İmandan Sonra Fasıklık

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّۚ وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

“Ey iman edenler! Bir erkek topluluğu, başka bir erkek topluluğuyla alay etmesin. Belki (alay ettikleri) kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınlarla alay etmesinler. Belki (alay ettikleri) kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi nefislerinizi ayıplamayın, birbirinize lakap takmayın. İmandan sonra fasıklık, ne kötü bir isimdir. Kim de tevbe etmezse bunlar zalimlerin ta kendileridir.”[1]

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Allah (cc) cahiliyenin en karanlık olduğu dönemde merhametiyle bizlere hidayet etti. O’na hamdolsun. Cahiliyeden çıkmış bir toplum olarak geçmişimizden kalan hoş olmayan bazı hasletlerimiz olabilir. Sahabe hayatı bu konuda bizim için çok önemli bir örnektir. Çünkü onlar da cahiliyenin en karanlık olduğu bir döneminde hidayete erdi ve onların da bir geçmişi vardı. Onların da geçmişlerinden kalan bazı hasletleri vardı ve hataları oldu. Allah (cc) ve Resûl’ü (sav) tarafından en güzel şekilde eğitildiler ve dönemin müstesna topluluğu hâline geldiler.

Hucurât Suresi, genel olarak müminlere edep ve ahlak öğreten bir sure olmakla birlikte örnek İslam toplumunun sahip olması gereken özellikleri de ele alan bir suredir. Yazımıza konu olan ayet-i kerime, müminlerin kendi aralarındaki sosyal ilişkilerine ve birbirleri üzerindeki haklarına dair uyarılarda bulunan bir ayettir.

“Ey iman edenler! Bir erkek topluluğu, başka bir erkek topluluğuyla alay etmesin.”

Nu’mân ibni Beşîr’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Sâbit ibni Kays ibni Şemmâs (ra) bir gün sabah namazına bir rekât geç kaldı. Resûlullah (sav) namazı bitirince insanlar onun etrafında oturdular. Sâbit ibni Kays namazını tamamladığı zaman halkada oturan bir adama, ‘Yer aç!’ dedi. Adam da ona yer açtı. Sonra bir adama daha, ‘Yer aç!’ dedi. Yine yer açıldı. Bir adama daha geldi ve ona da, ‘Yer aç!’ dedi. Adam ona, ‘Arkanda genişlik var işte, oraya otur. Ne diye insanların omuzlarının üzerinden geçiyorsun?’ dedi.

Sâbit (ra) onun yüzüne baktı ve ‘Ey falanca kadının oğlu!’ dedi.

Resûlullah (sav) bunu duydu ve ‘O adamı insanların arasında ayıplayan da kim?!’ dedi.

Kimse cevap vermedi. Resûlullah (sav) sorusunu bir daha sordu, yine kimse cevap vermedi. Sâbit ibni Kays ayağa kalktı ve ‘Ey Allah’ın (cc) Resûlü, ben namaza bir rekât geç kalmıştım ve insanlar senin etrafını doldurdular. Benim de kulağım pek iyi işitmiyor. Sana yakın olmaya çalıştım ve insanlardan bana yer açmasını istedim. Sonra bu adam bana böyle cevap verince ben de onu cahiliyedeki durumundan dolayı annesiyle ayıpladım. O öyle bir kadındı ki diğer kadınlar ondan daha hayırlıdır.’ dedi.

Bunun üzerine Resûlullah (sav) şöyle buyudu: ‘Ey Sâbit ibni Kays ibni Şemmâs! Kaldır kafanı ve şu insanlara bak! Onların arasında siyahi olan da kırmızı tenli olan da beyaz olan da vardır. Sen bu kişilere takvadan başka hiçbir şeyinle üstün olamazsın!’

Sâbit ibni Kays (ra) dedi ki: ‘O günden sonra kimseyi ayıplamadım.’ ”[2]

İbni Abbâs (ra) bu ayet-i kerimenin nüzul sebebi olarak bu hadisi zikretmiştir.[3]

Bazı rivayetlerde ise bu ayet, İkrime ibni Ebî Cehl (ra) hakkında nazil olmuştur. Kendisi iman ettikten sonra Medine’ye geldiği zaman bazı kimseler ona “Ey İbni Firavun” diye hitap edip onu babasından dolayı ayıplayıp tahkir ediyorlardı. Bunun üzerine İkrime (ra) durumu Resûlullah’a (sav) iletti; bu ayet-i kerime nazil oldu.

Tefsir kaynaklarımıza baktığımızda nüzul sebebi olarak başka kıssalar da görmekteyiz. Zenginlerin fakirleri aşağılayıp ayıplamaları üzerine bu ayet-i kerimenin nazil olduğu da söylenmektedir.[4] Burada zikriyle yetindiğimiz hadisler ayetten çıkarmamız gereken dersi anlamamız konusunda fazlasıyla yeterlidir.

Allah (cc) müminlerin kardeş olduğunu bir önceki ayette buyurmuştur:

“Müminler ancak kardeşlerdir. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkup sakının. Umulur ki merhamete nail olursunuz.”[5]

Resûlullah da (sav) birçok hadiste bu hakikati sahabesine öğretmiştir:

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Birbirinize hased etmeyin. Alışverişte almayacağınız malın fiyatını arttırarak birbirinizi aldatmayın. Birbirinize kin gütmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin (küsüp darılmayın). Pazarlığı bitmiş olan alışverişi bozmayın. Allah’ın kulları! Kardeş olun. Müslim, Müslim’in kardeşidir. Ona zulmetmez, darda kaldığında onu yalnız bırakmaz, yalan söylemez. Onu küçük görmez. (Resûlullah göğsünü göstererek üç defa) takva işte buradadır. Kişiye, mümin kardeşini hor görmesi günah olarak yeter. Müslim’in her şeyi; kanı, malı ve namusu diğer Müslimlere haramdır.”[6]

Müminleri birbirlerine kardeş kılan Allah (cc) ve Resûl’üdür. Bu kardeşliğin en güzel şekilde nasıl yaşanacağını ve kardeşliğe nelerin zarar vereceğini öğreten de Allah (cc) ve Resûl’üdür. Müminlerin kardeşliği kişisel değildir. Kişilerin bu konuda herhangi bir tercihi de söz konusu değildir. Her mümin, Allah (cc) ve Resûl’ünün (sav), kardeşlerine yapmayı veya yapmamayı emrettiği tüm sorumlulukları -bütün mümin kardeşlerine eşit derecede- yerine getirmekle mükelleftir. Ve bu öyle bir esastır ki, iman ve nifak arasındaki ayırıcı çizgilerden biridir. Rabbimiz müminlerle alay etmeyi münafıkların bir özelliği olarak addetmiştir:

“İman edenlerle karşılaştıkları zaman: ‘İman ettik.’ derler. Şeytanlarıyla baş başa kalınca ise: ‘ Biz sizinle beraberiz, ancak biz (iman edenleri) alaya almaktayız.’ derler.”[7]

“Belki (alay ettikleri) kendilerinden daha hayırlıdır.”

Allah (cc) örnek İslam toplumunu oluşturan kullarının bakış açılarını terbiye ediyor. Bununla birlikte bu toplumun bireylerinin haysiyetini ve onurunu da koruma altına almış oluyor. Kullarına, birilerine değer biçerken bunu neye göre yapmaları gerektiğini, zâhire ve gelip geçici olana bakarak insanları yargılamanın yanlış olduğunu öğretiyor.

Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadise göre Resûlullah (sav) şöyle buyuruyor:

“Allah (cc) sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz. Ancak sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.”[8]

Bir kimse, Müslim bir kardeşinin fazla kilosuyla veya zayıflığıyla alay edebilir. Ama onun ne kadar abid ve takvalı biri olduğunu bilemez. Bir kardeşini fakirliğinden ve çalışmamasından dolayı hakir görebilir. Ama onun ilme ne kadar düşkün ve öğrendikleriyle amel eden biri olduğunu bilemez. Bir kardeşini dünyevi konulardaki bilgisizliğinden dolayı ayıplayabilir. Ama onun ne kadar samimi ve fedakâr bir şekilde dini için mücadele ettiğini bilemez…

“Kadınlar da kadınlarla alay etmesinler. Belki (alay ettikleri) kendilerinden daha hayırlıdır.”

“İkrime’nin (rh) İbni Abbas’tan (ra) aktardığına göre ayetin bu kısmı, Resûlullah’ın (sav) hanımlarından Safiyye binti Huyey (r.anha) hakkında nazil olmuştur. Safiyye Annemiz (r.anha), Hayber’in fethinden sonra Resûlullah (sav) ile evlenmişti ve kendisi iman etmeden önce Yahudi’ydi. Bundan dolayı bazı kadınlar onu, ‘Ey Yahudi kızı Yahudi!’ diye ayıpladı. Bunun üzerine Safiyye Annemiz (r.anha) bu durumu Resûlullah’a (sav) haber verdi. Resûlullah (sav) ona şöyle dedi: ‘Onlara deseydin ya benim babam Hârûn, amcam Mûsâ ve eşim de Muhammed’dir.’ ”[9]

“Kendi nefislerinizi ayıplamayın, birbirinize lakap takmayın.”

Ayet-i kerimenin Arapçasında geçen لمز kelimesi, kişinin insanları kaş göz hareketi yaparak, mimikleriyle aşağılayıp ayıplaması ve bunu yaparken de ağzından sadece kendinin duyacağı şekilde sessizce bir şeyler söylemesidir.[10]

Ayette kardeşliği zedeleyen ve haram kılınan bir diğer haslet de insanların birbirlerine lakap takmasıdır.

Ebû Cebîre ibni Dahhâk (ra) şöyle demiştir:

“Bu ayet biz Selemeoğulları hakkında nazil olmuştu. Resûlullah (sav) Medine’ye geldiğinde bizden herkesin en az iki veya üç ismi vardı. Resûlullah (sav) bu isimlerle birilerine seslendiği zaman, ‘Ey Allah’ın Resûlü, bu onun sevmediği bir isimdir.’ derlerdi. Bunun üzerine bu ayet-i kerime indi.”[11]

Allah’ın (cc) burada yasakladığı davranış, insanların hoşlanmadıkları takma isimlerle birbirlerini çağırması ve kendisinden tevbe ettikleri günahlarıyla çağrılmasıdır. Örneğin İkrime’ye (ra) “İbni Firavun” diye hitap edilmesi gibi. Resûlullah (sav) İkrime’ye “İkrime ibni Ebî Cehl” diye hitap edilmesini dahi yasaklamış, Ebû Cehil’in asıl adı olan “İkrime ibni Amr ibni Hişâm” diye hitap edilmesini emretmiştir.

Bizler Resûlullah’ın (sav) siyerine baktığımızda kendisinin kimi sahabilere bazı lakaplar taktığını görüyoruz. Ebû Bekir’e (ra) Sıddık ve Atîk, Ömer’e (ra) Faruk, Hâlid ibni Velîd’e (ra) Seyfullah gibi… Ayet-i kerimenin yasakladığı; kişinin cahiliyeden gelen, anlamı hoş olmayan veya kişinin hoşlanmadığı bir lakapla anılmasıdır.

“İmandan sonra fasıklık, ne kötü bir isimdir.”

Bu ayet-i kerimede yasaklanan hasletler cahiliye özelliklerindendir. İnsanları nesebiyle, ırkıyla, maddi durumuyla, tahsiliyle sınıflandırmak ve buna göre değer ayrımı yapmak cahillerin özelliklerindendir. Rabbimiz, cahiliyeyi var eden cahillerin özelliklerinden biri olarak bu vasfı zikretmiştir. Nûh (as), kavmine davet yaptığı sırada o toplumun ileri gelenleri şöyle dedi:

“Biz seni, ancak kendimiz gibi (sıradan) bir insan olarak görmekteyiz. Sana uyanların da içimizden sığ görüşlü ve en değersiz insanlar olduğuna inanıyoruz. (Kaldı ki) sizin (hak ehli olmanızı gerektirecek), bize karşı bir üstünlüğünüz olduğunu da düşünmüyoruz. Tam aksine, sizlerin yalancılar olduğunuzu sanıyoruz.”[12]

Nûh’un (as) cevabı ise şu olmuştur:

“Ey kavmim! (Davetim karşılığında) sizden mal talep etmiyorum. Benim ücretim Allah’a aittir. Ben, iman edenleri kovacak değilim. Onlar Rableri ile karşılaşacaklardır. Fakat ben, sizlerin cahillik eden bir topluluk olduğunuzu düşünüyorum.”[13]

Resûlullah (sav), Bilâl’i (ra) “Siyah kadının oğlu!” diyerek ayıplaması üzerine Ebû Zerr’e (ra), “Sen öyle bir kişisin ki sen de cahiliye var!” demişti.[14]

İslam dini kâmil bir dindir. İnsanların hayatına sadece birtakım emirler ve nehiylerle sınırlar getiren bir din değildir. İnsanların geçmişlerinde olan cahiliyeye dair ne varsa onu iptal edip yerine vahye uygun bir hayat tanzim eder. Kişinin iman ettikten sonra hâlâ cahiliye özelliklerine sahip olması da fısktır, günahtır.

“Kim de tevbe etmezse bunlar zalimlerin ta kendileridir.”

Ayetin sonuna geldiğimizde Allah’ın (cc), zulm kelimesini tevbe etmeyenler için kullandığını görüyoruz. Çünkü tevbe eden kişi zalim değildir. Bir kul tevbe ettiği zaman günah işlememiş gibidir.[15] Bundan dolayı yaptığı da zulüm kapsamına girmez. Rabbimiz burada kulları için bir çıkış kapısı gösteriyor. Bütün o güzel isim ve sıfatlarına ve kendi nefsine rahmeti yazmasına[16] rağmen, günahlarından dolayı tevbeyle Rabbine yönelmeyen kişiler… işte zalimlerin ta kendileridir.


[1]. 49/Hucurât, 11

[2]. İbn Hacer, Dâru’l Âsime, 11/900, 59. bab, 2731 No.lu rivayet

[3]. bk. Tefsiru’l Kurtubî, 16/259, Hucurât Suresi, 11. ayetin tefsiri

[4]. age. 16/259, Hucurât Suresi, 11. ayetin tefsiri

[5]. 49/Hucurât, 10

[6]. Müslim, 2564/32

[7]. 2/Bakara, 14

[8]. Müslim, 2564/33; İbni Mace, 4143

[9]. Esbâbu’n Nuzûl li’l Vâhidî, s. 409-410, 764 No.lu rivayet

[10]. bk. Lisânu’l Arab, ز – م – ل maddesi, 5/406

[11]. Ahmed, 18288; Ebu Davud, 4962; Tirmizi, 3268

[12]. bk. 11/Hûd, 27

[13]. 11/Hûd, 29

[14]. bk. Buhari, 30; Müslim, 1661

[15]. bk. İbni Teymiyye, Mecmûu’l Fetâvâ, 29/422

[16]. bk. 6/En’âm, 54

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver