Ben-i Kurayza Muhasarası

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam Resûl’üne olsun.

Hendek Savaşı, İslam tarihindeki önemli dönüm noktalarından biridir. İlk ândan itibaren sürekli baskı ve muhasara altında olan, saldırı tehditleri hiç eksilmeyen İslam Devleti artık rahat bir nefes almıştı. Hatta Peygamberimizin de (sav) ifadesiyle Müslimler artık saldıran pozisyonuna geçmişlerdi.

Suleymân ibni Surad’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) Ahzab Günü şöyle demişti:

“(Bundan sonra) biz onların üzerine gazaya gideceğiz. Fakat onlar gaza ederek üzerimize gelemeyeceklerdir.”[1]

Hendek Savaşı’nın müşrikler açısından askerî anlamda kaybıyla ilgili çok fazla bir şey söylemek mümkün değil. Çünkü meydan muharebesinden daha çok bir muhasara olduğunu söyleyebiliriz.

Ancak savaştan umduklarını elde etme açısından net bir mağlubiyet olarak adlandırmak mümkün. Birkaç madde hâlinde özetleyecek olursak:

Müşrikler toplayabilecekleri tüm güçleri bir araya getirerek bu harekâtı yapmışlardı. Hedefleri İslam Devleti’ni ortadan kaldırmak, ganimet elde etmek, ticaret yollarını güvenli hâle getirmekti. Bu hedeflerin hiçbirisi yerine gelmediği gibi artık böyle bir topluluğu bir araya getirecek kredileri de kalmamıştı.

İslam Devleti’ni ortadan kaldırmak bir yana çok daha kenetlenmiş, kuvvetlenmiş, hatta muhasara bittiği gibi başka bir savaşa gidebilecek güce sahip bir devlet bırakmışlardı geride.

Ticaret yollarının güvenli olması bir yana artık kendilerine gelecek buğdaylar için bile Peygamber’den (sav) izin isteyecek duruma düşmüşlerdi:

“Mücahidler Kurta Seferi’nden dönerken, (umre yapmak için Mekke’ye giden) Yemame halkının efendisi Sumame ibni Usal’i Medine yakınlarında esir aldılar, onu getirip mescidin direğine bağladılar. Fakat onun kim olduğunu bilmiyorlardı.

Resûlullah (sav) Sumame’yi görünce tanıdı ve ona iyi muamele yapılmasını emretti. Kendisi de yiyecek ve içecek gönderdi. Resûlullah (sav) mescide geldiğinde Sumame’ye, ‘Ey Sumame! Hâlin nedir?’ buyurdu. Sumame:

‘Gönlümde hayır var ya Muhammed! Eğer sen beni öldürürsen kanlı bir caniyi öldürmüş olursun. Ve eğer beni bağışlarsan nimete karşı şükreden bir kişiyi bağışlamış olursun. Eğer mal istiyorsan ne kadar dilersen, işte malım!’ dedi.

Bu konuşmadan sonra Sumame bağlı olarak bırakıldı.

Ertesi gün Resûlullah (sav), yine Sumame’ye, ‘Ey Sumame! Gönlünde ne var, ne umuyorsun?’ dedi.

O da, ‘Dün belirttiğim gibi, bana af nimeti ihsan edersen nimete karşı şükreden kimseye ihsan etmiş olursun.’ dedi.

Resûlullah (sav) o gün de onu bağlı olarak bıraktı.

Üçüncü gün Resûlullah (sav) yine, ‘Ey Sumame! Hâlin nedir?’ buyurdu.

Sumame, ‘Dün arzettiğim gibidir.’ dedi.

Resûlullah (sav), ‘Sumame’yi salınız!’ buyurdu.

Sumame serbest kalınca hemen mescidin yakınındaki suya koştu ve gusül abdesti aldı, sonra mescide girdi ve ‘Eşhedû en la ilahe illallah ve eşhedû enne Muhammeden Resûlullah!’ diyerek Resûlullah’a, (sav) İslam üzere biat etti.

Sonra şöyle dedi: ‘Ey Muhammed! Vallahi, şu yer üzerinde bana senin yüzünden daha düşman yüz yoktu. Fakat bu sabah, senin yüzün bana yüzlerin en sevimlisi göründü. Vallahi, dinlerden hiçbir din bana senin dininden daha düşman gelmezdi. Fakat bu sabah senin dinin benim için dinlerin en üstünüdür. Memleketlerden hiçbir şehir bana senin belden kadar çirkin görünmezdi. Fakat bu sabah senin belden benim için şehirlerin en sevimlisidir.’

Sumame devamında, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Ben umre etmeye niyet ettiğim sırada süvarilerin beni yakaladı. Şimdi ne dersiniz?’ dedi. Resûlullah (sav), Sumame’yi müjdeledi ve umreyi yerine getirmesini söyledi.[2]

Sumame, ‘Lebbeyk Allahumme lebbeyk! Lebbeyk la şerike leke lebbeyk! İnne’l hamde ve’n nimete leke ve’l mulk, la şerike leke!’ diye telbiye getirerek Mekke’ye girince Kureyş müşrikleri onu yakaladılar ve ‘Sen bize karşı yiğitlenerek kafa mı tutuyorsun?’ dediler.[3]

Boşboğazın birisi de ona, ‘Sabii mi oldun?’ diye sordu.

Sumame onlara şöyle karşılık verdi: ‘Hayır, vallahi! Ben, Allah’ın Resûlü Muhammed’e tabi olup Müslim oldum. Vallahi ben bu hak dinden dönmem. Şunu iyi bilin ki Nebi izin vermedikçe size Yemame’den bir buğday tanesi bile gelmeyecektir.’[4]

Sumame umreyi yaptıktan sonra Yemame’ye gitti. Yemame halkını Mekkelilerle ticaret yapmaktan menetti. Bunun üzerine Mekkeliler (kıtlıktan deve yününü kanla yoğurup yemek zorunda kaldılar ve sonunda) Resûlullah’a (sav) şöyle bir yazı yazdılar:

‘Sen, hem akraba hukukunu gözetmeyi emretmekte hem de bizimle akrabalık bağlarını koparıp babaları kılıçtan geçirmekte, çocukları da açlıktan öldürmektesin!’

Ayrıca Ebû Sufyan da Medine’ye gelip Resûlullah’tan (sav) bu ambargonun kaldırılmasını istedi.

Mekkeli müşriklerin ricaları üzerine Resûlullah (sav), Mekkelilere zahire satılmasına ve çıkışına engel olmaması için Sumame’ye yazı yazdı. Sumame de Resûlullah’ın (sav) isteğine tabi oldu.”[5]

Ganimet almak bir yana haftalar boyunca savaş için harcadıkları maddiyat onların yanına kâr(!) kalmıştı.

En büyük yenilgi ise birbirlerine olan güvenin sıfırlanmasıydı. Allah Resûlü (sav) muharasadan hemen sonra Ben-i Kurayza ile savaşmaya gidince aslında Ben-i Kurayza’ya güvenmemekle yanlış yaptıklarını anladılar. Arada onları birbirine düşüren birileri olduğunu da gördüler, ama iş işten geçmiş oldu.

Âişe Annemiz’den (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:

“Resûlullah (sav) Hendek Harbi’nden (Medine’deki evine) dönüp geldiğinde silahını çıkarıp yerine koymuş ve yıkanmıştı. Öğle vakti olduğu zaman Cibrîl (as) atlastan bir sarık takmış ve üzerinde ipek atlastan bir kadifenin bulunduğu bir eyerle eyerlenmiş bir katırın üzerinde Resûlullah’a (sav) geldi ve şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Silahını bıraktın mı?’

Allah Resûlü (sav), ‘Evet.’ dedi.

Bunun üzerine Cibrîl dedi ki: ‘Melekler henüz silahı bırakmadılar ve henüz geri de dönmediler. Onları peşi sıra takip ediyorlar. Ey Muhammed! Allah-u Teâlâ sana Ben-i Kurayza ile savaşmaya gitmeni emrediyor. Ben de onların üzerine gidiyorum. Onları sarsacağım.’ ”[6]

Peygamber (sav) Hendek gibi ciddi bir savaşı atlatmasının üzerinden saatler geçmeden Cibrîl’in gelmesiyle yeni bir savaşa çıkıyor. Açık bir şekilde bizler bir kez daha görüyoruz ki hem Allah’ın hem de müminlerin yanında ihanet çok çirkin bir amel ve cezasının kesilmesi için araya zaman bile girmemeli. Ben-i Kurayza’ya bu kadar hızlı hesap sorulmasının temel sebebi de bu.

Diğer bir mesele ise söz bozmanın, arkadan vurmanın, anlaşmaya ihanet etmenin normalleşmesine engel olmak. İslam daveti artık bir güç. Dostları da düşmanları da kendilerine ne yaparlarsa nasıl muamele edilmesi gerektiğini çok iyi bilmeliler. Ben-i Kurayza’ya yapılan ani bir saldırı Arap Yarımadası’na bunu öğretiyor.

En önemli nokta ise Cibrîl’in gelip bunu haber vermesi. Yani Hendek Savaşı boyunca gördüğümüz tüm mucizeler öylesine yaşanmış şeyler değil. Rahmân’ın eli müminlerin üzerinde, orduları İslam erlerinin hizmetinde. Bu ne kadar da güven verici bir şey, değil mi?

Şuna iman etmişiz ki kâinattaki tüm ordular, müminlere hizmet etmeyi sürdürüyor. Bize düşen buna layık olmaya çalışmak ve gerçekleşen yardımları müşahede edebilmek adına basiretli bir şekilde bakmayı öğrenebilmek.

Tabii ki pek çok olayda gördüğümüz gibi burada da şahitlik ediyoruz ki sahabe itaatkâr ve fedakâr bir toplumdu. Haftalarca açlıktan karınlarına taş bağlayanlar, Peygamber’in (sav) emriyle bir ânda savunma pozisyonundan saldırı pozisyonuna geçen bir orduya dönüşüyorlardı…

Duamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.


[1] Buhari, 4110

[2] Buhari, 4372; Müslim, 1764

[3] Sîretu İbni Hişâm, 2/639

[4] Buhari, 4372; Müslim, 1764

[5] Sîretu İbni Hişâm, 2/639

[6] Buhari, 2813; Müslim, 1769

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver