Allah Katında Tek Din İslam’dır – 2

Bizleri tüm Rasûllerin ortak dini olan ve Allah’ın huzurunda ondan başka bir dinin kabul edilmeyeceği İslam’a hidayet eden Allah’a sonsuz hamd olsun. Salât ve selam, İslam dininin mihenk taşı ve son halkası olan Muhammed Mustafa’ya, onun pak ailesine ve ashabının üzerine olsun.

Bir önceki yazımızda Allah (cc) indinde tek geçerli dinin İslam olduğu ve İslam’ın tarifi üzerinde durmuştuk. Kur’an’ın İslam tanımını, Âl-i İmran suresi 64. ayeti hatırlatarak şöyle yapmıştık:

“De ki: ‘Ey kitap ehli, Allah’tan başkasına kulluk etmemek, O’na hiçbir şey ortak koşmamak ve birbirimizi Allah’tan başka rabler olarak benimsememek’ üzere bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin!’ Eğer yüz çevirirlerse: ‘Bizim, Müslim olduğumuza şahit olun, deyin.’ “

Yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimede İslam dört ana başlık altında tarif edilmiştir.

1. Sadece Allah’a ibadet.

2. Hiçbir şeyi O’na ortak koşmama.

3. Allah’ın dışında varlıkları rab edinmeme.

4. Müşriklerden beri olarak İslam kimliğini ilan etme.

Bu başlıklardan birincisini Allah’ın (cc) izin verdiği kadarıyla açıklamıştık. Bu yazımızda İslam olmak isteyen birinin teorik ve pratik olarak kendinde bulundurması gereken ikinci başlık üzerinde duracağız.

Hiçbir şeyi O’na Ortak Koşmama

İlgili ayet ehli kitabı, bir ve tek olan Allah’a (cc) davet ettikten sonra; ikinci olarak hiçbir şeyi O’na ortak koşmamaya, şirksiz bir imanla Allah’a kulluk yapmaya davet etmiştir. Bu, İslam’ın temel rükunlerinden birinin şirki terk etme olduğunun, başlangıçta, kulluk esnasında veya sonda, kulluğa hiçbir surette şirk bulaştırmamanın gerekliliğine işaret etmek içindir.

Tevhidi emreden ayet ve hadislere bakıldığında benzer bir üslubun sıkça tekrar edildiği görülür.

“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” (4/Nisa, 36)

“Allah Rasûlü, Muaz bin Cebel’e:

— Allah’ın kulları üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin? diye sordu.

Muaz:

— Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dedi.

Peygamber şöyle devam etti:

— Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, O’na ibadet etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır. Peki, bu görevlerini yerine getiren kulların Allah’ın üzerindeki haklarının ne olduğunu bilir misin?

Muaz:

— Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dedi.

Peygamber:

— Onların Allah üzerindeki hakları, Allah’ın onlara azap etmemesidir, diye buyurdu.” (Buhari, 5967; Müslim, 48.)

Sadece Allah’a ibadetin emredilmesi, şirkin terkini de gerektirir. Çünkü Allah’a şirk koşan kimse El-Ahad ve El-Vahid olan Allah’a ibadet etmemiştir. Apaçık olan bu hükme rağmen şirkin terkinin emredilmesinin bir hikmeti olmalıdır. Allah (cc) en doğrusunu bilir, bunun nedeni insanların çoğunun Allah’a olan kulluklarını inkâr cihetiyle değil de Allah’a ortak koşma cihetiyle bozmalarıdır. Kur’an’da anlatılan beşeriyyet tarihi incelendiğinde kavimlerin Allah’ın varlığını inkâr etmedikleri, öyle ya da böyle bir yaratıcı ve üstün güce inandıkları görülecektir. İnandıkları yaratıcıya kulluk yaparken araya taştan, bezden, insandan veya herhangi bir nesneden aracılar koydukları ve sadece Allah’a yapılması gereken ibadet/kulluklarını Allah’la beraber bu varlıklara yaptıkları tespit edilecektir. Bu hikmete binaen olsa gerek Allah (cc) ibadeti emretmesiyle beraber şirkin terk edilmesini de emretmiş, insanlığın genel problemi olan bir durumu işaret etmiştir.

Şirk Nedir?

Arap lugatında ‘şe-re-ke’ kökü birden fazla anlam için kullanılır. Bir şeyin tek olmadığı bir başkasıyla beraber olduğuna; bir tek şeyin iki veya daha fazla şeyde aynı anda bulunmasına; iki farklı şeyi denk tutmaya; nasip ve pay anlamına; ortaklık/şirket anlamına; eşit bir şekilde paylaştırma anlamlarına gelebilir. (Mu’cem Mekayisu’l Luğa, 3/265; Tehzibu’l Luğa, 10/12; Lisanu’l Arab 7/99.)

Kur’an ve Sünnet’te Şirk

Bakara suresi 21. ayette Rabbimiz, kulları, bir olan Allah’a ibadete davet eder.

“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki sakınasınız.”

22. ayette ise:

“O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah’a eşler koşmayın.”

Ayette orjinal ifade فلا تجعلوا لله اندا دا şeklindedir. Yani, Allah’a eşler/denkler/benzerler kılmayın demektir. ‘Endad’ kelimesi ‘nid’ kelimesinin çoğuludur. Bir şeyin başka bir şeye, özünde ortak ve benzer olması anlamındadır. (El-Müfredat, 1/796.)

Allah Rasûlü de (sav) şirk’i bu şekilde tanımlamıştır:

” — Ey Allah’ın Rasûlü! (Allah katında) en büyük günah hangisidir? diye sordum.

— Seni yaratmış olmasına rağmen Allah’a eş/denk/benzer koşmandır! buyurdular.

— Sonra hangisidir? dedim.

— Rızık endişesiyle çocuğunu öldürmendir! buyurdular.

Ben yine:

— Sonra hangisidir? dedim.

— Komşunun eşiyle zina etmendir! buyurdular.” (Buhari, 4477; Müslim, 141.)

Kur’an ve Sünnet’e göre şirk, Allah (cc) hakkında olması gereken bir inancın veya sadece Allah’a yapılması gereken bir fiilin, başka varlıklara yapılmak suretiyle Allah’a denk tutulması, O’na (cc) benzer ve eş kılınmasıdır.

Rabbimiz bu durumu Allah’a şirk koşan müşrikler üzerinden şöyle ifade etmiştir:

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’adır. Yine de kâfirler Rabblerine (başkalarını) denk tutuyorlar.” (6/Enam, 1)

İster Allah’ın yönetmesi ve idare etmesi olan rububiyyetinde, ister O’nun ibadeti hak eden tek varlık olması olan uluhiyyetinde ya da bizlere kendisini tanıttığı güzel isimleri ve yüce sıfatlarında herhangi bir varlığı Allah’a denk tutan, inanç ve ibadetinde Allah’ı birlemeyen kişi, İslam dininden değildir. İslam’ın ikinci rüknü olan ‘hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmama’ şartını çiğnemiştir.

Tanımsal olarak şirk’in doğru anlaşılması önemlidir. Bundan daha önemli olansa Kur’an’da tafsilatlı olarak anlatılan şirk örnek ve çeşitlerinin anlaşılmasıdır. Farklı kavimler üzerinden verilen değişik örnekler şirkin tüm detay ve tafsilatıyla anlaşılmasını sağlamış, konu hakkında hiçbir kapalılığa yer bırakmamıştır.

Kur’an’da Şirk

Şirkin tanımı ve hakikati düşünüldüğünde, yeryüzünde var olan insan ve nesne sayısınca şirk çeşidi olabileceği anlaşılacaktır. Kişi Rabbinin özelliklerinden birini O’nun dışında bir varlığa verdiğinde ya da ibadetlerinden birini O’nun dışında bir varlığa yaptığında Allah’a şirk koşmuş olur. İnsan ve nesne sayısınca şirkin varlığı mümkün olsa da, var olması muhtemel şirkleri belli başlıklar altında toplamak mümkündür. Allah (cc) Kur’an’da şirki tanımlamaktan ziyade onun çeşit ve kısımlarını zikretmiştir. İnsanlar farklı nesneler ve dillerde Allah’a şirk koşsalar da, onları şirke iten sebepler ve öz, genelde Kur’an’da zikredilenle birebir aynıdır.

Salihleri Allah’a Denk/Eş Kılmak

“Ve dediler ki: ‘Sakın, ilahlarınızı bırakmayın. Vedd, Suvâ’, Yeğûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin.’ ” (71/Nuh, 23)

“…Bunlar, Allah’ı bırakıp tapındıkları putların adıdır. İmam Buhari der ki: ‘Bize İbrahim… İbni Abbas’tan nakletti ki; Nuh kavminin tapındığı putlar daha sonra Arapların putları olmuştur. Vedd, Devmetu’l Cendel’de Kelb kabilesinin putuydu. Suvâ, Huzeyl kabilesinin, Yeğûs önce Murâd, sonra Sebe’ yakınındaki Cürf’te bulunan Guteyfoğullarının, Ye’ûk ise Hemdân kabilesinin. Nesr ise Zî Kelâ’ hanedanından Himyerlilerin putu idi. Bunlar Nuh kavminden salih kişilerin adlarıydı. Onlar helak olunca, şeytan onların kavimlerine oturdukları meclislerinde putlar dikmelerini fısıldamış ve onlar da bu putlara bu isimleri vermişlerdi. Böyle yaptılar. Onlar helak oluncaya kadar buna ibadet etmiyorlardı. Onlar helak olup ilim ortadan kalkınca, bunlara ibadet etmeye başladılar.’ (Buhari, 4920)

…Sonra Vedd’i zikretti. Ve dedi ki: ‘Vedd, Müslüman bir adamdı. Kavmi arasında çok seviliyordu. Ölünce Babil diyarında kabrinin etrafında toplandılar ve feryad-u figan ettiler. İblis onların feryadını görünce, bir insan suretine girdi ve dedi ki: ‘Sizin bu adama bağırarak ağladığınızı görüyorum. Ben, size onun bir resmini yapayım da onu meclislerinizde bulundurup görünce kendisini hatırlayın.’ Onlar; ‘peki’ dediler ve şeytan onun tasvirini yaptı. Onlar da bu tasviri meclislerine yerleştirdiler ve onu sürekli hatırlıyorlardı. Şeytan onu hatırlayıp andıklarını görünce, dedi ki: ‘İster misiniz sizin her birinizin evinde onun timsalini yapıp onu eve koymanızı ve görünce hatırlamanızı sağlayayım?’ Onlar; ‘peki’ dediler. Böylece her hâne halkı için bir heykel yaptı. Onlar da bunu kabullendiler ve gördükçe kendisini hatırlıyorlardı. Sonra çocukları yetişti, onlar da bunların yaptıklarını gördüler. Nihayet nesil değişti, onu hatırlamayı bıraktılar ve Allah’tan başka tapınılan putlar hâline getirdiler. Allah’tan başka ilk tapınılan put, Vedd adı verilmiş olan puttur…’ ” (Hadislerle Kur’an Tefsiri, Çağrı Yay, 71/Nuh, 23. ayetin tefsiri.)

Salih olup hayatta iken kavimlerine Allah’ı (cc) hatırlatan, öldükten sonra menkıbeleri ve öğütleri toplum tarafından hatırlanan bazı değerli şahsiyetler vardır. Şeytan, toplumların salihlere karşı meşru olan sevgilerini kullanarak, Allah’ın sınırlarını çiğnemiştir. Kabirlerin etrafında toplanmayla başlayan, resimlerini çizmekle devam eden, heykel/putlarını dikmekle sonlanan şirk kapısını sinsice ve adım adım açmıştır.

İlk nesillerin hatırlama amacıyla yaptığı, ancak Peygamberlerin yoluna uymayan resim ve heykel bidati zamanla şirke dönüşmüştü. Şayet Allah’ı hatırlamak için birilerinin resimi çizilecek olsa, bunu ilk Peygamberler emrederdi. Onların vazifesi insanlara Allah’ı (cc) ve ahireti hatırlatmak değil miydi? Vazifeleri bu olmasına rağmen resim çizdirmeyen, heykel yaptırmayan nebilerin, onları takip etmek ve onlara uymakla görevli kavimleri de bunu yapmamalıydı. Ancak şeytan sağdan yaklaşarak onların iyi niyetini kullandı ve ayaklarını kaydırdı.

Sadece Allah’a yapılması gereken ibadetlerini salih insanların kabir, heykel ve putlarına yapmaya başladılar. Bunlardan kiminin Allah’ın kızları olan melekler olduğuna inanıyor, kiminin geçmişte yaşayan, hacılara hizmet eden salih kullar olduğunu düşünüyor; kiminin de Allah tarafından görevlendirilmiş ve Allah’la kullar arasında aracılar olduğuna inanıyorlardı.

Bunlara dua ediyor, dara düşünce yardım talebinde bulunuyor, kurban kesiyor, adak adıyor, bunlar adına yemin ediyor, bunların düşmanlarına zarar verdiğine/çarptığına, dostlarına himmet/fayda sağladığına inanıyorlardı.

Dua

“Allah’tan başkasına dua edenden daha sapık kim vardır? Onlar kendilerine kıyamet gününe kadar cevap veremezler ve kendilerine yapılan duadan habersizdirler. Nitekim, insanlar haşredildikleri zaman (dua ettikleri), onlara düşman olur ve kendilerine yaptıkları ibadetleri reddederler.” (46/Ahkaf, 5-6)

“Allah’ı bırakıp da dua ettikleriniz sizin gibi kullardır. Eğer doğru söyleyenlerseniz onlara yalvarın da size cevap versinler!” (7/Araf, 194)

“Gemiye bindikleri zaman dini Allah’a has kılarak O’na dua ederler. Onları kurtarıp karaya çıkardığı zaman ise bir de bakarsın ki, Allah’a ortak koşuyorlar.” (29/Ankebut, 65)

Bu varlıklara dua ederken gayeleri Allah’a kafa tutmak, O’nu inkâr etmek ya da O’nun emirlerine karşı gelmek değildi. Bilakis Allah’ı razı etmek, O’na yakın olmak, O’nun yanında hatırı sayılır salih kulların şefaatine nail olmak için bunu yaparlardı.

“Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) ‘Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.’ Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (39/Zümer, 3)

“Allah’ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir derler. De ki: ‘Siz, Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir.’ ” (10/Yunus, 18)

Allah’a daha yakın olmak ve O’nun yanında şefaat elde etmek için salihlere, meleklere, putlara, kabirlere, şeyhlere ve türbelere yaptıkları ibadetler, hem dünyada hem de ahirette hüsranla sonuçlanır.

Dünyada elde etmeyi umdukları fayda, bereket, himmet ve yardımı elde edemezler.

