ALLAH RESÛLÜ’NÜN ÜMMETİNE DÜŞKÜNLÜĞÜ

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Sünnetin muhafazasını/öğrenilmesini sağlayan etkenlerden biri, Allah Resûlü’nün (sav) bu konudaki çabası ve çalışmalarıdır. Bu konuyu incelemeye geçmeden önce onun (sav), ümmetine ne kadar düşkün ve hırslı olduğu üzerinde durmamız iyi olacaktır. Çünkü bu, Sünneti öğretme çabasının altında yatan etkenlerden biridir.

Allah Resûlü’nün (sav), ümmetine olan düşkünlüğünün ve hırsının manasını şöyle açıklayabiliriz: O (sav), ümmeti için dünyevi ve uhrevi faydaları istemiş ve buna götüren yolları öğretmiştir. Ayrıca dünyevi ve uhrevi zararlara uğratabilecek şeyleri ümmetine gösterip bunlardan sakındırmıştır. Tüm bunları yaparken de ümmetinin üzerine titremiş, hem kendi ashabını hem de henüz görmediği kardeşlerinin durumunu dert edinmiş ve bu düşünceler, gecesinden sabahına, sabahından akşamına ona (sav) eşlik etmiştir.

Yüce Allah’ın onun hakkında şöyle buyurması, ümmetine düşkünlüğünü göstermesi açısından yeterli değil midir?

“Andolsun ki size, içinizden olan, sizi zora sokan şeylerin kendisine ağır geldiği, size pek düşkün, müminlere karşı şefkatli ve merhametli olan bir resûl gelmiştir.”[1]

Bu ayet, Allah Resûlü’nü (sav) öven; onun güzel vasıflarını, yüce ahlakını; ümmetine karşı rahmet, şefkat, acıma, yumuşaklık, samimiyet, hayır ve iyilikle dolu kalbini anlatan ayetlerden biridir.[2] Ayrıca Allah (cc) burada, kulları üzerindeki büyük nimetlerinden birini hatırlatmaktadır. Allah Resûlü’nün (sav), ümmetiyle ilişkisindeki temel özellikleri -en belirgin ve öz olarak- anlattığı için bu ayet üzerinde biraz duralım.

Ayette Allah Resûlü’nün (sav) şu sıfatları yer almaktadır:

“Size içinizden/kendinizden olan bir resûl geldi.”

Seyyid Kutub (rh) şöyle der:

“Ayeti kerimede, ‘Size sizden bir rasul gelmiştir.’, demiyor da ‘kendinizden’ buyuruyor. Bu ifade son derece derin bir hassasiyeti ve köklü bir bağlılığı ifade eder. Müminleri Peygamber’e bağlayan bağın şeklini gayet güzel açıklar… Peygamber de kendi içlerinden biridir. Peygamber’in onlara bağlılığı, şahısların şahıslara bağlılığı cinsindendir. Ve bu bağlılık şüphesiz çok daha derin ve duygulandırıcıdır.”[3]

Ayette “siz” diye bahsedilenlerin kim olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Buna, ayetin ilk muhatapları olarak Kureyş ve Araplar; sonra tüm insanlar ve cinler dâhildir.[4] Çünkü Allah Resûlü (sav), Arapların en üstün nesebinden seçilmiş ve Araplar arasında risaletle görevlendirilmiş olsa da tüm insanlara ve cinlere gönderilmiştir. Ayrıca onun risaleti kıyamete kadar tüm zamanı da kapsar.[5] Bu, Allah Resûlü’nün (sav) aşağıda okuyacağımız sıfatlarının daha geniş, kapsayıcı, aşkın ve derin olduğunu gösterir. Çünkü Allah Resûlü sayıca az; zaman, mekân ve cins olarak dar çerçevede olan bir kitle için değil, çok daha geniş bir kitle için bu duyguları hissetmiştir. Tıpkı bir mahallenin durumunu dert edinen kişiyle bir evin içindeki birkaç kişiyi dert edinen kişi arasında duyarlılık derecesindeki fark gibi… Bunu aklımızda tutalım ve devam edelim:

“Sizi zora sokan şeyler kendisine ağır gelir.”

Ayetteki “مَا عَنِتُّمْ/zora sokan şeyler” şu anlama gelir: Zor, ağır, meşakkat, güç, tahammül edilemez, dayanılamaz, içinden çıkılamayacak derecede dar ve sıkıntılı, korku ve helak taşıyan zor iş…[6] Bu kelime Kur’ân’da zina için de kullanılmıştır.[7] Çünkü zina hem dünyada hem de ahirette[8] tahammülü güç, korkulan ve helak içerikli sonuçlara sebep olur. Yine bu kelime şer’i hükümlerde zorlaştırma konusunda da kullanılmıştır.[9]

Ayetteki “عَزِيزٌ عَلَيْهِ/kendisine ağır gelir” kısmının manası, “Ümmetine zor ve ağır olan şeyler, Allah Resûlü’ne de ağır gelir.” şeklindedir. Ümmetini zora sokan şeylerin Allah Resûlü’ne de (sav) pek ağır olmasının tecellileri olarak şunları söyleyebiliriz:

a. Allah Resûlü (sav), şer’i hükümlerde kolaylaştırma yolunu tutmuştur. Ümmetine zorluk vermemek için bazen, yapacağı veya emredeceği şeyleri -çok istemesine rağmen- terk etmiştir.

Âişe Annemizden (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) iki iş arasında muhayyer bırakıldı mı, günah olmadığı sürece mutlaka en kolay olanı seçerdi. Eğer günah ise insanlar arasında ondan en uzak duran kişi o olurdu.”[10]

Allah Resûlü’nün (sav), ümmetine meşakkat olmasın diye her abdest ve namaz öncesinde misvak kullanmayı kesin bir emir olarak emretmekten kaçınması,[11] yatsı namazını geç kılmayı kesin olarak emretmekten kaçınması,[12] çocuk sahibi annelere meşakkat olmasın diye cemaatle namazı uzun tutmaktan kaçınması,[13] yaşlı, zayıf ve ihtiyaç sahibi olan kişilere meşakkat olmasın diye cemaatle namazın kısa tutulmasını emretmesi,[14] farz kılınır ve ümmeti bunun altından kalkamaz endişesiyle Ramazan gecelerinde namaz kılmak için çıkmaması…[15] Bunlar Allah Resûlü’nün (sav), ümmeti için kolaylaştırma örneklerinden olduğu gibi ümmetine karşı ne kadar yumuşak kalpli olduğunu da gösterir.

Âişe Annemizden (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) işlemekten zevk aldığı ve sevdiği bazı amelleri, insanlar da kendisine uyup amel ettikleri için farz kılınabilir endişesiyle terk etmiştir…”[16]

O (sav), şer’i mükellefiyetler karşısında nasıl davranılacağına dair oluşabilecek kafa karışıklıklarını da gidermiştir.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Bu din gerçekten kolaylıktır. Hiç kimse dini zorlaştırmaya kalkmasın, mağlup olur. O hâlde, doğru yolu takip edin, bu yola yaklaşın, müjdeleyin ve imrendirin, kolaylaştırın, günün erken vaktinden, gece serinliğinden ve gecenin de bir miktar vaktinden istifade edin.”[17]

b. Allah Resûlü (sav) ümmetine uhrevi zorlukları atlatmanın rehberliğini de yapmıştır. O (sav) ahiret hayatının zorluklarından kolaylığına, korkularından emniyete, helakından felaha çıkışın vesilelerini göstermiştir. Çünkü o (sav) ümmetinin ahirette de zor ve ağır şeylerle karşılaşmasını istememiştir. Ahiretteki zorluk, ölümle başlayan sürecin zorluklarıdır. Ruhun kabzedilmesi, kabir sorgusu ve azabı, hesap ve cehennem gibi…[18] Nitekim Tevbe Suresi 128. ayetin bağlamında cihadla ilgili hükümler bulunur. Cihad amelinin çeşitli zorlukları vardır. Sefere hazırlık, yolun güçlüğü ve uzunluğu, her fırsatta İslam toplumuna zarar vermeyi amaçlayan ve savaş ânında fırsat kollayan münafıklar, mal, can ve ırzın tehlikeye girmesi gibi… Sonra, “Sizi zora sokan şeyler kendisine ağır gelir.” buyuruluyor. Peki, cihadın kolaylığı nerededir? Ahirettedir. Allah yolunda cihad ederken tozlanan yerlere ateş dokunmaz, şehid düşene cennetteki yeri gösterilir, ilk kan damlasıyla birlikte tüm günahları bağışlanır, Hurilerle evlendirilir, kabir sorgusu ve Kıyamet Günü’nün korkusundan yana emniyettedir, akrabalarından yetmiş kişi için şefaatçi olma hakkı vardır…[19] Yani şer’i yükümlülüklerin maksatlarından biri de ahiretteki kolaylıkların kazanılmasıdır:[20]

“Onlar ki; yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de yazılı olarak (sıfatlarını) buldukları ümmi olan Resûl Nebi’ye uyarlar. Onlara iyiliği emreder, kötülükten sakındırır; temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar; sırtlarındaki ağır yükü ve zincirlerini kaldırır. Ona iman edenler, onu saygı ile yüceltenler, ona yardım edenler ve onunla beraber indirilen Nur’a (Kur’ân’a) uyanlar… İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[21]

Ebû Zerr’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) bizi havada iki kanadıyla uçan kuş hakkında bile mutlaka bir bilgi vermiş olarak bıraktı.

Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Cennete yaklaştıran ve cehennemden uzaklaştıran şeylerin hepsi size açıklandı, bunlardan açıklanmadık hiçbir şey kalmadı.’ ”[22]

“Size pek düşkündür/hırslıdır.”

Hırs, kaybedilen bir şeyi elde etmek ve mevcudu korumak için gösterilen şiddetli arzu ve ihtimamdır.[23] Allah Resûlü’nün (sav), ümmetine hırslı olması, onların dünya ve ahiretteki tüm hayırlardan istifade etmelerini, tüm şerlerden korunmalarını, kâfirlerin hidayete erişmesini, hidayet bulanların sabit kalıp sapmamasını ve hidayetlerini arttırmalarını şiddetle istemesidir… Ümmetine olan hırsının tecellisi olarak hayrın yollarını iyice öğretmiş, şerrin yollarını gösterip bunlardan sakındırmış, ümmetinin durumunu ve geleceğini dert edinmiş, kendisinden sonraki kardeşlerini görmek istemiş, ümmetin ileride karşılaşabilecekleri şeylere karşı uyanık olmalarını tembihlemiş, ümmeti için kullanmak üzere makbul dua hakkını ahirete saklamış, onlar için gecelerinde dua etmiş, gözyaşı dökmüştür…

Abdullah ibni Habbâb ibni Eret, babasından (r.anhuma) şöyle rivayet etmiştir:

“Babam tüm gece boyu (sabaha kadar), Resûlullah’ın (sav) nasıl namaz kıldığını öğrenmek için Peygamber’i (sav) gözetlemiş.

Allah Resûlü (sav) namazı bitirip selam verince (babam) Habbâb yanına giderek, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Anam babam sana feda olsun. Bu gece şimdiye kadar hiç görmediğim bir şekilde namaz kıldınız.’ deyince Resûlullah (sav), ‘Evet; bu, korku ve ümit namazıydı. Rabbimden üç şey istedim. İkisini verdi, birini vermedi: Bizi, bizden önceki ümmetler gibi helak etmemesini Rabbimden istedim, bu isteğimi bana verdi. Bizim dışımızdaki düşmanlarımızın bize galip gelmemesini istedim, onu da verdi. Rabbimden bizi farklı farklı gruplara ayırma(yıp tek çatı altında birlik ve beraberlik içerisinde kıl)masını istedim, bu isteğimi nasip etmedi.’ buyurdu.”[24]

Abdullah ibni Amr ibni Âs’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav), Yüce Allah’ın İbrâhîm (as) hakkındaki şu ayetini okudu: ‘Rabbim! Gerçekten o (putlar), insanlardan birçoğunu saptırdılar. Bana uyan, hiç şüphesiz bendendir. Bana isyan edene gelince, şüphesiz ki sen, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’sin.’[25]

Sonra Îsâ (as) hakkındaki şu ayeti okudu: ‘Onlara azap edecek olursan hiç şüphesiz onlar, senin kullarındır. Şayet onları bağışlarsan şüphesiz ki sen, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm’sin.’[26]

Sonra da ellerini kaldırdı ve ‘Allah’ım! Ümmetim! Ümmetim!’ diye niyazda bulunup ağlamaya başladı.

Bunun üzerine Yüce Allah, Cibril’e (as), ‘Muhammed’e git ve Rabbin daha iyi bildiği h^lade ona neden ağladığını sor!’ buyurdu.

Cibril de gelip ağlamasının sebebini sordu.

Allah Resûlü (sav) kendisinin ettiği niyazı Cibril’e bildirdi ve ‘Yüce Allah bunu daha iyi bilir.’ buyurdu.

Bunun üzerine Yüce Allah, ‘Ey Cibril! Muhammed’e git ve ona, ‘Ümmetinden yana seni razı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz!’ de.’ buyurdu.”[27]

Ebû Hureyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Peygamber (sav) mezarlığa çıkıp ölülere selam vererek, ‘Selam size, ey bu diyarın müminleri! İnşallah biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmeyi isterdim.’ dedi.

Sahabe, ‘Biz senin kardeşlerin değil miyiz, ey Allah’ın Resûlü?’ diye sorunca, Resûlullah (sav), ‘Siz benim ashabımsınız. Benim kardeşlerim henüz gelmediler. Ben onları (Kevser) Havz’ımda bekleyeceğim.’ cevabını verdi.”[28]

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Her peygamberin (ümmeti için yaptığı) kabul edilmiş bir duası vardır ve her peygamber bu duayı acele edip yapmıştır. Ancak ben bu duamı ümmetime şefaat etmek için sakladım. Bu şefaatim, inşallah, Allah’a ortak koşmadan ölenlere mutlaka ulaşacaktır.”[29]

Allah Resûlü (sav) -ümmetine düşkünlüğünün bir tecellisi olarak- ümmeti adına endişelenmiştir, dedik. Örneğin, onlar adına saptırıcı imamlardan,[30] dili âlim münafıktan,[31] dünyanın süs ve ziynet kapılarının açılışı ve bunda hakkı gözetmemelerinden,[32] dünyaya dalmak ve onda rekabetten,[33] Lût Kavmi’nin amelinden,[34] Deccal’in fitnesinden,[35] dilden,[36] küçük şirke/riyaya düşmekten[37]… korkmuştur.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Ben sizin babanız yerindeyim ve her şeyi size öğretiyorum. Dolayısıyla biriniz tuvalet ihtiyacını gidereceğinde kıbleye önünü ve arkasını dönmesin, sağ eliyle de taharetlenmesin.”[38]

Hadiste, Allah Resûlü (sav), ümmetiyle ilişkisini, “Ben sizin babanız yerindeyim.” diyerek açıklıyor. Sonra da, “Her şeyi size öğretiyorum.” buyurarak hela adaplarıyla ilgili bazı hatırlatmalarda bulunuyor. Tıpkı anne babanın, çocuklarına tuvalet eğitimi verişi gibi…

Hayata gözlerimizi açışımızdan itibaren yardımına, şefkatine, desteğine, tecrübesine, bilgilendirme ve yönlendirmesine en çok ihtiyaç duyduğumuz ve kendilerinden en fazla istifade ettiğimiz insanlar, kuşkusuz ki anne babamızdır. Onlarla aramızdaki bağ, basit ve öylesine değildir. Bu bağ, damarlarımızda tüm vücudumuzu dolaşan kan bağıdır. Bizi öylece bırakamazlar. Üzerimize titrer, iyiliğimiz için çalışır, çabalarlar. Dualarından eksik olmaz, dualarında kısa da geçmeyiz. Biz onları unutsak da onların hep aklındayız. Mutlu oluşumuz, onları da mutlu eder. Hüznümüz onları da üzer. Yaramız onlarda da yara, şifamız onlara da şifadır. Onlara ne yaparsak yapalım, gönüllerinde yine biz varız ve kalpleri yine bizimle atar. İnsanlar ellerinin tersiyle ittiklerinde, onlar ellerini uzatır, sarıp sarmalarlar.[39]

Allah Resûlü’nün (sav), ümmetiyle ilişkisini baba ile çocuk ilişkisine benzetmesi; onun (sav), ümmetine olan düşkünlüğünü ve hırsını anlatmak için başka bir kelimeye ihtiyaç bırakmamaktadır! Ancak Allah Resûlü’nün, ümmetine düşkünlüğü bir babanın çocuklarına düşkünlüğünden ötedir. Çünkü o (sav) kıyamete kadar tüm bir ümmete düşkündür ve bu babayı da çocuğunu da kapsar. Baba ise sadece sayılı birkaç çocuğa düşkündür. Onun (sav), ümmetine düşkünlüğünün tezahürü, ümmetine dünya ve ahiretin tüm hayırlarını toplayacak şeyleri göstermesidir. Babanın ise çocuklarına düşkün olması adına yaptığı, yönlendirdiği şeylerin sonucu zararlı olabilmektedir. O (sav), dünya ve ahiret hayırlarını ümmetine öğretecek bir vahye dayanır. Baba ise hem kendisi hem de çocukları için hayır yollarını ondan (sav) öğrenir, başka bir kaynağı/dayanağı yoktur. Çocukların dünya ve ahiret hayrını en çok elde ettikleri kişi, babadan ziyade Allah Resûlü’dür (sav)… İşte bunun için ümmeti onu (sav), “Anam babam sana feda olsun!” diye yâd eder! Anam babam sana feda olsun, ey Allah’ın Resûlü!

Ebû Mûsâ El-Eş’ârî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav), ümmetine olan hırsını/düşkünlüğünü şöyle örneklendirmiştir:

“Benim benzerim ve Allah’ın beni kendisiyle (yani kendilerine nebi olarak) gönderdiği toplumun benzeri şu kimsenin misali gibidir ki o, bir kavme gelmiş ve ‘Ben şurada gözlerimle bir ordu gördüm. Ben çıplak bir korkutucuyum.[40] Hemen kurtulmaya, hemen kaçmaya bakın!’ demiştir. Bu haber üzerine bir zümre ona itaat edip sözünü tutarak bütün gece vakar içinde kaçıp kurtuldu. Bir zümre de onu yalanladı. Bunun üzerine sabahleyin ânsızın ordu onları basıp hepsini öldürdü.”[41]

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Benim durumumla insanların durumu ancak şu adamın durumu gibidir: O, bir ateş yakar da ateşin ışığı etrafını aydınlattığı zaman, küçük kelebekler (ve onun içine düşen diğer hayvancıklar) ateşin içine düşmeye başlarlar. O adam da bu hayvancıkları geri çekmeye çalışır. Fakat onlar bu davetçiye galip gelip ateşin içine düşerler. İşte ben de sizlerin izar bağlarınızdan tutuyor ve sizleri ateşten çekip kurtarmaya çalışıyorum. İnsanlar ise ateşe giriyorlar!”[42]

“Müminlere karşı şefkatli ve merhametli olan bir resûl”

Ayetteki sıfatlar, Allah’ın (cc) sıfatlarındandır. Allah’ın isim ve sıfatlarına karşı sorumluklarımızdan biri, bunlardan ahlaklanabileceklerimizi ahlak edinmek, yalnızca O’na has olan ve insana layık olmayanları ahlak edinmekten kaçınmaktır.[43] Allah’ın (cc) Er-Raûf ve Er-Rahîm isimleri, ahlaklanabileceğimiz isimlerdendir. Allah (cc), Resûl’ünü (sav) kendisine ait bu iki isimle isimlendirmiştir. Yani Allah Resûlü (sav), yaşamıyla ve bu iki sıfatı ahlak edinmiş bir kişi olarak bunun en iyi örneğidir. Ümmetiyle muamelesinde onlara karşı son derece şefkatli ve merhametlidir. İnsanların bizzat kendilerinden olan, onların çektiği zorluktan etkilenen ve onlara son derece hırslı ve düşkün olan bir peygamber; elbette bu sıfatları taşır.

✽ ✽ ✽

Evet… Yukarıda zikrettiklerimiz Allah Resûlü’nün, ümmetine ne kadar düşkün olduğunu anlatabilmek adına sarf ettiğimiz birkaç kelimedir. Onun (sav), ümmetine düşkünlüğünün bir tezahürü, sünnetini öğretmek hususunda harcadığı çabadır. Bir sonraki makalemizde, Allah Resûlü’nün (sav) bu konudaki çabasını incelemeye gayret edeceğiz, inşallah…

Bir sonraki sayımızın sayfa aralarında buluşmak duasıyla…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.


[1]. 9/Tevbe, 128

[2]. bk. Et-Tefsiru’l Hadis, 7/481

[3]. Fî Zılâl-il Kur’ân, 7/472

[4]. bk. İbni Teymiyye Tefsiri, 5/183-184

[5]. bk. 6/En’âm, 130; 7/A’râf, 158

[6]. bk. El-Mufredât, s. 691; Mu’cemu Mekâyisi’l Luğa, 4/150

[7]. “Bu (cariyelerle evlilik izni) sizden zinadan/الْعَنَتَ korkanlar içindir.” (bk. 4/Nisâ, 25)

[8]. Nasuh tevbe sonrası Allah’ın dilerse bağışlaması durumu dışında…

[9]. “Şayet Allah dileseydi (onların mallarına dokunmamanızı, şayet dokunursanız bozulandan mesul olacağınızı söyleyerek) sizi zora sokabilirdi.” لَأَعْنَتَكُمْ) (022 ,arakaB/2))

[10]. Buhari, 3560; Müslim, 2327

[11]. bk. Buhari, 887, 7240; Müslim, 252; Ahmed, 7412

[12]. bk. Buhari, 571; Müslim, 639

[13]. bk. Buhari, 707

[14]. bk. Buhari, 705; Müslim, 465

[15]. bk. Buhari, 729; Müslim, 761

[16]. Buhari, 1128; Müslim, 718

[17]. Buhari, 39; Nesai, 5034

[18]. bk. 13/Ra’d, 34; 25/Furkân, 26, 65; 54/Kamer, 8; 74/Muddessir, 9-10, 17; 76/İnsân, 10

[19]. bk. Tirmizi, 1663; İbni Mace, 2799; Ahmed, 17183

[20]. “Kim de verir ve (Allah’tan) korkup sakınırsa ve en güzel olanı (Lailaheillallah’ı) doğrularsa, Biz de ona kolay olanı (salih ameli ve cenneti) kolaylaştırırız.” (92/Leyl, 5-7)

[21]. 7/A’râf, 157

[22]. El-Mu’cemu’l Kebîr, 1647; Ahmed, 21361

[23]. bk. El-Mufredât, s. 257

[24]. Tirmizi, 2175; Nesai, 1637

[25]. 14/İbrâhîm, 36

[26]. 4/Mâide, 118

[27]. Müslim, 202

[28]. Müslim, 249; İbn Mace, 4306; Ahmed, 7999

[29]. Buhari, 6304; Müslim, 199

[30]. bk. Ebu Davud, 4252; Darimi, 215; Ahmed, 27485

[31]. bk. Ahmed, 143, 17318

[32]. bk. Buhari, 1465; Müslim, 1052

[33]. bk. Buhari, 1344; Müslim, 2296

[34]. bk. Tirmizi, 1457; İbn Mace, 2563

[35]. bk. Müslim, 2937; Tirmizi, 2240

[36]. bk. Tirmizi, 2410; İbn Mace, 3972

[37]. bk. İbni Mace, 4204

[38]. Ebu Davud, 8; Nesai, 40

[39]. Burada söylediklerimiz anne gibi anne ve baba gibi baba olanlar için geçerlidir. Böyle olmayıp evlatlarıyla ilişkileri, başka varlıklara veya eşyalara benzeyen cahiliye toplumu ve cahiliyeden arınamamış kişiler, anlattıklarımızı temsil etmemektedir. İslami bir bilinç kazanıp tevbe istiğfarla cahiliyenin kirlerinden arınmamız gerekmektedir.

[40]. O dönemde bir savaşı duyuran kişi, işin ciddiyetini haber vermek için elbiselerini çıkarırdı. Bununla işin ciddiyetini, aciliyetini veya düşmanın elbiselerine el koyacak kadar ciddi olduğunu vurgulamak isterdi. Allah Resûlü de (sav) tehlikeye karşı bir uyarıcı oluşunu Cahiliye Dönemi’nde devam eden bir uygulama üzerinden ifade etmiştir. Hadis, acil/ciddi durumlarda çıplak olmanın cevazını göstermez. (bk. Fethu’l Bari, 11/316; Şerhu’n Nevevi Ala’l Müslim, 15/48)

[41]. Buhari, 6482; Müslim, 2283

[42]. Buhari, 6483; Müslim, 2284

[43]. bk. El-Esmau’l Husna, Halis Bayancuk, Tevhid Basım Yayın, 1/28

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver