Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Kıymetli Kardeşim,
“Zengin kimdir?” diye bir soru yöneltilse birçoğumuz mal mülkle ilintili bir cevap veririz. Kapitalist düzenin iliklerimize kadar maddeyi aşıladığı, manevi bilincin neredeyse tükendiği bu dönemde başka bir cevap beklemek elbette beyhudedir. Toplum olarak hem insanlığımızdan hem de maneviyatımızdan yoksun, ilişkilerini madde üzerine kuran bir millet olduk. Sonuç olarak, asıl zenginlikten mahrum kaldık.
Gelin, “Zengin kimdir?” sorusunu bir de asıl kaynağımıza, rehberimize soralım. Allah Resûlü (sav), bu sorumuzu insanlığa insanlığı öğreterek cevaplamıştır:
“Gerçek zenginlik, malın çokluğu değil, gönül zenginliğidir.”[1]
Hadisten de anlaşıldığı üzere nice zengin vardır ki gönlü tok olmadığından fakirdir. Nice fakir vardır ki kalp ve gözü tokluğuyla iki cihan zenginidir. Sen hangi sınıfa talipsin? Zengin mi, yoksa fakir mi?
Gönül zenginliği büyük bir mertebedir. Herkes buna ulaşamaz. Gönül zenginliği; yaratanı ve neden yaratıldığını bilen, İlahi değerlere göre hayatını yaşayan, ahiret bilinci olan, kadere teslim olmuş kişilerin ahlakıdır. Gönül zenginliği peygamberlerin, salih insanların ahlakı ve Rabblerinden en büyük niyazlarıdır. Bundandır ki Peygamberimiz dualarını gönül zenginliği talebiyle süslemiştir:
اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدَى، وَالتُّقَى، وَالْعَفَافَ، وَالْغِنَى
“Allah’ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği isterim.”[2]
Yeryüzünün en tehlikeli ve yerilmiş ahlakı, doymayan nefis ve korkmayan kalptir. Doymayan nefis ve korkmayan kalp, zulmün kapılarını açar ve önüne geçilmediğinde her tarafı kuşatıp helak eder. Tarih sayfalarındaki ve çağımızdaki zulümlere bakınca temelinde bu ahlakın yattığını görüyoruz. Bu ahlaktan uzaklaşılmalı ve tedavi edilmelidir. Ki kurtuluş ve sükûnet elde edilebilsin.
Üzülerek belirtmek gerekir ki bu ahlak toplum arasında hızla yaygınlaşmakta, Müslimler de bundan nasibini almaktadır. Toplum içerisinde, kendisinin dışındakileri hakir gören, konuşmaya dahi tenezzül etmeyen, aynı ortamı paylaşmayan, aynı sofrada yemek yemeyen, kendisini dünyanın sahibi gören, malının çokluğuyla azgınlaşmış, şöhretiyle şımarmış, diplomasıyla büyüklenmiş kişiler mevcuttur. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü (sav) doymayan nefisten ve korkmayan kalpten Allah’a (cc) sığınmıştır:
“Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, doymayan nefisten, kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”[3]
Aziz Kardeşim,
Gönül zenginliği ne demektir?
Gönül zenginliği, kişinin Allah’ın verdiğine ve aldığına razı olması, elinde olanla yetinmesi, başkasına verilen nimetlere tamah etmeyip aç gözlülük yapmaması ve nefsin isteklerinde başkalarını nefsine tercih etmesidir:
“Kendilerinden önce (Medine) yurdunu hazırlayan ve iman ehli olan (Ensar), onlara hicret edenleri severler ve (Muhacirlere) verilenlerden dolayı içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Şiddetle ihtiyaç duymalarına rağmen (kardeşlerini) kendilerine tercih ederler. Kim de nefsinin bencilliğinden korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[4]
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”[5]
“Dünyaya rağbet gösterme ki Allah seni sevsin; insanların ellerinde bulunana (nimet ve imkânlar) rağbet etme ki, onlar (da) seni sevsin.”[6]
Her konuda olduğu gibi bu hususta da Allah Resûlü (sav), en güzel örneğimizdir. Mekke’de peygamberliğin ilk yıllarında birçok nimetten mahrum kaldı. Boykot dönemleri geçirdi. Günlerce aç kaldı. Yaşadığı olumsuzluklara karşı serzenişi olmadı, elindeki imkânlarla, nimetlerle yetindi. Karşılaştığı bu hâllere karşı Rabbine hamdetti. Elindeki nimetleri herkesle paylaştı. Gücünün yetmediği yerlerde ise onlara sabrı tavsiye etti ve cennet müjdesi verdi.
Medine, İslam devleti olunca imkânlar fazlalaştı, devlet olarak Resûlullah (sav) güç sahibi oldu. Özellikle Mekke’nin Fethi ve Huneyn Gazvesi’nde elde edilen ganimetlerle bu gücü daha da arttı. İsteseydi elindeki malı mülkü düşmanı olan Mekke ehline ve onunla savaşanlara vermeyebilir, intikam alabilirdi. Ancak Allah Resûlü (sav) bu şekilde yapmadı. Gönül zenginliğiyle muamele etti. Bu gazvede elde ettiği ganimetleri, yeni iman edenlere ve henüz iman etmeyenlere dağıttı. Gaye, kalplerinin imana yumuşamasıydı. Allah Resûlü’nün gönül zenginliği yeni iman edenlerin imanını pekiştirdiği gibi, diğerlerinin de iman etmesini sağladı.
Gönül zenginliği, ahlak azığımızda her daim olmalıdır. Soframızı komşumuzla, malımızı yoksullarla, barınağımızı yolda kalanlarla, şefkatimizi yetimlerle, bilgimizi cahillerle, ahlakımızı yobazlarla, sıdkımızı hainlerle, insanlığımızı insanlarla paylaşarak gönlümüzü geniş, kalbimizi tok tutmalıyız. Hakeza Rabbimizin verdiği nimetlere hamdetmeli, onunla yetinmeli, diğer insanların elinde olanlara tamah etmemeli/hased duymamalı, dinine ve ırkına bakmaksızın imkânımız nispetince başkalarıyla paylaşmalıyız.
Kıymetli Kardeşim,
Yazıma son verirken gönül zenginliğine dair bir hadisi de örnek vermek istiyorum:
Ukbe ibni Âmir’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Resûlullah ile beraberdim. Ondan önce elini tuttum ve ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bana amellerin/davranışların en güzelini öğret ki onu yapayım.’ dedim.
Resûlullah elimi tuttu ve bana, ‘Sana gelmeyene git, vermeyene ver, zulmedeni affet.’ buyurdu.”[7]
Subhanallah! Gelmeyene gitmek, vermeyene vermek, zulmedeni affetmek. Gerçekten çok zor bir amel. Evet, şimdi kendimize soralım: Gelmeyene gidebilir miydim? Vermeyene verebilir miydim? Zulmedeni affedebilir miydim? İşte tüm bunları yapabilmek gönül zenginliğine bağlıdır.
Rabbim bizleri gönlü zengin olan, değerlerini İslam üzere belirleyen kurtulmuş kullarından eylesin. Allahumme Âmin.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.
Bir sonraki yazımızda görüşme ümidi ile…
[1]. Buhari, 6446; Müslim, 1051
[2]. Müslim, 2721
[3]. Müslim, 2722
[4]. 59/Haşr, 9
[5]. Buhari, 13; Müslim, 45
[6]. İbni Mace, 4102
[7]. Ahmed, 17334
İlk Yorumu Sen Yap