“…İşte sizin Rabbiniz Allah’tır. Mülk/Hakimiyet O’nundur. O’ndan başka dua ettikleriniz, bir çekirdeğin zarına bile sahip değillerdir. Onlara dua etseniz bile sizin duanızı duymazlar, duysalar da size cevap veremezler. Kıyamet günü sizin şirkinizi inkâr ederler. Her şeyden haberi olan gibi sana kimse haber veremez.” (35/Fatır, 13-14)

“De ki: ‘Allah’tan başka inandıklarınıza yalvarın. Ne göklerde ne de yerde zerre miktarı bir şeyleri vardır. Oralarda ortaklıkları yoktur. Allah’ın, onlardan bir yardımcısı da yoktur.’ ” (34/Sebe, 22)

“Allah’tan başkasına dua edenden daha sapık kim vardır?! Onlar kendilerine kıyamet gününe kadar cevap veremezler ve kendilerine yapılan duadan habersizdirler.” (46/Ahkaf, 5)

Hüsranın büyüğü kıyamette yaşanacak, şefaat ve yardımını umdukları, Allah katında hatırlarının olduğunu düşündükleri salihler ve melekler onlardan teberri edecek ve dünyada dua edip çağırdıklarının kendileri değil şeytanlar olduğunu müşriklerin yüzüne haykıracaklardır.

“O gün Rabbin, onları ve Allah’tan başka ibadet ettiklerini bir araya toplar ve şöyle der: ‘Şu kullarımı siz mi saptırdınız yoksa kendileri mi yoldan saptılar?’ Onlar da derler ki: ‘Seni tenzih ederiz, senden başka veliler edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen, onlara da babalarına da nimetler verdin. O derece ki zikri/kitabı önemsemediler de yok olmayı hak eden bir toplum oldular.’ İşte söylediklerinizde sizi yalancı çıkardılar. Artık kendinizden azabı defetmeye de yardım etmeye de gücünüz yetmez. Sizden zâlimlik edenlere büyük azabı tattırırız.” (25/Furkan, 17-19)

“O gün, Allah onların hepsini bir araya toplar. Sonra meleklere der ki: ‘Bunlar size mi ibadet ediyorlardı?’ ‘Seni tenzih ederiz, Bizim velimiz sensin. Onlar değil. Hayır, onlar cinlere kulluk ediyorlardı. Çoğu onlara inanıyordu’, derler. O gün, birbirinize fayda da zarar da veremezsiniz. Zâlimlere şöyle deriz: ‘Yalanlamış olduğunuz ateş azabını tadın!’ ” (34/Sebe, 40-42)

Görünmeyen Varlıklara Sığınma, Tehlikelere Karşı Onların Korumasını Talep Etme

Müşrikler yolculuğa çıktılarında uzun ve korkutucu çöllerde seyahat ederlerdi. Her bölgenin bazı ruhani varlıklar ve cinlerin kontrolünde olduğuna inanırlardı. Ruhların/cinlerin efendisine sığınır, böylece içinde bulundukları bölgenin şerrinden emin olduklarını düşünürlerdi.

“Böyleyken, tuttular Allah’a cinleri ortak koştular. Halbuki onları da Allah yaratmıştır. Bir de bilgileri olmadan Allah’ın oğulları ve kızları olduğunu uydururlar. Allah onların (ortak ve çocuk edinme) vasıflamalarından münezzehtir ve yücedir.” (6/Enam, 100)

Cinleri Allah’a ortak kılmaları sığınma noktasındaydı. Çünkü kendisine sığınılacak, koruması talep edilecek tek varlık âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.

“Bir de şu gerçek var: ‘İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.’ ” (72/Cin, 6)

Günümüzde olduğu gibi, cinlerin insanları saptırmasından ziyade; insanlar cinleri saptırıyordu. Kendi hâlinde ve aciz olarak yaşayan cinler, insanların kendilerinden aşırı korktuğunu ve bu korkuya binaen yine kendilerine sığındığını görünce azgınlaşıyor, kendilerini önemli varlıklar zannediyor ve görünmezlik özellikleriyle insanları iyice korkutuyorlardı. İnsandan daha zayıf yaratılan ve insanoğlundan korkan cinler, insanlardaki korkuyu görünce, korkmaları gereken varlıkları korkutuyorlardı. İnsanların günümüzde cin çağırma, ruhlarla irtibat kurmak gibi şeytani eğlenceleri, cinlerden ve ruhlardan korkup Allah’a şirk koşmayla neticeleniyor.

Bereket Umdukları Ağaçlar

Cahiliyye müşriklerin mübarek kabul ettikleri, belli dönmelerde ziyaret edip, eşyalarını astıkları, hastalıklara şifa umdukları kutsal ağaçları vardı.

“Necran Arapları aralarında olan uzun bir hurma ağacına ibadet ederlerdi. Her yıl bir defa bayramları vardı. Bu ağacın etrafında toplanır, buldukları tüm güzel elbise ve süs eşyalarını ağaca asar ve bir gün ağacın etrafında beklerlerdi.” (Siyret-u İbni Hişam 1/33.)

“Kureyş müşrikleri ve onların dışındaki arapların yeşil ve büyük bir ağacı vardı. Ona Zat-u Envat denirdi. Onun yanına her sene gelir, kılıçlarını ona asar, ona kurban keser ve yanında beklerlerdi..” (A.g.e 2/442.)

İslam bu batıl anlayışları ortadan kaldırmış, mülkün tamamının Allah’a ait olduğunu, Allah’ın mülkünde olan hayır ve bereketin sadece Allah’ın elinde bulunduğunu, izzet ve yardım umdukları ağaçların değil, Allah’ın dilediğini aziz kılıp dilediğini zelil kılacağını belirterek onların şirkine karşı çıkmıştır.

“De ki: ‘Ey mülkün sahibi Allah’ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır yalnızca senin elindedir. Gerçekten sen, her şeye güç yetirensin.” (3/Âl-i İmran, 26)

Kurban Kesmek ve Adak Adama

Müşriklerden dindar olanlar, Kâbe’yi yüceltmek için orada bulunan putlara kurban keser, böylece Allah’a yaklaştıklarına inanırlardı. Sahabeler, İslam olduktan sonra Nebi’ye bu durumu sormuşlardı. ‘Müşrikler Allah’ın evini tazim etmek için kan döker (kurban keserlerdi). Biz buna daha layığız.’ Bunun üzerine Allah (cc) şu ayetleri indirmişti:

“Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah’a ulaşmaz, ancak O’na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O’nun size hidayet vermesine karşılık Allah’ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.” (22/Hac, 37; Bkz: Taber tefsiri 5/Maide, 3. ayet.)

“Genelde yeni bir ev ya da ma’bed yaptıklarında, erkek çocuk dünyaya geldiğinde, hastalığa şifa umduklarında ilahlarına kurban keser ya da adakta bulunurlardı. Bunu yapmalarındaki amaç ilahların işlerini kolaylaştırması, hayır ve bereketle onlara iyilikte bulunmasını ummalarıydı.” (Tarihu’l Arab Kable’l İslam 11/197.)

Allah (cc), kurbanın sadece Allah’a kesileceğini, putlara kestikleri kurbanların ve adakların batıl olduğunu belirtip, bu etleri yemenin haram olduğuna dair ayetler indirdi.

“Her ümmete kurban ibadeti koyduk ki, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine onun adını ansınlar. Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Öyleyse ona teslim olun. Allah’tan korkanları müjdele!” (22/Hac, 34)

“Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kurban edilenler, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp ölmüş, süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından yenilmiş olanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz hariç- ve dikili taşlar adına kesilen hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır.” (5/Maide, 3)

Günümüzde türbe ve kabirlerden şifa ummak, bir hayrın gerçekleşmesi için türbelere adak adamak, yeni bir ev ya da araba alındığında korunması için ziyaretlere gidip kurban kesmek yaygın akidevi hastalıklardandır.

Putlar Adına Yemin Etmek

Söylediği sözü pekiştirmek ve karşısındakini ikna etmek isteyen insan, tazim edip değer verdiği şey üzerine yemin eder. Müşrikler Allah’ın kızları ve Allah katında hatırı sayılan salihler olduğuna inandıkları putlarına kendilerini Allah’a yakınlaştıracağı ve Allah katında şefaat edecekleri için değer verir ve yüceltirlerdi. Yemin etmek istediklerinde onlar adına yemin ederlerdi. Öyleki, İslam’la tanıştıktan sonra bile ağız alışkanlığı olarak putlar üzerine yemin ettikleri oluyordu. Allah (cc) kalpten, inanılarak söylenmeyen ağız alışkanlıklarında insanı yargılamadığını bildirmesine rağmen, Allah Rasûlü (sav) ashabını uyarmış, bu çirkin sözün keffaretini belirtmiştir.

“Kim yemin eder ve yemininde ‘Lat’a, Uzza’ya yemin olsun derse, akabinde La ilahe illallah’ desin.” (Buhari, 4860; Müslim, 1647.)

Allah’ı Sever gibi Onları Severler

“İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.” (2/Bakara, 165)

Müşrikler Allah’ı hatırlatması için salihlerin resimlerini yapmış daha sonra niçin bu resimleri yaptıklarını unutmuş ve onlara ibadet etmişlerdi. Aynı şekilde salih insanların kabir ve putlarını Allah’a yakınlaşmak için tazim etmiş, zamanla da Allah’ı sever gibi, hatta Allah’tan daha fazla sevmeye başlamışlardı. Öyleki çoğu yerde putlarını Allah’a tercih etmeye başlamışlardı.

“O’nun üretip-türettiği ekin ve hayvanlardan Allah için bir pay ayırdılar, sonra kendi zanlarınca: ‘Bu Allah’ındır, bu da ortaklarımızındır’ dediler. Kendi ortakları için olan (pay), Allah tarafına geçmez, ama Allah’a ait olan kendi ortaklarının tarafına (payına) geçer. Ne kötü hüküm veriyorlar?” (6/Enam, 136)

‘…’Rivayet edildiğine göre Arap müşrikleri ekip diktikleri ekinlerden ve yetiştirdikleri deve, sığır, koyun, keçi hayvanlarından bazı şeyleri kendi fikirlerince Allah için, bazı şeyleri de diğer ilahları adına tayin eder, ayırırlar ve bir şahsın gelirlerinden böyle iki çeşit masraf çıkardı. Allah için dediklerini misafire ve fakirlere, diğer ilahları için ayırdıklarını da putların masraflarına ve huzurlarında yapılacak âyine, kesilecek kurbanlara, hizmetçi ücreti ve başka şeylere harcarlardı. Sonra bakarlar Allah için diye ayırdıkları iyi çıkar, yetişip büyürse dönerler onu ilahlarına tahsis ederler, fakat ilahları için ayırdıkları iyi çıkarsa, onu onlar adına bırakırlar. ‘Allah zengindir, bunlar fakirdir’ derler. Ve bu şekilde ilahlarını Allah’a tercih ederler ve Allah için ayırdıklarını onlara harcarlar, fakat onlar için ayırdıklarını Allah için harcamazlardı…’ (Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı tefsiri.)

Putlar için savaşır, onlar için ölür, onları sevenleri dost, putlarına dil uzatanları düşman kabul ederlerdi. Oysa Ebrehe, büyük bir orduyla Kâbe üzerine yürüdüğünde mallarını ve canlarını korumak için dağlara kaçıp sıvışmışlardı. Putları korumak için gösterdikleri refleks ve hamiyyeti, Allah’ın şiarları için göstermemişlerdi.

Günümüzde kabirler ve türbelerde yatan salih zatlar hakkında benzer inançlar taşıyan, buna binaende onlara dua edip medet uman, hastalıklarına şifa arayan, oralara astığı ve sürdüğü eşyaların bereket ve hayır getirdiğine inanan, kısmeti kapanmış kızların kısmetinin açıldığına, onlar hakkında konuşanın çarpılacağına itikad eden, bir belanın defi için türbelere adak adayan, isteği yerine geldiğinde türbelere kurban takdim eden, zatların başına yemin eden ve yeminini bozduğu takdir de başına musibetler geleceğine inanan çok fazla insan vardır.

“Onların bir çoğu Allah’a şirk koşmadan iman etmez.” (12/Yusuf, 106) ayeti bu hakikati anlatır. İçerisine şirk bulaştırılmış bir iman sahibine fayda vermez.

“Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): ‘Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın.’ ” (39/Zümer, 65)

İmanın dünyada hidayet, ahirette de emniyet/güven olması için içerisine zulüm yani şirk bulaştırılmamış olması gerekir.

“İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.” (6/Enam, 82)

Liderleri ve Âlimleri Allah’a Eş/Denk Kılmak

Ölmüş olan salihler konusunda aşırılığı ve şirki reddettiği gibi yaşayan siyasi liderler ve din adamları hakkındaki aşırılığı da ret etmiş ve karşı çıkmıştır İslam. Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu ve altını çizdiği şirklerden biri de liderler ve âlimler konusunda haddi aşmak, Allah’ın (cc) bazı sıfat ve yetkilerini onlara vermektir.

Allah tarafından seçilmiş ve O’nun isteklerini topluma ulaştırmakla vazifelendirmiş Rasûller dahi bu konuda serbest bırakılmamış, Allah’ın şeriatına uymaları kendilerine emredilmiştir. Toplumları yöneten siyasi liderler, onlara manevi rehberlik yapan âlimler ve abidler birer beşerdirler. Allah’a (cc) kul olmak ve insanları Allah’ın (cc) meşru kıldığı şekilde yönetmek ve yönlendirmek zorundadırlar. Allah’ın (cc) belirlediği ve topluma anayasa kıldığı vahyin/kitap/zikir dışına çıkma hakkına sahip değillerdir.

“Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerine kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva (istek ve tutku)larına uyma.” (45/Casiye, 18)

“Ey Davud! Biz seni yer yüzünde halife kıldık. O halde insanlar arasında adaletle hüküm ver ve keyfe tâbi olma ki, bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak ki Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttuklarından, kendilerine çok şiddetli bir azap vardır.” (38/Sad, 26)

Bu uyarıya kulak vermeyen ve Allah’ın şeriatına arzu ve isteklerini karıştırmaya yeltenecek olanları en ağır bir biçimde tehdit etmiş, azabın en çetiniyle ikaz etmiştir.

“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda, biz sana, hayatında kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın.” (17/İsra, 73-75)

Allah’ın şeriatına uymayı terk edip liderlerin ve din adımlarının belirlediği yasalara, örf ve geleneğe, helal ve haramlara göre yaşayanlar, Allah’a kafa kaldırmış, öncülerine Allah’a ait bir yetki ve sıfatı vererek onları Allah’a denk tutmuştur.

“De ki: ‘Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O’nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.’ ” (18/Kehf, 26)

“Yoksa onların (hakimiyette) ortakları mı var ki, Allah’ın din hususunda izin vermediği şeyleri kendileri için kanun yapıyorlar? Eğer ‘kesin’ sözü olmasaydı hemen aralarında iş bitirilirdi. Gerçekten zâlimler için acı bir azap vardır.” (42/Şura, 21)

Allah (cc), hüküm yetkisinin kendine ait olduğunu ve hiçbir surette kimseyi bu yetkiye ortak kılmadığını açıkça ifade etmiştir. Bu yetkiyi O’nun dışında varlıklara verenleri de, Allah’ın dışında ortak edinenler olarak isimlendirmiştir. Daha da önemlisi Allah (cc) bu yetki ve sıfatını yaratma sıfatına denk tutmuş ve yaratmada ortak kabul etmeyeceği gibi hükümde de ortak kabul etmeyeceğini belirtmiştir.

“Şüphesiz Rabbiniz, gökleri ve yeri altı aşamada yaratmış, sonra arşa istiva etmiştir. Gece ile kendisini kovalayan gündüzü örter; güneşi, ayı ve yıldızları da emrine boyun eğmiş olarak (yaratmıştır). Dikkat edin, yaratma, emir ve idare yalnızca O’na aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” (7/Araf, 54)

Dün kabile reislerine, ülke liderlerine, âlimlere ve abidlere verilen bu yetki, bugün parlamentolara, kokuşmuş demokrasi siteminin partilerine ve Allah’a isyan edip kafa kaldıran yöneticilere verilerek Allah’a şirk koşulmuş. Bu konu hakkında söylenecek çok söz vardır. Asrımızın en büyük fitnesi ve diğer şirklerin sebep ve meşrulaştırıcısı, karada ve denizde fesadın ortayı çıkması, huzur ve emniyetin yerini kaos ve terörün alması, dünyanın bir yanı açlıktan ölürken diğer yanının tokluktan ölüyor olması, mal, can ve namus emniyetinin kalmamasının nedeni; insanların hakimiyeti Allah’a değil de aciz, zavallı, bencil ve arzularının esiri olan beşere vermesindendir. Ancak söyleyeceklerimizi İslam’ın üçüncü rüknü olan ‘Allah’ın dışında varlıkları rab edinmeme’ ilkesine erteliyor bir sonraki yazıya bırakıyoruz.

Müşrikin Akibeti

Allah (cc), kullarını tevhid üzere yaratmış ve Allah’ı birlemelerini onlara emretmiştir.

“Hanif (şirk koşmaksızın) olarak yüzünü dine çevir. Allah insanları yarattığında (haniflik fıtratı) üzerinde yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olamaz. İşte dosdoğru din! Fakat, insanların çoğu bilmezler.” (30/Rum, 30)

İnsanların tevhid üzere yaratılmalarının birçok hikmeti vardır. Bunların başında Allah’ın (cc) tevhidi sevip şirkten nefret etmesi, kullarına olan merhameti, en önemlisi ise Allah’ın huzuruna şirkle gelecek olan kullarının özrünü kesmektir.

“Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demişti de) onlar: ‘Evet (Rabbimizsin), şahit olduk’ demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir. Ya da: ‘Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksin?’ dememeniz için.” (7/Araf, 172-173)

Fıtrat üzere yaratılmasına rağmen fıtratını bozup Allah’a şirk koşan kimse, ister duygu ve ibadette, ister itaat ve teşride şirk koşmuş olsun suçların en büyüğünü işlemiştir. Ve Allah katında hiçbir mazereti yoktur.

Şirk Koşan Allah’a Büyük İftira Atmıştır

“Gerçekten, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (4/Nisa, 48)

Allah Şirki Bağışlamaz

“Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar…” (4/Nisa, 116)

Engin rahmet ve mağfiretine rağmen dünyada tevbe etmeyip, şirk cürmüyle Allah’ın huzuruna varanlar bağışlanmayacaklardır. Oysa Allah’ın rahmet ve mağfireti ne kadar da geniştir!

“…Ey kullarım! Siz gece-gündüz günah işliyorsunuz! Bütün günahları affeden de benim. Bunun için benden af dileyin ki, sizi affedeyim!” (Müslim, 2577)

“Ey Âdemoğlu! Sen bana dua edip ve ümitvar olduğun sürece, günahlarına rağmen seni affeder ve günahlarına aldırmam. Ey Âdemoğlu! Şayet günahların semadaki bulutlara ulaşsa, sonra bana istiğfar etsen; seni bağışlar, günahlarını önemsemem. Ey Âdemoğlu! Bana yerler dolusu hatalarla gelsen, sonra bana hiçbir şeyi şirk koşmadan gelsen, sana yer dolusu istiğfarla gelirim.” (Tirmizi, 3540)

Allah Şirk Koşana Cenneti Haram Kılmıştır

“Andolsun, ‘Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih’in dediği (şudur:) ‘Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü O, kendisine şirk/ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur.’ ” (5/Maide, 72)

Şirk Koşanın Psikolojisi Bozuktur

“…Öyleyse iğrenç bir pislik olan putlardan kaçının, yalan söz söylemekten de kaçının. Allah’ı birleyen (Hanif)ler olarak, O’na şirk/ortak koşmaksızın (Allah’a kulluk edin). Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir.” (30/Hac, 30-31)

‘Aslında bu, Allah’a ortak koşanların durumunu dile getiren gerçek bir tablodur. Onlar da imanın yüce ufuklarından yokluğa, uçsuz bucaksız bir boşluğa doğru yuvarlanırlar. Çünkü insanın kendine güven duymasını sağlayan sağlam temeli kaybederler. Bu temel tevhiddir. Sığınabilecekleri güvenlik yurdunu yitirirler. Dolayısıyla sınırsız arzular, bitmez tükenmez ihtiraslar kapıp götürür onları. Rüzgarın sürüklemesi gibi asılsız kuruntular, karanlık bir boşluğa doğru sürükler onları. Çünkü sağlam bir kulpa bağlanmamışlar, sarsılmaz bir temele, kendilerini içinde yaşadıkları varlıklar âlemine bağlayacak bir temele dayanmamışlar.’ (Fi Zilali’l Kur’an ilgili ayet tefsiri.)

Allah (cc) başka bir ayette şirk ve tevhidi dolayısıyla mümin ve müşriki şu misale benzetmiştir.

“Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır, düşünürler. Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkanı) kalmamıştır.” (14/İbrahim, 24-26)

‘…Kökü sağlam, dalları göklere tırmanan güzel bir ağaca benzeyen güzel söz (tevhid) ile dik duramayan ve kökü de yerden kesilmiş iğrenç bir ağaca benzeyen iğrenç sözün (şirk) oluşturduğu sahne, genelde surenin atmosferinden, Peygamberler ile onları yalanlayanların hikâyesinden, özelde de her iki grubun akıbetinden alınmış bir sahnedir… Hiç kuşkusuz güzel söz -yani gerçek söz- tıpkı güzel bir ağaç gibidir. Sağlam, görkemli ve bol meyvelidir. Sağlamdır, kasırgalar ne kadar amansız olurlarsa olsunlar onu yerinden sökemez. Batıl rüzgârları onu sarsamaz. Tağutların balyozları onu etkilemez. Kimi dönemlerde bazılarınca yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı zannedilse bile sağlamdır, uludur. Kötülükten, zulümden ve azgınlıktan hep yüksektir. Kimi zamanlar onun batıl tarafından yerinden sökülüp boşluğa atıldığı sanılsa bile meyvesini vermeye devam eder. Bu ağaç ve meyveleri hiç eksik olmaz. Çünkü bu ağacın tohumları gün geçtikçe artan ruhlarda yeşermektedir. Aynı şekilde iğrenç söz -yani batıl söz- tıpkı iğrenç bir ağaç gibidir. Kabarır, yükselir, dal-budak salar. Bu yüzden bazı insanlar onun güzel ağaçtan daha iri, daha güçlü olduğunu sanabilirler. Hatta toprağın dışındadır. Onun bu görkemi geçici bir süre içindir, sonra tekrar yere yıkılacaktır. Sağlamlığı, kalıcılığı söz konusu değildir…’ (A.g.e ilgili ayet tefsiri.)

Müşrik, birden fazla mercidi razı etmek zorundadır. O birden fazla şeyi sevip, korkar. Birden fazla şeye dayanır ve ümit besler. Hâliyle kalbi paramparçadır. Yöneldiği her yerde, kalbi ve kafası karışık ve ne yapacağını bilmez haldedir.

“Allah, birbiriyle geçinemeyen birçok ortağa bağlı olan bir adamla, yalnız bir kişiye teslim olmuş bir adamı örnek olarak vermiştir. Bu ikisinin durumu eşit midir? Hamd, Allah’a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler.” (39/Zümer, 29)

‘Yüce Allah, mümin bir kul ile müşrik bir kulun durumlarını bir örnekle açıklıyor: Müşrik olan kulun durumu, birbiriyle uyuşmayan, geçimsiz ortakların emrinde çalışan bir adamın durumu gibidir: Ortakların her biri onu bir tarafa çekmekte, her biri ayrı görevler vermekte, adam ise bu aykırı arzular, emirler arasında şaşırıp kalmakta, gücü ve enerjisi dağılmakta, bir program üzerinde karar kılamamakta, doğru-dürüst bir yola girememektedir. Efendilerinin birbirleriyle çelişen, çatışan, boğuşan arzularını tatmin edememekte, onların hepsini razı edememekte, güçleri ve enerjileri darmadağın olup gitmektedir. Mümin olan kulun durumu ise şöyledir: O, bir tek efendinin emrine bağlıdır. Efendisinin kendisinden ne istediğini, ne ile yükümlü bulunduğunu bilmektedir. Onun için o, huzur içinde, emin bir halde apaçık olan yolunda sağlıklı biçimde ilerlemeye devam eder. Bu iki adamın durumu bir değildir. Bir efendiye bağlı olan adamın belli bir istikameti, bilgisi ve inancı vardır. Gücü bir noktaya toplanır, yönü birdir. Yolu apaydınlıktır. Geçimsiz efendilere bağlı adam ise, hep sıkıntı ve tereddüt içindedir. Bir işte karar kılamaz. Bırak hepsini razı etmeyi, efendilerinin birini dahi razı edemez.’ (A.g.e ilgili ayet tefsiri.)

•••

Bunca ayet ve açıklama göstermiştir ki, şirk ve müşrikin durumu İslam’ın en açık meselelerindendir. Müşrik, en büyük suçu işlemiş, fıtratında var olan bilginin peşinden gitmeyip heva ve arzusuna uyarak kendisini cehalet içinde bırakmıştır. İslam’ın ikinci rüknünü yerine getirmediğinden dolayı, kendini İslam’a nispet etmiş olsa bile, ona mümin ve Müslüman denmez, denmemelidir. Allah’a şirk koşan insanı Müslüman olarak görmek onun şirkine ve dalaletine hükmeden yüzlerce nassı yalanlamak, yok saymak ve din sahibinin İslam tanımına uymadığı halde bir insanı İslam’a dahil etmektir. Bu din, Allah’ın (cc) dinidir. Kimin bu dine dahil olup olmayacağına karar verecek olan da O’dur. İnsanların arzu ve hevesleri değil. 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver