Allah Katında Tek Din İslam’dır – 1

Bizleri tüm Rasûllerin ortak dini olan ve Allah’ın huzurunda ondan başka bir dinin kabul edilmeyeceği İslam’a hidayet eden Allah’a sonsuz hamd olsun. Salât ve selam, İslam dininin mihenk taşı ve son halkası olan Muhammed Mustafa’ya, onun pak ailesine ve ashabının üzerine olsun.

İslam, tüm Rasûllerin insanları kendisine davet ettikleri pak dinin adıdır. Tarih boyunca yaşamış tüm Peygamberler ‘Ben Müslimlerdenim/İslam olanlardan’ diyerek kendini tanıtmış ve bu dine müntesip olmakla iftihar etmiştir.

“(Nuh dedi ki:) Eğer yüz çevirmişseniz, ben sizden bir ücret istememiştim. Benim ücretim sadece Allah’a aittir. Ben Müslimlerden olmakla emrolundum.” (10/Yunus, 72)

“(De ki:) Ben ancak, hürmetli kılınan bu şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Her şey O’nundur. Ben Müslimlerden olmakla emrolundum.” (27/Neml, 91)

“İbrahim Yahudi de Hristiyan da değildi fakat, hanif bir Müslimdi. Müşriklerden de değildi.” (3/Âl-i İmran, 67)

Allah’ın subhanehu ve teâlâ yanında İslam dışında hiçbir din geçerli değildir. Böyle bir arayışı olan insan, hem dünya hem de ahirette hüsrana uğramış ve kaybedenlerden olmuştur.

“Kim İslam’dan başka bir din ararsa; (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (3/Âl-i İmran, 85)

Çünkü, Allah subhanehu ve teâlâ indinde geçerli olan tek din İslam’dır.

Allah’ın katında tek geçerli din olan İslam’ı din edinmek ve hidayet önderi olan Rasûllerle aynı dinden olmak isteyen kişinin önceliği, İslam’ın ne olduğunu araştırmak ve Allah’ın razı olacağı şekliyle bu dine intisap etmektir.

İslam Nedir?

Lugatta İslam

İslam lafzı Arapça bir kelimedir. Se-le-me/ kökünden türeyen bu kelimenin kök manası (ayıp, kusur ve eksikliklerden) uzak/beri olmaktır. (Lisanu’l Arab, 12/296; Mekayisu’l Luğa, 3/90.)

‘el-Ezheri der ki: Muhammed bin Yezid’i ‘Araplar dört şeye ‘Selam’ der’ derken işittim… Cennete ‘Daru’s Selam/Selamet yurdu’ denmesinin nedeni; cennetin sürekli olup nimetlerinin kesintisiz olmasındandır. Allah’a ‘Es-Selam’ denmesi ise O’nun yaratılmışların özelliklerinden olan değişim ve fanilikten münezzeh olmasındandır. İnsana selam vermek ise; kişi için dininde ve nefsinde afetlerden uzak olmasını istemektir. Bir ağaç için ‘Şeceru’s Selam/Selam Ağacı’ denmesi ise, onun afetlerden uzak olmasındandır… (Bu kökten türeyen) ‘İslam’ içinse iki tarif yapılmıştır. İlki, Allah’ın emrine teslim olan; ikincisi, kulluğunu sadece Allah’a yapandır…’ (Mu’cem Tehzibu’l Luğa, 2/1742-1745.)

Istılahta İslam

İslam kelimesinin lugat anlamıyla şer’i anlamı arasında sağlam bir bağ vardır. İleride tafsilatlı bir şekilde anlatacağımız üzere İslam; insanın, kulluğunu sadece Allah’a yaparak en büyük kusur olan şirkten, dostluğunu ve sevgisini sadece Rabbinin rızasına göre belirleyerek en büyük zulüm olan müşriklikten beri ve selamette olmasıdır. Özetle diyebiliriz ki; şer’i olarak İslam iki ana esas üzere kuruludur. Dini Allah’a halis kılarak O’na kulluk ve ibadet, şirke davet eden tağutlar ve onlara kulluk yapan müşriklerden beraat…

Kullarına İslam olmayı emreden (“… Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Öyleyse O’na teslim olun. Allah’tan korkanları müjdele!” (22/Hac, 34)), onları İslam ismiyle isimlendiren (“Atanız İbrahim’in yoludur. Allah, bundan önce ve bunda (Kur’an’da) size ‘Müslimler’ ismini vermiştir.” (22/Hac, 78)), onlardan ‘Ben Müslimim’ diyenleri öven (“İnsanları Allah’a çağıran, kendisi de sâlih amel işleyen ve ‘Doğrusu ben Müslimlerdenim!’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” (41/Fussilet, 33)) ve İslam dışında tüm dinlerin geçersiz olduğunu söyleyen Allah’tır. Böylece dünya ve ahiret saadetini bu kelime üzerine bina etmiştir. Kitab-ı Mubin’de/Apaçık kitap her şeyi açıklayan ve tafsilatlandıran Allah, elbette İslam lafzını da en güzel şekilde açıklamış, hiçbir kapalılığa yer bırakmayacak şekilde izah etmiştir.

Din Sahibinin İslam Tarifi

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ

فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ.

“De ki: ‘Ey kitap ehli, Allah’tan başkasına kulluk etmemek, O’na hiçbir şey ortak koşmamak ve birbirimizi Allah’tan başka rabler olarak benimsememek’ üzere bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin!’ Eğer yüz çevirirlerse: ‘Bizim, Müslim olduğumuza şahit olun, deyin.’ ” (3/Âl-i İmran, 64)

Bu ayet, İslam’ın ne olduğunu en güzel ve tafsilatlı şekilde anlatan bir ayettir. Bu kanaate varmamızın ve İslam kavramını bu ayet üzerinden anlatacak olmamızın bazı nedenleri vardır:

Ortak Kelimeye Davet

Allah subhanehu ve teâlâ, Rasûl’ünün sallallahu aleyhi ve sellem diliyle ehli kitabı ‘Ortak kelimeye’ davet etmiştir. Bu ortak kelime İbrahim, Muhammed, Musa, İsa, Nuh ve diğer tüm Rasûllerin aleyhimusselam ortak dini olan ve insanları davet ettikleri tevhid/İslam dininden başka bir şey değildir. Sonrasında ortak kelimeden ne murad ettiğini bizzat kendisi açıklamıştır. Ayetin sonunda ise ehli kitabın yüz çevirip kabul etmemesi durumunda, sahabenin bu öğretileri kabul eden Müslimler, yani İslam dininin müntesipleri olduğunu söylemeleri istenmiştir.

Allah Rasûlü, İslam’a Davet Ettiği Hükümdarlara Bu Ayeti Ana Mesaj Olarak Yollamıştır

Rasûl’ün, dönemin süper güçlerinden kabul edilen Rum Hükümdarı Hırakl’e yazdığı mektup şöyledir:

” ‘Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’ın kulu ve Rasûlü Muhammed’den Rum’un büyüğü Hırakl’e. Hidayete tâbi olanlara selam olsun. Bundan sonra, seni İslam’a davet ediyorum. İslam’a gir ki selamette kalasın ve Allah ecrini iki kat versin. Eğer kabul etmezsen sana tâbi olanların günahı senin boynunadır. ‘De ki: Ey kitap ehli, ‘Allah’tan başkasına kulluk etmemek, O’na hiçbir şey ortak koşmamak ve birbirimizi Allah’tan başka rabler olarak benimsememek’ üzere bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin! Eğer yüz çevirirlerse: Bizim, Müslimler olduğumuza şahit olun, deyin.’ ” (Buhari, 6)

Mısır Hükümdarına da aynı içerikte bir mektup yollamıştır:

“Bismillahirrahmanirrahim! Allah’ın kulu ve Rasûlü Muhammed’den, Kıbtilerin büyüğü Mukavkıs’a!”

“Hidayet yoluna uyanlara selam olsun! Bu dua ve temenniden sonra ben, seni İslam’a davet ediyorum. Müslim ol ki, selamete eresin. Müslim ol ki, Allah ecrini, mükâfatını iki kat versin. Eğer, bu davetimden yüz çevirirsen, Kıbtilerin günahı senin boynuna olsun! ‘De ki: Ey kitap ehli, ‘Allah’tan başkasına kulluk etmemek, O’na hiçbir şey ortak koşmamak ve birbirimizi Allah’tan başka rabler olarak benimsememek’ üzere bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin! Eğer yüz çevirirlerse: Bizim, Müslimler olduğumuza şahit olun, deyin.’ “

Buna binaen;

Yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimede İslam dört ana başlık altında tarif edilmiştir.

1. Sadece Allah’a ibadet.

2. Hiçbir şeyi O’na ortak koşmama.

3. Allah’ın dışında varlıkları rab edinmeme.

4. Müşriklerden beri olarak İslam kimliğini ilan etme.

İlk üç maddeyi doğru anlayan ve yaşamında Allah’ın istediği gibi uygulayanlar, kendilerini İslam’a nispet etme ve bu ismi kimlik olarak kullanma hakkına sahiptirler. Bu esasları kabul ya da pratize etmekte sorun yaşayanlar ise kendilerini İslam’a/Tevhide/Hakka nispet etseler de iddiadan öteye geçmeyen, Allah’ın subhanehu ve teâlâ hakkında hiçbir delil indirmediği bir din üzeredirler. Ayetin muhatabı olan ehli kitap ayette zikredilen esasları ilkesel olarak kabul ediyor ve kendilerini bu esasları kabul etmekle Arap putperestlerden ayırıyorlardı. Ancak bu ilkeleri amelî olarak uygulamıyor, Peygamberlerine ve salih kabul ettikleri zevata ibadet çeşitlerinden olan duayı sarf ediyor, âlimlerinin helal ve haram belirlemesine müsaade ediyorlardı. Böylece kendilerini İbrahim’in dini olan İslam’a nisbet etmelerine rağmen Allah subhanehu ve teâlâ onları yeniden İslam’a davet ediyordu. Bu ayetin muhatabı olan ehli kitap ‘biz Allah’ın sevgili kulları ve oğullarıyız’ ya da ‘sayılı günler dışında ateş bize dokunmayacak’ diyecek kadar kendilerinden ve üzerinde oldukları dinden emin olan insanlardı. Evet, İslam kavramını doğru anlamamak veya onun esaslarıyla amel etmemenin tehlikesi de burada yatıyor. Kişi kendini İslam’a nispet edip bununla şeref duysa, kimliğine ‘dini İslam’ diye yazdırıp bariz bir şekilde kendini batıl dinlerden ayırsa dahi yeterli olmuyor. Bu kişi yeniden ve yine İslam’a davet edilen, İslam davetinin muhatapları arasında yerini alıyor. Bu nedenle İslam kavramını doğru anlamak ve yaşamak, kendisini İslam dinine nispet eden her bireyin temel vazifeleri ve sorumlulukları arasındadır.

1. Sadece Allah’a İbadet

İslam’ı tarif eden ayet-i celile ilk madde olarak ‘Sadece Allah’a ibadet/kulluk edelim’ diyerek söze başlıyor.

İbadet Nedir?

Zeccac dedi ki: ‘Arap lugatında ibadet, itaatle Allah’a boyun eğmektir. Denir ki ‘Tariku’n mu’abbed/kullaştırılmış yol’ yani çokça yürünerek düzleştirilmiş yol demektir. İbnu’l Enbari dedi ki: ‘Falanca kuldur’ dendiğinde ‘Rabbine boyun eğen, kaza ve kaderine teslim olan, emri altına giren’ anlamındadır.’ (Tehzibu’l Luğa, 2/138-140.) İbadetin aslı; boyun eğme ve zillettir. (Muhtar es-Sıhah, 1/198; Lisanu’l A’rab, 3/273.)

Arap lugatında ibadet; boyun eğmek, boyunduruk altına girmek, karşısında ezilmek ve minnet duymak, gönülden bağlanarak itaat etmek ve küçülmek anlamlarında kullanılır. Araplar, elinde hiçbir yetkisi olmayan ve efendisinin emirlerine göre yaşayan köleye bu manaları gözeterek abd/kul demişlerdir.

İbadetin şer’i anlamı da lugat anlamına yakındır. Fatiha suresinin temeli olan “Yalnızca sana ibadet ederiz” ayetinde âlimlerimiz ibadeti şöyle tanımlamışlardır:

Taberi rahimehullah der ki:

‘Sadece sana huşu ile kulluk eder, sadece senin karşında küçülür/zillet ve sadece sana boyun eğeriz… Çünkü, bütün Arapların yanında ubudiyyetin aslı zillettir.’ (Sözlükte ‘zayıf, aciz ve itibarsız olmak, aşağılanmak, yenik düşüp boyun eğmek’ anlamındaki züll kökünden türeyen zillet bir kimsenin başkaları karşısında bedensel, psikolojik, ekonomik, sosyal statü vb. yönlerden zayıflığını ve etkisizliğini ifade eder. ‘Güç, üstünlük, saygınlık’ manasındaki izzetin karşıtıdır. (TDV))

İbni Kesir rahimehullah der ki: ‘Şer’i ıstılahta ibadet, sevginin, bağlılığın ve korkunun kemâlini birleştiren bir ifadedir.’

Kurtubi rahimehullah der ki: ‘İbadetten kast edilen O’nu birlemek/tevhid ve şeriatın emirlerini yerine getirmektir.’ (Bakara suresi 21. ayetin tefsiri.)

İbni Teymiyye rahimehullah der ki: ‘Allah’ın sevip razı olduğu zahiri ve batini tüm amellerdir.’ (El-Ubudiyye, 1/44)

İbni Kayyım rahimehullah der ki: ‘İbadet/kulluk iki aslı bir araya toplar… Tam bir sevgi ve tam bir zillet, boyun eğme. Birini sever lakin ona boyun eğmezsen ona kul olmuş olmazsın. Aynı şekilde birine boyun eğer ama onu sevmezsen ona kulluk etmiş olmazsın.’ (Medaricu’s Salikin, 1/95.)

Bu anlamlarıyla ibadet/kulluk, basit harflerden oluşan sıradan bir kelimeden çok daha fazlasını ifade eder. Ubudiyyet; kulun, Rabbinin karşısında küçülüp O’na boyun eğmesini, O’nu her şeyden üstün ve yüce tutup gönülden O’na bağlılığını, O’nun şeriatına ve kaderine tam bir teslimiyetle teslim olup, sevgi, saygı, korku ve ümitle kulluk vazifelerini yerine getirmesini anlatır.

Bu ince ve derin anlamlarıyla ibadet/kulluk; Kelime-i Tevhid’in anlamı, insanın yaratılış gayesi, kitapların indirilme ve Rasûllerin gönderilme sebebidir.

Kelime-i Tevhid’in anlamı: ‘Allah’tan başka ibadeti hak eden hiçbir ilah yoktur’ demektir. Kişi ‘Lailaheillalah’ dediğinde ilahlığı Allah’a ispat edip O’nun dışındaki varlıklardan nefyeder. İlah ise kendisine ibadet edilen demektir. (Lisanu’l Arab’ta İbnu’l Münzir şöyle der: ‘İlah, kendisine ibadet edilendir. Kim kime ibadet ediyorsa; o, onun ilahıdır. Müşriklerin ibadet ettiği putlara da bundan dolayı A’lihe/ilahlar denmiştir.’

Tacu’l Arus sahibi Zebidi: ‘E-li-he (Fiil olarak) ibadet etti demektir… İlah ise me’luh/İlah edinilen yani ibadet edilen ma’bud anlamındadır.’

Külliyat sahibi Ebu’l Beka: ‘Açıkça belirttiler ki; İlah, ibadet edilen demektir’

Tehzibu’l Luga sahibi el-Ezheri: ‘İlah edinmek ibadet edilen ma’bud edinmektir.’

Şeriat dilinde de: İlah bu anlamlarda kullanılmıştır:

“Onlar kendilerine bir kuvvet olsun diye Allah’ın dışında ilahlar edindiler. Hayır asla! O ilah edindikleri onların ibadetlerini yalanlayacaklardır.” (19/Meryem, 81-82)

“Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.”

Peygamberlerinden tevhid davetini duyan müşrikler onlara şöyle itiraz etmişlerdir:

” ‘Sen bize tek Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet etiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir.’ dediler.” (7/A’raf, 70)

“Senden önce gönderdiğimiz bütün Peygamberlere, ‘Şüphesiz, benden başka hiçbir ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin’ diye vahyetmişizdir.” (21/Enbiya, 25)

Allah Rasûlü’nün Kelime-i şehadeti emrettiği hadisler incelendiğinde ilah kavramının ibadet ile tefsir edildiği görülecektir:

Cibril, Peygamberimize gelip bana İslam’dan haber ver dediğinde Peygamberimiz ona şöyle demiştir: “İslam; Kelime-i Şehadet’i söylemen, namaz kılman, zekât vermen, oruç tutman ve hacca gitmendir.” İmam Müslim’in rivayetinde ise şöyle geçer: “Allah’a ibadet edip O’na şirk koşmaman…” Cibril’in iman, İslam ve ihsandan soru sorması hâdisesi Allah Rasûlü döneminde bir defa vuku bulmuştur. Ortamda bulunan sahabiler duyduklarını bize nakletmişlerdir. Kimi sahabi ‘Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın’ cümlesini Kelime-i Şehadet’e eş anlamlı kabul ettiklerinden hadisi böyle rivayet etmişlerdir.

İslam’ın üzerine bina edildiği beş esas hadisinde de benzer bir durum söz konusudur:

“İslam beş şey üzerine bina edilmiştir. Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek, namaz kılmak…”

İmam Müslim’in rivayetinde ise şöyle geçmektedir:

“Sadece Allah’a ibadet edip O’nun dışındakilere ibadet etmemek, namaz kılmak…”

Tarih boyunca insanoğlunu en fazla meşgul eden ‘Niçin varım?’ sorusunun cevabı da İslam’ın bu ilkesinde saklıdır.

“Cinleri ve insanları sadece bana kulluk/ibadet etsinler diye yarattım.” (51/Zariyat, 56)

Ayette ibadetten kast edilen şey; yalnızca ve sadece, içine hiçbir şey karıştırılmadan, Allah’ın dışında veya Allah’la beraber hiçbir varlık ortak edilmeden, dini Allah’a halis kılarak O’na kulluk etmektir.

Rasûller bu hakikati insanlara ulaştırmak için gönderilmiş, beraberlerinde getirdikleri kitaplar bu hakikatın izahı için indirilmiştir.

“Senden önce gönderdiğimiz bütün Peygamberlere, ‘Şüphesiz, benden başka hiçbir ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin’ diye vahyetmişizdir.” (21/Enbiya, 25)

“Andolsun, biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik.” (16/Nahl, 36)

“Elif, Lam, Ra. (Bu,) Ayetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitap’tır. (Bunun nedeni) Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Gerçekten ben, sizi O’nun tarafından uyaran ve müjdeleyenim.” (11/Hud, 1-2)

Bir Bütün Olarak Allah’a Kulluk

Yalnızca Allah’a kulluk yapma emrinin Kur’an’da farklı üslup ve değişik siyaklarda tekrar ettiğini görürüz. Allah, İslam dinine girmek isteyenlerin bir bütün olarak hayatı Allah için yaşamalarını ve hayatın içinde cüzlerden oluşan ibadetlerini sadece Allah’a yapmalarını ister.

“De ki: ‘Rabbim beni, dosdoğru yola, gerçek olan ve daimi olan dine, müşriklerden olmayan İbrahim’in Hanif yoluna iletti.’ De ki: ‘Benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Sadece bununla emrolundum ve ben Müslim olanların ilkiyim.’ ” (6/Enam, 161-163)

Kendilerini İbrahim’in milletine yani İslam’a nispet eden müşriklere, hem onların üzerinde oldukları şeyin İslam olmadığını, hem de İslam’ın ne olduğunu anlatan bu ayet, kulluğun iki esasını bir arada zikretmektedir.

“Namazım ve kurbanım” ifadesi günlük hayatta yapılan cüz’i ibadetlerin sadece Allah’a ve Allah için olmasını, “ölümüm ve hayatım” ifadesiyse hayat ve ölüm arasındaki bütünün sadece Allah’a has kılınması gerektiğini anlatır.

‘…Bu, kalpteki her çarpıntıda, hayattaki her harekette, namazda, ibadette, hayatta, ölümde, kulluk davranışlarında, pratik hayatta, ölümde ve onun ötesinde eksiksiz bir şekilde Allah için her şeyden soyutlanmadır.

Bu, mutlak tevhitten ve eksiksiz kulluktan kaynaklanan bir tesbihtir. Allah’ı eksikliklerden uzak saymadır. Namazı, ibadeti, dirilişi ve ölümü birleştirip tek başına Allah’a özgü kılmadır. Tüm varlıkların Rabbi olan Allah’a… Âlemlerin üzerinde eksiksiz otorite ve egemenlik sahibi, eğiten, yönlendiren ve hükmeden Allah’a… Tam bir teslimiyetle, gönülde ve hayatta Allah’tan başkasına kulluk eden bir şey bırakmadan… Vicdanda ve realiteler dünyasında O’na kulluk yapmaktan başka bir şeye yer vermeden…’ (Fi Zilali’l Kur’an, ilgili ayetin tefsiri)

Allah’tan başkasına ibadet/kulluk yapanlar iki kısımdır:

İslam’ın müşrik kabul ettiği, fıtratı ve Allah’a verdikleri sözü/misakı bozmuş toplumlara baktığımızda bunların iki kısım olduğunu görürüz.

a. Bir bütün olarak Allah’a ibadetten yüz çevirmiş ve O’na subhanehu ve teâlâ kulluk yapmayı kendine yediremeyen, dinsiz, ahirete inanmayan, kendilerini seçilmişlerden sayan aristokrat müstekbirler.

“Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz? Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi zamandan başka bir şey yok etmez, derler. Onların bu konuda bir bilgileri yoktur. Onlar, yalnızca zannederler.” (45/Casiye, 23-24; İbni Kesir bu ayetin tefsirinde: ‘…Kıyamet gününü inkâr eden Arap müşrikleri ile içlerindeki ilahiyatçı filozofların söyledikleri bunlardır. Onlar, ilk yaratılmayı ve Allah’a dönüşü inkâr etmektedirler. Aynı görüşe sahib olan tenasüh nazariyesini ileri süren materyalist filozoflar da bir yaratıcının varlığını inkâr etmekte ve her 36.000 senede her şeyin önceki hâline döneceğine inanmaktadırlar. Onlar bunun sonsuza kadar tekrarlanacağını zannetmektedirler…’)

“Firavun da: ‘Ey ileri gelenler, sizin için benden başka ilah tanımıyorum. Ey Hâman! Çamur üzerine benim için bir ateş yak ve bana bir kule yap. Belki Musa’nın ilahına ulaşabilirim. Çünkü ben onun yalancılardan olduğunu sanıyorum’, dedi.” (28/Kasas, 38)

“(Firavun dedi ki:) ‘Ben sizin en yüce olan rabbinizim.’ ” (79/Naziat, 24)

b. Allah’a inanan, O’nun varlığını ve sıfatlarını kabul eden ancak dua, adak, kurban, secde, kıyam, Allah’ın kanun yapma yetkisi gibi cüz’i ibadetleri Allah’la beraber başka varlıklara yapanlar.

“Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) ‘Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.’ Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (39/Zümer, 3)

“Gemiye bindikleri zaman, dini kendisine has kılarak Allah’a dua ederler. Onları kurtarıp, karaya çıkardığı zaman (başkalarına dua etmek suretiyle) hemen şirk koşarlar.” (29/Ankebut, 65)

“Siz ve atalarınız, Allah’ı bırakıp kendi icadınız olarak, kutsadığınız şeylere kulluk ediyorsunuz. Oysa Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm, yalnız Allah’ındır. Kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmez.” (12/Yusuf, 40)

Bir bütün olarak Allah’a subhanehu ve teâlâ kulluk yapmaktan kaçınanlarla, hayatın belli bir cüzünde herhangi bir ibadeti Allah’tan başkasına yapanlar arasında fark yoktur. İkisi de İslam bağını koparmış, imanına zulüm bulaştırmış, misakı ve fıtratı bozmuştur.

Niçin Allah’a İbadet?

Yüce Allah’ın yaratıcı olması, mülkün tek sahibi olup, mülkünde sınırsız yetkiye sahip olması, tüm varlığı yoktan var ettiği gibi rızıklarını eksiksiz dağıtması, tüm yüce sıfatlara sahip olup eksikliklerden münezzeh olması nedeniyle sadece O’na subhanehu ve teâlâ ibadet edilir. O’nun dışında ibadet edilenler ise insanların uydurduğu, Rahman’ın hakkında hiçbir delil indirmediği bir takım isimlerden ibaret olan sahte ilahlardır.

“Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. O Rahman ve Rahim’dir. Din gününün sahibidir. Yalnızca O’na ibadet eder ve yalnızca O’ndan yardım isteriz…” (1/Fatiha, 1-4)

Allah’a ibadetin gerekçesi, namaz vasıtasıyla her gün defalarca müminlere hatırlatılıyor. Eksikliklerden münezzeh olan ve insan üzerindeki nimetleriyle her daim övgüyü hak eden, rahmeti kullarını her yönden kuşatan, dünyanın efendisi ve tek sahibi olduğu gibi ahiretin de mülkünü elinde bulunduran Allah, gönülden, boyun eğerek, içtenlikle ibadet edilip yalvarılması gerekendir.

Bir başka ayette şöyle buyurur:

“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk/ibadet ediniz ki, O’na karşı gelmekten korunmuş olabilesiniz. O, sizin için yeryüzünü döşedi ve gökyüzünü bina etti. Gökten su indirip onunla size rızık olsun diye ürünler yetiştirdi. Öyleyse, bile bile Allah’a eş koşmayın.” (2/Bakara, 21-22)

Allah’ın bu sıfatlara sahip olduğunu ikrar edip kabul etmesine rağmen O’ndan başkasına dua eden, darda kaldığında salihlerin ruhlarından medet uman, putlara ve türbelere adak adayıp kurban kesen, kanun yapma yetkisini kabile reislerine, aşiret ağalarına, diktatör krallara ya da modern putperest parlamento/partilere verenlere Allah subhanehu ve teâlâ şöyle cevap verir:

“De ki: ‘Hamd, Allah’a aittir. Ve selam, O’nun seçtiği kullarının üzerinedir. Allah mı, yoksa onların (Allah’ın dışında ibadet ederek) şirk koştuğu şeyler mi daha hayırlıdır?’ Veya semaları ve yeryüzünü yaratan ve sizin için gökten su indiren mi? Böylece onunla güzel bahçeler yetiştirdik. Onun ağaçlarını dahi yetiştirmeniz sizin için mümkün olamaz. Allah ile beraber bir başka ilah mı? Hayır, onlar (Allah’a başka bir ilahı) denk tutan bir kavim. Yoksa arzı karar yeri kılan ve onun aralarında nehirler akıtan ve orada sabit dağlar kılan ve iki deniz arasında perde kılan mı? Allah ile beraber bir başka ilah mı? Hayır, onların çoğu bilmezler. Yoksa darda kalan kişi, O’na dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü gideren ve sizi yeryüzünde halifeler kılan mı? Allah ile beraber bir başka ilah mı? Ne kadar az öğüt alıyorsunuz? Yoksa sizi, denizin ve karanın karanlığından hidayete erdiren mi? Rahmetinin önünde müjdeleyici olarak rüzgârlar gönderen mi? Allah ile beraber bir başka ilah mı? Allah, onların şirk koştuğu şeylerden yücedir, münezzehtir. Yoksa ilk defa yaratan sonra da onu geri döndürecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber bir başka ilah mı? Onlara de ki: ‘Eğer siz doğru söyleyenlerseniz, delillerinizi getirin.’ ” (27/Neml, 59-64)

El-Aziz ve El-Hakim olan Allah tarafından, O’nun dışındaki varlıklara ibadet eden müşriklere verilen bu cevap, Kur’an’daki en kapsamlı ve geniş cevaptır. Düşünen ve öğüt alanlar için ne kadar da etkileyici bir cevap!

Allah’a Kulluğun Hakikati ve Özü

‘Kişinin her hâlinde Allah’a muhtaç olduğunu hissetmesi, kulluğun özü ve hakikatidir.’ (Medaricu’s Salikin, 2/410.)

Müminlerin ellerinde bulunan en kıymetli hazine, kendisiyle şeref duydukları en önemli kazanım, en zor dönemlerinde dahi hissedebildikleri izzet ve umudun kaynağı bir ve tek olan Allah’a kul olmalarıdır. Kendilerini Rabblerine muhtaç hissetmeleri, O’nun izni olmadan hayatlarında hiçbir şeyin olmayacağını biliyor olmaları, O’nun boyunduruğu altında olmaları kelimelerle tarif edilmeyecek bir mutluluk sebebidir onlar için.

Bu sebeple onların her hâli ‘La havle ve la kuvvete illa billah/Güç ve kuvvet, sadece yüce ve büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir’ zikrinin tefsiri gibidir. Hayatlarının tamamı bu cennet hazinesine yakışır şekildedir. (“Rasûlullah bana: ‘Sana cennet hazinelerinden bir hazineyi haber vereyim mi?’ buyurdular.

‘Evet! Ey Allah’ın Rasûlu!’ dedim. ‘La havle ve la kuvvete illa billah’ de!’ buyurdular.” (Buhari, 4205; Müslim, 2704.)) Sadece Allah’a güvenir, O’na dayanır, O’ndan yardım ister, O’nun rahmetini umar, O’nun azabından korkar, rahatlık ve darlık anında O’na dua ederler.

Onlar, Rasûl’ün sallallahu aleyhi ve sellem öğrettiği gibi ‘Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Nebi olarak Muhammed’den razı oldum’ (“Kim Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Rasûl olarak da Muhammed’den razı olursa imanın tadını almıştır.” (Müslim, 56)

“Rabb olarak Allah’ı, din olarak İslam’ı ve Peygamber olarak Muhammed’i seçip beğendim diyen kimse cenneti hak etmiştir.” (Ebu Davud, 1529)) zikriyle yaşarlar. Allah’ın subhanehu ve teâlâ terbiyesi olan kaderi ve emri olan şeriatına tam bir teslimiyetle teslim olmuşlardır. Efendisini seven bir kölenin teslimiyeti ve huzuru gibi huzurlu ve mutmaindirler. Bütün kainatı yaratan ve her şeyden daha yüce ve büyük olana teslim ve kul olmanın şerefiyle şereflenirler.

Onların ne güzel duaları vardır:

” ‘Allah’ım! Ben senin kulunum, erkek ve kadın kullarının oğluyum. Benim canım senin elindedir. Hükmün bende geçerlidir. Benim hakkındaki kazan/takdirin adaletlidir. Sana ait olan isimlerinle, nefsini isimlendirdiğin isimlerinle, kitabında indirdiğin, yaratıklarından birisine öğrettiğin isimlerinle ya da sadece ilmini kendi katında sakladığın ve senden başkasının bilmediği isimlerle senden istiyorum. Kur’an’ı kalbimin baharı, göğsümün nuru, derdimin cilası, hüznümün şifası yapmanı istiyorum.’ derse, Allah onu hüzün ve tasasını alır ve bunların yerine sevinç verir.” (“Bir kula herhangi bir üzüntü veya tasa isabet eder de bu duayı yaparsa Allah onu hüzün ve tasasını alır ve bunların yerine sevinç verir.” diye buyurdu. (Müsned, 3712)) diye buyurdu.

İbni Kayyım bu duaya yaptığı kıymetli yorumda der ki:

‘…Burada kulun: ‘Ben senin kulunum, erkek ve kadın kullarının oğluyum.’ diye dua etmesi, Âdem ve Havva’ya kadar olan tüm soyunu kapsar. Bu duada acziyetini Allah’a arz edip kendini acındırma ve Allah’a boyun eğmek vardır. Yine bu duada kendisinin ve atalarının, Allah’ın kölesi olduklarını itiraf vardır. Köleye de efendisinin kapısının dışında bir kapının olmadığı, ondan başkasının ikram ve ihsanda bulunmayacağı vardır. Şayet efendisi kölesine ilgi göstermez ve onu kendiyle baş başa bırakırsa kölenin helak olacağı ve kimsenin kendisine acıyıp barındırmayacağı buna binaen kölenin zayi olup gideceğini itiraf vardır. İşte söz konusu bu itirafın altında şunları söylemiş oluyor: ‘Her anımda sana muhtacım. Senden başka hiçbir sığınağım yoktur ve efendimden başka kimseye de sığınmam …’ ‘ (El-Fevaid, 1/22)

Yaşadığımız kibir ve enaniyet çağında insanoğlunun en büyük kaybı hakikat ve özünü unutmuş olmasıdır. Her hâlinde Rabbine muhtaç olmanın ve O’nun karşısında gönüllü bir şekilde küçülüp boyun eğmenin şeref ve mutluluğundan mahrum kalan insan, Allah’ın dışında maddenin, sanat ve eğlencenin, kendi gibi etten kemikten olan insanın karşısında küçülmüştür. Bir ve tek olan Allah’a subhanehu ve teâlâ kul olmaktan kaçtıkça, çevresinde bulunan şey sayısınca varlığa kul olmak ve küçülmek durumunda kalmıştır. Tevhidin bütünleştirici ve insanı özüne döndürücü güzelliğinden uzaklaşmış, şirkin ve Allah’tan başka varlıklara ubudiyyetin parçalayıcı ve insanı özünden uzaklaştırıcı çirkinliğiyle nefsine eziyet etmiştir.

Bir olan Allah’a ibadet/kulluk yapan müminle Allah’ın dışında varlıklara kulluk yapanların misali şuna benzer:

“Allah, birbiriyle geçinemeyen birçok ortağa bağlı olan bir adamla, yalnız bir kişiye teslim olmuş bir adamı örnek olarak vermiştir. Bu ikisinin durumu eşit midir? Hamd, Allah’a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler.” (39/Zümer, 29)

‘Yüce Allah, mümin bir kul ile müşrik bir kulun durumlarını bir örnekle açıklıyor: Müşrik olan kulun durumu, birbiriyle uyuşmayan, geçimsiz ortakların emrinde çalışan bir adamın durumu gibidir: Ortakların her biri onu bir tarafa çekmekte, her biri ayrı görevler vermekte, adam ise bu aykırı arzular, emirler arasında şaşırıp kalmakta, gücü ve enerjisi dağılmakta, bir program üzerinde karar kılamamakta, doğru-dürüst bir yola girememektedir. Efendilerinin birbirleriyle çelişen, çatışan, boğuşan arzularını tatmin edememekte, onların hepsini razı edememekte, güçleri ve enerjileri darmadağın olup gitmektedir. Mümin olan kulun durumu ise şöyledir: O, bir tek efendinin emrine bağlıdır. Efendisinin kendisinden ne istediğini, ne ile yükümlü bulunduğunu bilmektedir. Onun için o, huzur içinde, emin bir hâlde apaçık olan yolunda sağlıklı biçimde ilerlemeye devam eder.

Bu iki adamın durumu bir değildir. Bir efendiye bağlı olan adamın belli bir istikameti, bilgisi ve inancı vardır. Gücü bir noktaya toplanır, yönü birdir. Yolu apaydınlıktır. Geçimsiz efendilere bağlı adam ise, hep sıkıntı ve tereddüt içindedir. Bir işte karar kılamaz. Bırak hepsini razı etmeyi, efendilerinin birini dahi razı edemez.

Bu örnek, tevhid gerçeği ile şirk gerçeğini bütün yönleri ile tasvir etmektedir. Tevhid gerçeğine iman eden kalp, yeryüzündeki yolculuğunu doğru yolda giderek tamamlar. Zira onun gözü ufuktaki bir tek yıldıza bakar. Bu nedenle yolunu şaşırmaz. Hayatın, kuvvetin ve rızkın bir tek kaynağını tanır. Zarar veya fayda vermenin kaynağını bir bilir. Vermenin ve almanın tek kaynağına dayanır. Bu bir kaynağın doğrultusunda adımlarını doğru-düzgün atar. Yalnız ondan destek alır. Elini bir tek ipe atar. Onun halkasına sımsıkı yapışır. Yönünü bir tek hedefe doğru ayarlar. Gözünü ondan ayırmaz. Bir tek efendiye hizmet eder. Onun neye razı olduğunu bilir; bu işleri yapar. Neden hoşlanmadığını bilir; ondan da sakınır… Böylece güçleri bir noktada toplanır ve aynı zamanda birleşir. Bütün güçlerini ve çabalarını değerlendirir, verimli hâle getirir, yeryüzünde iki ayağı da sağlam şekilde yere bastığı hâlde gökte tek olan ilah ile bağını sağlamlaştırır.’ (Fi Zilali’l Kur’an, ilgili ayetin tefsiri)

Peygamber, İbadetin/Kulluğun Ölçüsünü Belirliyor

“Dinarın kulu helak olsun/oldu, dirhemin kulu helak olsun, kadifenin kulu helak olsun. Helak olsun ve yüzüstü sürünsün. Ona bir diken batsın da onu çıkaran bulunmasın. Kendisine ondan verilince razı olur, verilmediğinde kızar.” (Buhari, 2886)

Bir şeye gönülden bağlanan, onun varlığıyla razı olup huzur bulan, onu kaybettiğinde öfkelen ve huzursuzlaşan, onsuz yaşayamayacağını düşünen, ona kul olmuş ve Allah Rasûlü’nün bedduasına uğramıştır.

Hafız İbni Hacer rahimehullah der ki:

‘Çünkü dünyaya karşı hâli böyle olana (gönülden dünyayı isteyene) ‘Sadece sana ibadet ederiz’ ayeti uygun değildir.’ (Fethu’l Bari, 11/254)

Dünyaya veya kendisini Rabbinden alıkoyan herhangi bir şeye böylesine bağlanmış olan kişi “Yalnızca sana ibadet ederiz” ayetine inanmayan ya da ahvali, akvalini yalanlayan insanlardandır.

San’ani rahimehullah der ki: ‘Dinar/dirhem’in kulundan kasıt; dünyanın köleleştirdiği, onu elde etmek için dünyanın peşinden koşan ve efendinin sahibinde tasarruf ettiği gibi dünyanın kendisini yönlendirdiği kimsedir. Hadiste zikredilen dinar ve kadife birer misalden ibarettir. Asıl maksat dünyanın veya herhangi bir şeyin insanı oyalayıp Allah’ın emirlerinden alıkoymasıdır. İnsanın rıza ve öfkesini, bir şeyi elde etmeye veya onu elden kaçırmaya bağlamasıdır. Kimini yöneticilik sevdası, kimini resim/sanat sevgisi, kimini ise toprak sevgisi köleleştirip kul yapar…’ (Subulu’s Selam, 2/646)

İnsanlardan bazısı yöneticilerine, bazısı futbola, bir diğeri sanata, başkası uyuşturucuya, modaya, kimi insan hak ve özgürlüklerine, diğeri kadın haklarına yürekten bağlıdır. Onsuz, onu anmadan, onunla olmadan huzur duyamaz.

Sevdiği takımın futbolcularını Allah’ı zikreder gibi tesbih eder, onları andıkça kalbi mutmain olur, onları sevenleri sever, takımından olmayana buğz eder. Bir maç sonucu için kavga eder, ölümü göze alır.

Kimisi şeyhine bağlıdır. Yürekten ve gönülden.. Onsuz kaldığı zamanlarda rabıta yapar. Onun türbesinde dahi namazdakinden daha saygılı ve edeplidir. Namazda sağına soluna bakmaktan çekinmez ama şeyhinin huzurunda(!) ne bedeninin ne de gözünün oynadığını görürsün. Namaza durduğunda tüm dünyayı gezer ama şeyhin huzurunda ne kalben ne de bedenen bir şeyle meşgul olmayı edepsizlik sayar. İsteyeceğinde şeyhinden ister, ona güvenip tevekkül eder, onun aracılığıyla tevbe eder, onun üzerine yemin eder. Allah’a sövülür, mukaddesata hakaret edilir, Allah’ın şeriatı yürürlükten kaldırılırken koyun misali sürüye uyar, içinde yaşadığı toplum gibi sağır, kör ve lal kesilir. Ancak onun şeyhine ya da yoluna, mezhebine ya da ritüellerine haklı dahi olsa eleştiri yapılamaz. Allah’ın dinine yapılan hakaretlere sağır kesilen müridin, meşrebine yönelik eleştirilere karşı birden kurda ya da aslana döndüğünü görürsün.

Bir de şu demokrasiye kul olanlar vardır. ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diyerek beşeri ilahlaştıran ve hüküm mercisi hâline getiren bu uyduruk dine milyonlarca insanın gönül verdiğini görürsün. Onun için yaşar, onun için ölürler. Onu korumak ve muhafaza etmek uğruna canlarını ortaya koyarlar. Ondan söz edildiğinde mutlu olur, yüzleri aydınlanır, çağı yakalamış olmanın hazzıyla esip gürlerler. Onsuz bir hayatın, düzenin, can ve mal emniyetinin olmayacağını düşünürler. Allah’ın şeriatından nefret eder, onu çağın gerisinde kalmak olarak algılarlar. Bir olan Allah’ın hükümlerine teslim olmanın mutmainliğini, arzuları, doğruları, yönelişleri birbirinden farklı olan yöneticilerin çelişkili ve keşmekeş nedeni olan batıl hükümleri için terk eder.

Ne mutlu o müminlere ki El-Ahad ve Es-Samed olan Allah’a kul olup, ibadetlerinde O’nu birlemişlerdir. O’nun dışında hiçbir varlığın ibadeti hak etmediğine ve edemeyeceğine itikad etmiş, hayatlarını bu doğrultuda sürdürmüşlerdir. Kal-u bela’da Allah’a ‘Sen bizim Rabbimizsin’ deyip sonra bu söz üzere istikamet bulmuş olanlardır. Onlara dünyanın huzuru, ahiretin selamet ve emniyeti vardır.

“Şüphesiz: ‘Bizim Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) ‘Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orada nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istediğiniz her şey de sizindir. Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak’.” (41/Fussilet, 30-32)

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver