Allah’ın İpine Sarılın!

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

“Allah’ın ipine hep beraber/topluca tutunun ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Bir zamanlar düşmandınız da Allah kalplerinizi birbirine ısındırmıştı. O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz ateş çukurunun kenarındaydınız da sizi ondan kurtarmıştı. Hidayete eresiniz diye Allah ayetlerini sizin için açıklamaktadır.”[1]

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Tevhidle tanıştığımız zaman karşımıza çıkan kavramlar bizi bir hayli hayrete düşürmüş ve o güne kadar bunları bilmeden nasıl yaşadığımıza şaşırmışızdır. Tevhidle tanıştıktan sonra hayatımıza giren ve yine bizi şaşırtan “cemaat” kavramı, sıradan bir kişinin yaşadığı alelade bir hayatta karşısına çıkan bir mefhum olmadığı gibi karşılaştıktan sonra da anlaşılması biraz zaman alabilen bir kavramdır. Ancak, kişi iman ettikten sonra bu dini yalnız bir şekilde yaşayamaz. Bu, tek başına, herkesin kendi kafasına göre yaşayabileceği bir din olsaydı Allah (cc) cemaat olmayı/ayrılığa düşmemeyi şeriat kılmazdı:

“ ‘Dini (tevhidle) ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.’ diye Nuh’a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim, Musa ve İsa’ya emrettiğimizi sizin için dinde şeriat kıldık. Müşrikleri kendisine davet ettiğin (tevhid) onlara ağır geldi. Allah dilediği kulunu (tevhid ve ayrılıksız din için) seçer ve O’na yönelenleri hidayete erdirir.”[2]

“Allah’ın ipine hep beraber/topluca tutunun.”

Arap lugatında حبل kelimesi, iki şeyi birbirine bağlayan her şey için kullanılır.[3] Bu nedenle Araplar, kişiyi güvenliğe ulaştırıp ezayı defetmesi dolayısıyla eman için حبل kelimesini de kullanır.

Allah’ın (cc) ipi nedir?

“Ebû Hayyân (rh) Zeyd ibni Erkam’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

‘Dikkat edin, ben sizin aranızda iki ağır yük bırakıyorum. Bunların biri Allah’ın Kitabı’dır. O, Allah’ın ipidir. Her kim ona tabi olursa doğru yolda ve kim terk ederse dalalette olur.’[4]

Zeyd ibni Sâbit’ten (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

‘Size iki halife bırakıyorum. Allah’ın (cc) Kitabı ki o, gökyüzü ve yeryüzü arasında -veya gökyüzünden yeryüzüne- uzanmış bir iptir. İkincisi ise zürriyetim, yani Ehl-i Beyt’imdir. Bunlar Havz’da benim yanıma gelene kadar birbirinden ayrılmazlar.’[5]

Allah Resûlü (sav) Kur’ân’ı Allah’ın ipine benzetmiştir. İp denildiğinde insanın aklına gelenler şunlardır:

Kur’ân Yüce Allah’ın (cc) ipi, yer ile gök arasındaki kutlu bağıdır. İpin bir ucu âlemlerin Rabbinin, diğer ucu Kur’ân okuyucusunun elindedir. Kişi Kur’ân’a tutunduğunda hakikatte Rabbine tutunmaktadır. İpin en önemli işlevi iki şeyi birbirine bağlamak, kopmalarına engel olmaktır. Bu ifade, Kur’ân’da emredilen ‘Allah’a tutunmak’ (i’tisamu billah) emrinin Kur’ân’a tutunarak gerçekleşeceğinin de delilidir:

‘Tevbe edenler, (hatalarını) düzeltenler, Allah’a tutunanlar ve dinlerini (içine şirk ve riya karıştırmadan) Allah’a halis kılanlar; bunlar (münafıklarla değil), müminlerle beraberdir. Ve Allah, müminlere büyük bir ecir verecektir.’[6]

‘Allah’a iman edip O’na tutunanlara gelince, onları kendinden olan bir rahmete, lütuf ve ihsana dâhil edecek ve (sonunda Allah’a ulaşacakları) dosdoğru yola hidayet edecektir.’[7]

‘Allah yolunda hakkıyla/Allah’ın şanına yakışır şekilde cihad edin. O sizi seçti. Dinde size bir darlık/güçlük yüklemedi. Atanız İbrahim’in milletine (uyunuz)! O (Allah) sizleri bundan önce de bunda da Müslimler/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullar diye isimlendirdi ki, Resûl size, siz de insanlara şahitlik edesiniz. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a tutunun. O, sizin Mevlanızdır. Ne güzel bir dost ve ne güzel bir yardımcı!’[8]

Her insan, içinde İlahi ruh taşır; ki insanın özü olan tevhid fıtratı ona üflenen o mübarek nefhadan kaynaklanır. Kişinin Kur’ân okuması gökle, yani kökle (fıtrat/İlahi nefha) bağ kurması, fıtratı şeriatla birleştirmesidir. Fıtratı şeriatla, insanı kendi özüyle buluşturan memba Kur’ân’dır.

İp bir şeyi çekip çevirmeye, onu yönlendirmeye vesiledir. Kur’ân’ın Allah’ın (cc) ipine benzetilmesi, insanı çekip çevirdiğine ve ona yön verdiğine işarettir. Kur’ân ile hemhâl olan insanların Kur’ân’dan yaptıkları ilginç istidlaller ve neredeyse her meselede Kur’ân’dan onlara yol gösterecek bir rehber bulmalarının sırrı, Kur’ân’ın Allah’ın ipi olmasıdır. Mesrûk (rh), ‘Sahabeye ne sorduysak onun ilmi mutlaka Kur’ân’da vardı, (Kur’ân’dan cevap verirlerdi). Ancak bizim ilmimiz ondan eksik/geri kaldı.’[9] der.

İp, tırmanma ve yükselme vesilesidir. Bulunduğu yerden daha yükseklere çıkmak isteyen, bir ipe tutunur. Kur’ân da böyledir… Ona tutunanı yüceltir.

Abdullah ibni Amr’dan (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

‘Kıyamet Günü, Kur’ân okuyan kimseye, ‘Oku ve yüksel.’ denilecektir. ‘Dünyada tertil üzere okuduğun gibi burada da tertil üzere oku. Şüphesiz senin makamın, okuyacağın son ayetin yanındadır.’ denilir.’[10][11]

Allah’ın (cc) ipi hakkında İbni Mes’ûd (ra) şöyle demiştir; “Allah’ın (cc) ipi cemaattir. Sizin üzerinize cemaat olmanız gerekir. Çünkü o Allah’ın (cc) ipidir ve ona tutunmayı emretmiştir. Sizin cemaat olmada kerih gördüğünüz şey, fırkalaşmakta hoşunuza giden şeyden daha hayırlıdır.”[12]

“Ve ayrılığa düşmeyin.”

El-Latîf olan Rabbimiz kulları için İslam dininden razı olduktan sonra onların bir cemaat/topluluk olarak bu dini yaşamalarını emretmiştir. Konunun önemine binaen açık emirlerde bulunduğu gibi, şer’i sorumluluklarla da kullarının kalbine bu şuuru yerleştirir. Cemaatle namazları buna örnek olarak verebiliriz. Her birimiz Fâtiha Suresi’ni okurken, “Biz, yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.” diyoruz. Bu, mümine bu dinin bir cemaat/topluluk dini olduğu şuurunu işler.

Cemaat olmayanları/Ayrılığa düşenleri ise üzerinde konuştuğumuz bu ayetten iki ayet sonra Ehl-i Kitab’a benzeterek kullarını bundan sakındırmıştır:

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ihtilaf edip ayrılığa düşenler gibi olmayın. Bunlar için büyük bir azap vardır.”[13]

Dini en güzel şekilde öğreten Resûlullah da (sav) bu emri çok açık naslarla öğrettiği gibi ayrılığa düşmenin  zararlarını da çok açık bir şekilde bildirerek ayrılıktan sakındırmıştır. Sahabeye bu konu o kadar güzel ve net bir şekilde öğretilmiştir ki Resûlullah’ın (sav) vefatından sonra dahi kendi aralarında bu konuda olumsuz bir örnek yaşanmamıştır. Raşid Hilafetin sonlarına doğru çıkan problemlerin en temel noktası da cemaat olma ve ayrılığa düşmeme konusunda yapılan hatalar ve yanlışlardır…

Resûlullah (sav) cemaat olmamanın verdiği zararla ilgili şöyle buyuruyor:

“Sürüye zarar veren kurt olduğu gibi, insanın kurdu da şeytandır. Kurt, sürüden uzak ve ayrı olan koyunu kapar (şeytan da cemaatten uzak ve ayrı olanı kapar). Dağlardan (uzletten) sakınınız. Cemaat, toplum ve mescidlerde olunuz.”[14]

Ebû Hureyre’den gelen bir hadiste Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Allah (cc) sizin için şu üç şeyden razı oldu: Sadece kendisine ibadet etmeniz ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanız. Bir bütün/cemaat olarak Allah’ın (cc) ipine sarılmanız ve ayrılığa düşmemeniz. Ve başınıza gelen emîr sahiplerine nasihat etmeniz. Allah (cc) şu üç şeyden de razı olmaz: Kîl-u kâl (Arkadan konuşmak, dedikodu yapmak), çok fazla soru sormak ve malı zayi etmek.”[15]

Enes ibni Mâlik’ten (ra) gelen başka bir rivayette ise Resûlullah (sav) şöyle buyuruyor:

“Ben-i İsrail yetmiş bir parçaya bölündü. Benim ümmetim yetmiş iki parçaya bölünecektir. Cemaat olanların dışında hepsi ateşe girecektir.”[16]

Bir topluluk/cemaat olarak bu dini yaşamak kişisel bir tercih ya da yaşam biçimi değil, Allah’ın (cc) ve Resûl’ünün Müslimlere kat’i bir emridir:

“Allah ve Resûl’ü bir şeye hükmettiğinde, mümin erkek ve mümin kadının o işlerinde seçim hakları yoktur. Kim de Allah’a ve Resûl’üne isyan ederse, muhakkak ki apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.”[17]

“Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Bir zamanlar düşmandınız da Allah kalplerinizi birbirine ısındırmıştı. O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz ateş çukurunun kenarındaydınız da sizi ondan kurtarmıştı.”

Allah’ın (cc) burada kimlerden bahsettiğiyle ilgili olarak müfessirlerden farklı rivayetler gelmiştir. Müfessirlerden bazıları, sonradan iman eden müşrikler hakkında olduğunu söylemiştir. Bazıları ise bu ayet-i kerimenin Evs ve Hazrec kabilesi hakkında olduğunu söylemiştir. Bilindiği üzere Evs ve Hazrec Medine’nin iki büyük kabilesiydi ve aralarında uzun yıllar süren bir çekişme ve kavga hâli vardı. Nübüvvetin on birinci yılında, Hazrec Kabilesi’nden altı kişinin Akabe’de Resûlullah’a (sav) iman etmeleri ve İslam dinini Medine’ye götürüp orada davet yapmaları sonucunda Evs Kabilesi de iman etti ve aralarındaki husumet de Allah’ın (cc) izniyle, tevhidle son bulmuş oldu.

Allah (cc) tevhid nimetiyle kullarına bir hatırlatmada bulunuyor! Tevhidin onların dünya ve ahiret hayatlarına nasıl bir etkisi olduğunu hem geçmişlerini onlara hatırlatarak hem de uhrevi olarak içinde bulundukları durumdan örnek vererek gözler önüne seriyor. İman etmeden önce cehennem azabına girmek üzereyken Rabbleri onlara merhamet etti ve hidayet edip onları ateş çukurundan kurtardı. Onlar iman etmeden önce birbirlerine milliyetçilik, kavmiyetçilik ve atalarla övünme gibi cahiliyeden gelen kokuşmuş davalardan dolayı düşmanlardı. Onların bu düşmanlığını hiçbir şey bitiremeyecekti, tâ ki tevhidle kalpleri bir araya gelinceye kadar…

“(Allah,) onların kalplerini birbirine ısındırdı. Sen yeryüzündekilerin tamamını harcasaydın, yine de onların kalplerini birbirine ısındıramazdın. Ama Allah onların arasını ısındırdı. (Çünkü) O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.”[18]

Bununla birlikte Allah (cc), kullarına şükretmeleri gereken çok büyük bir nimeti hatırlatıyor: İman etmeden önce bir ateş çukurunun kenarında olmak… İman ettikten sonra her birimizin bunu kendine hatırlatması ve Allah’ın (cc) hidayet etmesiyle bu ateş çukurundan kendisini kurtarmasından dolayı hamdetmesi gerekir. İman etmemiş kişinin durumu bu derece vahimdir. Her ân içine düşmek üzere olduğu bir ateş çukurunun kenarındadır… Kişiyi bu ateş çukurundan çekip kurtaran Allah’ın (cc) ipidir.

“Hidayete eresiniz diye Allah ayetlerini sizin için açıklamaktadır.”

Ayetin son kısmında Rabbimiz (cc) ayetlerinin açık olmasından ve bunun hikmetlerinden birini kullarına bildiriyor: Hidayete eresiniz diye; ateş çukurunun kenarından kurtulup Allah’ın (cc) ipine sarılıp ayrılığa düşmeyesiniz diye…

Kur’ân-ı Kerim’i okuyan bir müminin Kur’ân’ı bu bakış açısıyla okuması gerekir. Aklındaki sorulardan, kalbindeki şüphelerden ve yaşadığı vakadaki fitnelerden bu Kitap’la kurtulup doğru yola çıkacağını bilerek okuması gerekir. Bu, Kur’ân-ı Kerim’in özelliklerindendir:

“Bu Kitap; kendisinde hiçbir şüphe olmayan, takva sahiplerine yol gösteren bir Kitap’tır.”[19]

Bir kulun, Allah’ın (cc) Kitabı’nın özelliği olarak belirttiği faydalarını hayatında görebilmesi için ilk olarak Kur’ân-ı Kerim’e karşı bakış açısını düzeltmesi gerekir ve Kur’ân’ı Kur’ân’dan tanıması gerekir. Bu olmadığı takdirde -Allah (cc) muhafaza- Kur’ân onun imanını arttırması gerekirken kalbindeki hastalıkları arttırır:

“Bir sure indirildiğinde onlardan bir kısmı: ‘Bu sure hanginizin imanını arttırdı?’ derler. İman edenlere gelince, onların imanını arttırmıştır ve onlar (Allah’ın müminlere yönelik vaadleriyle) müjdelenmektelerdir. Kalplerinde hastalık olanlara gelince, onların (kalplerinde bulunan) pisliklere pislik katmış ve onlar kâfir olarak ölmüşlerdir.”[20]

Selam ve dua ile…


[1]. 3/Âl-i İmrân, 103

[2]. 42/Şûrâ, 13

[3]. bk. El-Mufredât, h-b-l maddesi, s. 217

[4]. Müslim, 2408

[5]. Ahmed, 21578

[6]. 4/Nisâ,146

[7]. 4/Nisâ, 175

[8]. 22/Hac, 78

[9]. Fedâilu’l Kur’ân, Ebû Ubeyd, s. 96

[10]. Ebu Davud, 1464; Tirmizi, 2914

[11]. Anlamak ve Yaşamak İçin Kuran Okumaya Çağrı, s. 136-138

[12]. El-Mustedrek, 8888

[13]. 3/Âl-i İmrân, 105

[14]. Ahmed, 22029

[15]. Müslim, 1715

[16]. İbni Mace, 3993; Ahmed, 12208

[17]. 33/Ahzâb, 36

[18]. 8/Enfâl, 63

[19]. 2/Bakara, 2

[20]. 9/Tevbe, 124-125

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver