Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Bu hasbihâlimizde Kur’ân’da anlatılan ilk kıssayı konu edinecek, Kalem Suresi’nde yer alan Bahçe Sahipleri Kıssası’ndan çıkarabileceğimiz dersler üzerinde duracağız. Çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc).
(17) “Şüphesiz ki Bahçe Sahiplerini denediğimiz gibi bunları da (Mekkelileri de) denedik. Hani onlar, sabah vakti (meyveleri) devşireceklerine dair yemin etmişlerdi.”
(18) “ ‘İnşallah’ demiyor (yoksulların hakkını ayıracaklarına dair istisnada bulunmuyorlardı).”
(19) “Onlar uyurken, Rabbinden bir afet (bahçelerini) kuşattı.”
(20) “(Bahçe) gecenin karanlığı gibi kapkara kesiliverdi.”
(21) “Sabah vakti birbirlerine seslendiler.”
(22) “Şayet ürünleri toplamaya (kesin niyetliyseniz), erkenden yola koyulun.”
(23) “Aralarında sessizce konuşarak çıktılar.”
(24) “Bugün yanınıza sakın bir yoksul girmesin!”
(25) “Yoksulları engellemeye güç yetirecek(mişler gibi), erkenden yola çıktılar.”
(26) “Onu (yanmış ve kapkara kesilmiş) görünce: ‘Hiç şüphesiz yolu şaşırdık.’ dediler.”
(27) “(Hayır!) İşin aslı biz mahrum bırakıldık.”
(28) “Ortancaları: ‘Ben, ‘Allah’ı tesbih etmeniz gerekir.’ dememiş miydim?’ dedi.”
(29) “Dediler ki: ‘Rabbimiz! Sen tüm eksikliklerden münezzehsin. Doğrusu biz, zalimleriz.’ ”
(30) “Birbirlerine dönüp karşılıklı kınamaya başladılar.”
(31) “Dediler ki: ‘Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgınmışız.’ ”
(32) “Umulur ki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir bize. Şüphesiz ki biz, Rabbimize rağbet edenleriz.”
(33) “İşte azap böyledir. Ahiret azabıysa elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.”
Bahçe Sahipleri Kıssası
Okuduğumuz ayetler, nüzul sırasına göre Kur’ân’daki ilk kıssadır. Yüce Allah bu ayetlerde Mekkelilerin bildiği, nesilden nesile aktarılan tarihî bir olayı anlatmıştır. Ancak bir farkla! Mekkeliler diğer tüm müşrik toplumlar gibi tarihî olayları vakit öldürmek, atalarıyla övünmek, düşmanlarını yermek… için anlatırlardı. Gaye fasid olunca tarihî olaylar her ağızda şekil değiştirir, eklemeler ve çıkarmalarla bambaşka bir mahiyete bürünürdü. Yaşanmış olaylardan ibret alıp ıslah olmak şöyle dursun; toplum, bu kıssalarla vakit öldürür ve yaratılış gayelerini unuturdu. Yüce Allah diğer tüm Kur’ân kıssalarında olduğu gibi bu kıssayı da “hak üzere” ve “kalpleri sabit kılacak ibretlerle” yeniden insanlığa hatırlattı:
“Biz sana, onların kıssalarını hak olarak/gerçek hâliyle anlatıyoruz.”[1]
“Sana, resûllerin kıssalarından her (vahyettiğimizi), kalbini sağlamlaştırmak için anlatıyoruz. Bu (kıssalarla beraber) sana hak (olan bilgiler), müminlere de öğüt ve hatırlatma gelmiştir.”[2]
“Andolsun ki onların kıssalarında, akıl sahipleri için ibretler vardır.”[3]
Yüce Allah, kıssaları yalanlardan, yani insanı aldatıp saptıran fazlalıklardan “hak anlatım” ile arındırdı. Kıssaları detaylardan, yani insana faydası olmayan bilgilerden “ibretli anlatım” ile arındırdı. Bahçe Sahipleri Kıssası’nı öyle bir bağlama oturttu ki dinleyen herkes kıssanın Mekke eşrafını hedef aldığını anladı. Şöyle ki; 14 ve 15. ayetlerde Yüce Allah mal ve çocuk sahibi oldukları için Kur’ân’a karşı kibir içinde olanlardan söz etti.[4] Sonra malın fitnesine kapılıp Allah’ı (cc) unutanların kıssasını anlattı.[5] Böylece mele tabakasına şu mesajı verdi: Malının çokluğuna güvenerek kul olduğunu unutanlar, mahrumiyet ve zilletle cezalandırılırlar. Siz de kendinize çekidüzen vermezseniz, aynı akıbete düçar olacaksınız! Öyle de oldu. Mekke eşrafı, İslam davetine kendisiyle karşı çıktıkları tüm imkânlarını ve liderlerini on yıl içinde peyderpey kaybettiler.
Kıssanın öncesiyle bağlantısını kurduktan sonra kıssadan alabileceğimiz derslere/ibretlere geçelim:
Bahçe Sahipleri Kıssası’ndaki İbretler
Bize Verilen Her İmkân İmtihandır
“Şüphesiz ki Bahçe Sahiplerini denediğimiz gibi bunları da (Mekkelileri de) denedik. Hani onlar, sabah vakti (meyveleri) devşireceklerine dair yemin etmişlerdi.”[6]
Yüce Allah her insana farklı imkânlar vermiştir. Okuduğumuz kıssada imkân, bahçe sahibi olmaktır. Her insana verilen imkân, aynı zamanda onun imtihanıdır. Zira O (cc), El-Hakîm’dir; hiçbir şeyi -imkânlar da dâhil- öylesine vermez. Her imkânın insana yüklediği şer’i sorumluluklar vardır ve her insanın kulluk anahtarı, “Bu imkânın sorumluluğu nedir?” sorusuna doğru cevap vermesidir. Bahçe Sahiplerinin imkânı “hasadı bol bir bahçe”, imtihanları da “Allah’a (cc) şükretmek ve yoksulların payını vermek” idi. Atacakları adımlarda “İnşallah!” demeyerek[7] Allah’a (cc), “Yanınıza yoksul girmesin.” diyerek[8] yoksullara karşı sorumluluklarını ihmal ediyorlardı. Sonuçta onlara verilen imkân, onların musibeti oldu. Düne kadar gönüllerine huzur veren bahçe, bugün onlar için dert oldu…
Allah’ın (cc) verdiği imkânlar O’nun (cc) istediği şekilde kullanılmazsa dünyada mahrumiyet ve pişmanlığa, ahirette de can yakıcı bir azaba dönüşür. Bahçe Sahipleri Kıssası dünya mahrumiyetine örnektir. Ahiret azabına ise şu ayetler örnek gösterilebilir:
“Allah’ın lütuf ve ihsanından verdiği (nimetler) konusunda cimrilik edenler, (bu cimriliğin) onlar için hayır olduğunu sanmasınlar. (Hayır, öyle değil!) Bilakis onlar için şerdir. Cimrilik ettikleri şey Kıyamet Günü’nde bir bağ olarak boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’a aittir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”[9]
“Ey iman edenler! Şüphesiz ki din bilginlerinin ve abidlerin çoğu, insanların malını haksız yollarla yemekte ve Allah’ın yolundan alıkoymaktalardır. Altını ve gümüşü biriktirip Allah yolunda infak etmeyenleri, can yakıcı bir azapla müjdele. (Zekâtını vermedikleri altın ve gümüşler) o gün ateşte kızdırılacak; alınları, böğürleri ve sırtları bu tabakalarla dağlanacak. ‘Bu, kendiniz için yığıp biriktirdiklerinizdir. Yığıp biriktirdiklerinizi tadın (bakalım)!’ (denilecek.)”[10]
Bahçe Sahipleri Kıssası’ndan payımıza düşen, “bize verilen imkânların bilincinde olmak ve bu imkânların sorumluluğunu yerine getirmek” olsun. Yalnızca maddi durumu iyi olanlar değil, her imkân sahibi bu kıssadan payına düşeni heybesine koysun.
Allah’ı (cc) Hesaba Katmamak, Cezalandırılma Nedenidir
“ ‘İnşallah’ demiyor (yoksulların hakkını ayıracaklarına dair istisnada bulunmuyorlardı)… Sabah vakti birbirlerine seslendiler. ‘Şayet ürünleri toplamaya (kesin niyetliyseniz), erkenden yola koyulun.’ Aralarında sessizce konuşarak çıktılar. ‘Bugün yanınıza sakın bir yoksul girmesin!’ Yoksulları engellemeye güç yetirecek(mişler gibi), erkenden yola çıktılar. Onu (yanmış ve kapkara kesilmiş) görünce: ‘Hiç şüphesiz yolu şaşırdık.’ dediler.”[11]
Bahçe Sahipleri kendilerinden eminler; gizlice hasadı devşirecek, kimse görmeden evlerine dönecek ve ihtiyaç sahiplerini hasattan uzak tutacaklar. Gizlice sözleşiyor, erkenden yola çıkıyorlar. Ayetleri okurken onların kısık seslerini, kafa kafaya vermiş hâllerini, sessiz yürüyüşlerini görür gibi oluyoruz. Ancak burada bir sorun var: Bahçenin asıl sahibini, El-Melik olan Allah’ı anmıyor; O’nu (cc) hesaba katmıyorlar. Yüce Allah onları cezalandırırken “İnşallah demediklerini”, yani Yüce Allah’ı hesaba katmadıklarını özellikle belirtiyor. Cezalandırmada bu tutumlarının etkisi var ki özet bir kıssada dahi onların bu durumuna yer veriliyor…[12]
Bir konuda plan yapan, proje geliştiren, organizasyon tertip eden her insan; Allah’ı düşünmeli, O’nu (cc) hesaba katmalıdır. İşte “İnşallah” sözü; Müslimce düşünüşün, mümince duyarlılığın dile gelmiş hâlidir. “Allah dilerse” demek, “Ben hesabımı yaptım, ancak tüm hesapların üstünde O’nun (cc) hesabı vardır ve her şey O’nun dilemesine tabidir.” demektir. “Allah dilerse” demek; O’nun (cc) mutlak ilmine, kudretine ve yegâne otorite oluşuna imanın özetlenmiş hâlidir. Allah’ı (cc) hesaba katmadan plan yapanlar O’na (cc) gereken değeri vermemiş, O’nu gerektiği şekilde takdir etmemişlerdir ve O’na değer vermeyenler; değersizlikle, mahrumiyetle, pişmanlıkla cezalandırılır.
Yoksulları İtip Kakmak Müşrik Toplumların Ortak Özelliğidir
“Bugün yanınıza sakın bir yoksul girmesin!”[13]
Yoksulu kovmak, yetimi itip kakmak, ihtiyaç sahiplerinin hakkını gözetmemek; şirk toplumunun ahlaklarındandır. Zira şirk toplumu güç ve gösteri, yani şov toplumudur. Her insanın değeri, güç ve gösterişine göredir. Bu nedenle yetimler, yoksullar, hastalar, düşkünler… vebalı muamelesi görür, dışlanır. İnen ilk ayetlerde ısrarla bu sınıflara kol kanat germe çağrısı, şirk inancının sosyal ilişkilerdeki yansımasına neşter vurmak içindir:
“O hâlde, sakın yetimi kahretme/hor görüp ezme! Ve sakın isteyeni azarlayıp tersleme!”[14]
“Ona olan sevgilerine/iştahlarına rağmen yemeği, miskine/ihtiyaç sahibi yoksula, yetime ve esire yedirirler. ‘Biz, size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir mükâfat ne de teşekkür isteriz. Çünkü biz asık suratlı, uzun ve zor bir gün (nedeniyle) Rabbimizden korkuyoruz.’ ”[15]
“Onların mallarında belli bir hak vardır. Dilenen ve mahrum olan (fakir) için.”[16]
Şirk zihniyeti günümüzde farklı formlarda tezahür ediyor. Bazı insanlar VIP konuk muamelesi görüyor, yoksullarla aynı kapıdan geçmeyi kabullenemiyorlar. Korunaklı sitelerine yoksulu, düşkünü, yolda kalmışı sokmuyorlar. Bazıları apartman girişine, bazıları iş yerinin kapısına “Dilenciler giremez!” yazdırıyorlar. Âdeta bahçe sahibi kardeşlerin “Bugün yanınıza sakın bir yoksul girmesin!”[17] sözünü güncelleyerek yaşatıyorlar.
Hasadı Devşiren, İhtiyaç Sahiplerinin Hakkını Ayırmalıdır
Bahçe Sahipleri Kıssası, tarım toplumunda yaşayan üç çiftçi kardeşi anlatıyor. Onlar hasat mevsiminde ihtiyaç sahiplerini atlatmak, tüm hasadı kendilerine ayırmak istediler. Biz ise sanayi toplumunda yaşıyoruz. Yani çoğumuzun bostanla tarlayla işi yok. Biz kent hayatı yaşayanların hasadı; maaş aldığımız, bize ödeme yapılan, borç tahsil ettiğimiz, yeni bir mülk devraldığımız… gündür. Elimize para geçtiğinde ihtiyaç sahiplerinin hakkını ayırmalıyız. Şayet elimize para geçtiğinde birilerinden kaçmak, onlara görünmemek gibi bir duyguya kapılıyorsak Bahçe Sahiplerine benzemişiz demektir.
İhtiyaç Sahiplerini Düşünmemek, Tuğyandır
“Dediler ki: ‘Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgınmışız.’ ”[18]
Ayetteki azgınlık kelimesi “tâğîn/طَاغ۪ينَ” ile ifade edilir. Bu da gösterir ki siyasi tuğyan ve toplumsal tuğyan gibi bireysel tuğyan da vardır. Bireysel tuğyanın farklı suretleri bulunur ve bunlardan biri de ihtiyaç sahiplerini yok saymak ve onların hakkını gözetmemektir. Bunun tuğyan olması şöyle açıklanabilir: Yukarıda okuduğumuz gibi her malda yoksulun, mahrumun, ihtiyaç sahiplerinin hakkı vardır. Mülkün sahibi Allah’tır (cc) ve mülkte bir hak olduğunu belirleyen, yani ölçü koyan O’dur (cc). İhtiyaç sahibinin hakkını yok sayan, Yüce Allah’ın ölçüsünü yok saymış ve haddini aşmıştır. Allah’a (cc) karşı haddini bilmek kulluk, had bilmemek ve azgınlaşmak ise tuğyandır.[19]
Allah (cc) Kalplerimize Bakar[20]
Kardeşler hasadı devşirmeden önce kötülüğe niyet etmişlerdir. Henüz ortada bir eylem yoktur, ancak o eyleme yönelik niyet ve irade azmi vardır. Kalplerinde şer olunca Allah (cc) onlara niyetlerinin cinsinden muamele etmiş, kararttıkları kalplerine mukabil olarak onları kapkara kesilmiş bir bahçeyle cezalandırmıştır. Neden? Çünkü Allah (cc), kulunun kalbine bakar. Kalbinde hayır olanı hayırla mükâfatlandırır, şer olanı hak ettiğiyle tecziye eder. Bahçe Sahipleri Kıssası kalbini karartanlara örnektir. Kalbini aydınlık tutanları ise şu ayetler irşad eder:
“Ey Nebi! Elinizde bulunan esirlere de ki: ‘Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınan (fidyelere) karşılık size daha hayırlısını verir. Günahlarınızı bağışlar. Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.’ ”[21]
“Andolsun ki o ağacın altında sana biat ettikleri zaman, Allah müminlerden razı olmuştur. Onların kalplerinde olan (samimiyeti) bilmiş, üzerlerine sekinet indirmiş ve onları yakın bir fetihle mükâfatlandırmıştır.”[22]
Kul, amellerini kontrol ettiği gibi kalbini de yoklamalıdır. Kalbindeki niyetleri, umutları, düşünceleri ayıklamalıdır. Yüce Allah’ın kalplere nazar ettiğini ve insana kalbine göre muamele ettiğini unutmamalıdır.
Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allah sizin güzelliğinize ve mallarınıza bakmaz. Bilakis kalplerinize ve amellerinize bakar.”[23]
İnsan Azmettiklerinden Sorumlu Tutulur
Kalpte kötülüğe karşı oluşan düşünceler iki kısımdır. İlki, bir düşünce olarak kalbe gelen, fakat kalpte yer etmeyen geçici düşüncelerdir/vesveselerdir. Kişi bunlardan sorumlu tutulmaz. Dahası, bu düşünceden uzaklaştığı için ecir alır.
İbni Abbâs’tan (ra) rivayet edildiğine göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:
“Allah, bütün iyilikleri ve bütün kötülükleri yazdı. Sonra bunları açıkladı. Kim bir iyilik yapmaya niyet eder, fakat onu yapmazsa Allah, onu kendi katında tam bir iyilik olarak kayıt altına alır. Kim de onu niyet ettikten sonra yerine getirirse Allah, kendi katında onun için on katından yedi yüz katına kadar ecir yazar ve Allah dilediği kulları için de arttırır. Buna mukabil kim bir kötülüğü düşünür ve o kötülüğü yapmazsa Allah, kendi katında onun için tam bir ecir yazar. Kim kötülükten vazgeçmeyip yerine getirirse Allah ona tek bir kötülük yazar.”[24]
İkincisi, kalpte yer tutan, ânlık düşünce boyutunu aşarak irade ve azim boyutuna ulaşan düşüncelerdir. Kişi bunu eyleme dökmese dahi düşüncesinden sorumlu tutulur:
“Kim de orada yoldan sapmayı ve zulmü isterse ona, can yakıcı azaptan tattırırız.”[25]
Ahnef ibni Kays’tan (rh) şöyle rivayet edilmiştir:
“Şu adama (Alî’ye) yardım etme niyetiyle çıktım. Ebû Bekre ile karşılaştım. Bana, ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sordu. ‘Şu adama yardım etmeye gidiyorum.’ dedim. Bana, ‘Geri dön. Çünkü ben Allah Resûlü’nün (sav) şöyle dediğini duydum: ‘İki Müslim kılıç kılıca karşılaştıklarında öldüren de öldürülen de ateştedir.’ Bunu duyunca, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Öldüreni anladım da öldürülen niçin ateştedir?’ diye sordum. Allah Resûlü de (sav), ‘Çünkü o da arkadaşını öldürmek istiyordu.’ buyurdu.’ ”[26]
Bir mümini öldürmeye karşı duyulan aşırı istek/hırs, âdeta bir amel gibi kabul edilmiş ve Yüce Allah tarafından cezalandırılmıştır. Bu da kalpte kesin bir inanç ve isteğe dönüşen düşüncelerin cezalandırılacağını gösterir.
Ebû Kebşe El-Enmârî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Bu ümmetin misali tıpkı şu dört sınıf gibidir: Bir kul ki Allah kendisine hem mal hem de ilim vermiştir ve bu kişi malı hakkında ilmiyle amel etmiş, malı olması gerektiği gibi infak etmiştir.
Yine bir kul ki Allah ona ilim vermiş fakat mal vermemiştir. Bu kul şöyle der: ‘Eğer falan gibi malım olsaydı ben de tıpkı onun yaptığı gibi infak ederdim.’ Bu iki sınıf ecirde eşitlerdir.
Yine bir kul ki Allah kendisine rızık vermiş fakat ilim vermemiştir. Bu kişi malını dengesizce ve sorumluluklarını yerine getirmeksizin harcar.
Yine bir kul daha vardır ki Allah kendisine ne mal ne de ilim vermiştir. Bu kimse de şöyle der: ‘Eğer falan gibi malım olsaydı ben de tıpkı onun harcadığı gibi (dengesizce ve şerre) harcardım. Bu iki sınıf da günahta eşitlerdir.’ ”[27]
Görüldüğü gibi bir başkasında bulunan hayır/şer imkânlarına gıpta eden ve o imkânlara eriştiği takdirde yapacağı şeyleri tahayyül eden biri, onu yapmış gibi sevap veya günah kazanır.
Bahçe Sahipleri de yaptıkları bir işten ötürü değil, azmettikleri bir işten dolayı cezalandırılmışlardır.[28]
Masiyete İştirak Edip Uyarıda Bulunmak Faydasızdır
“Ortancaları: ‘Ben, ‘Allah’ı tesbih etmeniz gerekir.’ dememiş miydim?’ dedi.”[29]
Ortanca (veya aralarında en ölçülü/vasat olan) kardeş, diğer kardeşlerini uyarmış; Allah’ı (cc) anmalarını, yoksulun hakkını gözetmelerini tavsiye etmiştir. Ancak onlardan ayrılmamış ve yoksulu gözetmeden yapılacak hasat işine, yani masiyete iştirak etmiştir. İlahi ceza geldiğinde uyaranı da uyarılanı da kapsamış, masiyete iştirak edenlerin tamamı azaptan nasibine düşeni almıştır.
Kıssada geçen ortanca kardeş, günümüzde “ben demiştimci” insan tipine denk düşer. Yapılan her işe iştirak eden, lakin sürekli eleştirel bir dil kullanan bu insan tipi, her işin sonunda “Ben demiştim!” diye söylenir. İslam’ın inşa ettiği insan, masiyete tavır alan ve masiyetten uzaklaşan insandır. Masiyete iştirak edip söylenmek İslam’ın onayladığı bir ahlak değildir. Vahye teslim olan toplumlarda bozulma bu “ben demiştimci” insan tipleriyle başlar.
Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“İsrailoğullarında meydana gelen ilk çözülme şöyle olmuştur: Bir kişi masiyet işleyen başka bir adamla karşılaşır ve ona, ‘Ey adam! Allah’tan kork, yaptığını terk et, çünkü o sana helal olmaz.’ derdi. Sonra ertesi gün onunla tekrar karşılaşır, fakat dünkü yaptığı gibi onunla birlikte yemesine, içmesine ve oturmasına engel olmazdı. Bu yaptıklarıyla Allah onların kalplerini birbirine karıştırdı.
(Allah Resûlü (sav) sonra şu ayetleri okudu:) ‘İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın dilinden lanetlendiler. Bu, onların isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir. Yaptıkları kötülükten birbirlerini alıkoymazlardı. Yaptıkları şey ne kötüdür. Onların birçoğunun kâfir olan kimseleri dost edindiğini görürsün. Nefisleri kendilerine (Kıyamet Günü için) ne kötü bir şey sundu. Allah onlara öfkelendi ve onlar azabın içinde ebedî kalacaklardır. Şayet Allah’a, Nebi’ye ve ona indirilene inanmış olsalardı onları dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fasıklardır.’[30]
(Daha sonra şöyle buyurdu:) ‘Dikkat ediniz, Allah’a kasem olsun ki ya iyiliği emreder ve kötülükten menedersiniz, zalimin elinden tutup onu hakka döndürürsünüz ve onu hak üzere tutarsınız (ya da Allah (cc) sizin de kalplerinizi birbirine karıştırır).’ ”[31]
Okuduğumuz kıssada Allah Resûlü’ne (sav) ve ümmetine uyarı vardır. Şöyle ki; kıssanın geçtiği surenin 8 ila 16. ayetlerinde[32] Rabbimiz, gayrimeşru otoritenin sıfatlarını zikretmiş ve onlara itaati yasaklamıştır. Şayet gayrimeşru otoriteyi uyarmakla beraber onlara itaat söz konusu olursa onların başına gelen azap, uyarıcıları da kapsar. Mesele uyarmak, tanımlamak veya tarif etmek değildir. Mesele tavır almak, içtinab etmek, reddetmek meselesidir.
Tevbe Kapısı Açıktır
“Dediler ki: ‘Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgınmışız. Umulur ki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir bize. Şüphesiz ki biz, Rabbimize rağbet edenleriz.’ ”[33]
Kıssanın okuduğumuz ayetlerle bitmesi önemlidir. Allah (cc) bu ayetlerde Mekkeli müşriklere yol göstermiş, Allah’a (cc) yönelmelerini, O’na (cc) rağbet etmelerini istemiştir. Pişmanlık ve tevbe kapısı açıktır. Güvendikleri mal ve evlatlar birer azap vesilesine dönüşmeden Allah’a (cc) yönelmeleri en akıllı yoldur. Ne ki Mekke eşrafı bu uyarılara kulak vermemiş; Bedir Günü, güvendikleri ne varsa azap vesilesine dönüşmüştür. Bahçe Sahipleri Kıssası, dünyada karşılaştıkları azabın ahiret azabının habercisi olduğunu ve ahiret azabının çok daha büyük olduğunu haber vererek son bulmuştur:
“İşte azap böyledir. Ahiret azabıysa elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.”[34]
Elindeki imkânları Allah (cc) için kullanmayan her kul, tevbeyle Rabbine yönelmeli ve O’nun (cc) verdiği imkânları O’nun yolunda kullanma çabası içinde olmalıdır. İmkânlar birer azap vesilesine dönmeden Allah’a (cc) yönelmek, Bahçe Sahipleri Kıssası’ndan alınacak en faydalı ders olacaktır.
Sözümüzün sonu, âlemlerin Rabbine hamdetmektir.
[1]. bk. 18/Kehf, 13
[2]. 11/Hûd, 120
[3]. bk. 12/Yûsuf, 111
[4]. “Mal ve çocuk sahibi olmuş diye, Ona ayetlerimiz okunduğu zaman, “evvelkilerin masalları” diyen.” (68/Kalem, 14-15)
[5]. bk. Tefsîru’r Râzî, 22/54, 16. ayetin tefsiri; Et-Tahrîr ve’t Tenvîr, 29/79, Kalem Suresi, 16-25. ayetlerin tefsirleri
[6]. 68/Kalem, 17
[7]. bk. 68/Kalem, 18
[8]. bk. 68/Kalem, 24
[9]. 3/Âl-i İmrân, 180
[10]. 9/Tevbe, 34-35
[11]. 68/Kalem, 18, 21-26
[12]. bk. İbni Teymiyye Tefsîri, 9/395-396, Kalem Suresi Girişi
[13]. 68/Kalem, 24
[14]. 93/Duhâ, 9-10
[15]. 76/İnsân, 8-10
[16]. 70/Meâric, 24-25
[17]. 68/Kalem, 24
[18]. 68/Kalem, 31
[19]. Kur’ân’da tağut/tuğyan kavramı hakkında geniş bilgi için bk. Tevhid İnancını İnşa Eden Kavramalar, s. 645. İlgili içeriğe ulaşmak için karekodu okutabilirsiniz.
[20]. bk. Kıssatu Ashâbi’l Cenne, s. 12
[21]. 8/Enfâl, 70
[22]. 48/Fetih, 18
[23]. Müslim, 2564/34
[24]. Buhari, 6491; Müslim, 131
[25]. bk. 22/Hac, 25
[26]. Buhari, 31; Müslim, 2888
[27]. Ahmed, 18024; İbni Mace, 4228
[28]. bk. Tefsîru’l Mennân fî Kısasi’l Kur’ân, s. 494
[29]. 68/Kalem, 28
[30]. 5/Mâide, 78-81
[31]. Ebu Davud, 4346; Tirmizi, 3047; Rivayetin sıhhatinde ihtilaf edilmiştir.
[32]. “(Öyleyse) yalanlayanlara itaat etme. Onlar, senin kendileriyle uyum içinde olup (sapkınlıklarına karşı yumuşamanı) istediler. (Buna karşılık) onlar da uyum gösterip (sana karşı yumuşayacaklardı). Çokça yemin eden değersiz kimseye itaat etme. Sürekli ayıplayıp (gıybet yapan) ve (insanların) sözlerini taşıyan, Hayra engel olan, haddi aşan, çok günah işleyen, Kaba-saba/zorba sonra da nesebi belli olmayan, Mal ve çocuk sahibi olmuş diye, Ona ayetlerimiz okunduğu zaman, ‘evvelkilerin masalları’ diyen. Onu burnundan damgalayacağız.” (68/Kalem, 8-16)
[33]. 68/Kalem, 31-32
[34]. 68/Kalem, 33
İlk Yorumu Sen Yap