Batılın Egemenliği ve Müslüman(sı)ların İktidarı

 

Hangi tarihe atıf yapıldığı belli olmasa da (İnsanlık tarihinin mi, Türk tarihinin mi, İslam tarihinin mi, Anadolu tarihinin mi, Laik-Demokratik Cumhuriyet tarihinin mi?) tarihin en önemli ve en kritik seçimi olarak nitelendirilen 24 Haziran seçimleri geride kaldı. “Sel gider, kum kalır.” misali bu seçimlerden sonra da tartışmalar uzayacak, bölünmüşlükler ve kutuplaşmalar da muhtemelen derinleşerek devam edecektir.

Her seçim döneminde âdeta depremde yarılan fay hattında ortaya çıkan enerjinin sebep olduğu yıkım gibi toplum içerisindeki bölünmüşlük ve kutuplaşma daha görünür hâle gelmektedir. Bundan daha vahim olanı ise bu bölünme ve kutuplaşmaların hak ile batıl arasında değil, batıl ile batıl arasında cereyan ediyor olmasıdır. Batılın kendi aralarındaki iktidar mücadelesinde halkın büyük bir kısmının hem de “hak” namına kendini heder etmesi de ayrı bir trajedidir.

Tartışmalar da esasen olması gereken mecrada değil, daha çok bu tür meselelerde ön almakta mahir olan odakların takdir ettiği hususlarda devam etmektedir. Gündem belirlemekte aciz olanların başkaları tarafından oluşturulan suni gündemlere mahkûm olmaları kaçınılmazdır.

İslam ümmetinin üzerine bir kâbus gibi çöken itikadi sapkınlık ve menhecî sapmaların son bir buçuk asırlık en başta gelen sebebi olan demokrasinin bugüne kadar bizlere neler kaybettirdiklerinin bilançosunu çıkarmak ve bunların tamir ve telafisi için azami gayret göstermek gerekiyorken, şu günlerde bilen bilmeyen herkes demokrasinin ne büyük bir nimet (!) olduğuna dair söz söyleyip kalem oynatarak maval okumaktan geri durmamaktadır. “Nimet” dedikleri demokrasi fitnesi ise; Allah’ın subhanehu ve teâlâ İslam nimeti üzerine birleştirdiği kalpleri paramparça edip imandan sonra hakkı yok sayarak ve gruplaştırarak düşmanlaştıran şirk akidesinin ta kendisidir. Oysa Allah hüküm koyma/egemenlik yetkisini yüce zatına has kılmış ve yeryüzünde hilafeti/iktidarı mümin kullarına bahşetmiştir:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٥٥﴾

“Allah, sizden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi mutlaka onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını ve onlara, kendileri için razı olduğu dinlerini (İslam’ı) mutlaka sağlamlaştıracağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana şirk koşmazlar. Artık bundan sonra kim küfrederse (hakkı inkâr ederse) işte onlar, fasıklardır.” [1]

Mümin gönüllere inşirah veren ve geleceğe ümitle bakmasına vesile olup tevhid ve sünnet istikametinde daha fazla gayret gösterme azim ve iradesini güçlendiren bu ayet-i kerimeden çok önemli temel bir kaide anlaşılmaktadır: “Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’a, yeryüzündeki yönetim ve iktidar ise muvahhidlere aittir.”

Mümin, kâfir, müttaki, fasık vs. diğer tüm insanlar, kuru akıl ve kınanmış heva kaynaklı kanunlar koymak ve hukuk belirlemekle değil, Allah’ın subhanehu ve teâlâ gönderdiği kanunlara uymak ve vahye dayalı hukuka tâbi olup uygulamakla mükelleftir. Tevhid ve sünnet ehli müminler için hukukun kaynağı vahiydir. Allah neyi emretmiş ve neyi yasaklamışsa hukuk olarak müminleri o bağlar.

Allah subhanehu ve teâlâ yeryüzündeki insanlara iki yoldan birini tercih etme hak ve imkânı vermiştir:

وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ

“Ve de ki: ‘Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin.’ ” [2]

Bu yollardan birincisi, Allah’a subhanehu ve teâlâ ve O’nun gönderdiği evrensel ve çağlar üstü tevhid ve sünnet nizamına teslim olmak; ikincisi Allah’ın hükümlerini ve egemenliğini reddedip başkalarının hüküm ve egemenliğine zillet içerisinde teslim ve tâbi olmaktır. Tevhid ve sünnet ehli mümin toplumun düsturunun (bir anlamda anayasasının) ilk üç maddesini şöyle sıralayabiliriz:

• Egemenliğin kayıtsız ve şartsız Allah’a ait olduğu hakikatini kabul edip benimsemek,

• Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem gönülden itaat,

• İnsanın yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğunu kabul etmek.

Yani, ” Hakimiyet ve hüküm koyma yetkisi kayıtsız şartsız Allah’ın, yeryüzündeki iktidar müminlerindir” 

Tarihimizde Yeni Bir Milat(!): (D.S.Ö.) ve (D.S.S.)

Demokratik seçimler arefesinde muhafazakâr/mukaddesatçı partilerin taraftarlarından duymaya alışkın olduğumuz bıkkınlık kıvamındaki aynı teraneleri kim bilir kaçıncı kez yine ve yeniden işitmişizdir:

— Ne yani, bırakalım da meydan (yani iktidar) kâfirlere mi kalsın? El-Cevap:

— Ağa, meydan sözünü ettiğin o kâfirlere kalmasın; ama sen de o kâfirlere benzememe, onlar gibi olmama ve onlara biat etmemekle emrolunduğunu unutma! Çünkü sen demokratik seçimlerde hangi partiye/kime oy verdiysen aynı zamanda ona biat etmişsindir. Kime ve ne üzerine biat ettiğinin farkında mısın?

Evet, seçim dönemlerinde her nedense muhafazakâr/mukaddesatçı cemaat ve topluluklar nezdinde, tâbi olup destekledikleri “İslamcı” etiketli demokratik partiler dışındaki diğer laik-demokrat siyasi partiler ve onlara oy verecek olan seçmenlerin, yani Türkiye halkının (on sekiz yaş üstü ve seçmen sıfatını haiz) yaklaşık %98’ini hemen anında “kökü/ipi dışarıda, Amerikalılardan icazetli, şunun bunun adamı ve (biraz da mahcuben) kâfir” olarak ilan ediyorlar!

Seçimden sonra ise her nasıl oluyorsa oluyor ve mebzul miktar bu “kâfir”ler bir anda “Müslüman halkımız” payesine yükseltili veriyor. “Sadece çıkar/menfaat” zemininde icra edilen Batı tipi politikanın ilkesizliği, omurgasızlığı, insafsızlığı ve çirkinliği de böylece ilk günlerden itibaren (tekerrüren) kendini göstermiş oluyor.

Sırf kendi destekledikleri partiye/partilere oy vermedikleri için ve herhangi şer’i bir delile veya delillendirmeye de ihtiyaç duymadan, seçim atmosferinde iktidar beklentisinin gazlamasıyla HDP’liler, CHP’liler, İYİ Partililer, Perinçekçiler ve MHP’liler seçim öncesi ve seçim sonrası “kâfir” ve “Müslüman” kalıplarına sokulup çıkarılırken hiçbir mahzuru olmuyor!

Demokratik seçimlerden önce (D.S.Ö.) ve demokratik seçimlerden sonra (D.S.S.) diye yeni bir milat başlatıp alışkın oldukları tarz üzere kuru akla ve hevaya dayanarak insanlar ve topluluklar hakkında şer’i hüküm kurmak eğer cemaatlerinin, tarikatlarının veya hak üzere olduğunu vehmettikleri partilerinin menfaatineyse “yıllardır aranan ve beklenen doğru” da bundan başkası değildir onlar için.

Bu söylemi dillendirenler bunu hiçbir zaman resmî ve aleni olarak beyan etmezler, edemezler de… Çünkü itham ettikleri parti ve gruplarla aynı gemide bulunmaktadırlar. Demokrasi, demokratik değerler ve demokratik siyaset zemininde istemeyerek de olsa yol arkadaşlıkları vardır. “Tencere dibin kara, seninki benden kara!”

Yüzyıllar boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapmış Osmanlı Devleti için Batılılar ve Batıcılar tarafından ölçülüp biçilerek hazırlanan tabutun son çivisi kısmi de olsa “demokratik dayatmalar” değilmiş gibi bugün kendilerine Osmanlı’yı referans aldıklarını iddia eden veya Osmanlıcı olarak tanınan politik kesimlerin içinde debelendikleri yaman çelişkinin izharı ve ilanı zaruridir.

Bu vaka, duygusal coşkunluklar ve gözleri kör eden aşırı sevgi gösterileriyle görmezden gelinemeyecek, örtülemeyecek ve yok sayılamayacak kadar ağır ve hayati önemdedir.

Batıcı Laiklerin Hakimiyeti ve Cumhur İktidarı

2002’den günümüze on altı yıllık AK Parti iktidarında şu anda unutulmuş olan gayrışer’i söylem ve icraatlardan bazılarını yeniden hatırlamakta fayda var. İradeye ipotek koyan duygusal aidiyetin ve kalp gözünü dahi kör edebilen ölçüsüz muhabbetin, insanları tevhidi açıkça bozan yaşanmış hakikatlar karşısında hiçbir şey olmamış gibi âdeta felce uğratmış olması aidiyet ve muhabbet müptelalarının akıbetleri açısından endişe vericidir. Tevhidi bozan söz konusu eylem ve söylemlerden bazılarını okuyucuların ilgisine sunarken şu hususlara da dikkat çekmek gerekir:

İlki, AK Parti’nin seçim sloganı olarak da kullandığı “Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır.” sözü; ikincisi de “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.” hakikatidir.

AK Parti’nin on altı yıllık serüveninin “balık hafızalarda” unutulmuş veya ölçüsüz muhabbet deryalarında yok farz edilen bazı söylem ve icraatlarına, AK Parti hükümetinde diyanet işlerinden sorumlu Devlet Bakanı olan İlahiyat Profesörü Mehmet Aydın’ın sözleriyle başlayalım:

1. “Avrupa Birliği ile ilişkilerde bazı esneklikler göstermemiz lazım. Avrupa Birliği’ne gireceksek ona göre düzenlemeler yapmamız şart (…) Kur’an’da Mümtehine suresi 10. ayette diyor ki: ‘… Bu kadınlar, o inkârcılara helal değildir…’ Avrupa Birliği’ne girecekseniz bu ayeti batılılara izah edemezsiniz. Mümin kadının Hristiyan erkekle evlenemeyeceğini söyleyen bir ayet Batı’da sıkıntı doğurur. Bunu gidermek lazım.”

 [3]

2. 1 Mart 2003 TBMM Tezkeresi reddedilmesine rağmen bir Başbakanlık genelgesiyle, ABD’nin savaş araç, gereçleri Türkiye üzerinden Irak’a nakledildi.

3. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül: “Dünya barışı için, barışı korumak için son elli senede dünya da en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir… Büyük Ortadoğu Projesi içinde ABD ile birlikte hareket ediyoruz…” Yirmi beş İslam ülkesinin sınırlarını değiştirip hepsini Irak (Suriye, Yemen, Libya ve Mısır) gibi yapma projesi olan ABD kaynaklı Büyük Ortadoğu Projesiyle ilgili Abdullah Gül’ün görüşü: “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygundur. ABD ile hareket ediyoruz. 

Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmektir.” 

[4]

4. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Amerikan Wall Street Journal gazetesi için yazdığı makalede Irak’a savaşmaya giden ABD’li askerlere şöyle dua etti: “Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.” 

[5]

5. “İslam dinini Müslüman olmayanlara tebliğ etmeye çalışmak en dinsizce hakarettir… Bazı Müslüman kardeşlerimiz diyor ki: “Yahu! Bir fırsat düştü, Müslümanlığı anlatalım Hristiyanlara. Allah belki hidayetini gösterir. (Diyalog çalışmalarında) …” İşin ucunda bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa açıkçası bu bir din mensubuna yapılacak en dinsizce bir hakarettir… Ben Avrupa’ya gittiğimde kiliseye de giderim ve bundan büyük haz duyarım.”

 [6]

6. ABD Savunma Bakan yardımcısı Yahudi Paul Wolfowitz: “Biz Irak’a müdahale (Irak’ın işgali) konusunda tereddüt ediyorduk. Tayyip Erdoğan bize cesaret vermiştir.” 

[7]

7. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül: “Irak’ın işgali sırasında ABD İncirlik Hava Üssünü kullandı ve buradan dört bin dokuz yüz doksan sorti gerçekleştirdi.”

 [8]

8. TBMM’de 15.07.2003 tarihinde kabul edilen 4928 No’lu “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”da “cami” kelimesi “ibadethane” olarak değiştirilerek 

apartman kiliselerinin

 önündeki yasal engel kaldırıldı.

9. Başbakan Erdoğan: “Yahudi karşıtlığı utanç verici bir akıl hastalığının tezahürüdür, katliamla sonuçlanan bir sapkınlıktır!” dedi. 

[9]

10. Din Kültürü kitaplarına Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile İsa’nın ve Musa’nın aleyhimusselam resimleri kondu. 

[10]

11. Din Kültürü kitaplarında mezhep sayısı dörtten beşe çıkarıldı. 

[11]

12. AK Parti milletvekili Ömer Çelik

[12]

, ABD Başkanı G. W. Bush tarafından “Haçlı Seferi” olarak isimlendirilen Irak işgaline karşı ülkelerini, canlarını, namuslarını ve dinlerini korumak amacıyla direnen Irak’lı Ehli Sünnet mücahitler için: “Katiller sürüsü!” dedi.

[13]

13. 2005’te onaylanan 5. sınıf Din Kültürü kitaplarında Kelime-i Tevhid için sadece “La ilahe illallah”tır deniyor. Muhammedun Rasûlullah ifadesine yer verilmiyor.

AB projelerini ve ders kitaplarındaki değişimi düşündüğümüzde “Muhammedun Rasûlullah” bölümünün yazılmaması her şeyi anlatıyor. “Muhammedun Rasûlullah” ifadesi Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın Rasûlü olduğunu söyleyen Müslümanlar ile İsa’yı rab ve oğul kabul eden Hristiyanlardan ayırır.

14. AK Partililerin hazırladığı ve TBMM’de kabul edilen yasayla zina suç olmaktan çıkarıldı.

[14]

 AK Parti’nin meclisten geçirdiği TCK’nın 230. maddesi: “Aralarında resmî nikah olmaksızın evlenip dinî nikah yapanlar, altı aya kadar hapisle cezalandırılırlar.” 

[15]

 

[16]

15. Iğdır valisi açıkladı: “Fuhşun suç sayılmaması ve yaygınlığı yüzünden namuslu kadınlarımız neredeyse sokağa çıkamaz hâle geldi.” 

[17]

16. AB mevzuatına uygun Türk Gıda Kodeksi yayınlandı. “Çiğ Kırmızı Et ve Hazırlanmış Kırmızı Et Karışımları Tebliği” Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Domuz ve yaban domuzu 

kasaplık hayvanlar 

arasına alındı.

[18]

17. Başbakan Erdoğan: “Etnik, coğrafi ve dinî temele dayalı ekonomik birliktelikleri, küreselleşme sürecinin reddettiği bir durum olduğu için doğru bulmadığını” söyledi.

Etnik denilen: Orta Dünya’da dört-beş parçaya ayrılmış Kürtler, Orta Asya Türk Devletleri. Coğrafi denilen: İslam coğrafyası. Dinî denilen de: İslam’a nispet olunan ülkeler kastedilmektedir. Doğal olarak ortaya çıkan sonuç şudur: AB ile ABD bize yeter de artar bile.

18. “Türkiye’de anayasa, laikliği devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle Ateizm değildir. Ben Recep Tayyip Erdoğan olarak Müslümanım; ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım. Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. Ben Mısır’ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir.

Laiklikten korkmayın. Umarım ki, Mısır’da yeni rejim laik olacaktır. 

Umuyorum ki benim bu açıklamalarımdan sonra Mısır halkının laikliğe bakışı değişecektir.”

 [19]

19. Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada yaşıyorlar. Çünkü İ

slam’ın güncellenmesinin gerektiğini 

bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi var. Siz 

İslam’ı on dört asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız.

” 

[20]

20. 24 Haziran seçimlerinin ertesi günü seçim sonuçlarıyla ilgili olarak Batı medyasında yapılan yorumlar Türkiye’deki demokratik seçimlerin sonuçlarından ve bu sonuçlarla ortaya konan derin bölünmüşlük ve kamplaşma manzarasından hayli memnun olduklarını göstermekteydi:

• “Batılılar Erdoğan’ın bir işe yaramayan zaferinden memnun olacaktır; ama muhalifleri ABD ve AB’nin onu bu kadar süre desteklemesinden mutsuz.”

• “Türkler (Türkiye halkı) ülkelerinde derin bir şekilde bölünmüş durumda ve oy verdikleri politikacıları birleştiren tek şey Türkiye’nin 

geleneksel Batılı ortaklarıyla

 ilişkisine dair duydukları hayal kırıklığı.” 

[21]

Şüphesiz ki, bu örnekleri birkaç kat daha artırmak mümkündür. Fakat mesele sadece falanın filanın şenaatlarının ortaya dökülmesi meselesi değildir. Bu manzara demokrasinin, demokratik siyaset anlayışının ve batılı anlamda demokratik değerlerin ülkenin en ücra köşesindeki dindar/muhafazakâr bir esnafı da İslamcı söylemler kullanan bir politikacıyı da tevhid ve sünnet nizamından ve fıtri ölçülerden nasıl da uzaklaştırdığını en yalın bir biçimde göstermektedir.

Bir ülkede egemenlik/hakimiyet ancak ve yalnız Allah’a subhanehu ve teâlâ ait değilse orada Allah’ın halife kıldığı müminlerin iktidarından da söz edilemez.

Müminlerin iktidarında Kur’an’ın kanunları esastır. Çünkü Kur’an tüm ilke ve esasların esasıdır. Şer’i Şerif’e göre bir iktidarın meşru olabilmesi için Allah’ın subhanehu ve teâlâ kitabında bulunan ve Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem sahih sünnetinde yer alan tüm hükümlerin hakikat olduğuna itikad edilmesi ve “İşittik ve itaat ettik.” diyerek tatbik edilmesi gerekir.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ müminlere verdiği izzetten yüz çevirerek batılın egemenliği/hakimiyeti altında Müslümansı kadroların iktidarına kail olmak orta, uzun vadede eldeki nimetlerden de mahrum olmanın başta gelen sebeplerindendir. Sözümüzü sözlerin en güzeliyle bitirelim:

هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ فَمَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ إِلَّا مَقْتًا وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَارًا ﴿٣٩﴾

“Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur. Artık kim küfrederse küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlerin küfürleri, Rabblerinin katında kendilerine buğzdan başka bir şey artırmaz. Kâfirlerin küfürleri kendilerine zarardan başka bir şey artırmaz.” [22]

Davamızın sonu, âlemlerin Rabb’i olan Allah’a hamd etmektir. 

 

[1]        .     24/Nur, 55

 

[2]        .     18/Kehf, 29

 

[3]        .     AK Parti hükümetinde diyanet işlerinden sorumlu Devlet Bakanlığı görevindeyken aynı zamanda İlahiyat Profesörü de olan Mehmet Aydın.  3 Nisan 2003, Samanyolu TV’de yapılan söyleşiden.

 

[4]        .     Dönemin ABD Başkanı George Bush da İslam beldelerini işgal etme girişimlerini “İslam ülkelerine demokrasi ve özgürlük götürme faaliyeti” olarak tanımlamaktaydı.

 

[5]        .     31 Mart 2003, Radikal Gazetesi. İlgili yazıdan naklen duanın İngilizce metni şudur: “We further hope and pray that the brave young men and women return home with the lowest possible casualties, and the suffering in Iraq ends as soon as possible.”

 

[6]        .     II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri, cilt:2, s. 322 (Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın).

 

[7]        .     2003 yılındaki Irak işgalinden üç ay önce yaptığı Türkiye ziyareti esnasında yaptığı açıklamadan.

 

[8]        .     Vecdi Gönül’ün “Los Angeles World Affairs Council” adlı kuruluşun düzenlediği konferansta yaptığı “Avrasya’da değişen güvenlik ortamı ve Türkiye’nin stratejik önemi” konulu konuşmasından. (Anadolu Ajansı)

 

[9]        .     22.10.2013 (www.yenisafak.com)

 

[10]       .     2004

 

[11]       .     Bk. Orta Öğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı 11. Sınıf, MEB Yayınları, İstanbul 2006, s. 65, İslam Düşüncesinde Amelî-Fıkhi Yorumlar.

 

[12]       .     Hâlen AK Parti hükümetinde Bakanlık koltuğunda oturmaktadır.

 

[13]       .     21.08.2004 ,Vakit Gazetesi.

 

[14]       .     2004

 

[15]       .     2004

 

[16]       .     Resmî olmayan nikah akdi suç, resmî veya gayriresmî zina ise serbest!

 

[17]       .     23.11.2005, Vakit Gazetesi.

 

[18]       .     31.05.2007 tarihli gazeteler.

 

[19]       .     Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011 Mısır ziyaretindeki konuşmasından.

 

[20]       .     08.03.2018 tarihinde Beştepe’deki “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” programında yaptığı konuşmadan.

 

[21]       .     25 Haziran 2018 tarihli İngiliz gazeteleri.

 

[22]       .     35/Fatır, 39

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver