse ihtilaf etmedi. Çünkü Müslimler onların üzerine ne atla ne de deveyle saldırdılar. Aslında aralarında hiçbir çarpışma olmadı.”[4]

Ben-i Nadir kuşatması sonuç verince Yahudiler anlaşma ile yurtlarını terk ettiler. Böylece fitne ehli bir topluluk daha Medine’den bertaraf edilmiş oldu.

Kıssanın bu bölümüne bakacak olursak ilk olarak Yahudilerin hurma ağaçlarının kesilmesine tepki göstermesi dikkat çekicidir. Canları tehlike altındayken mallarının dertlerine düşmeleri tipik bir Yahudi karakteri özelliğidir. Zaten sürgün kararı çıkınca olabildiğince malı yanlarına alıp geri kalan mülklerini de tahrip etmeleri bu karakterlerinin bir yansımasıdır.

Peygamberimiz de (sav) burada düşmanını çok iyi tanıdığından onu can damarından vurmakta ve kan dökmeden bir fitneyi ortadan kaldırmaktadır.

Ama asıl ilginç olanı Müslimleri bozgunculuk ile suçlamalarıdır. Yeryüzünde her türlü fesadı yapmak, sonrasında da bunlara kör sağır olup başkalarını suçlamak… Bu, Yahudilerin 1400 sene önce yaptığı bir amel olmakla beraber takipçileri hiç bitmemiştir, bitmeyecektir de.

Peygamberimiz ve ashabını bozgunculuk ile suçlamak için ileri sürebilecekleri argüman birkaç hurma ağacının sökülmesi olunca konu da ilginç bir hâl almaktadır. Kanları, namusları heder etmede birbirleri ile yarış içinde olan bu toplulukların Müslimlere atabildikleri tek iftiranın birkaç ağaca zarar vermekle sınırlı olması müminler için şeref olarak yeter. Ve tabii bu, günümüzde kendimize bakmak için de bir işarettir. Bugün bize yöneltilen suçlamaların kaçında haklılık payı var, kaçı onların propagandasının bir sonucu iyice tespit etmeli; kara propaganda ürünü ise usulünce mücadele vermeli ve Rabbimize güvenmeliyiz. Ancak suçlamalarda haklılık payı var ise o zaman öfkelenmek yerine nerede hata yaptık deyip yaptığımız hataların şahsımıza değil İslam davasına zarar verdiğini aklımızdan çıkarmamalıyız.

Yahudiler mallarını alıp Medine’yi terk ederken başka bir hadise daha yaşandı:

İbni Abbâs (ra) şöyle diyor:

“Çocuğu yaşamayan kadın, kendi kendine eğer çocuğu yaşarsa onu Yahudi olarak yetiştireceğini adardı. Nadiroğulları sürüldüğünde onlar arasında Ensâr’ın çocuklarından olanlar vardı. Ensâr, ‘Çocuklarımızı bırakmayız.’ dediler. Bunun üzerine Allah (cc) şu ayeti indirdi:

‘Dinde zorlama yoktur. Rüşd/Hak, batıldan (kesin bir biçimde) ayrılmıştır. Her kim (reddetmek, tekfir etmek, teberrî etmek suretiyle) tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulp (olan Kelime-i Tevhid’e) tutunmuş (ve İslam dinine girmiş) olur. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.’[5][6]

Ensâr, çocuklarını Yahudilerin yanına verince bu çocuklar gerçek anne babalarını bilmelerine rağmen Yahudiler ile beraber Medine’yi terk etmeye karar verdiler. Çünkü soy bağı ile Müslim bir aileye mensup olsalar da onları farklı bir dinde yetiştiren kişiler vardı. Bu da nesillerini korumaya çalışan tüm Müslimler için uyarıdır. Çocuklarımızın bizimle kan bağlarının olması ömür boyu İslam üzere kalacaklarının garantisi değildir. Onları kimin yetiştirdiği, eğittiği, kimler ile arkadaşlık yaptıkları önemlidir. Yarın bir tercihte bulunduklarında ah vah etmenin bir anlamı kalmayacaktır.

Ben-i Nadir Yahudileri sürgün edildikten sonra İslam toplumu yeni bir hadise ile karşılaştı: Savaşsız bir şekilde ele geçen ganimetler.

Daha önceki hükümlerde savaş sırasında ele geçen ganimetlerin taksimatı ile ilgili ayrıntılar mevcuttu. Ganimetlerin beşte birlik kısmı beytu’l mala teslim edildikten sonra geri kalan kısım mücahidler arasında taksim ediliyordu. Ancak burada savaş olmadığı için yeni bir hüküm koyuldu:

“Allah’ın (fethedilen) beldelerden Resûl’üne (ihsan ettiği) fey; Allah’a, Resûl’üne, yakın akrabaya, yetimlere, miskinlere/ihtiyaç sahibi yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Ta ki (ganimet malları) sizden zengin olanların elinde dolanıp duran (ve kendisiyle fakirlere sürekli üstünlük sağladıkları bir sermaye üstünlüğüne) dönüşmesin. Resûl size neyi vermişse onu alın, neyi de yasaklamışsa onu bırakın. Allah’tan korkup sakının. Hiç şüphesiz ki Allah, cezası çetin olandır. (Ayrıca fey,) yurtlarından çıkarılan ve malları (ellerinden alınan), Rablerinin lütuf ve rızasını arayan, Allah’a ve Resûl’üne yardım eden fakir muhacirlere aittir. İşte onlar sadık olanların ta kendileridir.”[7]

Yani bu feyin dağıtılacağı yerlere işaret edilse de genel olarak tasarruf Allah Resûlü’ne (sav) bırakıldı. Bu yapılırken de bir hikmet zikredildi:

“Ta ki (ganimet malları) sizden zengin olanların elinde dolanıp duran (ve kendisiyle fakirlere sürekli üstünlük sağladıkları bir sermaye üstünlüğüne) dönüşmesin.”[8]

Bu kaide bugün sosyal devlet olma iddiasını taşıyan ama kapitalizmin bir adım ötesine bile gidemeyen tüm sistemlerin ilacı olan bir hakikattir. Şayet bir toplumda gerçekten mallar zekât ya da bu tarz düzenlemeler ile toplumun her kesimine ulaşır ise orada hakiki anlamda bir adaletten bahsedebiliriz.

Allah Resûlü (sav) daha sonra bu ganimetlerden Muhacirlere verdi. Gerekçe olarak da onların hiçbir şey almadan hicret yurduna gelmeleri gösterildi. Ancak Ensâr’dan şöyle bir itiraz gelmedi:

“Nasıl olur? Onlar hiçbir şeyleri yokken buraya geldiklerinde her şeyimize onları ortak ettik. Bizim mülkümüzden eksildi. Şimdi beraberce savaşa çıktık ama bize hiçbir şey verilmedi. Bu haksızlık değil midir?”

Bu cümleleri birçok insan rahatlıkla söyler. Ama Rabbimiz hemen bize Ensâr ile Muhacirlerin nasıl topluluklar olduğunu hatırlatıyor:

“Kendilerinden önce (Medine) yurdunu hazırlayan ve iman ehli olan (Ensar), onlara hicret edenleri severler ve (Muhacirlere) verilenlerden dolayı içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Şiddetle ihtiyaç duymalarına rağmen (kardeşlerini) kendilerine tercih ederler. Kim de nefsinin bencilliğinden korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[9]

Burada açık bir şekilde isar ahlakını görüyoruz. Kendileri için istediklerini kardeşleri için istemek, yaptıklarını karşılıksız olarak yapmak, kardeşlerini tercih etmek ve daha nicesi…

Duamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.


[1]. Siret-i İbni Hişam, 3/268 vd.

[2]. 59/Haşr, 5

[3]. Buhari, 4031; Müslim, 1746

[4]. Fethu’l Bârî, Kitâbu’l Meğâzî, 11. bab başlığı şerhi

[5]. 2/Bakara, 256

[6]. Ebu Davud, 2682; Es-Sunenu’l Kubrâ; Nesâi, 10982-10983

[7]. 59/Haşr, 7-8

[8]. bk. 59/Haşr, 7

[9]. 59/Haşr, 9

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver